30 Eylül 2023 Cumartesi

YILDIZLARA SEYAHAT

 

Feyza İşbaşar

Gökyüzüne bakınca geceleri
Parlayan sayısız yıldız görüyorum
Bazılarının kaydığını söylüyor büyükler
Ama bunu anlamıyorum
 
Kar mı yağıyor uzayda
Buz mu tutuyor yerler
Anlamıyorum yıldızlar nasıl kayar
Büyükler bunu neden söylerler
 
Öğreneceğim bunu büyüyünce
Yıldızlara seyahat edince

SORULAR

 

İlker Çitgez

Her akşam tepelerin ardından
Yüzünü bize gösteren aydede
Yanına gelmek isterdim senin
Seninle konuşmak ve oynamak isterdim
 
Gerçekten o kadar küçük müsün
Neden bazen yüzünün yarısını bizden gizliyorsun
Kafamda pek çok soru var
Gündüzleri nereye gidiyorsun

ÇOK MU ŞEY İSTİYORUM

 

Semih Yılmaz

Çocukluğuma dönüyorum
Büyüklerin karanlık dünyasını bırakıp
Kendi oyunlarımı oynamak istiyorum
Kendi şarkılarımı söylemek istiyorum
Kırlarda özgürce koşmak istiyorum
Dizlerim kanasın, pantolonum yırtılsın istiyorum
Ellerim çamur olsun
Ayakkabılarım kirlensin istiyorum
Yapamadığım ödevlerim için
Öğretmenim bana bir şans daha versin istiyorum
Acaba
Çok mu şey istiyorum

MAVİ

 

Ahmet Emir Koç

 
Son günlerde hep
Maviyi düşünüyorum
Göğe bakıyorum mavi
Denize bakıyorum mavi
Kardeşime bir nazar boncuğu takmışlar: mavi
Yolda bir kedi gördüm baktım gözleri mavi
Kilimlerde halılarda gözüme çarpıyor: mavi
Mavi olmasa ne renksizmiş her şey
En çok maviyle süslenmiş dünya




ZAFERE GİDEN AYDINLIK YOL

            Feyza İŞBAŞAR

Öyle zamanlar başlamıştı ki ülkemiz için her ülke birbirine girmiş savaş açmıştı. Kadın, çocuk, erkek, yaşlı demeden herkes cepheye koşuyordu. Halk düşmanları kovalıyordu. Birçok efe canını dişine takıp vatan uğruna ölmeyi göze almıştı. Kadınlar ise askerlerimize, efelerimize, yiğitlerimize erzak taşıyıp yaralarını sarıyorlardı. Ülkemiz, vatanımız, memleketimiz her yer işgal altındaydı. Artık tek yürek, tek yumruk olmalıydık. Küçük Nezahat, Nene Hatun, Yörük Ali Efe bunlardan sadece birkaçı idi. Önderimiz Mustafa Kemal öyle bir düşünüyordu ki bir bomba bizi kaç adım ileri taşıyordu. Hiçbir masumun canına kıyılmasına tahammül edemiyordu. Ulu Önder asla mücadeleyi bırakmıyordu. Çocuklar ise kendilerine verilen görevin yapabileceklerinden çok daha fazlasını yapıyorlardı. Milli Mücadele ateşi onca suya rağmen asla sönmüyordu. Allahtan başka kimse bu ateşi söndüremez, söndürmeyi aklının ucundan bile geçiremezdi. Böyle bir vatanı ele geçirmeye çalışmak deliliğinde ötesinde bir şeydi. Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacaktı. Artık kendimizden çok vatanımızı düşünmeliydik.

Şunu asla unutmamalılardı, kadın deyip geçme; yeri geldiğinde hemşire yeri geldiğinde asker yeri geldiğinde vatan kahramanı olur; eşinin, çocuğunun, kardeşinin, akrabasının teline zarar gelsin yeri göğü inletirdi.

Çocuk deyip geçme, zehir gibi zekâsını bir kullanır bir bakmışsın savaş açtığın vatana sığınırsın en önemlisi bizim vatan sevgimizi küçük görmeyeceklerdi. Yeri geldiğinde çocuklar geleceğini unutur vatan uğruna ne zorluklara katlanır ne acılar çekerdi.

Ama biz pes etmedik ve savaşı başarıyla kazandık. Artık iyi bir ders almışlardı. Şimdi koskocaman bir Türkiye Cumhuriyeti olmuştuk. Belki de şu anda canını vatan uğruna veren şehitlerimiz ve Ulu Önderimiz Mustafa Kemal olmasaydı bu metni yazan ben ve milyonlarca kişi olmayacaktık.

Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ve aziz şehitlerimiz, sizin kurduğunuz bu ülkeyi bizler ilerleteceğiz. Ruhunuz şad, mekânınız cennet olsun.

Sizi tüm kalbimizle seviyoruz.


