21 Şubat 2025 Cuma

KARMAŞIK DÜŞÜNCELER

Akın Eliş

 Her insanın iç ve dış dünyaları vardır. Toplumla beraber olduğu dünya, dış dünyadır. Dış dünyada insan, başka insanlarla iletişime geçmeyi, kendini düşünceleriyle yalnız bırakmayı tercih eder. Tamamen toplumdan bağımsız olduğu dünya ise iç dünyadır. İç dünyasında insan sadece düşünceleriyle beraberdir. Dış dünyadaki bütün etkileşimlerini iç dünyasında değerlendirir. Dış dünyada yaşadığı bir olay onu çok etkiler ve bu olay iç dünyasına da aynı etkiyi korumaya devam ederse o olay, anı olmaya adaydır. İnsanın iç dünyası çok karmaşıktır. Bazı insanlar, iç dünyalarındaki karmaşadan kaçar. Bu kaçma eğilimi korktuğundan değildir, iç dünyasındaki karmaşayı nasıl bir düzene koyacağını bilememesindendir. İç dünyasındaki karmaşayı kontrol altına alabilenler yani düşüncelerini yönetebilenler sanatçı olmaya ilk adımı atmış demektir. 
Birileriyle iletişim kurmak için dış dünya zorunlu gibi görünse de sanatçı olmak, düşüncelerini kontrol alabilmek iç dünyamızla da iletişim kurabileceğimiz anlamına geliyor. Bunun bir başka örneği ise insan iç dünyasındayken yani düşüncelerinde yalnızken bile düşüncelerini paylaştığı bir ortam vardır. O ortam, iç dünyasında taşıyan kişi tarafından şekillenir, anlamlandırılır. O kişinin düşünceleriyle o ortamda bulunan eşyalar birbiriyle özdeşleşir. Böyle bir ortama sonradan gelecek olan kişi, iç dünyasında yalnızken orada önceden yaşayan kişinin düşüncelerini hissedebilir. Yani her iki farklı iç dünya birbiriyle iletişime geçmiş olur böylece. İç dünyalar kesişmese de birbirinden etkilenebilir, birbiri hakkında izlenim edinebilir. Böyle bir ortama sonradan gelen kişinin hissettiği şeylerle orada daha önceden yaşayan kişinin hissettikleri benzerlik gösterebilir. Elbette farklılık da gösterebilir ve bunu sonradan gelen kişi rahatlıkla hissedebilir.  
Hepimiz insanız, her ne kadar farklılıklarımız olsa da biz aynı türün mensubuyuz. Bir yerlerde düşüncelerimiz birleşebilir ya da ayrılabilir.  Anılarımız da belki de böyle böyle oluşur. İç dünyalarımızdan dış dünyalarımıza kadar bizi etkisinde bırakan olaylar, ortamlar anıları bir ize dönüştürür. Burada dış dünyadan daha etkili olan iç dünyadır aslında.  Anı, insanın birbiriyle fiziksel etkileşiminin zihinsel boyuta aktarılmasıdır. 

19 Şubat 2025 Çarşamba

SIRA

Zeynep Ayten

Sonunda sıramın geleceğini biliyordum ama çok da gergin değildim zaten. Elimde bir kitap ve bir kalem beklemiştim dakikalarca. Birkaç dakikalık bir işti benimki, sırada bekleyen diğerleri gibi dakikalarca sürmeyecekti.
Koridor uğultuluydu ve sıra bir türlü ilerlemiyordu. Diğer insanlar ne kadar da gamsız, dertsiz dolaşıyorlardı. Kiminin elinde yarım tost kiminin elinde meyve suyu, bazıları kol kola girmiş geziniyorlardı. İstasyon Caddesi değildi burası ama küçük bir cadde gibiydi. Sıram gelinceye kadar bir kenarda otursam, diye düşündüm fakat ya başkaları sıramı kaparsa? Kaç dakikadır bekliyordum, biraz daha sabretmeliydim. 
Gözümle bir yandan duvardaki saati süzüyordum. Eğer iki dakika içinde sıra bana gelmezse bırakıp gitmek zorunda kalacaktım. Tam ümidi kesecektim ki öğretmenim bana doğru gülümsedi:
-Soruna bakabiliriz zil çalmadan, dedi. 
Zil çalmak üzereydi ama sıra sonunda bana gelmişti. Soru çözme sırası… 

