Emir Celal Çat
Yolculuk sadece arabayla trenle
Hayallerle de yolculuk vardır sanki
Belki gezerdim hayal ülkesinde
Gezerdim her yeri
Sanmayın yolculuk sadece
Hayallerle yapılan yolculuk bence
Yolculukların en tatlısıdır
Aziz Toptaş
Aziz Toptaş
Yaz tatili gelmişti artık dinlenebilirdim. Sonunda kuzenlerimle oynayacak vaktim olmuştu çünkü yaz tatilinde kuzenlerim bize gelirdi. İki kuzenimden biri büyük şehirde yaşardı diğeri köyde. Önce şehirli kuzenim gelirdi bize sonra köyde yaşayan kuzenim. Ertesi günü heyecanla bekliyordum. Heyecandan uyuyamamıştım. Sonunda sabah oldu. Şehirli kuzenim önce gelmişti ve valizinde teknolojik bir sürü cihaz, oyun konsolu, play station bir de telefon vardı. Kuzenimle ilk gün lunaparka gittik. Daha sonra film izledik, abur cubur yedik.
Kısa süre sonra da köyde yaşayan kuzenim gelmişti. Onun valizinde birkaç köy ekmeği, yumurta ve taze meyve vardı. Odama girip yeni kitaplarımı görünce heyecanlandı ve hemen okumak istediğini söyledi bazılarını. Okuruz, vaktimiz var dedim. Kitaplarımın yanında testlerimi görünce daha da heyecanlandı. Ben de çözebilir miyim, dedi ve birlikte gömüldük kitapların, testlerin içine. Üçüncü günün akşamına vardığımızda on kitaptan üçü bitmişti bile. Diğer kuzenim ise kendi başına bir oyunun sonuna ulaşmış, bitirmişti. Sevinçliydi. Oyunun tüm aşamalarını bitirdiği için müzik dinledi bir süre. Güzel müziklerdi, kulağa hoş geliyordu. Büyük şehirde yaşayan kuzenimin hayatı bana biraz garip geliyordu. Evin içinde bile paten giyiyordu bazen, odanın birinden diğerine onunla geçiyordu.
Böyle böyle iki hafta geride kaldı. Kuzenleri uğurladık. Bir süre sonra bu kez de ben köyde yaşayan kuzenimin evine gidecektim. Arabaya binmiştik. Onların evine vardığımızda adını bilmediğim bir yemek kondu önümüze. Daha sonra dağlara, kırlara çıkarak ot topladık. At, eşek her tür hayvan vardı. Eve geldiğimizde akşam olmuştu. Çok sert bir yatak vermişlerdi bana ama yorgunluktan nasıl uyuduğumu bile anlayamamıştım. Sabah, kuzenimin çağırmasıyla uyandım. Kalkar kalkmaz yine iş beni bekliyordu. Kahvaltı için bostandan sebze topladım.
Yine yemek ve yine adını bilmemek.
Bir tek ayranı biliyordum sofrada olan. Oh, şu köy hayatı… Hemen koyun otlatmaya geçtik. Dört günümüz de çobanlıkla geçti.
Beşinci günün sonunda yatağımdan doğrulduğumda evde kimse görünmüyordu. Hemen dışarıya çıkmıştım. Bir leğenin içinde ıslanmış yünler gördüm ve yün yıkanmasına da yardım ettim. İki haftam böyle geçti. Bazen koyun güttüm, bazen sebze topladım, bazen de ev işlerine yardım ettim. İki haftanın sonunda eve dönüş vaktim gelmişti. Yorgun ama mutluydum.
Evde geçirdiğim on günden sonra büyük şehirde yaşayan kuzenime gitmek için uçak bileti aldık. Ardından yola düştük. Bu kez ailem de benimleydi. Sonuçta uçağa binerek gidecektim. Yolculuk kısa sürdü, indiğimizde kuzenim bizi karşıladı. Son model bir araçla bizi aldılar. Yolda kuzenimin evini hayal ediyordum. Sonunda havuzlu, müstakil bir eve ulaştık. Hayalimden daha güzel, geniş, ferah, rengarenk bir evdi burası. İlk günümüz oyun ve havuzla geçti. Sonraki gün ben kitabıma döndüm ama o oyunlarla devam etti. Bu şekilde bir hafta geride kaldı. Babam durur mu:
- Senelerdir ilk kez geliyoruz, buraları gezelim, görelim dedi.