ARI GİBİ

 
Emir Celal Çat
Uçuyorsun özgürce
İstediğin gibi bir hayatın var
Bazen diyorum ki kendimce
Arılara yaşamaya ne var
 
Ne ödevleri var ne dersleri
Okulları yok beklemiyor servisleri
Hayat onlara güzel
Yaşasaydım keşke bir arı gibi



BİLGE TAVŞAN

 

Elvin Su Topçu

Bir tavşanım olsun isterdim
Beyaz ve yumuşacık
Dişleri tavşan dişi
Kulağı tavşan kulağı olsun
 
Top gibi zıplasın zıp zıp
Dağda, taşta, bahçede
Acıkınca gelsin havuç istesin
Armut verince küsüp gitsin
 
Bir tavşanım olsun isterdim
Arada zıplasın kucağıma gelsin
Ama etrafı kirletmesin
Üstelik bilge olsun
Ödevlerime de yardım etsin



KELEBEK ÇİÇEK

 
Ali Çağan Kalaycı

Bir kelebek gördüm 
Milyonlarca benek 
Uçuyordu ürkek ürkek
Arıyordu belliydi
Konacağı bir çiçek
 
Kovalamaca oynuyordu
Çiçeklerin arasında
Ha çiçek ha kelebek
İkisi de rengârenk



DEDEME MEKTUP

 







Sude Gökçe Çelen

Sevgili Dedeciğim,

Mektubuma başlamadan önce nasılsın, iyi misin? Bunları sormak istiyorum. Bizleri soracak olursan ben, kardeşim, annem ve babam çok iyiyiz. Kardeşim ve ben nihayet okula başladık. Arya ve ben çok mutlu bir şekilde okula gidiyoruz. Bir de ben BİLSEM sınavını kazandım. Ona da ayrı sevindim.  Artık her hafta sonu Sivas’a gidip geliyoruz.

Babam ve annemi soracak olursan annem kardeşimi okula götürüyor, babam yine işe gidip geliyor.

Dedeciğim,

Biz seni çok özledik. En kısa zamanda görüşmek üzere.

Ellerinden öpüyorum, kendine iyi bak. 

Seni çok seven torunun

Sude…

21 Eylül 2023 / Suşehri



ÇİÇEK

 
Elif Erva Öztürk - Ayça Yıldız
Bahar gelince açar çiçekler
Çok güzel kokarlar
Çiçekler de toprağın çocuklarıdır
Dünyaya neşe saçarlar
 
Tohum, filiz yaprak derken
Rengârenk açarlar
Ama çabucak solar çiçekler
Kışa dayanamazlar




YAĞMUR

 

Aysel Zümra Yuvacı, Zeynep Göktaş
Yağmur yağar bulutlar birbirine çarpar
Yağmur toprağın hayatıdır
Ben yağmur yağarken
İzlerim pencereden
Yağmur yağar şimşek çakar
Kaçacak yer ararım
 
Yağmurun altında ıslanmak
Mutluluk verir bize
Hele toprak kokuyorsa dünya
Ama kızar anneler
Hasta olursunuz diye




YAŞATAN AĞAÇLAR

 
Ahmet Sait Yurttaş
Ağaç demek hayat demek
Beşikler ağaçtan
Kitaplığımız masamız ağaçtan
Kapımız ağaçtan
Dolabımız ağaçtan
Defterimiz kalemimiz ağaçtan
 
Her şeyimiz ağaçtan
Ağaçlar insana benzer
O da yaşar ve insanlara hizmet eder
Kuşlara yuva olur
Bizlere meyve verir.
Ağaçsız bir dünyada yaşanılmaz.

ZEKİ KARGALAR

 

Yiğit İbrahim Karain

Kargalar mı zekidir yoksa çocuklar mı?
Bence kargalar çocuklardan zekidir
Çünkü onlar uçabiliyorlar her şeyden önce
Bir belgeselde izledim
Pipet kullanmayı biliyorlar
Ceviz kırmayı da
Üstelik onlar bizden çok yaşıyorlar
Bu da bir bilgelik veriyor onlara

KAĞITTAN YAPILACAK ŞEYLER

 
Çağrı Burak Türkyılmaz
Yalnızca yazmaya yaramaz kağıtlar
Çok şey yapabiliriz onlarla
Mesela uzaklara giden bir uçak
Ya da serinleten bir yelpaze
Veya ses bombası
Hatta kağıttan evler, şehirler kurabiliriz
Ya da üzerine resimler çizebiliriz özgürce
Ama kağıtları anlayamayız.

GÜZEL SESLER

Elif Yüsra Yaralı

Şeker gibi uçuyor
Yukarılarda serçeler
Sesim en çok onların seslerine benziyor
Sabahıma neşe katıyorlar
Saat çalmadan onlar uyandırıyorlar beni
Çok güzel sesleri var
Serçe sesleriyle uyanmadığım sabah
Mutsuz olurum
Tamam, ben okula gidiyorum
Ama serçeler neden benden erken uyanır?





SESSİZLİĞİN ŞİİRİ

 

Ömer Asaf Koç

Gün boyu derste

Oturdum sessizce

Herkes bir şeyler söyledi

Kimi pencerenin önüne

Kimi arka sıralara oturdu

Ben izledim sessizce olup bitenleri

Aldım defterimi elime

Bir şiir yazmak için

Sessizliğin şiirini

YEŞİL ELMA

 Mustafa Aktaş

Çantamda o olmadan
Çıkmıyorum dışarı
Eğer unutmuşsam onu
Kocaman bir boşluk çantamda
Kırmızısı sarısı da var
Ama Galatasaraylı değil
Ben en çok yeşilini seviyorum.
Anladınız mı siz de
Elmadan bahsediyorum.



