sivas bilsem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sivas bilsem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Haziran 2025 Pazar

ESPRİ MESELESİ

Rukiye Tokgöz

Çok sıcak bir gündü ve okuldaydı. Karne haftası, hem de bu havada okula gelmesinin
tek sebebi babasının ısrarıydı. Karne haftası diye gitmemezlik yapılmaması gerektiğini,
sonuçta okulun açık olduğunu söyleyip duruyordu babası. Babasına karne haftasının etkinlik
haftası ilan edildiğini, ortaokulda olmasına rağmen hocaların saçma sapan oyunlar oynatıp
yetenek paylaşımı adı altında “Hiç mi yeteneğiniz yok?” diye kızdıklarını yüzlerce, binlerce
kez anlatsa da onu ikna edememişti bir türlü. Zaten yedinci sınıflardan okula gelen öğrenci
sayısı on birdi. Beşi ailesinin zoruyla geliyordu, üçü devamsızlığı çok olduğundan, geri kalanı
da haylazlık peşinde olduğundan. En azından karneye sadece iki gün kalmıştı. İki gün daha
etkinlik haftası adlı saçmalığa katlanacak, ondan sonra rahat edecekti. Zaten onun okulla
ilgili bir sorunu yoktu. Okulu seviyordu, dersleri de. Onun sevmediği şey etkinlik haftası
programları ve babasının onu bu günlerde okula göndermesiydi. Bu haftayla ilgili sevdiği tek
bir şey vardı, o da sadece bir kez olan soğuk espri yapma dersiydi. Espri yapmayı çok
severdi ve bu konuda bir hayli yetenekliydi. Okula gelen diğer on kişi de öyle. O yüzden bu
ders çok eğlenceli geçerdi.
Sonunda dört gözle beklediği o ders gelmişti. Herkes haftanın uyuşukluğunu
üzerinden atmış, en soğuk esprilerini hazırlamıştı. Sonunda hoca geldi ve espriler yapılmaya
başlandı. Herkes aklına gelen soğuk esprileri sıralıyordu. Sınıf gülme krizine girmişti.
-İngilizCEM yok.
-Neden?
-Çünkü tanıdığım bütün Cem’ler Türk.
Hatta hocanın bile esaslı bir soğuk esprisi vardı:
-Tebrikler KAZANdınız, şimdi tencere oldunuz!
Ardından bir öğrenci sınıfın diğer ucundan bağırıyordu:
-Geçen gün arkadaşlarla FIRINDA patates yiyorduk, fırın sıcak gelince balkona çıktık.
-Bu iyiliğiniz çok Makbule geçti, şimdi de Fatma geçiyor.
Soğuk espriler havada uçuşuyordu ama o hiçbir espri yapmıyor, kendini tutuyordu. Sonra,
dersin bitimine doğru hoca, onun hiçbir espri yapmadığını fark etti ve şaşırarak niye
yapmadığını sordu. O da,
-Bu sıcak havada soğuk espri yaparsam hasta olurum hocam, diye cevap verdi. O sırada
herkesin sesi kısılmıştı ve öksürüyorlardı. O sadece,
-Ben demiştim, dedi ve sınıftan çıktı.

6 Haziran 2025 Cuma

ÇİÇEĞİN RÜYASI

 

 Akın Eliş

Irmaklar yorulmuştu, denizler, dağlar da. Kuşlar ürkerek uçmaktan yorulmuştu. Ağaçlar yorulmuştu, bulutlar ve insanlar da. Ölüm yorulmuştu dolaşmaktan yeryüzünde.

Kin ve kan kokusuna aldırmadan, yolun nereye çıkacağını bilmeden, gece gündüz demeden koşuyordu. Ansızın bir çiçek kesti yolunu, daha önce resmini bile görmediği bir çiçek. Ayakları yere çivilenmiş gibiydi. Çiçek fısıldadı:

 -Siz, çiçeklerin ve kuşların sesini duyarak cennet gibi bir dünyada kardeşçe yaşamak yerine dünyayı cehenneme çevirmeyi seçtiniz.

