2 Aralık 2023 Cumartesi

KORKU

Belinay Coşkun

Benim dünyam çocuk dünyası
İçinde oyuncaklar masallar gizli
Büyüklerin bir dünyası var
Benim dünyam sonsuzluğun dünyası

O dünyada yalnızca ben varım
Yalnızca hayallerim var
Ümitlerim var
Oyuncak bebeklerim
Bazen de kedim var

Korkuyorum büyümekten
Onlarca dünyadan çıkıp
Bu dünyada kalmaktan




YAZILMAMIŞ MASAL

Belinay Coşkun

Masalları düşünüyorum
Sayfalar dolusu uzayıp giden
Kiminde uçan halılar 
Kiminde Kafdağı

Masal başka bir ülke
Zaman yok orada mekân yok
İmkânsız yok
Kararsız kalıyorum hangisine gideyim
Göklerde mi uçsam
Üç dilek mi tutsam
Denizkızıyla mı tanışsam
Devlerle mi savaşsam
Masalları düşünüyorum
Hiç yazılmamış olan

SU

 Ayça Yıldız


Derede yerde evde
Her yerde
Su vardır 
Her derede
Çölde Amazon’da bile
Sen olmasan ne yapardı dünya
Dünyanın dört bir yanı
Seninle kaplı
Sen olmasan olmazdı
Bu güzel dünya

TÜRKİYE'M

 


Elif Erva Öztürk

Türkiye'm en iyisi
Ülkemiz en güzeli
Rizeden Tekirdağ'a
Kayseri’den Malatya’ya
İnci gibidir Türkiye’m
Yaşayacaksın ülkem
En sevdiğim ülkesin sen


KAPI

 

Aysel Zümra Yuvacı

Tak tak diye ses çıkarır 
Uzun süre bekler
Bir anda açılır
Onun uzmanı olmak istiyorum
Onun bekçisi olmak istiyorum
Bir de yavaş olması insana bağlı
Yavaş olursa olsun
Bana ne yahu
Aman Allah'ım açıldı güzel kapı
Cennete gitmeli kesin bu tayyare kafalı

Bu sözleri söyledim de
Duydu mu o şimdi beni
Rengi ve güzelliği beni benden alıyor
Ayıp olmasın da
Cennetlik olsun
Cennet kapısı olsun
Bu kapı

KARDEŞ

 

 

 
Merve Sena Öztürk

Kardeş demek
Sorumluluk kardeş demek
Birlikte oynamak
Her şeyi öğretmek
Evi paylaşmak demek
 
Erkek kardeş kızkardeş
Hepsine öğretmek
Onları çok sevmek
Mutluluğu bilmek
 
Sorumluyum kardeşlerimden
Parkta okulda bahçede
Birlikteyiz her zaman
Ayrılmayız bir yerde

PENCERE

 Aziz Toptaş
Camdan parklara bakıyorum
Oradan oraya koşan çocukları
Neşeyle ve mutlulukla görüyorum
Parklara koşan çocukları izliyorum

Camdan parklara bakıyorum
Görüyorum salıncakta sallananları
Görüyorum kaydıraktan kayanları
Koşuyorlar heyecanla parklara
Sevinçle mutlulukla heyecanla

ÇÖL GÜZELİ

 

Tayfun Tabuk

Çöllerin güzelliği
Develerin misafiri
Üzerinde dikenler
Can yakar kaktüsler
 
Dışında diken çayırı
Korur onun her yanını
Çöllerin tek güzelliği
Nil’in efendisi
 
Su istemezsin 
Diğer çiçekler gibi 
Toprağını seçmezsin
Kızgın kumlarda bile yetişirsin

Kumların kardeşi
Güneşin sırdaşı
Sensin ey kaktüs çiçeği
Ve senin kardeşlerin

ANNEM

 Emir Asaf Konaç




Annem canım benim
Nasıl teşekkür ederim sana
Nasıl beni taşıdın aylarca
Emek verdin bana yıllarca
Masal gibi bir şey senin oğlun olmak


TATLI KUZUM

Sude Gökçe Çelen


Canım kuzum
Tatlı kuzum
En güzel olan canım kuzum
Çok tatlısın çok güzelsin
Dünyada teksin

Canım kuzum tatlı kuzum
Beyaz yünlerinle 
En güzelisin
Kuzuların en tatlısı

BAHÇE

 



Ecrin Kılıç

Evimizin bahçesi
Cıvıl cıvıl çiçekleriyle
Süsler evimizi
Bakınca dikkatle

Hareketli her yeri
Böcekleri, kedileri
Dikkatli bakınca
Cıvıl cıvıl her yeri


YAPRAKLARINI DÖKMEK İSTEMEYEN AĞAÇ

Zehra Fırat

Bir zamanlar küçük bir kasabada yaşayan bir bahçıvanın üç meyve ağacı varmış. Bu üç ağaç kardeşmiş. Ağaçların en küçükleri hiçbir sonbaharda yapraklarını dökmezmiş. Bahçıvan, küçük ağaç da yapraklarını döksün diye ona her ağaçtan daha iyi bakarmış. Ama ne yaptıysa nafile… Küçük ağaç yapraklarını dökmezmiş. Aradan zaman geçmiş. Diğer iki kardeş büyümüş, yeni dalları ve budakları oluşmuş. Küçük ağaç yapraklarını dökmediği için büyüyememiş. Bahçıvan bunun üzerine bir nasihat vermiş ağaca:
-Küçük ağacım, bak beni dinle. Hiçbir sonbaharda yapraklarını dökmezsen hep böyle minik kalacaksın ve sonunda kuruyup öleceksin, demiş. 
Küçük ağaç:
-Hayır, ne olursa olsun ben bu yeşil yapraklarımı dökmeyeceğim, demiş. 
Bahçıvan: 
-Zaten hiç meyve de vermiyorsun. Küçük ağaç cevap vermemiş. Bahçıvan gitmiş. Küçük ağaç usul usul kurumaya başlamış. Artık ölüm döşeğindeymiş. Son sözleri şunlar olmuş:
-Özür dilerim bahçıvan, özür dilerim ağabeylerim… Özür dilerim yapraklarım. 
Bunları dedikten sonra bir kez daha şansını denemiş ve demiş ki:
-Uçup gidin yapraklarım, uzak diyarlara gidin. Bütün yaprakları ağaca elveda diyerek uçuşmuş. Ağaç bunu ölüm zannediyormuş, öldüğünü düşünüyormuş ama aslında kış uykusuna dalma zamanıymış. 
Baharda uyandığında yeniden yapraklarının yeşerdiğini ve kendisinin de büyüdüğünü fark edince mutlu olmuş. Küçük ağaç sevincini yeni yapraklarıyla sohbet ederek onlarla paylaşmış. 