SAAT

 
Ömer Kerem Aydemir
Kolumda bir saatim var
Bana zamanı söyler
Bir saat de evin duvarında
O da aynı şeyi söyler
 
Okula gidiyorum, karşımda bir saat
Televizyonu açıyorum kenarda bir saat
Hepsine birden aynı rakamları
Kim öğretiyor

ANNEANNE


Reyyan Sibel Teke
Başımı dizlerine koyup
Hayallere dalıyorum
Ellerine bakıyorum pamuk gibi ellerine
Gözlerine bakıyorum mavi bir deniz gibi
Çok sessiz olunca her yer
Kalbinin sesini duyuyorum
Yüzüne baka baka
Ellerini tuta tuta
Galiba büyüyorum

DEDEME MEKTUP


             Dinçer KARA

Dede seni çok seviyorum. İyi ki varsın canım dedem. Beni hep sen parka götürdün, beni hep sevdin ve bana dondurma aldın. Annem olmadığı zamanlarda benimle sen ilgilendin, beni yalnız bırakmadın. Bana sarıldın, hasta olduğumda beni okudun. Sabahları kahvaltıda dünyanın en güzel menemenini hazırladın. Akşam yemeğinde de dünyanın en güzel pilavını sen yaptın.

Canım dedem, eğer şimdi çılgın bir bisiklet şoförüysem senin sayende. Beni gezdirdin ve her yeri b ana öğrettin.  En çok beni sevdiğini söylüyorsun ya ben de en çok seni seviyorum.

Benim tanıdığım en güzel dede sensin.

Ömrün uzun olsun, hep hayatımda, yanı başımda ol.

Ellerinden öperim.

23 Eylül, 2023 / Sivas

ORMAN SESLERİ

 Tülay Mustafaoğlu

Kuşların sesi ne güzel doğada
Yaprakların hışırtısı ne güzel
Doğada yaşayan her şey arkadaşım
Sanki bazıları kardeşim
Beni görünce
Coşuyor hepsi birden
Büyük bir koro gibi


28 Eylül 2023 Perşembe

SALINCAK

             Fatıma Meryem Er, Akın Eliş

Dünyaya geleli bir sene olmuştu ve artık annesini, babasını, ablasını tanıyordu. Hatta ara sıra ziyarete gelen insanları da tanıyor ancak bazen hiç tanımadığı birileri geldiğinde korkuyor, ağlıyordu. İlk zamanlar çok zor olmuştu onun için sadece tavanı izlemek, birilerinden yardım beklemek. Annesi onu kucağına almak için üzerine eğildiğinde yüzü kocaman görünüyordu veya babası onu kucağına aldığında kendini kuş gibi yukarılarda hissediyordu. Artık alışmıştı bu durumlara zaten kendisi de sürünmekten kurtulmuş küçük küçük adım atabiliyordu. Susadığını, acıktığını, terlediğini haber verebiliyordu büyüklerine. Ablasının bakışlarından önceleri çok korkuyordu. Yanında kimse yokken ablası gelip dakikalarca kendisini izliyordu ama artık onun da kendisini sevdiğini anlamıştı.

İlk aylarda ev çok sıkıcıydı ta ki bir gün annesi onu anneannesine götürünceye kadar. Güneş ilk kez tenine değdiğinde nasıl ısınmış, korkmuş ve ağlamıştı. Şimdi ise güneşi seviyordu. Ona göz kırpıyordu. Güneş görünmez olup da her yer karardığında üzülüp ablasını arıyordu gözleri.

Epeydir hareketli bir hayat yaşıyordu. Sabah annesi, karnını doyurduktan sonra arabasına yerleştirerek yola çıkıyordu ve akşama kadar anneannesinde vakit geçiriyordu. Anneannenin evi masal gibiydi. Dedesi arada bir kayboluyor, bazen de yanağından makas almayı ihmal etmiyordu.

Anneanne güçsüzdü dedesine göre. Bazen kendisini taşırken zorlandığını hissediyordu.

Güneşli bir öğle vakti, anneannesi ve dedesiyle dışarıya çıktılar. Bazen dedesi taşıyordu onu bazen anneannesi. Sonunda kuş ve çocuk seslerinin çok olduğu yeşil bir alana geldiler. Kendisinden daha küçük kimse yoktu etrafta. Çocuklar, kadınlar, amcalar önünden geçiyor, korkuyordu. Ağlayacak gibi olduğunda anneannesi onu pışpışlıyordu.

Sonunda anneannesi onu yatağına benzeyen ama daha küçük, salınan bir yere oturttu ve belinden de bağladı. Bir yandan tek eliyle tutuyor bir yandan sallıyordu ama düşmekten korkuyordu. Birkaç kez sallandıktan sonra artık anneannesi tutmayı bırakmış, yanındaki bir teyzeyle sohbete dalmıştı. Buraya etraftaki insanlar park diyordu. Kendisi henüz konuşamıyordu ama parkta olduğunu anlamıştı. Birkaç kez daha salındıktan sonra yüreği ağzına gelmişti, uçuyor gibiydi ama düşecek gibi ileri ve geri sallanıyordu. Ağlamaya başladı. Anneanne hemen salıncağı yavaşlattı ve elini tutarak pışpışladı. Artık kendisi de bu işten keyif almaya başlamıştı.

