elif dağdeviren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
elif dağdeviren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2025 Cumartesi

HAYAL


Elif Dağdeviren

Uzaya çıkmaktı benim hayalim
Zaman zaman halen bu hayali kuruyorum
Ama belki de gerçekleşmeyecek bir hayal
Yine de bu hayal ile yaşamaya devam ediyorum 

YEŞİL SIRDAŞIM

Elif Dağdeviren

Rengi yeşil onun
Ve duygularımın tercümanı
Onunla aktarırım kâğıda
Düşüncelerimi, duygularımı, hayallerimi
Neler neler anlatırım ona

Üzülünce, sevinince
Onunla açarım günlüğümün sayfalarını
Bütün duygularımı bilir
Çünkü sadece o beni anlar

Belki de konuşabilse
O da benimle duygularını paylaşır
Ama dili yok onun
O sadece yazar
Benim içimden geçenleri
Kalemim
Biricik sırdaşım

14 Aralık 2024 Cumartesi

GİZEMLİ GEÇİT

Elif Dağdeviren

1. Bölüm

İki haftadır uçun gemimizdeyim. Yanımda arkadaşlarım Rüya, Arda ve Sinan var. Yüzlerce yıldır hiç kimsenin bulamadığı bir gizemi bulmaya çalışıyoruz. Ailelerimizden çok uzaktayız. Bazen yere inip yiyecek aramaya çıkıyoruz. Geceleri birlikte oyun oynuyoruz. Sonra da ailelerimizi arayıp yatmaya gidiyoruz ama her gece iki kişi nöbet tutuyor. 
Bir gece ben ve Arda nöbet tutuyorduk. Ben:
-Arda şu aşağıda parlayan şeyi gördün mü, dedim. 
Arda hemen yanıma geldi ve aşağıdaki cismi o da gördü. Hemen gemiyi durdurmaya gittim. Arda da Rüya ile Sinan’ı uyandırmaya gitti. Kaç gündür uçuyorduk ama hiç böylesini görmemiştik. Saat beş gibiydi ve güneş doğuyordu. Güneş doğarken daha da parlak görünmeye başlamıştı cisim. Acaba aradığımız gizem bu muydu? Kafamda garip sorular vardı. Rüya:
-Asya bu ne? Aradığımız gizem bu olabilir mi, dedi. 
Bu soruların cevabını ben de bilmiyordum ve ben de bu soruların cevaplarını merak ediyordum. Sinan, hemen bir halat getirdi ve ben halat yardımıyla parlayan şeyin ne olduğunu görmek, onu almak için aşağıya indim. Aşağıya indiğimde gördüklerim karşısında şaşırıp kaldım çünkü bu bir anahtardı ve normal boyutundan çok küçüktü. Anahtarı aldım, cebime koydum, halatla tekrar yukarı çıktım. Anahtarı arkadaşlarıma gösterdim. Onlar da çok şaşırmıştı. Bunca çaba küçücük bir anahtar için miydi? Sinan:
-Arkadaşlar, belki de gizem budur, dedi. 
Arda hemen:
-Bu kadar minik bir anahtarın uyabileceği bir kapı var mı ki, dedi. 
Sonra Rüya anahtarı inceleyerek bunun aslında bir kapının anahtarı değil de kırılmış bir şeyin parçası olduğunu söyledi. Rüya:
-Arkadaşlar, bence bu bizim aradığımız gizemin ta kendisi. Baksanıza üzerinde yazana! Yüzyıllar öncesinden kalma bir anahtar, dedi.
Rotayı kendi ülkemize çevirdik. Bir haftalık bir süre vardı. Hepimiz çok heyecanlıydık çünkü hem ailelerimizi görecektik hem de belki de gizemi bulmuştuk. Zaman çok yavaş akıyordu. Bir hafta sanki bir yılmış gibi geliyordu. Hepimiz parlayan minik anahtarın ne olduğunu çok merak ediyorduk. Bir kapının anahtarı, kırılmış bir şeyin parçası ya da başka bir şey olabilirdi bu. Belki de sıradan bir anahtardı. Bunun cevabını ancak ülkemize döndüğümüzde anlayabilecektik. Belki de boşu boşuna dönmüş olacaktık. Günler böyle geçerken sonunda ülkemize dönmeye bir gün kalmıştı. Nihayet kendi ülkemizdeydik. Hemen ailelerimizin yanına gittik ve onlarla hasret giderdik. Yarım saat sonra bir araya geldik ve parlak, minik anahtarın ne olduğunu öğrenmek için neredeyse her yeri araştırdık. Sonunda bir antikacıya girdik ve o bize gerçekleri söyledi. Bu, söylenmesi çok zor bir şeydi. Evet, bu bir anahtardı ancak kapının değil kilidin anahtarıydı. Hiçbirimiz bunu düşünememiştik ama kilitli bir geçidin kilidine ait bir anahtardı. Bu geçit de yüzlerce yıl öncesinden kalmaydı. İşte gizemi bulmuştuk. Hepimiz çok heyecanlıydık ama bulunduğumuz yerden geçidin olduğu yere gitmek, uçan gemimizle bile iki ay sürüyordu. Ben, Rüya, Arda, Sinan; babalarımızı da yanımıza alarak hazırlandık ve uçan gemiye yerleştik. Hepimizin kafasında aynı soru vardı: Acaba geçidin kapısı karşı tarafta nereye açılıyor? Artık gemide herkes gece nöbetini babasıyla birlikte tutuyordu. Yolculuk biraz daha güvenli hâle gelmişti fakat bizi bekleyen maceraları düşündükçe heyecanımız ve korkumuz da artıyordu. 
Devam edecek. 