Gezdik, dolaştık ve burada da yoruldum ama çok mutlu muydum, bilemiyorum. Minibüse bindik ve geri döndük. Gel zaman git zaman burada da iki haftayı tamamladık. Yine ben kitap okudum, kuzenim müzik açtı. Ayrılık zamanı yaklaşmıştı. Eve döndüğümde düşündüm, köyde yaşayan kuzenim büyük şehirde yaşayana göre daha bilinçli ve sağlıklıydı. Yaz tatilim böylece bitmişti.
Merve Sena Öztürk
Üner Taha Aydemir
Kışın ayak seslerini duyurmaya başladığı bir sonbahar akşamıydı. Ağaçlar yapraklarının tamamıyla değilse de dökmüşler, kışa hazırlardı. Günler iyiden iyiye kısalmış, karanlık artık erken çökmeye başlamıştı. Telaşlı karıncalar gibi insanlar evlerine koşuyorlardı. Öğrencilerin okul yorgunlukları, çalışanların iş bezginlikleri yüzlerinden okunuyordu. Herkesin yüzünde aynı mutsuzluk, umutsuzluk vardı. Evlerine gidince dinlenecekler miydi? Bütün yorgunlukları bitecek miydi? Yüzlerine mutluluk maskesi takacaklar mıydı? Bunları düşünüyor, bir yandan da aynı kalabalığın içinde sürükleniyor, evine ulaşmaya çalışıyordu. Evi uzaktı ama ulaşım araçları güzergâhında olmadığı için her akşam bu insan selinin içine karışmak zorundaydı. Artık ezberlemişti yolları, gözlerini kapatsa bile ayakları kendiliğinden gidiyordu. Mesela iki yüz metre sonra kaldırım ortasında koca bir çukur vardı aylardır onarılmayı bekleyen, onun hemen sağından geçmeliydi. Tam buradan geçerken yanından üç tane lise öğrencisi sırtlarında çantalarıyla yürüyor olacaktı. Konuşurlarken zaman zaman birbirlerinin isimlerini de söylüyorlardı, o kadar aşina olmuştu bunlara. Onları geçtikten sonra sarı ışıklarıyla günün son ekmeklerini satmak telaşındaki fırın olacaktı sırada. Özellikle çok acıktığı zamanlarda bu fırının önünden geçmek başka bir şeydi. Neyse ki bugün çok aç değildi.
Düşünmeye devam etti, her gün yaptığı şey buydu. Neden mutsuz insanlar, neden kendisine selam veren birileri yok etrafta? Neden her gün bir film setinde gibi aynı yolları arşınlamak gerek? Bozuk kaldırımı geride bıraktı. Fırına doğru ilerlerken ilk kez farklı bir şey gördü. Az ilerde, fırının hemen önünde mutlu bir genç vardı. Ay beyazı dişleri, tebessüm eden yüzünde parlıyordu. Mutlu görünüyordu. Elinde yarım bir pide vardı ve koparıp koparıp yemeye devam ediyordu. Kimdi? Nereden gelmişti? Neden bu kadar mutluydu? Yaklaştı, yaklaştı nihayet genç de kendisini fark etmişti. Göz göze geldiler. Hayatında ilk kez bu kadar neşe dolu bir çift gözün kendisine baktığını hissediyordu. Tam önündeyken bir sesle irkildi:
-Ekmek ister misin, ben doymak üzereyim.