Dakikalarca sallandı. Bazen hızlı, bazen yavaş. Eve dönüş yolunda uyumuş olmalı ki akşam gözlerini açtığında annesini gördü karşısında.

Acıkmıştı.

BASKET TOPUM

Meryem Er

Her sabah uyanınca
Göz göze geliyoruz basketbol topumla
Hiç uyumadan günlerce
Nasıl zıplamayı beceriyor anlamıyorum
 
Hiç küstüğünü görmedim bana
Ne zaman atsam potaya
Dönüp geri geliyor bana
Hem de zıplaya zıplaya

BİR SONBAHAR HİKAYESİ


         Akın Eliş

Mert’le eve doğru yürüyorduk, ikindi vaktiydi. Evimiz biraz tepede olduğu için birkaç yokuşu tırmanmamız gerekiyordu. Son yokuşu çıktıktan sonra yorulduğumuz için evimize yakın yerde bulunan banklara oturmuştuk. Biraz dinlenecek, biraz da sohbet edecektik ki… Bir sesle irkildik:

-Pancarcıııııı…

Sonbahar başlamıştı ve turşu sezonu açılmıştı şehrimizde. Pancar dallarından yapılan “dal turşusu” ya da pezik turşusunun kurulmasının tam zamanıydı ve satıcılar ortaya çıkmaya başlamıştı demek ki.

Önce anlamadık, sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştık. Garip bir kamyonetten geliyordu bu ses ve bütün mahalle bir kez daha inledi:

-Pancarcıııı…

İkimiz birden araca baktık, kamyonetin üzerinde “racer” yazıyordu. Üzeri pancar yüklüydü. Her tarafı led lambalarla süslü kamyonet adeta başka bir çağdan gelmiş gibiydi ama etrafındaki teyzeler, amcalar, nineler bizim çağımıza aitti.

Mert’le oturduğumuz banktan kalkarak biraz daha yakından incelemeye çalıştık etrafımızda olup bitenleri. Arada bir aynı ses kulakları tırmalıyor, kuşları bile ürkütüyordu:

-Pancarcı…

Pancar satan kişilerin giyimleri ve tavırları da bir başka gelmişti ikimize. Üzerlerinde sporcularınkine benzer atletler vardı ve çok iri kasları vardı.

Önümüzde ufo gibi bir kamyonet, üzerinde başka bir ülkeden gelmiş gibi satıcılar ama etrafında bizim komşular…

Mert’le birbirimize baktık ve gülümsedik.

MUSTAFA KEMAL TUTKUSU





Umut Bulut

Mustafa Kemal tutkusu
Yitirilmiş kasımlarda açan umuttur
Bir baştır vazgeçilmeyen.

Mustafa Kemal tutkusu
Çanakkale’de
Sivas’ta Ankara’da
Yurdun dört bir yanında duyulur

Bir sonsuzluktur
Bitip yitmeyen tutku
Mustafa kemal tutkusu

DOSTUM

 
Metehan Ersoy
Bazen haftalarca görmesem de bakışlarını
Yüzünde bir buruşukluk görürsem üzülürüm
Ben de istiyorum oysa geçsin
Sadece seninle her günüm
 
Görmediğimde seni bir gün sanma ki unuttum
Seninle gezmeyi seviyorum ben şen sokaklarda
Seninle yaşamış olsam da küçücük kazalar
Sen bahar ve yaz günlerinin dostusun
Bisikletim, sevgili dostum.



YASTIK

 İdil Karaman
Bu sabah sarılma yastığıma sarılırken
Ona sordum:
Alarmın sesi sence de çok iğrenç değil mi?
Yastığım bana daha sıkı sarıldı:
O zaman gitme bugün okula, dedi.

27 Eylül 2023 Çarşamba

TUHAF EVREN

Meva Vural
Binbir tane nokta
Parlıyor bütün her şey
Kimi soğuk kimi sıcak
Hepsi birbirinden güzel
Bilmem kaç bin gezegen
 
Hepsini izliyorum
Satürn Mars Neptün
Hepsi sanki bir bütün
Karadelik senin yüzünden
Yok olacak hepsi bir gün


BENİM SONUM


 









Elif Erva Candan

Bilgisayarım da açık telefonum da
Uykum var yatmak istemiyorum ama
Ne bu oyunlar ne uygulamalar
Hepsi sonsuz ve sınırsızlar
 
Bazen sıkıyor bazen eğlendiriyor
Dost mu düşman mı anlamadım
İyi mi kötü mü bilemedim
Bilgisayarım, telefonum
Hep yanımda teknolojik araçlar
Ne olacak benim sonum

VAKTİNDE GEL

 



Semih Karataş
Geldiğinde sen unuturum her şeyi
Sabah saatleridir seni benden götüren şey
 
Çağırdığımda gelmezsin
Gelmemen gerektiğinde sarılırsın kollarınla
Gece olunca çalmadan kapımı
Dalarsın ayakucumdan
 
Diyorlar ki boyun uzamış
Bilmiyorlar senin sayende
 
Unutturuyorsun her şeyi
Ve bambaşka bir dünyaya götürüyorsun beni
Uyku,
Bazı zamanlar bana çok lazımsın

GİT ARTIK YAVAŞ YAVAŞ

 

Aydın Çınar

 

