Rukiye Tokgöz
I. Bölüm
Uzun yıllardır burada yaşıyordu. Nice öğrenci mezun etmişti, nice hocalar görmüştü cinnet geçiren. Bu sınıfın öğrencileri hep yaramaz olurdu zaten. Şimdiye kadar bu sınıfa gelen akıllı öğrenci sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Buna rağmen nasıl oluyorsa şimdiye kadar sınıfta kalan öğrenci sayısı da bir elin parmaklarını geçmezdi. Büyük ihtimalle hocalar, öğrencilerle bir yıl daha uğraşmamak için hepsini geçiriyordu.
Sık sık “Keşke yan sınıfta olsaydım.” diye iç geçirirdi. Yan sınıfın öğrencileri o kadar akıllı, o kadar terbiyeli, o kadar efendiydi ki… Yıllardır hep akıllı öğrencileri yan sınıfa, yaramazları ise onun sınıfına koyarlardı. Tabii buna yaramazlık denirse! Sınıf Hababam Sınıfı gibiydi mübarek ama bir farkları vardı: Hababam Sınıfı sürekli sınıfta kalırdı, bu sınıftaki öğrencilerin neredeyse hiçbiri sınıfta kalmazdı. Birkaç kez kırılmıştı, birkaç kez içi cız etmişti, hatta kolu yerinden koparılmış, üzerine içecek dökülmüştü tekmelenmişti. Çok çekmişti birbirine, hocaya trip atan kızlardan. Kimin canı sıkılsa acısını ondan çıkarıyordu. Sınıfı kirli bulan temizlikçi, öğrencilere kızan öğretmen bazen sınıfa giren idareci bile… Bazen ona öyle bir çarpıyorlardı ki bir ay kendine gelemiyordu. Şu sınıfın kızları dövüş öğrenseler rakiplerini tekte yere sererlerdi. Öyle böyle değildi öfkeleri. Uzaktan görenler sevgi pıtırcığı zannetse de yeri geldiğinde Hulk kesilirlerdi. Bu sınıfta erkeklerin en çetin kavgası, kızların öfkesinin yanında hiç kalırdı. Bu, her sene böyleydi. Nasıl oluyorsa yeni gelen öğrenciler eskilerin hınk demiş burnundan düşmüş gibiydi. Şansı yoktu, şanssızdı… Hem de öyle böyle bir şanssızlık değildi bu.
II. Bölüm
O gün -her zamanki gibi- sınıftaki çocuklar iyice coşmuştu. Bir şeyler olacağı belliydi sınıftaki gürültüden. Hiçbir şey yapamadan sessizce izliyordu etrafı. Bu esnada akıllı tahtanın tam yüzünün orta yerine voleybol topuyla iki, futbol topuyla üç, basketbol topuyla da beş şut çekmişti sınıftakiler. Tahtaya doğru çekilen son şutu görmemek için gözlerini kapatmıştı. Gözlerini açtığında etrafta zavallı tahtanın parçalarını gördü. Bir tahta için daha yolun sonu görünüyordu. İyileştirilemeyecek kadar perişandı. Atılan çığlıklardan sağır oluyordu neredeyse. Çocukların eğlencesi bittiğinde sanki üzerine bir dev oturmuş gibi hissetti kendini. Bu şahit olduğu kaçıncı olaydı? Kaç kez akıllı tahtanın yüzü gözü top izleriyle şekil değiştirmişti? Bazen kendisi de alıyordu bu eziyetten nasibini ama kendisi tahta kadar dayanıksız değildi. Artık onun için olağan olmuştu yaşadığı şeyler. Sınıf sessizleşmişti. Herkes yerine oturmuştu.