ANAHTAR

 


Zeynep Göktaş

Açar her kapıyı
Nasıldır şekilleri
Ağaçlı
Hayallerimde
Tam sığmaz her kapıya
Ama belki küçük büyük
Resmen çok işe yarıyor

HAYVANAT BAHÇESİ

 Ahmet Sait Yurttaş

Ali adında bir çocuk vardı. Sessiz, sakin ve gezmeyi seven bir çocuktu. Ali o gün çok mutluydu çünkü gezmeyi sevdiğini bilen ailesi onu hayvanat bahçesine götürecekti. 
Sabah erkenden hazırlandı, ailesi de erken hazırlanmıştı. Anne ve babasıyla yola koyuldular. Birkaç saatlik yoldan sonra hayvanat bahçesine ulaştılar. Bahçede değişik değişik hayvanlar vardı ama Ali'nin bir heyecanı daha vardı, ilk kez kaplan görecekti. Kaplanları çok severdi. Diğer hayvanları görüp tanıdıktan sonra sıra kaplanların olduğu kafese geldi. 
Kaplanın tüyleri çok güzeldi. Duruşu çok asildi. Hem sevindi Ali hem de üzüldü onu gördüğüne. Gezintileri bitince Ali ailesine teşekkür etti. 
Akşam yorgundu, mutluydu ama kaplan aklından çıkmıyordu. 

ÖĞRETMENLER

 
Umut Pekyiğit

İsimleri başka başka olsa da
Onlar öğretti bize
Matematiği Türkçeyi
Onlar öğretti bize her şeyi

İstiklal Marşı'nı
Gururla söylemeyi
Onlar öğretti bize
Saygıyı sevgiyi

İsimleri başka başka olsa da
Onlar anlattı bize
Hayatı, dünyayı
Türk kimdir tanımayı

TÜRKLER


Umut Pekyiğit

Türklerin tarihi çok eski
Üşümediler, yanmadılar hiçbir coğrafyada
Resimler, kitabeler kalmış bize 
Kimlerden, kimlerden
Laleler gibi güzel
Eskiler, çok çok eskiler
Resimlerden anlarız biz Türkler kimler

APRIN ÇOR TİGİN

Umut Pekyiğit

Uygurlardan bir adam
Çok güzel biri
İlk Türk şairi
Aprın Çor Tigin

O yazdı Türkçe şiirleri
Aprın Çor Tigin
Yazdıklarından anlarız 
Ne kadar büyük biri 

MASAL

 Elif Yüsra Yaralı

Canım Masal
Can dostum 
Arkadaşların en güzeli
Nasıl anlatsam onu
Işık saçar 
Masal arkadaşım

Masal, Masal, Masal
Artık anlasana arkadaşım
Sana bakınca
Aklım karışıyor
Lüle lüle saçlarını görünce

CANIM DEDEM

 Elif Yüsra Yaralı 

Can parçam
Ah benim dedem
Nasıl bu kadar güzel
Işıldıyorsun
Mantıklı şeyleri hep
Dedem bize söyler 
En tatlısı sensin
Dedelerin
Ellerinden öperim
Masal kutumsun benim

RESİMLER


Yiğit İbrahim Karain 



Resimler hayalimizi geliştiriyor
Eğer resimler olmasaydı
Solgun kalırdı duvarlar
İnsanlar resimleri sevmiyorlar
Maskotlar, çiçekler
Lazım her duvara
Evlerin en güzel süsü
Resimler insanın hayal gücü

ARKADAŞLIK


Ahmet Sait Yurttaş

Neşe ile doluyor her günümüz
Sevgi dolu anlarımız
Beraber çalıştığımız 
Beraber güldüğümüz
Arkadaşımsın sen
Hem de en güzel arkadaşım
Düştüm sen kaldırdın
Canım arkadaşım
En iyisi sensin arkadaşlarımın
Hep kalbimde olacaksın
Canım
Canım
Canım arkadaşım

MUHABBET KUŞUM

 
Reyyan Sibel Teke

Yeşil ve sarı arası
Dünyalar güzeli bir kuşsun
Sesinle evimize
Mutluluk katıyorsun

Kafesin var ama esir değilsin
İstediğin yere gider gelirsin
Soframıza bile bazen konarak
Bizimle yemek yersin

Ama bazen çok korkuyorum
Seni kaybetmekten
Evimizin neşesiz kalmasından

KIRILMA

 
ÖmerAli Çamcı
Kolum kırıldığında
Anladım önemini bir kolun
Hatta kapı kolunun

Şimdi iyileşti
Yine de bazen bakıp bakıp koluma
Üzülüyorum onu kırdığım için

Lütfen kolum, parmağım, bacağım
Ayağım
Bana hiç kırılma

GÖZLÜĞÜM

 Zeynep Gökçe Yılmaz

Çoğu sevmez seni
Bir yük olarak görür
Ama ben öyle değilim
İki seneyi aştı seninle yolculuğum
Seninle daha iyi görüyorum
Gözlüğüm canım benim
Sen olmasan göremezdim
Belki yanlış sınıfa giderdim