Senin yüzünden aksıyor işlerim
Başım ağrıyor ve gözlerim
Üstelik uzaklaşıyor arkadaşlarım benden
Giderek artıyor yalnızlığım
 
Kaç kez gideceğim daha
Ruhsuz ve kalabalık hastaneye
Tek çarem dinlenmek galiba
Yoksa katlanmak zorundayım kaç iğneye
 
Hastalık, lütfen artık uzaklaş
Git artık yavaş yavaş
Hiç kalmadı senin yüzünden
Yanımda bir tane arkadaş

SAKURA YAPRAĞI

            Meva Vural, Elif Erva Candan, Elif Reyyan Küçüktepe

Gezegenler arası ilk yolculuğuydu ve çok heyecanlıydı. esMea evreni çok merak ediyor, her köşesine gitmek istiyordu. Dünyaya dair çok şey duymuştu ama hiç görmemişti. Çok kalabalık olduğu ve insanların yaşadığı söyleniyordu. Hiç insan görmemişti ama kendileriyle benzer yanlarının olduğunu duymuştu. Güneş sistemine yaklaştıkça heyecanı daha da artıyordu. Göktaşlarının arasından geçtikçe kendisini rüyada gibi hissediyordu. Sahi insanlar da rüya görür müydü? Sorular veri bankasında sıralanıyor, heyecanı artıyordu. Nihayet dünya görünmüştü. O sırada aniden önünden geçen göktaşı aracında büyük bir hasar oluşturdu ve savrulmaya başladı. Aracı kontrolden çıkmış, Dünya’ya doğru savrulmaya başlamıştı. Korkuyordu, ya uzayda kaybolursa… Savruluşu uzun sürmedi ve atmosfere büyük bir hızla girdi. Aracı ısınıyor sanki bir ateş topuna dönüşüyordu. Birdenbire sert bir zemine düştüğünü hissetti ve sesler duymaya başladı. Bu sesi ilk kez duyuyordu. Şırıl şırıl bir sesti bu. Bir süre veri bankasını taradı. Gezegenindeki bilgenin anlattığı su sesiydi bu. Nihayet aracı soğudu ve kapağını açarak dışarıya çıkmak istedi ki tüm vücudu ilk kez gördüğü bir sıvıyla kaplandı: su…

Dünyada havadan önce suyla temas etmişti. Sudan kurtulmak için yukarıya doğru hareket etti nihayet suyun yüzünde durdu. Yine ilk kez oksijeni hissetti. Eliyle havayı tutmaya çalıştı, tutamadı. Yukarıya baktığında gördüğü beyaz kümelerin ne olduğunu anlamaya çalıştı. esMea Dünya’ya düştüğü için mutluydu ancak aracının sular altında kalması onu korkutuyordu. Ya hep dünyada kalırsa?

Bu sırada Japonya’da sabah olmaya başlamış, insanlar büyük gürültünün ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Her zamanki göktaşlarından biri olduğunu düşünerek çok da merak etmediler.

esMea, suyun bulunduğu yerden ayrılarak karaya ayak basmıştı. Burnuna düşen hafif pembe renkli yaprağın nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Her yerde kocaman pembe ağaçlar vardı ve yaprağın onlardan düştüğünü fark etti. Yaprağı parmaklarının arasında inceledi. Bunun enerjiye çevrilip çevrilemeyeceğini düşündü ancak çok hoşuna gitmişti, kıyamadı.

İlerledikçe değişik şekilde yapılar görüyordu. Güneş’in ısısını ve ışığını da ilk kez hissediyordu. Ayaklarının altında bazen toprak bazen yeşil bitkiler hışırdıyordu.

Burası Tokyo’ya yakın bir köydü. Yıl, 2050’nin ilkbahar aylarıydı. Çok az insan yaşıyordu ve yaşayanlardan sadece biri çocuktu.

Küçük Emu’nun büyüklerin yanında hep canı sıkılıyor, oynayacak, vakit geçirecek birilerini arıyordu. Çok yalnızdı. Sayısı iyice azalan hayvanlarla Emu’nun oynamasına izin verilmiyordu.

Büyükler gündelik işlerine başlamıştı Emu sıkılmış bir şekilde camdan bakarken ilk kez farklı bir şey gördü. İnsana benzeyen bir şey evlerine doğru yaklaşıyordu. Yaklaşan şeyi yakından gördükçe Emu korkmaya başlamıştı. Emu esMea’dan ne kadar korkuyorsa onu pencere önünde gören esMea’da ondan korkmaya başladı. esMea’nın elinde halen pembe sakura yaprağı vardı. Pencereye doğru onu uzattı, Emu tebessüm etti. O andan itibaren ikisinden de korkular bir kuş olup uzaklaştı. Emu evdekilere bir şey söylemeden dışarı çıktı ve bir süre esMea ile bakıştılar. Emu, esMea’yı süzdü. İnsana çok benziyordu ancak metalik bir yapısı vardı. Kaşları, kirpikleri yoktu ama saçları vardı. Hareketleri de çok hızlıydı. esMea da kendi gezegeninde yaşayanlara benzetmişti Emu’yu ama Emu daha güzeldi.

Emu sevimli bir üslupla:

- Ben Emu, sen kimsin? Dedi. esMea, Emu’dan gelen sesleri anlamadı. Veri bankasını taradıktan sonra bunun bir iletişim dili olduğunu anlayarak ona cevap verdi:

-   Ben esMea. Jb550 adlı gezegenden geliyorum.

