YUSUF KEREM ACAR
ADEN MİRA KARTAL
AYŞEGÜL YILDIZ
BÖLÜM 1: KARANLIKTAN AYDINLIĞA
Ultimon, senelerdir burada yaşıyordu. Çocukluğu bu karanlık ve loş ortamda geçmişti. Gece gündüz bir şeyler yakarak ortamı ışıtıyorlardı. Yukarılara doğru çıkıldıkça birazcık olsun havanın basıklığı ve karanlık azalıyor gibiydi ama daha yukarılara hiç çıkmamıştı. Kendisi dahil dört kişilik bir aileydiler. Yılın belli zamanlarında anne ve babası ortadan kayboluyor nerede, nasıl yetiştiğini bilmediği yiyecekler getiriyorlardı Ultimon ve kardeşine. Anne ve babası tekrar yanlarına döndüklerinde bir süre gözlerinde sorun oluşuyor, göremiyorlardı. Ultimon ve kardeşi yaşadıkları yerin dışında bir hayat olup olmadığını çok merak ediyordu. Burada niçin yaşadıklarını da zaman zaman ailelerine soruyorlar ancak cevap alamıyorlardı. Sadece yaşadıkları yer dışında hayatın onlar için riskler taşıdığını, ölüm tehlikesi bulunduğunu söylüyorlar ve kesinlikle yukarılara doğru gitmemelerini tembihliyorlardı.
Ultimon’un anne ve babası uzun zaman önce gitmişlerdi yiyecek getirmeye ve stoklarının azaldığının farkındaydılar. Yine kısa süreli bir ayrılık yakındı. Bu kez Ultimon, kardeşi Eflin’le gizli bir karar almışlardı. Anne ve babasının peşinden gideceklerdi. Her zaman yiyecekleri onların getiriyor olmasından usul usul rahatsızlık da duyuyorlardı çünkü anne ve babaları yaşlanmaya başlamıştı. Belki de ilerleyen dönemlerde kendilerinin yiyecek bulması, anne babaya bakması gerekecekti ama bu kararı aldıran şey aslında meraktı.
Anne ve babalarının yiyecek bulmak için gideceklerini öğrendiklerinde iki kardeş uyumamaya karar verdi. Gece ile gündüzün aslında çok farkı yoktu yaşadıkları yeraltı şehrinde. Meşaleler söndüğünde uyuyorlar, yakıldığında uyanıyorlardı. Biraz da serinlik oluyordu geceleri. Vaktin değiştiğini böyle anlıyorlardı. Hava serinlemeye başlamıştı, meşaleler sönmüştü. Gelen seslerden anne ve babalarının yola çıktığını düşünen iki kardeş onların peşlerine takıldılar ve biraz geriden yürümeye başladılar. Durmadan yokuş çıkıyor gibiydiler. Yukarılara, hep yukarılara doğru bazen yürüyor bazen bir yerlere çarpıp eğiliyorlardı. Yukarılara çıktıkça temiz bir hava ellerine yüzlerine dokunuyordu. Birkaç saat yürüdükten sonra nihayet önlerinde kocaman bir çıkış noktası gördüler. Biraz korku vardı içlerinde fakat buna değerdi.
Anne ve babaları önde onlar arkada ilerlediler. Çıkış noktasına ulaştıklarında bambaşka bir dünya gördüler. Yukarda, çok uzaklarda beyaz, bembeyaz bir şey parıldıyordu. Etrafında da parlak, küçük noktalar vardı sayılamayacak kadar. Büyülü bir dünya gibiydi burası onlar için. Anne babalarının anlattığı masalların içine düşmüş gibiydiler. Üstelik adım attıklarında zemin sert değildi. Yukarıya baktıklarında yalnızca taşları görmüyorlardı. Eflin ve Ultimon çıkışın kenarına uzandı. Yorulmuşlardı. Bir süre konuşmadan gökyüzünü seyrettiler. Bu esnada Ultimon:
-Burada manzaranın güzelliğine kapıldık. Anne babamız artık uzaklaşmıştır. İki seçenek kalıyor bize: Ya devam edeceğiz ya da geri döneceğiz, dedi.