Bir çiçeğin rüyasında uyandığının farkında değildi.  

 

3. KÜÇÜREK ÖYKÜ YARIŞMASI 

TÜRKİYE İKİNCİSİ 

 


22 Mart 2025 Cumartesi

SEN GELİNCE

 

Gamze Sena Kuyucu

Sen gelince
Sen gelince sevinç kaplıyor içimi
Hasretle bekliyorum gelmeni
En güzel kıyafetlerimi giyerim
Saçlarımı en güzel şekilde yaparım

Sen gelince kapanır okullar
Herkes tatile gider
Herkes eğlenmek ister
Dondurmalar içecekler meybuzlar
Sen gelince hatırlanır bir anda

Herkesin en sevdiği
Gelmesini merakla beklediği şeysin
Sen yaz mevsimisin

BENİ BIRAKMA

 


Atakan Kıvanç Ağca

Eğer sen yoksan yanımda
Eksiğim çok fazladır yolumda
Çünkü sana emanettir her şeyim
Kalemim, telefonum silgim

Ne kadar özen göstersem de sana
Yıpranıyorsun 
Farkındayım zamanla
Düşünüyorum seni nasıl değişirim
Bir başkasıyla
Çantam, güzel çantam
Ne olur beni bırakma

8 Mart 2025 Cumartesi

BİR DAVUL SESİ

 Ayşegül Yıldız

Her sahurda erkenden uyanıyorum
Duymak için ramazan davulcusunu
Bekliyorum, bekliyorum
Belki yarın gelir diyorum

Neyse ki iftar vaktinde
Patlayan topun sesini duyuyorum
Onunla avunuyorum

Yine de umudum var bekliyorum
Bitmeden ramazan
Geçeceksin bizim sokaktan
Hangi şarkıyı çalacaksın bilmiyorum ama
Bekliyorum seni davulcu emmi
Bekliyorum.


HASRETİN GÖLGESİNDE

 Mehmet Çınar Köksal

Sensiz geçen her an bir yaprak gibi
Rüzgâra kapılıp savruluyor içim
Gözlerim ufukta hayalin gibi
Yüreğim özlemle yanıyor derin

Sevdan bir melodi sanki fısıldar geceleri
Yıldızlar anlatır seni her defa
Ellerin uzakta hayalin gerçek
Sensiz bu dünya eksik bana

Kalıyor içimde bir hüzün
Solan bir yaprak gibi 
Bekliyorum hayalimi ufukta
Yüreğim özlemle yanıyor derin

1 Mart 2025 Cumartesi

YARININ IŞIĞI

 

Ekin Akçay

Küçücük bir kalem
Ucundaki mürekkeple
Yazılmış olan
O büyük eserler
Bazense küçük eserler
Ama yarının
Küçük eserleri
Bitmek bilmeyen
Büyük düşünceler
Devamı gelmek bilmeyen
Ufak düşünceler
Ama büyüdükçe büyüyen
Ufak ve uçsuz bucaksız
Ufak düşünceler
Küçümsemek o ufak düşünceleri
Yarının ışığını kilitlemek
Hem de bir asma kilitle
O asma kilit vardır
Aslında küçüktür ama
Koca bir ufku kaplar
Küçümsememem lazım
O küçücük düşleri

25 Şubat 2025 Salı

BÜYÜYEN YALNIZLIK

Emir Sabri Ünsal

Eskiden
Çınlardı kulaklarımda bazen
Yalnızlık
    Yalnızlık
        Yalnızlık diye
Ama bugünlerde 
Bu sesi daha fazla duymaya başladım
Bilmiyorum niye

Fazla olmaya başladı bu ses
Sanki yanımda kimsem kalmadı
Artık duvarla konuşmaya başladım
Çünkü çok sıkıldım
Belki bir yerlerden 
Kendime destek almalıyım
    Kalmadı 
        Kalmadı 
            Kalmadı artık hiç sabrım