KIRK TİLKİ


Zeynep Akbulut

Kar, ara sıra yavaşlıyor ama yağmaya devam ediyordu. Zihnimde binbir düşünce vardı. Kırk tilki geziyordu beynimin içinde ama dikkat ettim, hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyordu. Mesela kar tatili olacak mıydı? Bence olacaktı fakat sonraki gün acaba tatil bitecek miydi, bu büyük bir sorundu çünkü sonraki güne yetişmesi gereken tonla ödev vardı. Ödevi yapmak bir şey değildi fakat öğretmenimin ödevimi beğenip beğenmemesi de ayrı bir sorundu. Kendi kendime tam da “Sorunların bunlar olsun.”demiştim ki akşam yemeği aklıma geldi. Kaç zamandır İskender yemediğimi hatırladım. Akşama bir ziyafet olsa, diye geçti içimden. Olmasa da olur, dedim kendi kendime. Kar, ara sıra yavaşlıyor ama yağmaya devam ediyordu. Diğer illerden birer birer tatil haberleri geliyordu. İstanbul bile kar tatili vermişti. İstanbul kar tatili veriyorsa Sivas’ın bir haftayı tatil etmesi gerekiyordu. Bence öyleydi yani ama büyüklerimiz iyisini bilir tabii. 
Tilkiler beni yormaya başlamıştı. Gerek yoktu bu kadar düşünmeye her şeyi. Önümdeki baklavaya baktım, fena görünmüyordu. Uzandım ve tadına baktım. Biraz fazla şekerliydi sadece. Kar, ara sıra yavaşlıyor ama yağmaya devam ediyordu.

ŞİİR YANILSAMASI

Zeynep Ayten, Zeynep Akbulut

Radyo dinlemeyi pek sevmem ama sessizlikten de hoşlanmam. Odamda sessizliğin hınzır uğultusunu duymaya başlayınca radyo dinlemeye karar verdim. Oturduğum yerden usulca radyoyu açtım, bir şiir okunuyordu, ilk kez duyduğum bir şiir. Ne kadar da güzel bir şiir diye düşünürken son üç dize ile sarsıldım:
zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
başladığımız filmi birlikte bitireceğiz
kim ne derse desin içimde delice bir his
Şiirin mutlaka öncesi de olmalıydı fakat son iki dize sanki bana verilmiş bir mesaj gibiydi. Şairini düşündüm. Belki de çoktan ölmüş bir şairdi. Zaten iyi şairler hep ölü değil miydi? Ya da şairler öldükten sonra mı şiirleri kıymetleniyordu? Bu şiir beni etkilemişti nedensiz yere. Radyoda saçma sapan şarkılar başlamıştı. Radyoyu kapatmak zorunda kaldım ve döndüm derslerimin başına. 
Ertesi gün sınava girecek bir öğrenciye yapılır mıydı bu: “Zeynep beni bekle mutlaka geleceğim.”
Tamam, beklemek sorun değildi ama ne kadar bekleyecektim, niye bekleyecektim, kimi bekleyecektim? Şayet gelirse bu şiirin sahibi ya da seslendireni onu nasıl tanıyacaktım?
Galiba çok ders çalışıyordum. Kendime gelmek için biraz dolaşmak iyi fikirdi. Toparlandım ve dışarıya çıktım. 
Akşam karanlığı çökmek üzereydi. İnsanlar eskiden telaşla evlerine giderlerdi bu saatlerde ama şimdi sanki herkes evine gitmek istemiyor gibi yürüyordu yollarda. Eskiden yollarda bu saatlerde sadece işten eve dönenler olurdu ama şimdi yollarda çocuklar, nineler, dedeler de vardı. 
Yürümeye devam ettim. Açık hava iyi gelmişti bana. Sokakta çocuklar saklambaç, hırsız polis oynuyordu. Bir pikaptan Eminağa acemaşiran saz semaisi duyuluyordu. Yürüdükçe tuhaf şeyler oluyordu. Alışveriş merkezinin önüne geldiğimde ayaklarım doğrudan radyo satılan bölüme beni götürdü. Daha önceden görmediğim radyolar vardı burada ve bir kısmı açıktı. Müzikler, haberler birbirine karışıyordu. Birinin yanına yaklaştım, galiba bir şiir programı vardı radyoda. Uğultular arasında dinlemeye başladım: 
her akşam koridordaki ayak sesleri
yanlış çaldığını zannetiğin telefon
zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son
Yine aynı şiir olmalıydı dinlediğim. Bir saat önce beni evden çıkaran şiirdi bu. Yine beni bulmuştu hem de o kadar kalabalığın içinde. Şiirin devamını bekledim fakat gelmedi. 
Aynı günde iki kez üst üste aynı şiire rastlamak… Bu sıradan bir olay olamazdı. Bu şiiri bulmalıydım. En azından şairini öğrenmeliydim. Ders çalışmayı unutmuştum bile. Mağazadan çıkarak yakındaki kütüphaneye gittim. Kütüphane görevlisi kitapların arasında şaşkın şaşkın dolaştığımı görünce yanıma geldi ve aradığım bir kitap olup olmadığını sordu. Biraz mahcup ve endişeli cevap verdim:
-Zeynep beni bekle, kelimelerinin içinde geçtiği bir şiir duydum. Bu şiirin hangi kitapta ve hangi şaire ait olduğunu merak ediyorum. 
Görevli bir süre garip garip bana baktıktan sonra şiir kitaplarının olduğu rafları gösterdi. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Saatlerce bütün şiir kitaplarını didik didik ettim fakat ne şairi buldum ne şiiri. 
Tam kütüphaneden ayrılacaktım ki masalardan birinin üzerinde bir kitap gördüm: Elde Var Hüzün. Kitap sanki beni kendine çağırıyordu. Umutsuzca sayfalarını çevirmeye başladığımda nihayet şiiri bulmuştum. Görevliye giderek sevinç içinde kitabı bulduğumu ve ödünç alıp alamayacağımı sordum. Kütüphane üyeliğim vardı ve kitabı alarak eve doğru yürüdüm. Yol boyu ara sıra şiirimi açıp okuyordum. Bir kısmını ezberlemiştim bile. Eve ulaştığımda içimde hem heyecan vardı hem de mutluluk. Masamda ders notlarım ve kitaplarım beni bekliyordu fakat kitabı bitirmeliydim baştan sona. Bir bardak çay alarak masama döndüm, kitabı önüme koydum. Odamda sessizliğin hınzır uğultusunu duymaya başlayınca yine radyo dinlemeye karar verdim. İçimde garip bir ümit vardı, yine benim şiirim okunacak gibi bir duyguya kapılmıştım. Radyoyu açtım ve bir dakika sürmeden kapattım. Kitabı da kapattım ve derslerime döndüm çünkü bu kez okunan şiir şöyle başlıyordu: 
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Sonsuza kadar şiir dinlememeye karar vermiştim. 