Eflin bir süre sessiz kaldı. Düşündü ve cevap verdi:
-Bu dünyanın tehlikeli olduğunu biliyorsun. Üstelik büyüklerimizi de kaybettik. Uzaklaştılar. Bence artık dönelim. En azından dışarda bir hayat olduğunu gördük. Daha sonra yeniden geliriz.
Ultimon:
-Öyleyse dönüyoruz. Dinlendik yeterince, dedi ve dönüşe geçtiler.
İçeriye adım attıkları anda her yer çok karanlık görünmüştü onlara. Nereden ve nasıl yeniden yaşadıkları yere döneceklerini bilemiyorlardı. Bir süre sağa sola çarparak ilerlemeye çalıştılar fakat gözleri bir kez alışmıştı yukarda gördükleri beyaz ışığa. Belki de en iyisi çıkış noktasında ailelerini beklemekti. Yeniden çıkış noktasına vardılar. Bir süre daha burada beklemeye karar verdiler ve sırtüstü uzandılar. Bir süre sonra duydukları seslerle ikisi aynı anda uyandı. Değişik, tatlı bir sesti bu. Kanatlı bir canlı etraflarında havalanıyor ve güzel sesler çıkarıyordu, üstelik her taraf alabildiğine açıktı ve görünüyordu. Gözlerini kısarak bakabildiler etrafa. Gökyüzüne bakamamışlardı. O beyaz parlak şey kaybolmuş, daha büyük ışıklı bir şey vardı uzakta, dağların ardında parlayan. Anne ve babaları belki de içeriye dönmüşlerdi bile. Ne yapacaklarını şaşırdılar bir süre. Anne ve babaları, onları yerinde göremeyince yeniden dışarıya gelirlerdi mutlaka fakat gelen giden yoktu. Acıkmışlardı. Biraz da üşümüşlerdi ama hava ısınıyordu. Yapmaları gereken şey önce bu aydınlığa alışmaktı. Ultimon ve Eflin saçlarını gözlerinin önüne döktüler ve arasından bakmaya çalıştılar. İşe yarıyordu bu. İkisi de yüzlerini saçlarıyla kapattılar ve etrafa uzun uzun baktılar. Bir süre sonra artık gözlerinin aydınlığa alıştığını fark ettiler. İlk kez güneş ışığını hisseden vücutları da en az gözleri kadar tepkiliydi. Anne ve babalarının yiyecek getirdikten sonra neden bir süre hiçbir şey göremediklerini anlamışlardı.
Dünya o kadar farklı ve güzeldi ki her şeyi unuttular ve çimenler, çiçekler arasında yuvarlanmaya, hemen yakındaki derenin suyunda eğlenmeye kendilerini kaptırdılar. Bazen kuşların peşinden koşuyorlardı bazen kelebeklerin. Anne ve babalarının getirdiği yiyeceklere benzeyen şeyler gördüler ağaçlar üzerinde. Onlardan da tıka basa yediler. Artık açlıkları da kalmamıştı fakat Ultimon arada bir bu dünyanın nasıl bir tehlikesi olabilir ki, diye düşünüyordu. Yine iyice yorulmuşlar ve uzanmışlardı ki bir gölge belirdi başuçlarında. Dönüp baktıklarında dört kocaman canlının üzerinde dört kocaman adam vardı. Canlıların dört ayağı vardı yeri eşeliyorlardı. Korkunç bir manzaraydı. At üzerindekilerden biri sordu:
-Çocuklar, siz kimsiniz ve burada ne arıyorsunuz. Burası Kral’ın özel bölgesi ve buraya girmek yasak. Sizi tutuklamamız ve Kral’a götürmemiz gerek.
Söylenenlerden hiçbir şey anlamıyorlardı. Kral ne demekti, tutuklanmak neydi, özel bölge nasıl oluyordu… Bu düşünceler zihinlerinden geçerken dört adam onları çoktan bağlamış ve atların sırtına yüklemişlerdi bile. Bu canlıların sırtında yol almak çok keyifliydi fakat kolları ve ayakları bağlıydı. Üstelik anne ve babalarını da hatırlamışlardı sonunda. Bir bilinmeze doğru ilerliyorlardı.