BENİM HAYATIM

 

Ömer Asaf Koç

Yaşamak, çocuk olmak çok güzel
Ama okul olmasa
Yazarsın bir derste beş sayfa
Hiç bitmiyor nasılsa

Sadece derste değil
Bir de ödevler var evde
Bari evde rahat olsak
Ama nerde

Tatil tatil diyorlar
Ama rahat bırakmıyorlar
Tatil galiba okula gitmemek
Yoksa ödevler yine bilmiyor bitmemek

30 Kasım 2023 Perşembe

BENİMLE OYNAMA

Meryem Er

Ya misafirlikte 
Ya otobüs durağında
Bazen evde bazen parkta
Her yerdesin 
Ne kadar uzak durmaya çalışsam da senden
Benimlesin

Gelip hatırlatıyorsun kendini
Kendi kendime kalınca
Lütfen benimle daha fazla oynama
Ey oyun

"YENİ" BİR KIŞ HİKAYESİ

    

Atıf Kaan Salar, Metehan Ersoy, Akın Eliş

Kar yağmayan bir şehirde yaşamıyordu. Kar, soğuk, buz çocukluğundan beri aşina olduğu şeylerdi ve yine bir kış mevsimi gelmişti. Kış demek, okul demekti. Yaz demek, tatil demekti. Bu yüzden belki de uzun tatilin adı “yaz tatili”ydi. Havalar iyice soğumuştu ama kar yağmıyordu. Haber bültenleri kışın kurak geçeceğinden bahsediyordu. Hiç iyi haber vermezlerdi ki. 

    Cuma günün yorgunluğu ile eve döndü. Cumartesi ve Pazar günleri çok iyi çalışması gerekiyordu çünkü pazartesi günü hayatının sınavı sayılabilecek bir dersin sınavı vardı. Türkçe sınavına hazırlanması gerekiyordu çünkü Türkçe dersinden 70 ortalamayı tutturamazsa sınıf tekrarı yapması gerekiyordu. Türkçeyi seviyordu ama Türkçe derslerini sevmiyordu. Neydi o sıfatlar, zamirler, ekler, kökler… Zarf tümleçleri, edatlar… Hepsi havada uçuşuyordu kafasında. Hele noktalama işaretleri… Hepsini biliyordu ama sınavda yapamıyordu. Ya o söylenmesi güç kelimelerin anlamlarının sorulması yok mu? Binlerce sözcükten en zor olanlar galiba sözlükten seçilerek önlerine konuyordu. Bu düşüncelerle eve dönerken havada tatlı bir koku hissetti. Kar kokusu derdi yaşlılar buna. Hava tertemiz ciğerlerine doldukça mutlu oluyordu. Özlemişti kar yağışını.

    Evine ulaştı, yemeğini yedi. Biraz televizyon izledikten sonra dışarıya pencerenin ardından baktı… Kar başlamıştı. Hem de ne biçim kar. Dışarda göz gözü görmüyor, pamuk şekeri gibi kocaman kar parçaları düştüğü yerde kalıyor, erimiyordu. Şimdiden birkaç santim olmuştu bile. Sabaha kadar yağarsa arkadaşlarımla kartopu oynar, kardan adam yaparım diye düşündü. Yorgundu. Üstelik sınav endişesi de onu güçsüz bırakıyordu. 

    Bir saat kadar sonra uyumuştu.

Sabah uyandığında doğrudan dışarıya baktı. Bembeyaz bir sokak görmeyi düşünüyordu… O da ne? Gece kar yağışı yağmura dönmüş ve tek kar kütlesi bırakmamıştı dışarda. Oturup ders çalışmaktan başka çaresi yoktu zaten. Akşama kadar kitapları karıştırdı, sözlüklere baktı… Defterlerini tekrar etti. Bitecek gibi değildi konuları. Bir de yazım yanlışları çıkmıştı ortaya. Türkçe konuşulduğu gibi yazılan bir dil değildi sanki…

    Akşama kadar evden çıkmadı. Yine akşam yemeği sonrası dışarıya baktığında kar yağdığını gördü, gökyüzüne baktı:

    -Biliyorum gece yağmura döneceksin, boşuna ümit verme bana, dedi.

Yatağına uzandı, karmakarışık rüyalarla sabahı zor etti. Hatta rüyalarından birinde Türkçe dersinden kaldığı için sınıfı tekrar ediyordu. Kendilerinden alt sınıfta olanlarla aynı sıralara oturduğunu gördü. Utanç vericiydi. 

    Sabah uyandığında dışarıya bakmak ve bakmamak arasında tereddüt etti. Yine de pencereye yürüdü. Yağmıştı! Bu kez kar yağmıştı hem de diz boyu… Neşe ile elbiselerini giyindi. Eldivenlerini taktı, aylardır görmediği bir arkadaşı gelmiş gibiydi kapıya. Kapıyı açar açmaz önündeki kardan bir avuç aldı ve ağzına attı. Soğuktu, özlemişti. 