Bu teklif karşısında akşamın, sonbaharın, kalabalığın her zamanki sıradanlığı dağıldı. Artık dünyada yalnızca ikisi var gibiydi. İşin kötüsü canı ekmek de çekmişti o an. Kararsız kaldı fakat eli uzanmıştı bile istemsizce. Gencin kıyafetine, ellerine baktı. Temiz giyimliydi, elleri de temizdi ve hala tebessüm ediyordu. Yürüyen, gelip geçen insanların aksine tebessüm ediyordu. Mutluydu. Ekmeğinden bir parça kopardı ve uzattı. Almalı mıydı bu ekmeği yoksa suratını asıp yoluna devam mı etmeliydi? Eli uzanmıştı bir kere, almalıydı. Bir el büyüklüğünde kendisine uzanan pideyi aldı ve tebessüm etme ihtiyacı hissetti. Tebessüm etmeyi bile unutmuş gibiydi, üzerine çevrili mutlu bir çift göze bakarak:
-Te.. te.. teşekkür ederim, dedi.
Yürümeye devam etti. Bir elinde çanta vardı, bir elinde ekmek parçası ama ekmek parçasında dünyanın bütün ağırlığını hissediyordu. Yüzüne deminden beri aradığı, unuttuğu tebessüm usul usul gelmeye başlamıştı. Yine kendisini kontrol edemediğini hissetti eli ekmeği ağzına doğru götürmüştü bile. Isırdı ekmeği. Tazeydi, sıcaktı…
Yol, keyifli bir hal almıştı. Etrafındaki asık suratları görmüyordu. Göğe baktı… Bir süre sonra evinin kapısının önündeydi. Zile basacaktı ve ya eşi açacaktı kapıyı ya çocuklardan biri ama yine elinin istemsizce cebinden anahtarını çıkarıp kapıya taktığını ve çevirdiğini fark etti. İçeriye girdiğinde yüzünde temiz bir tebessüm vardı. Eşi şaşırdı, o da tebessüm etti. Yanına gelen çocukları anne ve babanın tebessüm ettiğini görünce onlar da gülümsedi. Kimse bir şeyler konuşma ihtiyacı hissetmiyordu. Mutfağa doğru yürüdüler.
Atıf Kaan Salar, Akın Eliş
Bahar geldim, geliyorum diyordu. Güneşli bir hafta sonu sabahıydı. Ağaçlar yapraklarını salmak üzereydi. Kuşlar bahar telaşına düşmüşlerdi bile. Toprak ısınmaya başlamıştı. Sabahın ilk saatleriydi. Mutfaktan gelen kahvaltı kokusu evin her yerine yayılıyordu. Uyandı, gözlerini ovuşturdu, gelen kokulardan kahvaltıda kızartma olduğunu seziyordu. Kızartmaya dayanamazdı. Yıldırım gibi yataktan fırladı. Yere düşen yorganını ayağı ile yatağına attı, elini yüzünü yıkamaya koştu. Musluğu açtığı anda büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Sular kesilmişti. Birden uyandığındaki heyecanı öfkeye dönüştü. Mutfağa gitti ve annesine:
-Sular yine mi kesik anne, dedi. Annesi evde suyun bulunduğunu yüzünü mutfaktaki suyla yıkayabileceğini söylediyse de bunu yapmadı. Kahvaltı manzarası keyfini yerine getirdi yeniden. Annesi:
-Haydi herkesi kahvaltıya çağır, dedi. Oda oda dolaşarak önce babasını çağırdı. Babası uyanıktı. Sonra ağabeyinin odasının kapısının önüne geldi. Kapıyı vursa ihtimal azar yiyecekti. Vurmasa, annesi vermişti emri. Bir süre bekledi. Sonra küçük küçük kapıya vurdu ve:
-Kahvaltı hazııııır, dedi. Sular olmasa da, diye ilave etti. Ağabeyi, elinde telefonla kapıyı araladı:
-Geliyorum, dedi.
Kahvaltı uzun sürmedi. Sular olmadığı için herkes tatsızdı. En iyisi kahvaltı sonrası bir yerlere gitmekti. Belki sular gelirdi.
Herkes gidecek bir yerler bulmuştu. Planlar yapılmıştı. Annesinin arkadaşlarıyla günü vardı. Babası maça gidecekti. Ağabeyi test çözmeye kütüphaneye gidecekti. İki senedir gidiyordu zaten. O da evi kendilerine yakın olan arkadaşına gitmeyi düşündü.