Tüm bunlar olurken anne ve baba, yaşadıkları yere dönmüş, her yeri aramış fakat çocuklarını bulamamışlardı. İkisinin de aklında aynı şey vardı: Çocukların dış dünyaya çıkmış olmaları. Bu büyük bir felaketti. Yiyecekleri bıraktıktan sonra yeniden dışarıya çıktılar. Bir süre etrafa baktılar. Ayak izi aradılar. Onlar da bu vakitlerde dışarda bulunmaktan endişeliydi. Her an yakalanabilir, tutuklanabilirlerdi. Gizlenerek çocuklarını aradılar, aradılar. Onlardan bir iz bulmaya çalıştılar. Bazı yerlerde çimenler ezilmişti. Evet, artık eminlerdi çocukları dış dünyaya çıkmışlardı ve ilk kez gördükleri bu dünyanın tehlikelerinden habersizlerdi. Çocuklarını buluncaya kadar yaşadıkları eski yere dönmelerinin bir anlamı yoktu.
2. BÖLÜM: YUVAYA DÖNÜŞ
Eflin ve Ultimon’un yolculuğu bitmişti. Kocaman bir binanın önüne gelmişlerdi. Etrafta çok fazla insan vardı. Bu insanların elinde kılıçlar, sırtlarında kalkanlar vardı. Bu kadar çok insanı bir arada hiç görmemişlerdi. Bu binada yaşıyor olmalıydı Kral, dedikleri. Ayaklarının bağını çözdü onları yakalayanlar ve önlerine katarak binanın içine girdiler. Binanın içi çok süslü, gösterişliydi. İnsanların kıyafetleri de öyle. Kendi yaşadıkları yere benzemiyordu buralar. Birkaç dakika yürüdükten sonra kocaman, süslü bir sandalyede oturan, tepesinde parlak bir metal bulunan, uzun sakallı ve süslü elbiseli birinin önünde durdular. Kral, bu olmalıydı. Eflin ve Ultimon’u getirenler konuyu özetlediler. Bu çocukları nerede bulduklarını anlattılar. Kral, dikkatli bir biçimde dinledikten sonra çocuklara döndü ve:
-Benim bölgeme izinsiz girdiniz ve bu cezalandırılmanızı gerektiriyor fakat anlamadığım şeyler var. Siz hangi bölgeden geldiniz buraya ve kaç kişisiniz? Sizden başka insanlar da girdi mi benim bölgeme?
Eflin yaşadıklarının şokunu atlatamamış etrafı seyrediyor ve Kral’ı dinlemiyordu bile. Ultimon, Eflin’den cevap gelmediğini fark edince konuşmaya başladı:
-Biz ilk kez yaşadığımız yerden ayrıldık ve bu dünyayı yeni görüyoruz. Biz aşağılarda, çok aşağılarda yaşıyoruz. Dört kişiyiz. Anne ve babamızı dinlemeyerek gizlice dışarıya çıktık ama çıktığımız yerin sizin topraklarınız olduğunu bilmiyorduk.
Kral:
-Ne kadar zamandan beri orada yaşıyorsunuz? Dört kişilik bir ailenin yer altında yaşaması çok mantıklı gelmedi bana. Bizi ailenizin yaşadığı yere götürmeniz gerek ceza almamak istiyorsanız.
İşler karışıyordu. Eflin de konuşmaya başladı:
-Sizi yaşadığımız yere götürebiliriz. Yeter ki bize ceza vermeyin. Hemen, şimdi gidebiliriz, dedi.
Kral, oturduğu yerden kalktı. Atı hazırlandı. Silahlı dört kişiyle beraber yola çıktılar. Eflin, onları özellikle farklı bir yöne doğru götürüyordu. Her ne kadar onları yakalayanlar yolun yanlış olduğunu söyleseler de Eflin o kadar ciddi yol tarifi yapıyordu ki Ultimon bile şaşırmıştı.