    Hemen arkadaşının kapısına yöneldi. Arkadaşı kapıyı eldivenleri ile hazır açtı. Kapı kapı dolaşarak nihayet ekibi beş kişiye tamamladılar. Önce gruplara ayrılarak kar savaşı ve kar kalesi yaptılar. Biraz dinlendikten sonra yapı yarışması yaptılar. Hızlıca yemek yedikten sonra apar topar dışarı çıktılar birinin elinde damacana, diğeri ayaklarına pet şişe bağlanmış vaziyette döndüler ve bu düzeneklerle kaydılar bir süre. Akşama doğru hava birden yumuşadı. Neler oluyordu mevsimlere. Bu kar erimemeliydi, üstelik ders de çalışmamıştı, hatta üşüyordu, öksürmeye de başlamıştı. Ateşinin yükseldiğini hissetti. Eve girdiğinde her şey için çok geçti artık. Yarın sınav ardı, bir günü boş geçmişti. Dün çalıştığı her şey beyninden dökülmüş gibiydi. Yatağa uzandı. Annesi nane limon kaynattı. Sınavı düşündükçe hastalığı daha da artıyordu. Dışarda da yağmur başlamıştı ve karlar eriyordu. Çaresiz, hasta hasta sınava gidecekti ertesi gün.

    Aldığı ilaçların etkisiyle sızmıştı. Sabah büyük bir gerginlikle uyandı. Telefonuna baktı, okul saati yakındı. Elbiselerini giyiyordu ki gelen mesajları gördü. Yoğun hava şartları nedeniyle 3 gün kar tatili verilmişti. İnanılır gibi değildi. Belki de rüya bu diye düşündü. 

    Pencereden baktı, yine diz boyu kar vardı üstelik yağmaya devam ediyordu.

    Bulutlara doğru baktı yüzünde bir tebessüm oluştu:

    -Teşekkür ederim, dedi. Yeniden yatağına uzandı. Bir süre sonra annesi, okula geç kalıyorsun diye seslendi ama cevap verecek gücü yoktu…


BÜYÜMEK

Metehan Ersoy

Büyüyor parklarda ağaçlar
Saksıda çiçek
Kafeste kuş
Büyüyor kuraklık

Büyüyor karanlık, yalnızlık
Hastalıklar da büyüyor
Yakılan küçücük ateşler
Büyüyor
Küçücük ormanlar büyüyor

Ben de büyüyorum
Büyüyen her şeyle 

HEDEF

    Yeni yıl yaklaşmıştı. Sokaklar, caddeler rengarenk ışıklarla süslenmiş insanları tatlı bir telaş almıştı. Çünkü yeni yılın kutlanacağı ilk ülkede yaşıyorlardı. 
    Yeni bir yaşa gireceği için mutluydu çünkü 1 Ocak aynı zamanda doğum günüydü. Doğum günü kutlamasının yılbaşı kutlamaları ile aynı anda olması ona bu günü daha da anlamlı hale getiriyordu. Kendisine gelecek hediyeleri günler öncesinden merak etmeye başlamıştı bile. Yaklaşan tatil nedeniyle sınavlar peş peşe yapılıyordu. Aldığı notlardan sıkılır olmuştu. Kendisini tek mutlu eden şey tatil hevesi ve yılbaşı kutlamalarını düşünmekti. Bu düşüncelerle metroya doğru yürümüştü ve nihayet durağa gelmişti. Durak her zamanki gibi kalabalıktı ve kimse kimsenin farkında değildi. İnsanların hemen hepsinin elinde kitapları vardı ve kimileri ayakta kimileri oturur vaziyette kitaplarına dalmışlardı. Ne okuyorlardı? Okumayı onlar için bu denli gerekli kılan şey neydi? Okumak bir uyuşma biçimi miydi yoksa düşünceyi geliştirme yöntemi mi? O, kitap okumazdı, kitap okuyan insanları okurdu. Yüzlerine bakar, onların hikâyesini düşünür, yaşlarına göre tahminlerde bulunurdu. Mesela şu az ilerde elindeki kalın kitaba gömülmüş yaşlı kadın, ihtimal tek başına yaşıyordu. Evinde muhakkak kendisi gibi yaşlı bir kedisi vardı. Bu düşünceden sonra kadının ellerine baktı. Tahmini doğruydu, ellerinin üzerinde küçük çizikler vardı. Önce uğultusu ve rüzgarı ardından metronun kendisi geldi. Zaten dolu olan metroda kendisine yer bulmakta biraz zorlandı ama kendisini içeri atmayı başarmış hatta oturacak yer de bulmuştu. Yerine oturduktan sonra etrafına bakındı ve telefonuna gömüldü. Yaşlı kadınlar, erkekler ayakta yolculuk yapıyor olmaktan şikâyetçi değillerdi. Birkaç dakika sonra karşısında oturan adamdan tuhaf bir kokunun kendisine doğru yayıldığını hissetti. Adama dikkatle birkaç saniye bakınca göz göze geldiler. Garipti… Adam da kendisine garip bakıyordu. Bu bakışı bir yerlerden tanıyordu. Yolculuk boyunca bir daha bakamadığı bu yüzü nereden hatırladığını düşünerek evine ulaştı. Biraz dinlendikten sonra resim çizmeye karar verdi ve metrodaki adamın yüzü aklına geldi. Bilinçsizce kağıt üzerinde kalem hareket ediyor, anlamsız desenler çiziyordu. En sevdiği anime karakteri Douma’yı çizmekte karar kıldı. Resim son haline yaklaştığında metrodaki adamı nereden hatırladığını bulmuştu. Kalemi masaya bıraktı. Çizdiği Douma’nın resmine baktı. Evet, metrodaki adamın bakışları Douma’nın bakışlarıydı.  
    Ertesi gün okuluna gittiğinde bahçe kenarında dün metroda gördüğü adamı yine gördü. Adam boş boş bir tarafa bakıyordu. Merakla adamın baktığı yöne baktı o da. İlerde şapkasından yüzü görünmeyen bir adam vardı. Yüzünü merak ettiği kişi Kibutsuji Muzan’dı. 