2 Kasım 2024 Cumartesi

UÇAK YOLCULUĞU

 Elif DAĞDEVİREN


Benim adım Eda. Bir gün Mercan, Ela, Ali, Arda ve Göktürk adında altı arkadaşımla bir parkur yarışmasını kazandığımız için yurt dışına çıkmaya hak kazandık. Bu haberi alan ilk kişi Arda oldu ve bizi her zaman oynadığımız parka çağırdı. 15 dakika sonra hepimiz bir aradaydık. Ela:
-Arda, bizi neden buraya çağırdın? dedi.
Arda:
-Arkadaşlar sizi buraya çağırmamın sebebi: geçen hafta kazandığımız parkur yarışının yan finalleri 2 hafta sonra başlıyor. Bu yüzden 1 hafta sonra Almanya'ya gideceğiz, dedi. Bunu duyunca hepimiz çok sevindik. 1 gün geçti, 2 gün geçti, 3 gün geçti... Hepimiz çok heyecanlıydık. Sanki zaman akmıyordu. Ve sonunda beklediğimiz an geldi. Eşyalarımızı hazırladık ve uyumaya gittik. Tabi hiçbirimiz heyecandan uyuyamadık. Gece 22.00'da Ela. Mercan'a mesaj atmış. Mesajda şöyle yazıyormuş "Mercan uyudun mu? Ben heyecandan uyuyamadım. Ama uyumam gerekiyor. Nasıl uyuyacağım?" Ela bu mesajı yazdıktan 2 dakika sonra Mercan da mesaj atmış. Mesajda şöyle yazıyormuş “Ben de uyuyamadım çok heyecanlıyım. Gözünü kapat belki uyursun. Ben de öyle yapıyorum." Ela ise “Teşekkürler. İyi geceler." Mercan da "iyi geceler.” demiş. Ben, Ali, Arda ve Göktürk ise 22.30 gibi uyumuştuk. Sabah hepimiz uykusuzduk. Ama heyecandan hepimiz uykusuz olduğumuzu unutmuştuk. 06.30'da hepimiz havalimanındaydık. Almanya'ya giden uçağı bulduk ve uçağın olduğu yöne doğru ilerlemeye başladık. Ancak yanımızda Arda'nın babası, Göktürk'ün babası ve Ela'nın babası da vardı. Uçak 15 dakika sonra kalkışa geçti. Ali haricinde hepimiz uçağa ilk defa biniyorduk. Bu yüzden hepimiz çok heyecanlıydık. Ali ise bir gezi için uçak aracılığıyla şehir dışına çıkmış, o yüzden Ali'nin 2. uçağa binişi ama yine de Ali de heyecanlanmıştı. Vaktimizi UNO vb. oyunlar oynayarak geçirdik. Sonunda Almanya'ya gelmiştik. Bir taksi ile kalacağımız otele gittik. Eşyalarımızı yerleştirdik, biraz atıştırdık, biraz kestirdik ve çevreyi keşfettik. Bunların hepsini bir buçuk saatte tamamlamıştık ve gezmeye gittik. Saat 14,00 civarında antrenmana gittik ve iki buçuk saatte orada vakit geçirdik. Almanya çok güzel bir ülkeydi. Çok sevmiştik. Sabah erken kalkmak için erkenden uyuduk. Ertesi gün saat 05.00'de hepimiz antrenman yapacağımız yere gittik. O gün orada 5 saat çalıştık. Çok yorulmuştuk. Akşam yine heyecanlıydım ama çok yorgun olduğum için hemencecik uyudum. Sabah kalktık, güzel bir kahvaltı yaptık ve antrenman yapacağımız yere gittik. O gün sabahtan akşama kadar çalıştık. Çünkü yarın yarışma vardı. Artık adım atacak halim kalmamıştı. Otele gidince üstümü değiştirdim ve uykuya daldım. Rüyamda 30 tane ambulans, 3 kız çocuğu ve 3 de erkek çocuğu vardı. 