ABLAMA

Salih Taha Balta

Kalbim çok kırık
Düzeltemiyorum 
Çaresini arasam da bulamıyorum
Gecenin karanlığı sarıyor beni
Uyuyamıyorum 
Bir günlüğüne de olsa 
Lütfen kal abla

Sen varken hayatım rengârenk
Solgun bırakma beni
Sen yokken hayatımın anlamı yok
Anlamlandır lütfen
Geceler bana düşman
Aynı mutluluk gibi
Gitme dur ne olur
Mutlukla barıştır beni

Tek dostum yanımdaki duvar
Konuşsa da anlamıyorum
Sen yanımda durursan eğer
Türkülerini bile duyarım duvarın

Üzgünlüğüme çare yok
Sen gelsen bana deva olur
Kalbimin boşluğu açıldıkça açılıyor
Kurtar beni ne olur
Gideceksen şayet
Bir günlüğüne olsun yine gel
Gelirken hediyelerle gel
Bana sorma ne istediğimi
Anlattım işte sana her şeyi

BAY MÜRKEMEL'İN SIRADAN BİR İŞ GÜNÜ

Salih Taha  Balta


Bay Mürkemel, elinde siyah çantası ile evinin tam önündeydi. Bir şeyler bekliyor gibiydi ama gelen giden yoktu. Etrafına da bakmıyordu. Bir süre hareketsiz bekledikten sonra sağ tarafa doğru yürümeye başladı. Çantası galiba ağırdı, taşımakta zorluk çeker gibi bir hali vardı. Bir süre yürüdükten sonra yönünü değiştirdi ve sola geçti. Bay Mürkemel, çok unutkan biriydi. Bir süre sonra hızlandı, hızlandı. Bu hızlanışın nedenini anlayamıyordu. Çantasını döndüğü ilk köşede unuttuğunun farkında değildi. Unutkandı Mürkemel. Beş, altı dakika kadar hızla yürüdükten sonra çantasının eksikliğini hissetti. Nerede bıraktığını bilmiyordu ama yine de geri dönmek gerekliydi. Geri döndü fakat geldiği yolu unutmuştu. Siyah şapkası ve siyah gözlükleriyle sokakta dikkat çekiyordu. Onu görenler önemli biri zannediyordu. Ciddiydi ve kimseye bakmadan yürüyordu. Bir süre yürüdükten sonra neden bu tarafta yürüdüğünü hatırlamaya çalıştı. Çantasını almak için dönmüştü ama ne için döndüğünü de unutmuştu. Neyse ki bu esnada yolun karşısında çantasını gördü. Ne kadar da benim çantama benziyor dedi içinden. Bu esnada eline baktı, çantası yoktu. Evet evet, çantasını aramak için gelmişti buraya. 
Yolun karşısına geçip çantasını alacaktı ki güvenlik görevlileri çantanın olduğu yeri çevrelemeye başlamıştı. Halk heyecanla etrafına toplanmıştı bantlarla çevrilen yerin. Bu esnada bomba imha ekibi göründü uzaktan. Bay Mürkemel’in çantası fünye ile patlatılmak üzereydi. Kalabalığın içinde birden adımlarını hızlandırarak görevlilere doğru koştu Mürkemel. Durdurmak isteyenleri kenara itekledi ve çantasını yerden kaptı. Etraftakilere bağırdı:
-Ben özel dedektifim ve bu benim çantam ve içinde çok önemli evraklar var. 
Güvenlik görevlileri olup biteni anlamaya fırsat bile bulamadılar. Hızla çantasını açtı Mürkemel ve içindeki boş sayfaları sağa sola atmaya başladı. Bir yandan da yine yüksek sesle konuşuyordu:
-Çantamın içindekileri birileri değiştirmiş. 
Boş çantayı sallayarak bürosuna ulaştı. Yorucu bir sabahtı onun için. Sandalyesine oturdu, geriye doğru yaslandı. Kaç zamandır müşteri gelmiyordu sanki. Belki de geliyordu ama Mürkemel unutkan biriydi. 