italik yerler attila ilhan'a aittir. 

BEKLİYORUM


Zeynep Akbulut

Beklemekle geçtiği doğrudur günlerimin
Sabahları servis bekliyorum sessizce
Sonra bitmesini ilk dersin, son dersin
Bekliyorum heyecanla ulaşmayı evime

Ödevlerimin bitmesini beklediğim de oluyor
Yemeğin hazır olmasını beklediğim de

Cumayı beklemek ayrı bir şey olsa da
Sonra pazartesiyi bekliyorum
Bekliyorum ara tatilleri, uzun tatilleri
Ve bir üst sınıfa geçmeyi

Beklemekle geçtiği doğrudur günlerimin
Doğum günü, anneler günü, babalar günü
Öğretmenler günü, kız çocukları günü
Unutuyorum bazen önceki günü, dünü

Farkında olmuyorum giden günlerimin
Onlar benim farkımda mı bilmiyorum
Sadece her gün 
Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum

ZAMANIN DURDUĞU YER

Zeynep Ayten

Gözlerinin derin yeşili miydi
Rüyalarda kaybolduğum ormanlar
Gözler ormana benzetilir miydi
Yoksa sevginden miydi bu olanlar

Kaşlarının karasıydı belki
Seni unutturmayan, beni yoran
Belki senin kadar sevdim bu derdi
Geceler boyu beni uyutmayan

Bir kez daha sen gülümsesen bana
Unuttursan tüm dertlerimi bir an
Yeniden yeniden âşık olurdum sana
Gülüşünle dururdu bize zaman

18 Şubat 2025 Salı

ÇINAR GÖLGESİ

Hayrettin Eymen Bulut

Her zaman değilse de 
Bazı durumlarda tek kalmak iyidir
Keskin bir kalabalıktansa
Bir çınarın gölgesindeki yalnızlık
İyidir daima

GEÇECEK

Hayrettin Eymen Bulut

İçimin yanmasına rağmen
Üşüyorum durup dururken
Bir yandan da terliyorum
Sessiz sedasız yerimde otururken

Ölmeyeceğimi biliyorum oysa
Yine de üzüyor beni bu hâlim
Uyusam ve her şey geçmiş olsa
Yürümeye bile yok hâlbuki mecalim

Nasıl olsa geçecek bir hafta belki on gün
Beni perişan edip biliyorum geçecek
Geçecek ağırlarım ve içimdeki hüzün
Hangi dert kalıyor ki hayatta sonsuza dek