6 çocuğu sedye yardımıyla ambulanslara bindiriyorlardı. Çok sayıda yaralı ve ölü insan vardı. Bir uçak vardı ama parçalara ayrılmış bir uçak. Bir de tam olarak anlamadım ama kara gömülü bir kız vardı. O sırada uyandım. Çok korkmuştum. Hemen Mercan'ı uyandırdım ve rüyamı anlattım. Oda korkmuştu. Zaten saat de gelmişti. Hazırlandık ve yarışma alanına gittik. Orada tribünlere oturduk ve sıranın bize gelmesini bekledik. Ve sonunda sıra bize geldi. Çok heyecanlıydık. Yarışta Arda'nın babasının verdiği taktik ile 1. olduk. Hepimiz çok mutluyduk. Ödül töreninin ardından final turunun ne zaman ve nerede olduğunu öğrendik. 3 hafta sonra Amerika'da olacakmış. Buna göre bir plan kurduk. Plan şöyleydi, bu hafta da burda kalacak ve gezecektik. Haftaya Amerika'ya gidecektik. 1 hafta Almanya'da çok eğlendik. Artık Amerika'ya gitme vakti gelmişti. Amerika'ya giden uçağı bulduk ve bindik. Uçakta yine aynı şeyleri yaptık. Amerika'ya gittiğimizde ilk önce otele yerleştik, sonra biraz atıştırdık ve etrafı keşfettik. Amerika da güzel bir yerdi. Ama ülkemizi ve ülkemizdeki yemekleri de özlemiştim. Ertesi gün yine erkenden çalışmaya gittik. Ancak bu sefer 2, 3 saat çalıştık. Çok yoğun çalışmamıştık ama yine de yorulmuştuk. Bugün ise rüyamda arkadaşlarımı, arkadaşlarımın babalarını, kendimi ve bir de geçen gün rüyamda gördüğüm kara gömülmüş kız vardı. Ne yaptığımızı hatırlamıyorum ama kimi gördüğümü çok net bir şekilde hatırlıyorum. Sabah olunca rüyamı yine herkese anlattım. Mercan ile Ela dışında hiç kimse umursamadı. Ama Mercan ile Ela bir şeyler olduğuna emindi. Bende bir şeylerin olacağından korkuyordum. O kızı görmek istemiyordum. Çünkü eğer görürsem... İşte o zaman korkmalıydım. Ya ben gelecekte olacakları görebiliyorsam... Daha kötüsü bu olaydan dolayı verimli çalışamıyordum, yanlış yapıyordum. Bir an önce sakinleşmem gerektiğini biliyordum ama yapamıyordum. Antrenmanda derin bir nefes aldım ve ailemi düşündüm, kazanıp yanlarına gittiğimde nasıl gururlanacaklarını düşündüm. Biraz daha İyiydim. Bu gece rüyamda yine o kızı gördüm, korktum, uyanmaya çalıştım ama olmadı. Kız bana İngilizce bir şeyler söylüyordu. Türkçeye çevirince ortaya "Merhaba. Benim Adım Jane. 12 yaşındayım ve tek başıma yaşıyorum. Ben doğarken annem ölmüş, babam ise bir uçak kazasında öldü. Tek çocuğum, kardeşim yok. Çok hızlı ve atletik bir kızım ama asla içimdeki gerçek gücü ortaya çıkaramadım. Sizin dışınızda hiç arkadaşım olmadı." böyle bir şey çıkıyordu. Ondan sonrada uyandım. Mercan'ı uyandırdım ve ona bu sefer gördüğüm rüyayı