19 Şubat 2025 Çarşamba

ŞİİR YANILSAMASI

Zeynep Ayten, Zeynep Akbulut

Radyo dinlemeyi pek sevmem ama sessizlikten de hoşlanmam. Odamda sessizliğin hınzır uğultusunu duymaya başlayınca radyo dinlemeye karar verdim. Oturduğum yerden usulca radyoyu açtım, bir şiir okunuyordu, ilk kez duyduğum bir şiir. Ne kadar da güzel bir şiir diye düşünürken son üç dize ile sarsıldım:
zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
başladığımız filmi birlikte bitireceğiz
kim ne derse desin içimde delice bir his
Şiirin mutlaka öncesi de olmalıydı fakat son iki dize sanki bana verilmiş bir mesaj gibiydi. Şairini düşündüm. Belki de çoktan ölmüş bir şairdi. Zaten iyi şairler hep ölü değil miydi? Ya da şairler öldükten sonra mı şiirleri kıymetleniyordu? Bu şiir beni etkilemişti nedensiz yere. Radyoda saçma sapan şarkılar başlamıştı. Radyoyu kapatmak zorunda kaldım ve döndüm derslerimin başına. 
Ertesi gün sınava girecek bir öğrenciye yapılır mıydı bu: “Zeynep beni bekle mutlaka geleceğim.”
Tamam, beklemek sorun değildi ama ne kadar bekleyecektim, niye bekleyecektim, kimi bekleyecektim? Şayet gelirse bu şiirin sahibi ya da seslendireni onu nasıl tanıyacaktım?
Galiba çok ders çalışıyordum. Kendime gelmek için biraz dolaşmak iyi fikirdi. Toparlandım ve dışarıya çıktım. 
Akşam karanlığı çökmek üzereydi. İnsanlar eskiden telaşla evlerine giderlerdi bu saatlerde ama şimdi sanki herkes evine gitmek istemiyor gibi yürüyordu yollarda. Eskiden yollarda bu saatlerde sadece işten eve dönenler olurdu ama şimdi yollarda çocuklar, nineler, dedeler de vardı. 
Yürümeye devam ettim. Açık hava iyi gelmişti bana. Sokakta çocuklar saklambaç, hırsız polis oynuyordu. Bir pikaptan Eminağa acemaşiran saz semaisi duyuluyordu. Yürüdükçe tuhaf şeyler oluyordu. Alışveriş merkezinin önüne geldiğimde ayaklarım doğrudan radyo satılan bölüme beni götürdü. Daha önceden görmediğim radyolar vardı burada ve bir kısmı açıktı. Müzikler, haberler birbirine karışıyordu. Birinin yanına yaklaştım, galiba bir şiir programı vardı radyoda. Uğultular arasında dinlemeye başladım: 
her akşam koridordaki ayak sesleri
yanlış çaldığını zannetiğin telefon
zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son
Yine aynı şiir olmalıydı dinlediğim. Bir saat önce beni evden çıkaran şiirdi bu. Yine beni bulmuştu hem de o kadar kalabalığın içinde. Şiirin devamını bekledim fakat gelmedi. 
Aynı günde iki kez üst üste aynı şiire rastlamak… Bu sıradan bir olay olamazdı. Bu şiiri bulmalıydım. En azından şairini öğrenmeliydim. Ders çalışmayı unutmuştum bile. Mağazadan çıkarak yakındaki kütüphaneye gittim. Kütüphane görevlisi kitapların arasında şaşkın şaşkın dolaştığımı görünce yanıma geldi ve aradığım bir kitap olup olmadığını sordu. Biraz mahcup ve endişeli cevap verdim:
-Zeynep beni bekle, kelimelerinin içinde geçtiği bir şiir duydum. Bu şiirin hangi kitapta ve hangi şaire ait olduğunu merak ediyorum. 
Görevli bir süre garip garip bana baktıktan sonra şiir kitaplarının olduğu rafları gösterdi. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Saatlerce bütün şiir kitaplarını didik didik ettim fakat ne şairi buldum ne şiiri. 
Tam kütüphaneden ayrılacaktım ki masalardan birinin üzerinde bir kitap gördüm: Elde Var Hüzün. Kitap sanki beni kendine çağırıyordu. Umutsuzca sayfalarını çevirmeye başladığımda nihayet şiiri bulmuştum. Görevliye giderek sevinç içinde kitabı bulduğumu ve ödünç alıp alamayacağımı sordum. Kütüphane üyeliğim vardı ve kitabı alarak eve doğru yürüdüm. Yol boyu ara sıra şiirimi açıp okuyordum. Bir kısmını ezberlemiştim bile. Eve ulaştığımda içimde hem heyecan vardı hem de mutluluk. Masamda ders notlarım ve kitaplarım beni bekliyordu fakat kitabı bitirmeliydim baştan sona. Bir bardak çay alarak masama döndüm, kitabı önüme koydum. Odamda sessizliğin hınzır uğultusunu duymaya başlayınca yine radyo dinlemeye karar verdim. İçimde garip bir ümit vardı, yine benim şiirim okunacak gibi bir duyguya kapılmıştım. Radyoyu açtım ve bir dakika sürmeden kapattım. Kitabı da kapattım ve derslerime döndüm çünkü bu kez okunan şiir şöyle başlıyordu: 
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Sonsuza kadar şiir dinlememeye karar vermiştim. 