29 Kasım 2023 Çarşamba

AĞIR YÜK

    Semih Karataş

    Akşam karanlığı şehre çökmüştü. Sırtında ağır çantası ile şehrin kenarına doğru ilerliyordu. Bir süre kalabalıkların, gözlerini kamaştıran araç ışıklarının arasından tedirginlikle yürüdü. Sırtında taşıdığı çantayı arada eliyle yokluyordu. Çok zordu bu çantayı taşımak hem ruhuna hem bedenine. Bir süre sonra yollar tenhalaştı. Araçlar azaldı. Akşam karanlığı iyice koyulaştı. Sokak lambaları bile önceki semtlerdeki kadar canlı yanmıyordu. 
    Biraz önce ruhunu daraltan egzoz kokularının ve dumanlarının yerini bu kez odun ve kömür kokusu, yakılmış lastik kokuları almıştı. Şehrin merkezinden iyice uzaklaştığını fark ettiğinde arada bir geriye dönerek bakıyor, ardından gelen biri olup olmadığından emin olmak istiyordu. 
    Nihayet evler seyrekleşti. Derme çatma, boyaları solmuş ya da badanalı, pencereleri ahşap çerçeveli bahçeli evler arasında yürüyordu. On dakika kadar yürüdükten sonra gözüne ilerde bir ev kestirdi. Yükünü artık taşıyamayacak kadar yorulmuş, hava soğuk olmasına rağmen terlemişti de. 
    Arada bir köpek sesi duyuyor ya da yanından geçen bir kedinin sessiz adımlarıyla irkiliyordu. Gözüne kestirdiği eve doğru ilerledi. Tek ışık yanıyordu bu evde ve oldukça cılız bir ışıktı bu. Sağında solunda başka bir ev yoktu. Bahçesi de yoktu. Eve birkaç eskimiş basamakla çıkılıyordu. Evin önünde küçük bir sundurma vardı ama onun da sacları perişan halde görünüyordu. İyice yaklaştı, birkaç eski ayakkabı, bir çift terlik ve çocuk ayakkabıları vardı kapıda. İçeriyi düşündü, içerde yaşayanları. Kaç çocuk vardı içerde… Evin babası acaba çalışıyor muydu, yoksa hasta mıydı? Evde hasta olan birileri vardır belki diye düşündü. Sefalet evin içinden dışına doğru sızıyor adeta kendisini kuşatıyordu. Akşam yemeği yemişler miydi? Sobaları var mıydı ve yanıyor muydu? Kafasında sorular uçuşurken bir yandan da kimseye görünmemeye dikkat ediyordu. Evin kapısı önüne geldiğinde bir gölge gibi hareket etmek zorundaydı. Çantasını sırtından indirdi. Elini dibine kadar daldırdı ve tomar tomar para çıkardı. Paraları koyacak bir yer bulması gerekiyordu. Pencere önüne koyamazdı. Kapı önüne bırakmazdı. Ya başkaları görür ya da rüzgar uçurabilirdi. O sırada kapının solunda eski peynir tenekesine benzeyen bir kutu gördü. Paraları içine koymayı düşündü ama ya üzerine çöp atılır ve paranın hiç farkına varılmazsa, diye düşündü. En iyisi tenekenin altına koymaktı paraları. Teneke ses çıkarabilirdi, dikkat etmeliydi. Tenekeyi kaldırdı ve altına özenle paraları dizdi. Tenekeyi yeniden üzerine koyarken küçük bir tıkırtı olmuştu. Görünmemesi, kendisini fark ettirmemesi gerekiyordu. Olanca hızıyla boş çantayı yeniden sırtına aldı ve ardına bakmadan bir süre koştu. Görünmeyecek karanlık bir mekan bulunca kendisine geriye döndü ve eve baktı. Evin dış kapı lambası yine cılız bir biçimde yanıyordu. Ayakları yalınayak bir çocuk tenekeyi kaldırıyordu. Heyecanlandı uzaktan. Çocuk bir süre tenekenin altındaki paralara baktı ve içeriye doğru çığlık çığlığa bağırdı:
    -Anne, baba! Koşun, para buldum burada… Çok para!
    Yeniden şehrin merkezine doğru yöneldi, varoşlara sırtını döndü. Uzaktan araç lambaları parlamaya başlamıştı. İçinde ve sırtında hafifleyen şeyleri düşünüyordu. Adımları yavaştı. 


ÜÇ KARDEŞ

Aydın Çınar Yıldırım

Buzların bacalardan sarktığı tükürsen yere düşmeyecek soğuk bir kış günüydü. Üç erkek çocuğu olan bir ailenin sonuncusuydu. 1940 yılında iki ağabeyini cepheye gönderen Marek o yıllarda yaşı küçük olduğu için askere alınmamıştı ama artık onun yaşı da asker olmak için uygundu. İki senedir ağabeylerinden hiçbir haber alamamıştı ve şimdi sıra kendisine gelmişti. Ağabeyleri acaba hangi cephede, kimlerle savaşıyordu? Yaşıyorlar mıydı? Bir yıl öncesinde kısa bir mektup almıştı. Mektup şöyleydi:

Sevgili Marek,

Buraya geldiğimiz günden beri çoğunlukla aç ve uykusuz günler, geceler geçiriyoruz. Şimdiye kadar yaşamadığım soğukları burada yaşıyoruz ve üşüyoruz. Sen evin, ülkenin kıymetini bil. Buraya gelmeni aslında hiç istemem. Ağabeyim Robert’le hiç karşılaşmadık. Haberini de alamadım. Umarım senin haberin vardır nerede olduğundan. Benden ve bizlerden duanı esirgeme.