anlattım. Kahvaltıda da herkese anlattım. Artık hepimiz korkuyorduk. Türkiye'ye gideceğimiz zamanı değiştirmeye karar verdik ama ya o zaman uçak parçalanırsa iyi düşünmeye çalıştık ama olmuyordu. Yarışmaya 2 gün kalmıştı. İşte o sırada aklıma bir şey geldi "Neden bu rüyaları ben görüyorum?" işte o zaman daha çok endişelenmeye başladım. Neyse ki Ali'nin babası bize dondurma ısmarladı. Yoksa bu olayı unutamazdım. Gece otele gidince uyumak istemedim, uyuyamadım da zaten. Yaklaşık saat 00.00 gibi uykuya daldım. Bu sefer rüyamda annemi ve babamı gördüm. Ama telaşlıydılar ve hastanedeydik. Acı hissediyordum. Sabah yine herkese anlattım. Hepimiz daha da korkmaya başladık. Arabayla veya gemiyle gitmek istedik ama okulumuz vardı. Erkenden gitmemiz gerekiyordu. Yarışmaya odaklanmaya çalıştık. O gün rüyamda çığlıklar duydum. Herkes "Yardım edin!" diye bağırıyordu. Bir anda uyandım. Saate baktığımda saat daha 03.00'tü. Gözümü kapattım ve uykuya daldım. Rüyamda kupalar ve madalyalarla uçağa biniyorduk. Mutluyduk. Saat 07.30 gibi Mercan beni uyandırdı ve hazırlanıp gittik. Yarışma vardı. Hepimizi ilk güldüren kişi Arda oldu. Arda: -Arkadaşlar az gülün yaa. Yarışmamız var ve biz bu yarışmayı kazanmaya gidiyoruz. Bir rüya gerçek mi olacak ki? Moralinizi bozmayın. Kötüyü aklınıza getirmeyin. İyi, güzel şeyler düşünün, dedi. Hepimiz güldük. Nedense içim biraz da olsa rahatlamıştı. Yarışma alanına gittik, karnımızı doyurduk ve sıramız gelene kadar diğer yarışmacıları izledik. Biz 10. sıradaydık. 1 yarıştı, 2. yarıştı, 3. yarıştı... Bir takım sonra biz yarışacaktık. Bu Türkiye İçin çok gururlandırıcı bir olay. Hakemler bizi yarışma alanına çağırdı. Derin bir nefes aldım ve ve bunu yapacağımıza inandım. Son gücümüzle yarıştık. O sırada gördüğüm rüyalar hiç aklıma gelmedi Yarışma alanından çıktık. Mutluyduk, çünkü kazanma olasılığımız vardı. Sonunda bütün takımlar yarışmasını bitirdi ve sonuçları açıkladılar. 3. olmuştuk. Hepimiz çok mutluyduk. Artık eve geri dönme vakti gelmişti. O an çok korkuyordum ve korktuğum da başıma geldi. O kızı gördüm. O da uçağı bekliyordu ve İngiliz’di. Uçağımız gelmişti ve binmek zorundaydık. Gemiyle veya otobüsle gidemezdik. Çünkü nerdeyse tüm paramızı uçak biletine harcamıştık. Uçağa bindik ve eşyalarımızı yerleştirdik. Ben kızın yanına gittim ve: -Merhaba. Benim adım Eda. Arkadaş olalım mı? Kiminle geldin? Kaç yaşındasın? Hangi ülkeden geldin? Hangi dilleri biliyorsun? diye saymaya başardım. Tatbikî de hepsinin cevabını biliyordum ama o benim bildiğimi bilmiyordu. Jane de Türkçe konuşabiliyormuş Birlikte çok iyi arkadaş olduk. Ben Jane'in uçak kazasında öleceğini biliyordum ama ona söylemiyordum. Bir saat filan geçmişti ki bir anons duydum "Sayın yolcular gidiş rotamızda bir değişiklik olmuştur. Lütfen yanlış yöne gittiğimizi düşünmeyin. İyi yolculuklar." işte bu söz benim son duymak isteyeceğim ses olabilir. Saatler geçiyordu ama bir şey olmuyordu.