Ev yarım saat içinde boş kaldı. Bulaşıklar tezgah üstünde yığılıydı. Çamaşırlar makinanın önünde küçük bir tepe gibiydi.
Dışarıya çıktığında güneş onu bütün sevecenliği ile selamladı. Arkadaşının iki sokak ilerdeki evine doğru yürüyor bir yandan da etrafa bakıyordu. Az ilerde çalışan belediye ekiplerinin su boruları ile uğraştığını gördü. En azından birkaç saate sular gelir diye içinden geçirdi. Yüzünü de yıkamamıştı halen. Annesi normalde bu duruma hep kızardı.
Arkadaşının evine geldiğinde binadaki sessizlik birden içine bir korku düşürdü. Kocaman binada kimse yok gibiydi. Dışarısı ne kadar hayat dolu ise içerisi de o kadar bunaltıcıydı. Belki de daha kimse uyanmamıştı. Belki onların da suyu kesikti ve bina bu yüzden sessizdi. Arkadaşı 7. Kattaydı. Asansöre yöneldi, bindi ve 7 numaraya bastı. Asansörün kapılar kapanır kapanmaz korkusu daha da büyüdü çünkü asansör ışıklarından biri yanıp yanıp sönüyordu. Üstelik hareket ederken asansör sallanıyordu. İçi darala darala 7. kata ulaştı ve kendisini dışarıya zor attı.
Kapının ziline basacaktı ki kapının açık olduğunu gördü. Heyecanı daha da arttı. Zile bastı ama zil çalmıyordu. Bir daha bastı, sonra kapı tokmağını tıklattı. İçerden ses gelmiyordu. Kapıyı usulca araladı. İçeri halen boştu.
-Mert, evde misin, diye seslendi. Cevap alamadı. İçeriye girecekti istemese de çünkü merak ediyordu, herkes neredeydi. Ayakkabısını çıkarmayı bile unutmuştu, içeriye adım attı ve kapı hızla kapandı. Paniği iyice arttı, kapıyı açmak istedi, açılmıyordu. Mert’in odasına doğru yürüdü, kimsecikler yok gibiydi içerde. Mert’in odasının kapısını tıklattı ama ses yoktu. Korkuyla kapıyı açtı. Mert bilgisayarın başındaydı ve kulaklık takmıştı. Kendisini görünce sadece baktı ve yanındaki sandalyeyi işaret etti. Bu tuhaflığa daha fazla katlanamadı ve bilgisayarın fişini çekti. Mert öfkeyle baktı, kulaklığı çıkardı:
-Ne yaptığını sanıyorsun, dedi.
-Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun, kapı açık, evde kimse yok, apartman sessiz ve sen oturmuş oyun oynuyorsun…
Mert güldü:
-Pencereden geldiğini gördüm ve kapıyı oyuna oturmadan önce ben açık bıraktım. Evde kimse yok çünkü evde sular kesik. Apartmanda da sessizlik var çünkü onların da suyu yok, dedi.
Derin bir nefes aldı. Ayakkabılarını fark etti. Utandı. Kapıya doğru tekrar yürüdü ve ayakkabılarını çıkardı. İçeriye girecekti ki vaz geçti. Tekrar ayakkabılarını giydi. Eve dönmeye karar verdi. Asansörü kullanmadı. Döne döne indi 7. kattan.
Evine dönerken yolda çalışan belediyecilere baktı, kimse yoktu yerinde. Hatta yolda çalışma yapıldığına dair bir iz de yoktu. Eve döndü ama anahtarı yoktu. Kapının eşiğine oturdu. Sabah beri yaşadığı şeyleri düşündü, ailesinden birilerinin gelmesini bekliyordu. Beklediği sadece ailesi değil aynı zamanda suların da gelmesini bekliyordu.
Emir Asaf Konaç
Muhammed Aziz Toptaş
Muhammed Aziz Toptaş