Ağabeyin Paweł

Marek bu mektubu günlerce yanında taşımış ve ağabeylerini hiç unutamaz hale gelmişti. Onlardan gelecek küçük bir haber, mektup beklemekle geçmişti geride kalan yıllar. Yine bir haber, mektup beklediği sabahlardan birinde postacının kendi evlerine doğru yöneldiğini görünce kalbinin hızlı atmaya başladığını hissetti ve beraber yaşadığı annesinden önce kapıya koştu. Daha postacı çantasındaki mektuplara bakarken elini uzatmıştı bile. Postacı soğuk bir sesle:

-Bay Marek siz misiniz, dedi. Marek tiz ve heyecanlı bir sesle:

-Evet, buyurun benim, dedi. Zarfa uzandı ve heyecanla açmaya başladı. Heyecanını gören postacı:

-Bugün yüzlercesini bıraktım bu zarfın. Galiba askerlik çağın geldi senin de, dedi. 

Marek’in beklediği bir mektup değildi bu. Açtı, okumaya başladı:

Sayın Marek.

Bildiğiniz üzere ülkemiz büyük bir savaş veriyor. Cephede kayıplarımız çok fazla ve onların yerine yenilerini göndermemiz gerekiyor. Tıp öğrencisi olmanız nedeniyle cepheye doktor olarak görevlendirildiniz. 

Marek, hem sevinmiş hem de şaşırmıştı. Annesini kime bırakacaktı. O esnada annesi de yanındaydı ve ağlıyordu. Marek’e eğilerek:

-İki oğlumdan haber yok halen şimdi de üçüncüsünden mi ayrılacağım, dedi. 

Marek’in içini hüzün kapladı ama belki de ağabeylerimi görür, onlardan haber alırım diye içinden geçirdi. Çok fazla zaman yoktu. Valizini topladı ve ertesi sabah günün ilk ışıklarıyla istasyona ulaştı. Kendisini savaş bölgesine götürecek trene bindi. İstasyon kendisiyle aynı yaşta gençlerle doluydu. Kimi ağlıyor, kimi sevgilisiyle vedalaşıyordu. Herkesin duruşunda, bakışında bir gurur vardı. Beş saatlik bir yolculuktan sonra görev yerine ulaştığında ve belgeleri teslim ettiğinde kendisine güzel bir karşılama yapıldığını gördü. Görev yeri olan hastanede eli kolu sarılı yaralılar, bacağını, gözünü kaybetmiş askerler vardı. Önceleri ürktü bu manzaradan ancak tez zamanda hastanenin diğer doktorunun da yardımı ile işine alışmaya başladı. 

Hastane koğuşlarını dolaşırken yüzü tamamen sarılı bir yaralı dikkatini çekmişti. Bakışları hiç yabancı değildi ama konuşacak gücü de yok gibiydi bu askerin. Birkaç gün sonra askerin de kendisine baktığını hissetti ve yanına gitti. Yaralı asker de heyecanlanmıştı kendisine doğru yürüyen Marek’i görünce. Marek yaklaştı, sargıları bir kenara usulca çekti:

Ağabey, sen misin, dedi. Asker şaşkındı. Bir süre yüzüne baktıktan sonra:

-Sen… Marek, sen misin, dedi. Sarıldılar… Hastanede ilk kez böyle bir mutluluk havası esiyordu. Marek, kısa bir sohbetten sonra diğer ağabeyi Paweł’in cephede öldüğünü öğrendi. Hem sevinçliydi hem de üzgün. 

O akşam iki kardeş annelerine uzun bir mektup yazdılar. 


ÇİLE

Meva Vural

Ne yapacağım Allah’ım
Her gün bir yenisi çalıyor kapımı
Her gün bitmeyen bir çile

Hayat bir yanda akarken sessiz bir nehir gibi
Bakamadan başımı kaldırıp göğe
Bakamadan karla kaplı dağlara
Gelip geçiyor günler
Gelmemek üzere bir daha
Yığınla ders, yığınla konu
        Hiç gelmiyor sonu

Yetmiyor yirmi dört saat
    Bir hafta
        Bir ay
            Bir yıl
                    İster ayıl
                            İster bayıl

Bense oturmuş boş bir sayfaya
Şekiller çiziyorum
Desenler çiziyorum
Hepsinin ortasında durup
Ne yapacağım Allah’ım diyorum


HARFLER

 Eymen Akif Şahin

bir sürü harf var dünyada ve geçmişte
kimi unutulmuş 
kimi kullanılan
kimi latin, kimi arap kimi runik
bir sürü yazısı var 
bir sürü harf var dünyada ve geçmişte

hepsi ayrı bir sesi karşılasa da
bazıları başka başka okunsa da
kelimeler aynı
anlamlar aynı

insanlar da harfler gibi
çeşit çeşit
insanlar da harfler gibi
değişik



KÜPELERİM

 Livanur Ekici 


papatyalı yoncalı
iki tane küpem var
ama isterim iki daha olsun
biri lütfen
nazar boncuklu olsun

iki tane kolyem var
ama isterim olsun bir daha 
ay yıldızlı ve kırmızı
takayım boynuma



SEVGİ

Hanzade  Eligüzel


Sevgi ile her şey bu dünyada
Anne çocuğunu sever
Koyun kuzusunu
Ağaçlar kuşları
Kuşlar yaprakları

Sevgi ile her şey bu dünyada
Yağmur sevgi ile yağar
Kar

Soğuk da olsa sevgi ile iner dünyaya
Sevgi olmasaydı dünyada
Yaşayacak ve yaşatacak
Ne kalırdı ki başka

24 KASIM

 Hanzade Eligüzel

Hediyelerle dolar bütün sınıf
Her 24 Kasım'da
Tüm öğretmenler sevinir
Her 24 Kasım'da

Bazıları pasta keser
24 Kasım gelince
Bazıları ise gösteriyle kutlar
Ortak olmak için sevince


BİLSEM

 Hanzade Eligüzel


Bilgiler öğretilir
İlgimi çeken
Lüzumsuz şeyler yoktur
Size verilen
Emanetiz biz buraya
Merak etmeyin bir şey olmaz