Yaklaşık bir buçuk saat geçti ve sonunda beklenen şey oldu; uçak acil inişe geçiyordu ama aşağısı karlıydı. Çok tedirgin olmuştum, çok korkmuştum ve en önemlisi arkadaşımı kaybedeceğim için çok üzgündüm. Oysaki Jane çok iyi bir arkadaştı. Düşerken bir yere çarpıp ortadan ikiye ayrıldı. Biz arka tarafta olduğumuz için bize çok bir şey olmamıştı ama ön taraf yani pilot, yardımcı pilot ve ön tarafta oturan kişiler uçurumdan aşağı düştü. Arka taraf ise yaralılarla doluydu ama sapa sağlam çıkanlar da vardı. Eşyalar arkada olduğu için rahatlık ama yiyecek sıkıntımız vardı. Bazıları uçağın içine soğuk hava girmesini engellerken bazıları ise üstlerine kalın bir şeyler giyinip yardım göndermeye çalıştılar. Ben, Jane, Göktürk ve Göktürk'ün babası da yaralılara yardım ettik. Çok fazla kişi vardı. Bu yüzden bir kaç kişi daha yardıma geldi. Günlerimiz böyle zor geçerken beni tek mutlu eden şey Jane'in ölmemesiydi. O gün bunu düşündükten bir saat sonra biri soğuktan donarak öldü. Hepimizin sonu böyle gözüküyordu. Ertesi gün on kişi daha öldü. Sayımız giderek azalıyordu. 3,4 gün böyle geçmişti. Gitgide ölenler artıyor, bizim sayımız da azalıyordu. Neredeyse bir hafta olmuştu ve 47 kişiydik. İşte o gün sayımızı 46 kişiye düşüren kişi Jane oldu. Çok üzülmüştük Gece donarak ölmüştü. Rüyam teker teker gerçekleşiyordu. Jane'i kara gömdük ve mezarını süsledik. Jane'i asla unutmayacaktım. Jane benim en iyi dostlarımdan biri oldu. Kazadan 8 gün sonra bizim hayatta olduğumuzu ve nerde olduğumuzu öğrendiler. Bize 2 gün sonra 30 tane ambulans göndereceklerini haber verdiler. Keşke Jane de bizimle birlikte eve dönebilseydi diye düşündüm. 2 gün sonra geldiler ve bizi kurtardılar. 860 kişi arasından sadece 30 kişi sağ çıkabilmişti. O sırada bayılmışım. Gözümü açtığımda yanımda annem ve babam vardı. Çok sevindim ve hemen annem ile babama sarıldım. Onları çok özlemiştim. Bütün yaşadıklarımızı ve gördüğüm rüyaları annem ile babama teker teker anlattım. Çok büyük bir macera atlatmıştık. Benim anlamadığım tek bir şey vardı, nasıl olmuştu da gelecekte göreceğim şeyleri rüyamda görmüştüm. Çok gizemli ve çok büyük bir macera yaşamıştım. Bir hafta sonra hepimiz kendimizi toparladık ve tekrar eski hayatımıza devam ettik. Okulda herkes bize ne olduğunu soruyordu ve herkes bizi konuşuyordu. Başarılı olmak çok güzel bir duyguydu.