Bir süre sonra bir kanyonun kenarında durdular. Eflin:
-Burada yaşadığımız yere girebileceğimiz bir giriş var. Hep birlikte sığmamız biraz zor. Önce biz girelim ardımızdan siz gelin, dedi.
Kral’ın bu fikir hoşuna gitmemişti. Elbiseleri kirlenecek, toz olacaktı. Üstelik içerde kendilerini neyin beklediğini bilmiyordu. Küçük bir süre suskunluk olmuştu ki Kral’ın atı birdenbire çılgına döndü. Ultimon ata bir şeyler yapmış ve at yerinde tepinmeye başlamıştı. Bir süre sonra Kral hakimiyetini kaybetti ve atından düşerek yuvarlanmaya başladı. Yanındaki adamlar da Kral’ın peşinden koşmaya başladılar. Bu esnada Eflin, Ultimon’un kolundan sürükleyerek kaçmaya başladılar. Nereye gittiklerini bilmiyorlardı ama kurtulmuşlardı.
Arkalarına bakmadan koştular, koştular, koştular. Yorulduklarında geriye dönüp baktılar ama peşlerinden gelen kimse yoktu.
Bilmedikleri kocaman bir dünyada iki çocuk yalnız başına kalmışlardı. Biraz dinlendiler, etraftaki meyve ağaçlarından bir şeyler yediler ve yeniden yürümeye başladılar. Bu kez kıyılardan ve ağaçların bol olduğu yerlerden yürüyorlardı. Görünmemeye dikkat ediyorlardı. Etraf, aydınlığını yitirmeye başlamıştı. Hava gittikçe kararıyordu. Artık adım atacak güçleri kalmamıştı. Eflin:
-Bir adım daha atacak halim kalmadı, diyerek bulunduğu yere çöktü. Etrafa bakmaya başladı. Burası hiç yabancı gelmiyordu. Gece çıktıkları yere çok benziyordu burası. Ultimon ise etrafı dikkatli gözlerle inceliyordu. Burada otlar ezilmiş, sanki birileri yürümüştü. Az daha dikkatli bakınca gece dışarıya çıktıkları yere çok yakın olduklarını düşündüler.
İkisinin de adım atacak gücü yoktu artık. Uzanıp dinlenmek iyi bir fikirdi.
Yorgunluktan ikisi de derin bir uykuya dalmışlardı. Ultimon uyandığında her yer karanlıktı ve üşümüştü biraz. Eflin’i uyandırdı. Bu karanlığın ne zaman biteceğini bilmiyorlardı. Eflin de hayli üşümüştü. Biraz hareket etmek, zıplamak kendilerini ısıtır diye düşündüler. Eflin ve Ultimon üşüyen ellerini ovuşturduktan sonra bulundukları yerde zıplamaya başladılar. Birkaç kez zıpladıktan sonra üzerinde durdukları toprak aşağı doğru kaymaya başladı. İki kardeş de toprakla beraber aşağılara doğru sürüklendiler. Toz ve toprak dağıldığında düştükleri yerin yaşadıkları mekânın bir parçası olduğunu fark ettiler. Bu esnada anne ve babası da gürültünün geldiği yere doğru yürümeye başlamıştı. Çok geçmeden ailesiyle karşılaşan Ultimon ve Eflin büyük bir sevinç yaşadılar.
Anne ve babası da onlar kadar sevinçliydi çocuklarını gördükleri için. Gece boyu uyumadılar ve başlarından geçenleri anlattılar.
Nihayet birbirlerini bulmuşlardı ama şimdi bir başka sorun vardı: Ya Kral ve adamları onların yerini bulursa… Üstelik Kral’ın düşmesine, yuvarlanmasına neden olmuşlardı. Belki de Kral yaralanmış ve öfkesi daha da artmıştı. Yaşadıkları yerin tepesinde kocaman bir de delik açılmıştı. Bunları düşündükçe sevinmenin çok da anlamlı olmadığını fark ettiler.
