1. BİR HİKÂYE YAZAMAMAK
NURGÜL ASYA KILCI, ZEYNEP YURTTAŞ, KAAN ERDOĞAN, MEHMET ZAHİD ÖKTEN, MİRAÇ KAĞAN GÜLER, TAHA METİN YILDIRIM, SELİM KURT, TUNAHAN CEYLAN
Dersin son dakikalarıydı. Herkes yorulmuştu ama dersten değil hem teneffüsteki şamatadan hem de önlerinde bulunan sayfalar dolusu sorulardan. Sorular sınavla ilgili değildi. Sorular anket sorularıydı ve şuna benziyordu:
-Aranızda çikolatalı gofret sevmeyen var mı?
Galiba yoktu. Kitaba başlamadan önce bir sponsora ihtiyacımız olduğunu da bildirmemiz gerekliydi lakin kime söyleyecektik bunu ya da kim bize sponsor olmak isterdi.
Anket yormuştu bizi epey. Özellikle Ökten sekiz kişinin arasında anket sorularından en çok yorulanıydı. Bu satırlar yazılırken halen anketin sonuna gelememişti. Aslında Metin de biraz zorlanmıştı fakat güç bela teslim edebilmişti. Asya ve Zeynep bir ara daksille uğraşıyordu. Kim bilir hangi büyük yanlışlarını daksille kapatma ihtiyacı hissetmişlerdi. Sınıf, bunun farkında değildi. Miraç boşluğa dalmıştı. Uzaklara bakıyordu. Avusturya maçını düşünüyormuş. Belki Avusturyalılar da şu anda Miraç’ı düşünüyordu.
Yaz olsun, dedi. Yaz olacak olan neydi? Başlayacakları hikâyenin mevsimiydi belki. Belki de 3. Dünya Savaşı’nın tarihini kararlaştırıyorlardı. Yaz, diye başlamıştı hikâye. Yazılıyordu söylenilen her şey. Yapışkan tuşlar açık mı sizde, diye sordu biri. Gözlüklü olan, geçen gün havaya uçtuğunu iddia ediyordu. Galiba 3. Dünya savaşında bir mermi olduğunu düşünüyordu. Bunları okuyanları düşündü bir başkası. Nasıl da yazmışlar, diye içinden geçirirdi kesinlikle bunları okuyanlar.
Teneffüste kütüphanede bisküvi yiyerek pencereyi açan ve küçük çocuklara sataşıp pencereyi geri kapatanlar da var içimizde. O küçük çocuklar da camlara tıklatarak karşılık vermiş ama tüm bunların 3. Dünya savaşı ile bir alakası yok. Aslında savaş gibi şeyler olmamalı belki de küçük gıcıklıklar savaş yerine geçebilir.
2. ACI İÇİNDE H/ACI
NURGÜL ASYA KILCI, ZEYNEP YURTTAŞ, MEHMET ZAHİD ÖKTEN, MİRAÇ KAĞAN GÜLER, TAHA METİN YILDIRIM, SELİM KURT
Neyse ki anket işi bitmişti. Derin bir nefes almıştı herkes. Dışardan araç sesleri geliyordu. Ekim ayındalardı lakin yaz mevsimi hiç bitmemiş gibiydi. Derslere yoğunlaşmak çok zordu sıcak havalarda. Teneffüslerde koşup terledikten sonra sucuk kıvamında sınıflarda oturmak zordu.
Hacı, o sene 11. sınıfa geçmişti. Bazen geriye dönüp düşündüğünde bu sınıfa kadar nasıl gelebildiğine kendisi de hayret ediyordu. Üstelik fen lisesindeydi. Gece gündüz ders çalışan arkadaşları bile girememişti bu okula. Ben girdim de ne oldu, diye düşünüyordu. Seneye bu okul da bitecekti ve sırada başka okullar vardı mutlaka. Bu esnada başka bir soru geldi zihnine. Neden 12. sınıftan sonra üniversite 13. sınıf, 14. sınıf diye devam etmiyordu? Belki de hayatımızın okulda geçtiğini fark ettirmemek için üniversitede yeniden sınıflar 1. Sınıf, 2. sınıf olarak devam ediyordu. Hacı’nın kafasında soru işaretleri devam ediyordu. Bir yılın kaç gününü, bir ayın kaç haftasını, bir günün kaç saatini okulda geçirdiğini hatırladı. Hayatın anlamı ne, diye sorulsa galiba cevap: Okulda geçen bir şey, şeklinde olurdu. Bir de sınavlar vardı. Bitmeyen, yeniden başlayan, ikincisi yapılan, denemelerle devam eden sınavlar, sınavlar… Okul bitince bile sınavlar devam ediyordu. Annesi, babası bile zaman zaman bazen sınavlara giriyorlardı. Hacı, yoruldu. Düşünmekten yoruldu.
Yorulduğunu hatırlayınca örümceğini çağırdı Hacı. Kaç yıldır odasında bir örümcek besliyordu ve ailesi bunun farkında değildi. Hatta birkaç kez annesi odasını temizlerken örümceğine kıymasın diye onu cebinde okula götürmüştü. Örümceğine bir de isim vermişti: Ankebut.