21 Eylül 2024 Cumartesi

TEK VALİZ

 

Doğa Uzunpınar
Ekin Akçay
Elif Serra Yıldırım
Nehir Güver
Elif Naz Özden
Elif Dağdeviren
Şeyma Ateş
Beste Kaya

Şimdilerde doğduğum topraklarda sonbahar ne güzeldir, diye düşündü. Oysa bu ülkede ve bu şehirde sonbahara dair yaşanabilecek güzellikler ne kadar azdı. Mesela ayaklarının altında hışırdayan yapraklar yoktu. Mesela göç eden leylekler yoktu. Turşu yapan, elma kurutan, salça yapan kimseler de yoktu. Okul alışverişleri ile dolup taşan caddeler, sokaklar yoktu. Ama burada olan şeyler de doğduğu şehirde yoktu. Burada kargaşa ve gürültüden başka bir şey yoktu aslında fakat kargaşanın ve gürültünün her türü vardı. Binalar gökyüzüne kadar uzanıyor bazıları bulutları sıyırıyordu. Yollarda iğne atsanız yere düşmezdi. İnsanlar yürümekten çok koşuyor gibiydi ve taşıtlar gün boyu, gece boyu vızır vızır ilerliyordu. Yalnızca yerde değil gökyüzünde de benzer bir trafik vardı. Alışılacak gibi görünmüyordu bu hayata. Bu ülkeye, bu şehre geleli henüz birkaç gün olmuştu ve buradaki yaşam tarzını henüz kavrayamamıştı. Kaç gündür doyasıya yemek yememişti. Makarna ve salata dışında hiçbir şeye yaklaşamıyordu. Çünkü kendi ülkesindeki mutfak kültürünün en küçük kırıntısı bile yoktu buralarda. Zaten insanlar tıpkı sokakta yürüdükleri gibi yemek yiyordu. Olabildiğince hızlı yiyorlardı. 
Zihninden hep düşünceler geçiyordu ve bir an bile düşünmeyi bırakamıyordu. Zihni hep meşgul olduğundan birkaç kez yanlış sokağa girmiş ve kaybolmaktan son anda kurtulmuştu. Zaten sokaklar hep birbirine benziyordu. İnsanlar da hep birbirine benziyordu. Bu kadar benzerlik içinde tek aykırı görünen kendisiymiş gibi hissediyordu. Çirkin Ördek Yavrusu masalını yaşıyor gibiydi bu ülkede. Sadece gündüzler değil geceleri de hayli yorucuydu onun için çünkü gece boyu da gürültüler bitmiyordu. Güç bela uykuya dalıyor sonra karmaşık rüyalardan kan ter içinde uyanıyordu. Bu düşünceler zihninde dolaşırken kaldığı yurdun kapısının önüne geldiğini fark etti. Yurda karşı bir aidiyet hissi yoktu. Ülkesindeki en ucuz otel bile onun için buradan daha cazipti. Buraya ait olmadığını her adımda hissediyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu, buraya eğitim için gelmişti. Onca sınavdan geçmiş, onca başarı elde etmiş ve bu üniversiteye davet edilmişti. Pek çok arkadaşının hayaliydi bu. Kendisinin de hayali buydu fakat gerçekler hayallerindeki gibi değildi. Yurt dışını deneyimleyen bütün arkadaşları onu teşvik etmişti fakat kimse bu zorluklardan bahsetmemişti. Birdenbire acıktığını hissetti. Keşke üzerine tereyağı dökülmüş bir mercimek çorbası olsa ve yanında küçük bir salata bulunsaydı. 