Bu cümlelerle başlayan dostluk uzadı. Artık Emu’nun da bir arkadaşı vardı. Emu, esMea’yı ailesiyle de tanıştırdı. Tüm köylülerin gönlünü fetheden esMea, bir süre sonra gezegenini özlemeye başladı. Geceleri gökyüzüne bakıyor, Jb550’den ne kadar uzakta olduğunu hesaplamaya çalışıyordu.

Günler, haftalar böyle geçti. Bir sabah Emu uyandığında esMea’yı göremedi. Tüm köyü aradı ama nafile… Köydeki en büyük sakura ağacının yanına yorgun argın oturduğunda ağacın kenarında bazı izler gördü. Bu izler esMea’nın ayak izlerine benziyordu. Ağacın dalına asılı bir gri bir metal parçası farketti, esMea bu metal parçası üzerine küçük bir mektup yazmıştı:

Ailem beni aramaya çıkmış ve beni burada buldular. Seni unutmayacağım Emu. Bir yolun Jb550’ye düşerse mutlaka beni bul. Allah’a emanet olasın.

UNUTULAN MAÇ


       Aydın Çınar, Semih Karataş

        Yağmur yüklü gri bulutlar iyice şehre yaklaşmıştı ama bir gün önceden kararlaştırdıkları maç için okuldan çıkmış Semihlerin mahalleye doğru ilerliyordu. Kafasında binbir düşünce vardı. Okul son günlerde çok tatsız bir hâl almıştı. Arkadaşları tarafından dışlandığını hissediyordu. Hiç kimse geçen sene okuldan ayrıldığı gibi değildi. Yaz boyu gezmişler, yeni arkadaşlar bulmuşlar üstelik büyümüşlerdi. Neyse ki semih vardı. Aydın bir yandan yürüyor bir yandan bunları düşünüyordu. Birdenbire burnuna düşen yağmur damlası ile irkildi yağmur, geliyorum, diyordu. Başını kaldırdı ve uzaklara baktı, uzaklarda bir gökkuşağı oluşmuştu bile. Hafif bir rüzgar esiyordu ama soğuk değildi. Bu sırada tek katlı ahşap eski püskü evlerden birinin duvarının dibinde titreyerek miyavlayan yavru bir kedi dikkatini çekti. Kediye yaklaştı. Kedi Aydın’ı görünce korkuya kapılarak kaçmak istedi ancak bedenine gücü yetmiyordu. Cılız sesiyle miyavlamaya devam ediyordu. İşin kötü yanı Aydın kedilerden hoşlanmaz, kedisi olan arkadaşlarından bile uzak dururdu. Kediyi o halde bırakmak da istemiyordu. Kedinin yaralı olup olmadığını anlamak için ona yaklaştı. Sol ön patisi ağır bir şekilde yaralanmıştı kedinin. Sokaktan geçen birilerinden yardım istemeyi düşündü ancak kimsecikler yoktu ortalıkta. Kedi miyavlıyor, Aydın düşünüyor, yağmur yaklaşıyor, Semih ve arkadaşları Aydın’ı beklemeye devam ediyordu. Aydın hipnotize olmuş gibi kediyi izlerken birden yanında kocaman bir başka kedi belirdi. Yaralı kedinin annesiydi bu. Aydın’ın zarar vermeyeceğini anlayınca onun ayaklarına sürünmeye ve o da miyavlamaya başlamıştı. Aydın irkildi. İlk kez bir kedi kendisine dokunuyordu. Vücudu buza kesmişti.

Semih ve arkadaşları Aydın’ı merak ettiler ve Semih onun geleceği yolu bildiği için arkadaşına doğru yola çıktı. Bu esnada yağmur başlamıştı. Aydın, saçak altına durmak istiyor ancak anne kediden dolayı hareket edemiyordu. Yağmur kendisini ıslatmaya başlamış zaten maç için hayli ince giyinmişti. Üşümeye de başlamıştı. O sırada Semih uzaktan Aydın’ı gördü ve ona doğru koşmaya, seslenmeye başladı. Aydın, suskundu. Anne kedi kaçmıştı ama yavru kedi halen oradaydı. Semih, gelince durumu anladı ve Aydın’ı sarstı:

-Aydın, sana ne oldu? Boş gözlerle bakan Aydın kekeleyerek:

-Bi.. bii.. bilmiyorum.

Kısa süre sonra Aydın kendisini toparladı ve yağmurdan kaçınmak için duvarın dibine sığındı. Semih yerde kıvranan kediyi görünce durumu daha iyi anladı. Kedinin sol ön bacağının kırık olduğunu eliyle yoklayarak fark etti. Yağmur azalmıştı.

Beklemekten usanan diğer arkadaşları evlerine dağılmıştı ama semih ve aydın’ı da merak ediyorlardı.

             Semih, Aydın’a maçı hatırlatmaya çalıştı, Aydın:

-Aaa… Ben maçı da unuttum, sizleri de… dedi. Kediyi burda bırakamayız, diye ilave etti.