italik yerler attila ilhan'a aittir. 

15 Şubat 2025 Cumartesi

YAPRAK

Üner Taha Aydemir


Yapraklar da ayrılır vakti geldiğinde
Ama kendi isteğiyle
Ağaçtan sıkılırmış yapraklar 
Bahane olurmuş sonbahar 

Pek farklı değildir insan da
Sıkılmış yerinden
Gelmiş dünyaya
Sabırsızlığı biraz da bu yüzden

Burada da farksız
İnsan hazırlıyor kefen parasını
Daha doğmadan 
Çünkü ölmek için doğar insan

ÖTESİNE GEREK YOK


Zeynep Yurttaş

Nerelisin diye sorulduğunda bana
Zaralıyım diyorum. 
Kimileri zararlı anlıyor
Kimileri Zara’nın nerede olduğunu soruyor
İnsanlar nasıl bu kadar cahil olabiliyor
Anlamıyorum
Zara, Zara işte
Dünyanın merkezi
Gerek var mı söylemeye
Ötesini

12 Şubat 2025 Çarşamba

ANİDEN

Zeynep Akbulut

Başlamadan bitiyor çoğu şey
Bazı şeyler başlıyor ama bitmek bilmiyor
Bitmek bilmiyor her sabah erkenden uyanmalar
Ve uykulu adımlarla yollarda kaybolmalar
Bitmek bilmiyor ders kitaplarında sayfalar
Hem bitse bile mutlaka bir sonraki sene var

Ne başlasın istiyorum ne de bitsin
Yalnızca var olan şeyler devam etsin
Mesela şu lamba yansın durmadan
Şu musluk hep aksın durmadan
Şu kalem yazsın
Şu bardak hep yarım kalsın
Suskun bir fotoğraf karesi olsun her şey

Takvimlerden sayfalar uçuşmasın mesela
Ya da akrebin ve yelkovanın zoru ne bilmiyorum
Onlar yerinde durmadığı için 
Başlıyor ve bitiyor her şey
Aynı yerde kalsalardı bitmezdi hiçbir şey aniden
Yırtılmazdı belki de yapraklar takvimlerden

18 Ocak 2025 Cumartesi

YANLIŞ ANLA/MA

Aden Mira Kartal

Anlıyorum, diyorlar
Dinliyorlar
Saatlerce dinliyor, fikirlerini söylüyorlar
Gün bittiğinde
Hiçbir şey anlatamadığımı düşünüyorum
Ya da yanlış anlaşıldığımı
Bunu niçin yapıyorlar