Annesi ne güzel yemek yapardı. Memleketinin ekmeklerini, ekmek kokusunu bile özlemişti. Fırınların önünden geçerken burnuna gelen ekmek kokularını hatırladı. Daha ilk günlerde bu kadar memleket özlemi fazlaydı. Fazla duygusallaşmıştı. Oysa neşeyle binmişti uçağa ülkesinden ayrılırken. Kendisini toparlamalı ve bu hayata ayak uydurmalı, hayallerini gerçekleştirmek için çalışmaya başlamalıydı. Kaldığı yurdun merdivenlerinden bu düşünce ile odasına doğru ilerledi. Odasında kendisinden başka biri daha kalacaktı fakat şimdilik yalnızdı. Odasının kapısını açtığında odada yeni birini gördü. Kendisiyle aynı yaşta görünen bu genç kızı görür görmez düşünceleri dağıldı. Bir oda arkadaşına sahip olacağı için sevindi ve heyecanla:
-Merhaba, dedi. 
Bu kelimeyi duyan genç kız gülümsedi ve ayağa kalktı:
-Türk müsün? 
İkisi de heyecanlanmıştı. 
-Elbette Türk’üm. Adım, Gülce. Ankaralıyım. 
-Benim adım da Rengin. Bugün geldim buraya ve kendimi çok yalnız hissediyordum az önceye kadar. Şimdi öyle mutlu oldum ki. Sanki Aksaray’da gibi hissettim kendimi. Aksaray’dan ilk kez çıktım şehir dışına ve buraya geldim. 
Gülce:
-Tanıştığımıza sevindim, dedi. Şu birkaç gün ne kadar zor geçmişti benim için bir bilsen. Artık sen varsın ve yalnız değilim.  
Sonraki günler Gülce ve Rengin için çok fazla sıkıcı değildi. Arkadaşlarıyla da usul usul tanışıyorlar, dil öğreniyorlar ve anlaşmaya çalışıyorlardı. Hatta zaman zaman kendi aralarında bile Türkçe konuşmadıkları oluyordu. Artık Gülce ve Rengin bu şehrin yemeklerine, sokaklarına, hayatına alışmaya başlamışlardı. Günler hızla geçiyordu. Rengin, Gülce’yi ülkelerine döndüklerinde Aksaray’da misafir edecekti. Gülce de Rengin’i Ankara’ya davet etmişti. Heyecanla ülkelerine dönecekleri günü bekliyorlardı. Bir yandan da dersler sona ereceği için üzülüyorlardı. 
Nihayet okulun son günü gelmişti. Hazırlıklar yapılmıştı memlekete dönmek için. Gülce de Rengin de başarılı geçen bir seneden dolayı mutluydu. Artık bu şehrin, ülkenin yabancısı saymıyorlardı kendilerini ve çok iyi İngilizce konuşabiliyorlardı. Rengin, valizini tam olarak toplamadığı için sınıftan erken ayrılmıştı. Son ders bitmiş, herkes vedalaşmaya başlamıştı. Bu esnada dersin öğretmeni, Gülce’ye yaklaştı:
-Tebrik ederim Gülce.  Bir sene boyunca odanda tek yaşadın. Çok uzaklardan farklı bir coğrafyaya gelmene rağmen bu başarıyı elde ettin. 
Bu sözler Gülce’yi korkutmuştu. Hemen sınıftan ayrıldı. Koşarak odasına çıktı. Odasında sadece bir dolap, bir yatak ve kendisinin hazırladığı valiz vardı.