Ankebut, onunla konuşmuyordu fakat onu dinliyordu. Hacı, okuldan gelir gelmez tavandan onun yanına iniyordu. Aslında Hacı, Ankebut’u ilk gördüğünde ondan ürkmüş hatta onu öldürmeyi düşünmüştü. Sonra pencereden atmayı da düşünmüştü fakat seyrettiği bir film aklına gelmişti: Örümcek Adam. Belki de bu örümcek onun kaderiydi. Bir süre kendisini ısırması için bekledi fakat örümcek onu ısırmıyordu. Hacı, örümceği ısırmayı düşündü fakat bu da imkansızdı. Günlerce bekledi Hacı, hayatında bir değişiklik olmasını. Şu an yaşadığı hayatın sorumlusu biraz da Ankebut’tu. Nedense onun yüzünden hayallere kapılmıştı. Arkadaşlarından ayrılmıştı. Ankebut, onun kimselere söyleyemediği sırrıydı. Zaten ailesine ya da arkadaşlarına söylese bir örümcekle arkadaş olduğunu ihtimal bir süre sonra tedaviye götürürlerdi onu. Oysa hayatından memnundu. Öyle böyle derken iki samimi arkadaş olmuşlardı. Hayat, okul dışında fena sayılmazdı.
Geride kalan üç yılda neler yaşamamıştı ki onunla. Birkaç kez okulda Ankebut sayesinde sınavlardan kurtulmuştu. Çantasından çıkarıp duvara bıraktığında tüm sınıf çığlık atarak kaçışmıştı. Hatta öğretmen bile sınıfa girememişti onu görünce. Herkesi sınıftan çıkarmış ve Ankebut’u çantasına yerleştirdikten sonra bir kahraman ilan edilmişti.
Birkaç kez de pikniğe götürmüştü onu. Belki Ankebut’un akrabalarına rastlarım ve emaneti teslim ederim, diye düşünmüştü fakat Ankebut eşsiz bir örümcekti. Üzerinde rengarenk desenler vardı. Bir sanat eseri gibiydi gövdesi. İnsanlar neden ürküyordu ki ondan.
Ankebut, bu esnada çağrısını duymuştu Hacı’nın ve yanına inmişti. Daha önce hiç hissetmediği bir şey hissetti Hacı: Ya Ankebut kaybolur veya ölürse…
Bu düşünceden sonra içine bir acı çöktü Hacı’nın. Daha önce hiç yaşamadığı bir kaybetme korkusu git gide içinde büyüyordu. Ankebut’a sordu:
-Ya bir gün gidersen ya da birileri seni ezerse ben ne yaparım Ankebut kardeş.
Ankebut’tan ses gelmedi. Zaten hiç gelmemişti. Bir süre sonra bu düşünceleri zihninden attı.
Günler, haftalar, aylar her zamanki hızıyla geçiyordu. Hacı, artık 12. Sınıfa geçmek üzereydi ve etrafındaki arkadaşları yine çıldırmış gibi ders çalışıyordu. Hacı, bu kez biraz endişeliydi. Fen lisesinde okuyordu okumasına fakat çalışmadan üniversite sınavında ne yapabilirdi ki? Galiba biraz toparlanması gerekiyordu. Sonuçta 12 senenin meyvesini alacağını söylüyordu öğretmenler. Oysa meyve manavda olurdu.
Yine okuldan döndüğü bir gün Ankebut’a seslendi fakat Ankebut gelmedi. Bir süre sonra bir kez daha, bir kez daha seslendi. Ankebut yine yoktu. Belki de korktuğu şey başına gelmişti. Her yeri aradı. Bütün çekmecelere, yatağının altına, peteklerin arkasına baktı, nafile. Ankebut yoktu. Acaba kaçmış mıydı, saklanmış mıydı ya da bir yerlerde ölmüş müydü?
Bütün odasını altüst etti. Bir yandan da kısık sesle bağırıyordu:
-Ankebuuut, dostum, arkadaşım, neredesin?
Önceleri Ankebut’un öldüğünü düşündü Hacı. Sonra annesinin süpürge ile çektirmiş olabileceğini düşündü. Böyle bir şey olsa annesi mutlaka söylerdi. Cesedi yoktu ortada. Cesedini bulsa bir saksının dibine mezar yapmayı bile düşündü. Senelerdir dertleştiği arkadaşı, ardında bıraktığı yalnız genci düşünmeden gitmişti işte.
Köşelere baktı Hacı günlerce. Belki ondan bir iz, bir desen, bir ağ bulurum düşüncesiyle fakat yoktu. Ankebut’a dair saklayacağı bir hatıra bile kalmamıştı geride.
Okullar tatil olmuş ve 12. sınıfa geçmişti. Ailesinin onun için aldığı üniversiteye hazırlık kitaplarını gördü masasında. Oturdu, kitaplardan birini açtı ve çalışmaya başladı.
3. BİZCE TAMAM YA SİZCE
Anket yoktu, sınıfta iki kişi de eksikti. Oturdular ve acıklı bir hikaye yazdılar. Ön sırada oturanlardan biri:
-Bu hikaye burada bitmemeli, dedi.
Bir diğeri:
-Artık çok geç, Ankebut Hakk’ın rahmetine kavuştu, dedi.
Duvar dibinde oturan iki kız öğrenciden biri üzülüyor, diğeri ise tebessüm ediyordu. Ankebut’u düşünen üzülüyor, Hacı’yı düşünen tebessüm ediyordu belli ki.