Buradan ayrılmak gerekiyordu. İlk fırsatta Kral ve adamları yeniden buraya gelebilirdi.
3. Bölüm: Yeni Dünya
Bir süre hasret giderdikten sonra hemen o gece yola çıkma kararı aldılar. Yanlarına birkaç günlük yiyecek alarak gecenin karanlığından faydalanıp en azından Kral’ın bölgesinden çıkmak, iyi bir fikirdi. Belki uzaklarda bir yerlerde yeniden kendilerine bir yeraltı kapısı bulabilirlerdi. Bir süre yeryüzünde yaşamak gerekebilirdi. Ultimon ve Eflin ise artık yeraltında yaşamak istemiyorlardı. Dünyanın korkutucu yanını görmüşlerdi ama bir cazibesi vardı bu hayatın. Karanlık, onlar için boğucuydu şimdiden sonra. Kısa sürede hazırlıklar tamamlandı ve dört kişilik aile bir gölge gibi yeryüzüne çıktı. Zaten yorgunlardı fakat yakalanmak korkusu onları ayakta tutmaya yetiyordu. Saatlerce yol yürüdüler. Nereye gittiklerini bilmeden yürüdüler. İçlerinde Kral’ın bölgesinden çıkmamış olmak korkusu da vardı. Karanlık usul usul yerini aydınlığa bırakmaya başlamıştı. Bu vakitten sonra yol almak tehlikeliydi. Etrafta sığınabilecekleri bir yer aradılar. Tepelerin ardında kayalıkları gördü ailenin babası. Kayalık varsa mağara da bulabiliriz düşüncesiyle dördü birden aynı tarafa yöneldi.
Öte yandan Kral ve adamları toparlanmıştı. Bu esrarengiz aileyi bulmak için yeni adamlar istemişti sarayından ve gece boyu onlar da iz sürmüş, Ultimon ve Eflin’i yakalamak için yola devam etmişlerdi. Aslında sürdükleri iz dört kişilik ailenin değil de anne babanın yiyecek aramak için geride bıraktıkları izlerdi. Bu yüzden dönüp dolaşıp yeniden aynı yere geliyorlardı. Geldikleri yerdeki giriş bölümünü göremedikleri için öfkeleri daha da artıyordu.
Eflin, Ultimon ve ailesi küçük bir mağara bulmuş ve burasının geceyi beklemek için uygun olduğuna karar vermişlerdi. Mağaranın girişine de büyük taşlar, ağaç dalları yerleştirmeyi ihmal etmemişlerdi. Gece boyu hepsi yürüdüğü için çok yorgunlardı. Bir şeyler atıştırıp derin bir uykuya daldılar. Eflin, rüyasında Kral’ın sarayında yaşadığını ve çok güzel kıyafetler giydiğini görmüştü. Ultimon ise rüyasında ata bindiğini ve dörtnala koştuğunu görmüştü. Anne ve babaları da rüya görmüştü. Rüyalarında Kral ve adamları ailenin tüm fertlerini yakalıyorlardı. Eflin ve Ultimon yüzlerinde tebessümle uyandı. Anne ve babaları ise endişe ve korkuyla uyandılar. Hava kararmak üzereydi. Mağaranın girişini yeniden açmak gerekiyordu fakat babaları bu esnada farklı bir şey düşündü: Buradan ayrılmak yerine burada yaşamak. Mağaranın ilerisinin olup olmadığını bilmiyorlardı. Önce bunu anlamaları gerekiyordu. Küçük meşale yaparak mağaranın ilerisine doğru yürüdü. Yürüdükçe burasının daha önceden bir yerleşim yeri olduğuna şüphesi kalmadı. Oturmak, yatmak için özel bölümler yapılmıştı. Mutfak bölümü bile vardı. Hatta daha ilerilerde yeraltı kaynağı bile vardı ve burasını mutfak şeklinde oymuşlardı. Daha önce yaşadıkları yere göre çok düzenli bir mekandı burası. Mağaranın tamamını dolaşmaları saatler sürmüştü. Nihayet merdivene benzeyen bir çıkış