Her şey ortada iken açıkça
Ve söylemişken bütün gerçekleri
Anlaşılmamak bile değil
Yanlış anlaşılmak
Üzüyor, üzüyor beni

SEN OLMADAN ASLA

Agâh Taha Temizkan

Sensiz güne başlamak
Benim için imkânsız
Sabahın ilk saatlerinde
Sensiz yalnızca aklımda, kalbimde

Oturduğumda bir masaya
Ayran varsa önümde
Seni arıyorum sadece

Kokun vazgeçilmez
Tadın anlatılmaz
Sen olmazsan Sivas simidi
Güne başlanmaz

17 Ocak 2025 Cuma

MERDİVENLİ HAYAT

Akın Eliş

Dünyaya bir baksanıza, dünyada yaşayan insanlara. Özellikle Batı’da yaşayan insanlara. Batı’da her şey adaletli, demokratik, diyoruz. Peki ya ne kadar adaletli ve demokratikler? Kendilerini bütün dünyaya böyle tanıtmışlar, kendilerinin reklamını dünyaya pazarlamışlar ve bunu yaparken en iyi biçimde yapmış olmalılar ki neredeyse hepimiz onları bu özellikleri ile tanıyoruz. Oysa bu dünyanın neresinde olursa olsun insan, değil dünyada, evrende en acımasız canlıdır. Ülkeler, kıtalar, farklı kültürler insanın acımasız yönünü ortadan kaldırmamıştır hiçbir çağda. İnsan, çoğunlukla kendisinden başkasını düşünmez hatta kendisiyle aynı düzeydeki bir insanı ezip onun üstüne çıkmak ister. Bu insanlığın kanunu olmuştur. O yüzden eşitlik, demokratiklik, adalet gibi kavramlar hiçbir zaman, hiçbir çağda tamamıyla dünyada uygulanamamıştır. 
Her zaman insanlar arasında bir sınıflandırma vardır. Bir merdiven vardır ve o merdivende herkesin oturabileceği basamak bellidir. Orda herkes yerini bilir ama hiçbir zaman yerinden memnun olmaz. Kimi bu basamakların altındadır kimi üstündedir, bu merdivende bulunanların tek ortak noktaları amaçlarıdır. Amaç ise aynıdır: En üst basmakta olmak. Bu merdivenin basamaklarını çıkmak için ise bulunduğunuz basamağın bir üstündeki insanlarla iyi geçinmeniz ve onlarla iyi anlaşmanız en geçerli kuraldır. Ya da basamakların üst kısmında tanıdığınız birilerinin olması gerekir. Bu amacı gerçekleştirirken de kendinizi bir üst basamakta bulunan insanlara iyi tanıtmanız gerekir, yani onların sizi olumlu yönlerinizle tanıması lazımdır ama insan acımasız bir canlıdır. Sizin bir basamak üstünüzdekiler çoğunlukla sizin iyi yaptığınız şeyleri ufak bir tebrikle geçiştirirken küçük bir hatanızda sizi silerler, unuturlar, görmek istemezler. Hatta ellerinden geliyorsa bulunduğunuz yerden bir alt basamağa iteklerler. 
Siz, kendinizi bir basamak üsttekilere ne kadar iyi tanıtırsanız tanıtın ve ne kadar üst basamağa layık olursanız olun; onlar, kendilerinden alt basamaktakileri her zaman eksiklikleriyle, üst basamaktakileri ise en olumlu yönleriyle görürler çünkü kendilerinin de üst basamağa çıkması bu bakış açısına bağlıdır. Bu bakış açısına sahip olmayanlar aynı basamakta beklemeye mahkûmdur. 
Bu basamakları tırmanırken eğer merhametli yani sizi ezip kendisi üst basamaklara çıkmak istemeyen biriyle karşılaşırsanız onun kıymetini bilin. Eğer siz de onun gibiyseniz bu merdivenli hayata 1-0 önde başlarsınız ve bir yol arkadaşınız olur. Zorluklar, zorbalıklar da yine olur ancak sizi anlayan, sizinle aynı düşünen birisiyle yol yürümek bu zorluklara göğüs germenize katkıda bulunur ve size güç, inanç, azim verir. 