O sırada ahşap evin kapısı korkunç bir gıcırtıyla açıldı. Semih ve Aydın o yöne baktılar. Kapının hemen ardında kalın kaşlı, kirli sakallı, beyaz önlüklü, saçları dağınık, burnu patates büyüklüğünde, iri kulaklı yaşlı bir adam belirdi. Semih ve Aydın’a ters ters baktıktan sonra yavru kediyi alarak hiçbir şey söylemeden kapıyı kapattı ve içeri girdi. Kedi, yalvarır gibi miyavlayarak Aydın ve Semih’e son kez baktığında kapı kapanmıştı…

26 Eylül 2023 Salı

YARIM HİKAYE

             Muhammet Miraç Gün

  Ağaçtaki son yaprak da rüzgâra kendini teslim etmişti. Yaprak geldi ve Hasan’ın omzuna konduktan sonra yere düştü. Hasan yaprağı bir süre izledi, annesinin sesiyle irklidi:

-Hasan artık oyunu bırak, yemek hazır, acele et. Hasan kırgındı. Yaz boyu oynadığı arkadaşları ilk kez yanına gelmemiş, üstelik arayıp sormamışlardı da. Şimdi annesi birden bağırınca telaşlandı ve eve doğru koşar adım ilerlemeye başladı. İnşallah bamya vardır, diye adımlarını hızlandırırken birdenbire kendisini yerde buldu. Önce doğrulmak istedi ancak başını kaldıramadı ve o anda büyük bir stadın ortasında uyandı. Maç vardı ve düşer düşmez onu yedek oyuncu olarak maça almışlardı. Akşama kadar beklediği ama oyuna gelmeyen arkadaşları, rakip takımdaydı. Niye gelmediklerini anlamıştı ama artık rakip de olsalar aynı oyundalardı.         

                                                               

 

KELİMELERİ YORMAMAK İÇİN

            Mehmet Çınar Köksal

Sonbahar mevsimlerin en hüzünlüsüdür. Aslında bunun geçerli bir nedeni yok ancak kişiye bağlıdır bu durum ve bakış açısına. Sararmış ağaçlar, ıslak yollar, yağmur ve rüzgar, sıcaklıkların azalması insanı ister istemez.

Eğer öğretmenseniz ya da öğrenciyseniz bu hüznün başka bir nedeni daha vardır: Okulların açılması. Okulların açılması sonbahardan daha hüzünlüdür diyebiliriz. Çünkü okul demek, ödev demektir. Okul demek, sınav demektir. Okul demek, sabahtan akşama kadar bitmeyen ve birbirine benzemeyen dersler, öğretmenler demektir. Biz yine sonbahara dönelim.

Hatta dönmeyelim. Sonbahar hüzündür işte. Kelimeleri yormayalım. Onlar bize çok lazım olacak.

RENKLER

Aziz Toptaş

Herkesin sevdiği bir renk var
Ben arada kalıyorum
Biri bana sorsun sevdiğin renk ne
Hangisini diyeceğimi bilmiyorum
 
Bulutlar mavi, ağaçlar yeşil
Çiçekler beyaz, kırmızı, mor
Cevabım hiç biri değil
Birini seçmek zor
 
Biri bana sorsun sevdiğin renk ne
Hangisini diyeceğimi bilmiyorum

KEDİ AİLESİ

            Zehra Fırat

    Bir varmış bir yokmuş, kedileri sevenler çokmuş. Bizim Seda bir gün gezmeye çıkmış. Bir anda gözü pizzacının önündeki kediye takılmış. Onu tanıdığı bir kediye benzetmiş. Seda demiş ki:
  -Aaa, onun burada ne işi var?
    Onu oradan kucağına almış ve evlerine götürmüş. Ona biraz süt verip karnını doyurduktan sonra anlamış ki kendisinin tanıdığını zannettiği kedi değilmiş. Ama kedileri çok sevdiği için ve kedi de çok uysal olduğu için onu sahiplenmiş. Adını ise Şila koymuş. Seda Şila’yı, Şila da Seda’yı çok sevmiş.
    Gel zaman git zaman Seda Şila’nın yavrularının olacağını anlamış. Bunu ise komşusunun kızı Çiçek’e anlatmış. Çiçek ise Seda ve kedileri çok sevdiği için hemen Şila ile tanışmak istemiş. Seda ise Çiçek’i Şila’nın yanına götürmüş. Çiçek de Şila’yı çok sevmiş ve demiş ki:
    -Bu ne tatlı, ne yumuşak bir kedi…
Şila sevildiğini anlayıp hemen Çiçek’e şirinlik yaparak sürtünmüş. Çiçek de onu sevmiş, okşamış. Aradan birkaç ay geçmiş. Şila artık Seda’nın yanına hiç gelmiyormuş. Seda biraz meraklanmış. Şila’yı yanına geldiği bir gün takip etmiş. Sonra birden Şila kaybolmuş. Onu aramış aramış en sonunda evlerinin altındaki bodrumdan çıkarken görmüş ve demiş ki:
    -Yoksa yavruları mı var ve burada mı yaşıyorlar?
    Şila ise hiçbir şey olmamış gibi bodrumdan çıkmış, Seda ise Şila’nın karının küçüldüğünü görmüş. Onun yavrularının doğduğunu anlamış ve bodrumun camından içeriye baktığında bir yavru kedi görmüş ama bodrumun anahtarı Çiçeklerde imiş. Seda hemen Çiçek’in annesi Mine teyzeye gitmiş ve bodrumda Şila’nın yavrularının olduğunu söylemiş. Mine teyze, anahtarı alıp Çiçek’le birlikte bodrumun kapısını açmaya gitmiş. Bodrumu açtıklarında dört yavru kedi kendilerini karşılamış. Çiçek bağırmış:
    -Çooook tatlılar! Seda da demiş ki:
    -Gerçekten çok tatlılar… ama yavru kedileri insanlara alışık olmadığı için kaçıyorlarmış. Mine teyze ise:
    -Ben onlara şimdi süt getireyim, demiş.  Mine teyze evlerine giderek süt getirmiş. Yavrular, saklanmaya devam etmiş. Onlar dışarı çıkıp kapıyı aralıklı bırakmışlar. Yavru kedilerin gelerek sütü içtiklerini kapının aralığından sessizce izlemişler. Süt bittiğinde kapıyı açmışlar ama yavrular anneleri yanında olduğundan bu kez kaçmamışlar. Her gün bu şekilde yavruları beslemişler. Sedalar ise babasının işi nedeniyle başka bir şehre taşınmışlar ve Seda giderken Çiçek’e demiş ki:
    -Şila ve yavruları size emanet…
    Günler geçmiş ve yavrular büyümüş. Artık bodrumdan dışarıya çıkmaları gerekiyormuş. Çiçek’in babası Ahmet amca, bodrumun penceresini açık bırakmış. Kedilerin pencereye tırmanabilecekleri bir de minik merdiven yapmış. Artık Şila ve yavruları oradan bodruma girip çıkabiliyorlarmış. Yavrular dışarıya iyice alışmışlar. Çiçek ve annesi de yavruları kendilerine alıştırıp onları sahiplenmişler.
Mutlu bir şekilde hayatlarına devam etmişler.