noktası da buldular. Burası, mağaranın girişinden çok uzaktaydı. Dışarıya çıkıp çıkmamakta endişe yaşadılar bir süre. Dışarıya çıktıklarında terk edilmiş bir şehrin meydanını gördüler. Etrafta kocaman yapılar vardı ve hiçbirinde hayat belirtisi yoktu. Bu çıkış sanki başka bir gezegene taşımıştı onları. Ay bile gökyüzünde çok farklı duruyordu. Huzur vardı burada, güvenlik ve sessizlik vardı. Etrafta hiçbir canlı belirtisi yoktu ağaçlar dışında. Kuşlar bile yok gibiydi. Burasının bir sınırı olup olmadığını anlamaları gerekiyordu. Bir süre yürüdüler fakat binalar bitmiyordu bir türlü. Sağlam ama eski yapılarla doluydu her yer. Mağara güzeldi fakat buradaki sahipsiz şehir, onun yanında cennet gibiydi. Üstelik insanların bulamayacağı bir yerdi burası. Gece boyu dolaştılar ve canlı birilerini aradılar fakat kimsecikler yoktu etrafta. Şehrin en güzel evini seçti anneleri, burada yaşayabiliriz, dedi. Hatta evin içinde çok eski kıyafetler ve eşyalar da vardı.
Doğduklarından beri bir evde sabahlamamışlardı. Her şeyin bir hayal, rüya olmasından korkuyorlardı bu yüzden uykuları bile gelmiyordu. Kısacık uyuyorlar sonra yaşadıklarının bir hayal olup olmadığını kontrol ediyorlar, dışarıya ve içeriye bakıyorlardı. Bu endişelerle sabah oldu. Dördü birden aynı rüyayı görüyor olamazdı.
Sabah, güneş doğduğunda bir masal ülkesinde zannettiler kendilerini. Evler ışıltılı ve rengarenk bir havaya bürünmüş, etraf olabildiğince canlıydı. Burası kime aitti ve daha önceden kim yaşıyordu bunu anlamak hayli güç görünüyordu.
Sokaklarda yürüdüler, şarkılar söylediler ve meyve ağaçlarından kopardıkları meyvelerle açlıklarını giderdiler. Her şey tuhaf ve büyüleyiciydi ta ki az ilerde bacası tüten bir evi görünceye kadar. Bu evi gördüklerinde hepsi olduğu yerde kaldı ve seslerini kestiler. Bu eve gidip gitmemekte bir süre tereddüt yaşadılar fakat neticede yeni yaşamlarını devam ettirecek şehirde ilk kez bir canlı belirtisi görmüşlerdi. Eve yaklaştıklarında kapıda onları karşılayan bir aile gördüler. Onlar da dört kişilik bir aileydi ve endişeli görünüyorlardı. Selamlaştıklarında aynı dili kullandıklarını fark ettiler ve endişeleri biraz olsun azalmıştı. Yıllar sonra ilk kez farklı insanlarla konuşan, sohbet eden iki aile tez vakitte birbirine kaynaştı. Ultimon ve Eflin ve ailesi daha önce gördükleri mağarayı geçmişte bu ailenin kullandığını anladılar. Bu aile de yüzyıllar önce dönemin Kral’ından kaçarak bir süre yeraltı tünellerinde yaşamıştı. Aynı kaderi paylaşıyorlardı. Buradaki şehrin kim tarafından ne amaçla yapıldığını onlar da bilmiyordu. Artık bu şehirde yaşayan iki aile vardı.
Kral ve adamları ise günlerce aradılar bu dört kişilik aileyi ancak ne yeraltındaki barınaklarını bulabildiler ne de onlara ait bir iz. Kral’ın adamları şöyle diyordu:
-Onlar bu dünyadan değiller, onlar dünyalı değil, belki insan bile değiller. Onları aramak boş bir çaba.
Kral bir süre sonra yaşananları unuttu, Ultimon ve Eflin ise yeni dünyada yeni hayata başlamaktan son derece mutluydu.