14 Ocak 2025 Salı

GÜNEŞİN DOĞDUĞU YER

Hayrettin Eymen Bulut

Deli değilim divane değilim
Sayı saymayı da iyi bilirim
Haftanın sekizinci günündeyim
Alt tarafı bir çıkmaza girmişim

Güneşin doğduğu yer
Seslerim bu dizelerim
Ben böyle seslenirim
Bilmediğim bir gündeyim

SOĞUK GÜNEŞ

Hayrettin Eymen Bulut

Hep soğuk değildir belki de
Kar insanı kendine ısındıramaz mı
İnsana sıcak davranıp 
Kendi soğuğunu saklayamaz mı

Lav soğuk biri gibi
İnsanı kendinden soğutamaz mı?
Buharlaştırmayıp yağmurları 
Donduramaz mı

Buzlar sıcak
Ateşler soğuk olamaz mı
Ay 
Soğuk olmaya mı mecburdur hep
Rüyalara mı mahsustur soğuk güneş

11 Ocak 2025 Cumartesi

SAÇSIZ OĞLANIN ANASININ MASALI


                                                               

NURGÜL ASYA KILCI
ZEYNEP YURTTAŞ
KAAN ERDOĞAN 
MEHMET ZAHİD ÖKTEN 
TAHA METİN YILDIRIM 
SELİM KURT 
TUNAHAN CEYLAN 

                                                         "Lipogram yazı tekniği ile oluşturulmuş deneysel hikâye"

Masal kahramanı olup çıkmıştı hayırsız dazlak oğlu. Gittiği diyarlarda onun masalları anlatılıyordu durmadan. Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş… İnsanlar bu anlamsız söz yığınlarını abartarak dinliyordu. Oğlunun hayırsız biri olduğunu anlatamıyordu. Saçları yoktu oğlunun doğduğu zamanlarda. Sonraları da hiç çıkmamıştı. Saçsızdı oğlu. Saçlarının olmaması ona bu ünü sağlamıştı biraz da. 
Masal kahramanıymış, anasına hayrı olmayan kahraman olur mu? Akrabaları dahi bu yalana inanmışlardı. Çok şanslı bir ana olduğuna ikna olmuyordu bir türlü. 
Bu saçsız oğlanın anası hasta mı sağ mı, soran yoktu. Aş yapanı var mı, yok mu soran olmazdı. Sağda solda onun saçmalıklarını anlatıp kahkaha atıyorlardı yalnızca. Saçsız oğlunun sırma saçlı bir kızla olan masalı da uydurulmuştu son zamanlarda. Bu masalları anlatanlar onun için iyilik yapmıyordu. Bir saçsız oğlanın hayırsızlığı arttıkça artıyordu bu anlatılan olaylarla. Masal kahramanı olmak, bu kadar basit bir işti galiba. 
Onun masal kahramanı olması kâfi olmadı, Karakaçan da olaylara karışmaya başlamıştı. İşin ucu bir gün garip anasına kadar ulaşacaktı. Korkusu buydu, bir masal kahramanı olmak. O masalda olumsuz bir kişi olarak bulunmak. Çılgın, saçsız oğlunun saçmalıklarına göz yuman bahtsız bir ana olarak bakmazdı anlatılanlara insanlar. Saçsız oğluyla imtihan oluyordu galiba. Onun saçsız olması azmış gibi anasının da saçları dökülmüştü sonunda. Dazlak oğlanın masalları anlatılacak ama saçsız anasını hatırlamayacaktı çağlar boyunca insanlar. Dazlak oğlanın anasının aklını zorlayan bin kadar soru vardı fakat umursamıyordu masal anlatıcılarının yazdıklarını.