MEHMET AMCA VE KÖSTEBEK

           Tayfun Tabuk

Bir gün Mehmet amca bahçesindeki turpları topluyormuş. Karnı acıkmış ve daha önce hazırladığı sandviçini yemeye başlamış. Sandviçini yedikten sonra turp topladığı çantasını aramış ama bulamamış. Acaba çantayı kim almıştı? Daha sonra bahçede minik ayak izleri görmüş ve onları takip etmiş. Fakat bu ayak izleri köpeği Karabaş’a aitmiş ve yanında çanta yokmuş. Sonra toprakta bir delik fark etmiş. Delikte çantasının ucunu görmüş, kenarında da bir köstebek… O zaman anlamış ki köstebek turpların kokusunu almış ve çantayı götürmüş. En sonunda Mehmet amca köstebeğe biraz turp verip çantasını almış ve turp toplamaya devam etmiş. Bu gizemli ve eğlenceli olayı torunları ziyaretine gelince onlara da anlatmış. 

MİNİK KARINCA KASİ

           Ecrin Kılıç

Şehre bakıp duruyor üstüne üstlük ikide bir söyleniyordu, şehre doğru yürüyüp bir türlü şehre ulaşamıyordu. Oysa o kadar küçüktü ki günler aylar geçmiş ama minik karınca şehre ulaşma hayalinden bir türlü vaz geçmemişti. Adı Kasi olan bu minik karınca geceleri uzaktan gördüğü şehrin ışıklarını merak ediyordu. Hatta Kasi onların adının ne olduğunu bilmiyordu ve onları kocaman ateş böceklerine benzetiyordu. Onları yakından görmek istiyordu o yüzden şehre gitmek istiyordu. Epeyce yürüdükten sonra sesler duymaya başladı. Sonunda şehre varmıştı. Küçük Kasi sonunda hayaline ulaşmıştı. Mutluluktan uçmak üzereydi. Akşam olmasını beklerken uzun, kocaman demirden şeyler görmüştü. Bir iki saat sonunda kocaman, uzun ve hareket eden şeyler görmüştü. Bunlar galiba insanlardı. Onlardan kaçarken kocaman ateş böceklerinin uyandığını zannetti ve durup izlemeye başladı. O esnada kocaman bir bina gördü. Bacalarından duman çıkıyordu. Binaya doğru yürüdü, bu bina bir boya fabrikasıydı. Kapıdan ilerlerken renkli bir sıvı birikintisi gördü. Esen rüzgar ayağını kaydırdı ve kendisini renkli sıvının içinde buldu. Az kaldı boğuluyordu ama kenara çıkabilmişti. Artık mavi bir karıncaydı o. Arkadaşları görse kesinlikle tanımazdı. Ateş böcekleri de yanmıştı ama hareket etmiyorlardı.

Şehir hiç umduğu gibi güzel ve eğlenceli değildi. Sırtındaki boyalar kurur kurumaz tekrar eskiden yaşadığı yere dönecekti. Boyalar da kurumak bilmiyordu, rüzgar esiyordu.




PENCERELER

 

Merve Sena Öztürk

 
Benim iki gözüm var
Ama evlerin çok fazla
Sokağa çıkınca ben onlara bakıyorum
Onlar bana bakıyorlar
 
Perdeleri var pencerelerin
Sanki gözkapakları gibi
Gündüz uyanıyorlar
Akşam kapanıyorlar
 
Uyanınca her sabah
Dünyayı izliyorlar
Pencereler ah pencereler
Ne çok şey gizliyorlar