SU HAYATTIR

 Emir Celal Çat


bir damla su için
neler vermezdim
her insan yaşamak için
su içer derdim

dağdan bayırdan
bereket çıkıyor
bir hayat için
su gerekiyor

CUMHURİYET

 Emir Celal Çat 

Kutlu olsun Cumhuriyet
Herkeste olmalı hürriyet
Kutlu olsun Cumhuriyet
Ne güzel Cumhuriyet

Yüzüncü yılımızdayız
Sonsuza taşıyacağız
Her yılı daha ileri
Ne mutlu Cumhuriyet



ÖZGÜRLÜK

Elif Sude Göçer 


insan özgür değilse
nedir söyle bana
istediğini yapamazsa
ne yapsın söyle bana

özgür olanlar şanslı
istediklerini yapmalı
keşke herkes özgür olsa
istediklerini yapsa

herkes özgür olmazsa
olmasın öyle dünya
hayal etmesi bile kötü
ne acımasız bu rüya

DÜNYADAKİ YAŞAM


Ecrin Kılıç

İçinde insan hayvan ve bitki vardır
Canlılar yaşar
Sular akar
Hayvanlar koşar

Dünyada bir çok yaşam var
Dünya döner
İnsanlar yaşar
Bitki ağaç çiçek yaşar dünyada
Hepsi
Ama hepsi
Bu küçücük dünyada yaşar

Kedi
Kediler koştu kuşları tuttu
Tüyleri yumuşaktır
Hepsi tatlıdır

Miyav miyav ses çıkarır
Kediler miyavlarmış
Kuşlar kaçarmış
Kediler koşmuş tutmuş
Tüyleri yumuşakmış


YILDIZLARIN EVLERİ

Elvin Su Topçu

en çok onları özlüyorum gündüzleri
ya da bulutlu gecelerde
onları bekliyorum
saatlerce

yıldızlar
neden gündüzleri çıkmıyorlar
nereye saklanıyorlar 
biz onları görmediğimiz zaman
onların gizli bir evleri mi var



ÖĞRETMEN


Muhammed Aziz Toptaş

Öğretmenim benim
Sevgiyi sevgiyle öğreten
Doğruyu doğruyla öğreten
Sessiz bir bilgesin

Öğretmenim benim
Hayal misin, melek misin, insan mısın
Sevgiyle büyütüyorsun çocukları
Öğretmenim benim


28 Kasım 2023 Salı

ANAHTARSIZ GÜNLÜK

    
    Ezgi Budak

    İnsanlar anlamadıkları şeyleri yargılarlar. Yeni yeni keşfediyorum onların zihinlerini. Belki canlı ve aktif beyinleri fakat ölü yaratıcılıkları. Sebebi ise düşünmeye pek zaman ayıramamaları. Pek çok kişinin yok iç dünyası. Bu da onları bilinçsiz bir anlamsızlığa sürüklüyor. Yani insanlar varlığından dahi haberdar olmadıkları önemli bir şeyden mahrum kalıyorlar yaşarken. 
    Düşününce iç dünyalar olmasa hayat sıkıcı ve anlamsız olurdu. Neredeyse herkesin başkalarına anlatamadığı sırları vardır ya da ötekine anlatsa anlattığı kişiye manasız gelecek düşünceleri. 
    Tıpkı bir duvar gibidir düşünceler. Kimse temelini bilmez onların, malzemesini de. Dolayısıyla birine o duvardaki tuğlalardan birini versen, düşer, kırılır. Her ne kadar sağlam da olsa yok gibi temeli. Oysa sana çok mantıklı gelir o. Çünkü senin üst üste dizilmiş bir duvarın vardır düşüncelerden. Biri diğerini destekleyen tonlarca haykırış, suskunluk, isyan, eğlence, anı ve daha niceleri…
    Yargılamaktan bahsetmiştim. Çok sık karşılaşılan fakat insanın sebebini dahi bilmediği bir hastalıktır bu. Benim tavra göre yargılamak, diye adlandırdığım bir tür paranoyaklık. Açıklayayım: Ben içimde heyecanlı ve neşe dolu iken dışarı vuran yüzüm nedeniyle hep maruz kaldığım sorular, ithamlar olur: 
    -Hasta mısın?
    -Az yüzün gülsün.
    -Sen de sürekli somurtuyorsun!
    -Böyle yaparak hayatı kendine zindan ediyorsun. 
    Hep kendimi sorguladım, gerçekten karamsar mıyım, diye. İçimi yokladım. Hayır! Değilim ama sırf bu yargılar yüzünden gerçekten hastalanan, gülmeyen, somurtan, hayatı kendine zindan edenler var.  
Ne olursa olsun iç dünyalar kilitli fakat anahtarsız birer günlüktür. Bunu açıklamak bana düşmez, düşse bile ne mümkün açıklamak. Birer tane kocaman hikâye. Hüzünlüsü, tatlısı ve acılısı. Belki bu yazı size anlamsız gelmiştir… Haklısınız çünkü bu da zihin tuğlalarından bir seçme. 