15 Şubat 2025 Cumartesi

YAPRAK

Üner Taha Aydemir


Yapraklar da ayrılır vakti geldiğinde
Ama kendi isteğiyle
Ağaçtan sıkılırmış yapraklar 
Bahane olurmuş sonbahar 

Pek farklı değildir insan da
Sıkılmış yerinden
Gelmiş dünyaya
Sabırsızlığı biraz da bu yüzden

Burada da farksız
İnsan hazırlıyor kefen parasını
Daha doğmadan 
Çünkü ölmek için doğar insan

RADYO

Hayrettin Eymen Bulut, Mehmet Çınar Köksal

Son zamanlarda bilgisayar oyunlarından iyice usanmıştım. Benim için artık hiçbir anlamı yoktu boş boş bir ekranın önünde yorulmanın. Heyecanı kalmamıştı. Oysa eskiden böyle miydi? Zamanın nasıl geçtiğini bilmezdim bilgisayar başına oturduğumda. Hatta zaman zaman sabahladığım olurdu yaz tatilinde ama artık eski büyüsü yoktu oyunların. 
Bir süre televizyon izlemeye merak saldım. Özellikle dizi filmler fena gitmiyordu. En azından her gün beklediğim bir bölüm oluyordu bir kanalda. Bir süre sonra onların da aynı şeyleri tekrar ettiğini fark ettim. Artık bir diziye başladığımda sonraki bölümü tahmin ediyordum ve sanki ben yazmışım gibi oynuyordu oyuncular. Öyle bir aşamaya gelmişti ki oyuncuların söyleyecekleri sözleri bile tahmin ediyordum ve onlardan önce ben söylüyordum. Bir süre de eğlencesine devam ettim dizi izlemeye fakat onun da tadı kalmadı. 
Sonra radyo dinlemeye başladım.  En azından taşıması kolaydı. Bu radyonun elli yıl öncesine ait olduğunu söylüyordu ailem fakat bana o kadar da eski gelmiyordu. En fazla sekiz on yıllık bir radyoydu bu. Üstelik gözlerim kapalıyken radyo dinlemek ayrı bir zevkti. Televizyon ya da bilgisayar gibi sürekli ona odaklı yaşamam gerekmiyordu. Galiba bulmuştum sonunda can yoldaşı olacak bir aygıt. Radyoyu icat eden adam çok değerli bir insan olmalıydı. Televizyon ya da bilgisayar gibi insanı hareketsiz bırakmıyor, esir almıyordu. Üstelik çok kaliteli ve bilgilendirici programlar vardı. Hele o müzikler yok mu? Sanat değeri olmayan müzik parçaları radyoda yer almıyordu. Tüm şarkılar, türküler en az elli sene öncesinin zevkini barındırıyordu. Dinledikçe ruhum dinleniyordu. Zamanda yolculuk yapıyor gibiydim. Dünyaya bakışım değişmişti sanki. Ben bu asrın, bu günlerin çocuğu değil gibiydim. 
Belki de radyo beni böyle rehin almıştı ama memnundum hayatımdan. Bütün boş vakitlerim ve dolu vakitlerim radyoyla geçiyordu. Bu aygıtı icat eden adama saygım artıyordu. Elli yıl öncesinin zevkine ruhum boyanmış gibiydi.
Her sabah ilk işim radyoyu açmaktı. Bazen de radyoyla uyuyordum. Sabaha kadar başucumda radyo açık kalıyordu. Arada haberler veriliyor sonra yine müzikle devam ediyordu yayınlar. 
O sabah radyonun sesinde bir gariplik hissettim. Sanki değişmişti yayın ya da hoparlör bozulmuş gibiydi. Belki de bu kadar fazla açık kalmamalıydı radyo. Sonunda bozulmuştu işte. Elli yıldır bozulmayan radyoyu dinleye dinleye bozmuştum belki de. Ya tamir gerekirse? Ya birkaç gün radyosuz yaşamam gerekirse? Başka bir radyo ile idare ederim, diye düşündüm. 
Sesi de azalmıştı radyonun. Saat sabahın yedisini gösteriyordu. Sesini biraz daha yükselterek yataktan doğruldum. Haberler veriliyordu radyoda. 
Önce şair Orhan Veli Kanık, Ankara'da yol yapım çukuruna düştükten iki gün sonra İstanbul'da bugün öldü, haberini duydu. Orhan Veli yaşıyor muydu ki diye düşündü. Ardından haberler devam etti: 
Türk Tugayı, Kore'de Kunuri Muharebesi'ni kazandı.