Maziyi düşünmeye başladı üzüntüsünden. Ne çok akıllı tahta yolcu etmiş ve ne çok yeni tahtaya “hoş geldin” demişti, sayısını bilmiyordu. Yan sınıfın kapısına ne oluyorsa bu durumu dert edinmişti kendisine. Seslerden, tıkırtılardan, sürekli açılıp kapanmasından rahatsız oluyormuş. Sürekli yabancılar gelip geçiyormuş önünden. Gürültü yapıyorlarmış, ıslık çalıp türkü söylüyorlarmış yabancı adamlar. “Anlayamazsın ki…” diyordu yan sınıfın kapısına. “Senin sınıfın her sene akıllı çocuklarla doluyor, anlayamazsın…”
III. Bölüm
Aynı bezgin adam yine nefes nefese ve gürültüyle gelmiş ve onu kolundan tutarak sonuna kadar açmıştı. En az onun kadar bezgin iki arkadaşı da ellerinde yeni akıllı tahtayla içeri girdi. Artık alıştıkları için olsa gerek çabuk el hareketleriyle tahtayı monte edip çıktılar. Hemen sonra derslerin bittiğini ilan eden zil çaldı ve sınıf üç saniye içinde boşaldı. Gürültü, şamata bitmiş sessizlik başlamıştı.
-Hoş geldin arkadaş, dedi tahtaya. Sen de bizdensin artık.
Tahta ne dediğini anlamamıştı.
-Ne dediğini anlamadım ama neyse. Sonra anlarım herhalde. Senin adın ne, dedi.
Kapı, tahtanın acemiliğine acıdı ve bunun sesine yansımasına engel olamayarak:
-Ne zamandan beri kapılara isim veriliyor ki, dedi ve iç geçirdi.
Afallamıştı tahta. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşmıştı zavallıcık:
-Benim adım Fatih. Aylardır bir sınıfım olsun istiyordum, sonunda dileğim gerçekleşti. Peki nasıldır bu sınıfın öğrencileri, akıllı mı yoksa haylaz mı?” dedi.
Bu sefer kendine hâkim olamayıp kahkahalarla güldü kapı. Sonra gülmesini zoraki bastırarak konuşmaya başladı:
-Bunlar öyle böyle yaramaz değil kardeşim. Şansına dünya üzerindeki en yaramaz sınıfa denk gelmişsin, tabii buna yaramazlık denirse. Beni bile kaç kez tamire gönderdiler, tekrar tekrar taktılar. Birkaç kez değiştirmenin eşiğinden döndüler. Ne yazık ki hâlâ buradayım gördüğün gibi. Senden önceki akıllı tahtaya ne yaptılar biliyor musun? Voleybol topuyla iki, futbol topuyla üçü, basketbol topuyla da beş şut çektiler. Kızların hırsla attığı yumruk yüzünden kaç tahtaya veda ettim sayamadım. Öyle böyle fenalar yani. Şimdiden sana da geçmiş olsun kardeşim. Belki ilerleyen günlerde beni duyamaz olursun. Ben peşinen geçmiş olsun diyeyim.
Bu sözleri duyan Fatih’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyor, doğru olmamasını umuyordu. O kadar korkmuş, o kadar korkmuştu ki doğru düzgün konuşabilmesi için birkaç dakika derin derin nefesler alıp vermesi gerekti. Sonunda zoraki konuştuğunda söylediği ilk söz şu oldu:
-Nasıl yani? O kadar mı yaramazlar yani? Peki çok ses çıkarırlar mı teneffüste?
-Maalesef. Birkaç kez mahallelinin hatta yoldan geçenlerin şikâyete geldiği de oldu.
-İyi ama benim yüksek sese hassasiyetim var. Ben ne yapacağım?
Fatih ağlamak üzereydi. Kapı ona çok üzüldü. Onu teselli etmek kapının göreviydi. Bu sınıfın demirbaşıydı neticede. Sesine biraz şefkat ve merhamet ekleyerek konuştu:
-Zamanla alışırsın, merak etme. Hem belli mi olur, belki bir mucize olur da akıllanırlar. Ayrıca bir sıkıntın olursa ben buradayım, merak etme.
Fatih’in yüreğine biraz olsun su serpilmişti. Bu sınıfta en iyi dostunu bulduğunu o an anlamıştı. Kendi kendine gülümsedi:
-Umarım artık senin de kaderin değişir, akıllanır öğrenciler biraz.
Yan sınıfın kapısı, tahta ve kapının ne konuştuğunu duymaya çalışıyordu ama hiçbir cümlelerini anlayamamıştı.