SRET

Emir Baran İpek

Dünya döner sret
İyi kazanmaz pek
Keşke olsa hayat
Masallarda hep

Mesut yalan hüzün gerçek
Üzerimize gelecek
En sonu hiç bitmeyecek
Dünya döner sret

Kaldık bir arada
Her şeyin ortasında
Sanki hepsi kafamda
Dünya döner sret

Her şeyi durdurmak için
Zihnini boşaltmalı
Gelen şeyleri
Savuşturmalı

Bitmiyor bu döngü
İyi aslında kötü
Unutmayın bu sözü
Dünya döner sret

DAĞ

Mehmet Çınar Köksal

Heybetlisin
Ama bana çok ırak
Düşünürsün belki
Başındaki dumanla
Karla
Hiç bitmeyen yalnızlığını
 
Konuşursun belki
Rüzgarlarla, kuşlarla, bağrındaki taşlarla
Yüzyıllar boyu izlediğin gökyüzünü
Bulutları
 
Sen dağsın
Karşımda ve içimde
 
Derler sana
Dertsiz, tasasız
Ama bilirim ki
İçten içe yanarsın
Çünkü
Kavuşsa da insan insana
Özlediğine kavuşamazsın

YALNIZLIK

Emir Celal Çat

aç susuz
belki kalabilirim
ama hiçbir zaman
yalnız kalamam

yalnız kalmak
karanlık boşluk gibidir
yalnız kalan insan
mutlu değildir


UÇUŞAN YAPRAKLAR

Emir Celal Çat

bak geldi sonbahar
ağaçlardan düşen yapraklar
arkadan bize el sallıyorlar

bak geldi son bahar
bak rüzgar geliyor
yapraklar uçuşuyor

ilkbahar gelince
yeni yapraklar doğuyor
üstüne basmasınlar
her yaprak bir döngüye giriyor
doğanın akışında
uçuşuyor yapraklar

ŞİİRLER

Alp Mete Akbaş

Şiir gizemdir
çok özeldir
ben çok severim yazmayı
belki de bu yüzden

şiir
yazıp okumalı
yazmaya çalışmalı
yorulup sıkılmamalı
anlamsız bulmamalı
şiirler bunu ister
her şiir emek ister


KİTAP

Emir Asaf Konaç

Kitaplar öğretti bana
İyiliği dostluğu barışı
Tam anlamadığım şeyleri
Anlattı bana kitaplar
Paha biçilmez değerleri 

GEZMEK İSTEYEN AĞAÇ


    Sude Gökçe Çelen
    Bir varmış bir yokmuş. Uzun zaman önce bilinmeyen bir ülkede yaşayan bir ağaç varmış. Bu ağaç bir elma ağacıymış. Elma ağacı bulunduğu yerde beklemekten çok sıkılırmış ve hep gezmek istermiş. Elma ağacı, etrafında uçuşan yapraklar görünce onları çok kıskanırmış. Hep o da yapraklar gibi gezmek istermiş ama başaramazmış. 
    Bir gün elma ağacı yaprağa sormuş:
    -Siz nerelere gidiyorsunuz?
    Yaprak cevap vermiş:
    -Biz uçarak dünyayı geziyoruz, demiş. Bu cevap üzerine elma ağacı yaprakları daha da kıskanmış. Elma ağacı dünyayı çok merak ediyormuş. Herhangi bir yaprak yakınına düştüğünde hep aynı soruyu sorar ve aynı cevabı alırmış. 
    Bir gün elma ağacının da yaprakları dökülmeye başlamış. Böylelikle ağaç kendisi gezemediyse de yaprakları onun yerine dünyayı gezmiş. 
    Durumu anlayan, doğadaki işleyişi anlayan elma ağacı diğer yaprakları artık kıskanmaz olmuş ve onlardan özür dilemiş kıskandığı için. Çünkü kendisinden bir parça olan yapraklar da artık dünyayı gezebiliyormuş. Elma ağacı, kendisinin bir ağaç olduğunu ve güzel yapraklar yetiştirmekle görevli olduğunu anlayarak yerini daha çok sevmiş. 

ÇİÇEKLER

Hanzade Eligüzel

çiçeklerin ömrü kısadır
kimi sulanmazsa solar gider
kimi güneş görmediğinden
onlara iyi bakmalı
incitmeden

KEDİ

 
Aysel Zümra Yuvacı

Miyav miyav diye seslenir
İnsanlar ondan etkilenir
Dilini anlayamazsınız
Ona bir çok anı anlatırsınız

Ne dersek diyelim
Onunla anlaşamayız
Tırmalar durur etrafını
Bırakmaz çizilmemiş telefonu

O ince sesli bal tatlısı
Kalbine baksam 
Yedi parçaya bölünmüş 
Takım parçası

Ne merak edersin onunla ilgili
Kapkara ele geçirilmiş kedi
Olayı söyle anlayayım
O kadar tatlı ki kendisi
Onunla ben başa çıkarım

BENİM ATIM

 
Yusuf Kerem Köse

Ahırın kapısını açınca
Duruyor orda yaşlı bir at
Onun gücüne eşit bir karınca
Yaşlanmış bir ayağı sakat

Dolaşırdık sonsuza
Ben çok gençken
Derdim eve gidelim
Derdi sanki daha erken

Artık bir avuç yem
Yetiyor onun için
Eskiler gelince gözüme
Ağlarım için için

İkimiz iyi bir takım
Yaşlansak bile
Derim işte benim atım
Benden ayrılsan da yine

EN GÜZEL ŞİİR

Yusuf Kerem Köse
yürürken baktım yola
hayvanlara doğaya
dedim içimden ilk defa
en güzel şiiri yazamadım daha

dizeleri ekle yan yana
dörtlük, beyit olur sana
yazmak güzeldir ama
en güzel şiiri yazamadım daha

satırlar yüklü yara
anlatma yaz oraya
sayfalardan kuşlar uçsa da
en güzel şiiri yazamadım daha

doğa yaz dedi bana 
yoruldum yaza yaza
dedim doğa anaya
en güzel şiiri yazamadım daha

SERÇELER


Zeynep Göktaş 

Serçeler çok güzeldir
Uyandırırlar şarkılarıyla
Serçeler sanki şarkıcı
Hem de şakacı
Resmini yaparım onların
O küçücük canlıların


Annemden istedim bir serçemiz olsun
Ama kafeste yaşamazlarmış
Neyse olur sığırcık da
Ya da herhangi bir kuş
Yeter ki sesleri olsun evimizde
Karga olsun ne olmuş