14 Haziran 2025 Cumartesi

AKSİYONSUZ

 
Hülya Doğancık

Artık 75 yaşındaydı. Çok yaşlanmıştı, en azından kendisini öyle hissediyordu. Geriye dönüp baktığında geride kendinden hiçbir şey kalmadığını fark etti. Belki vardı bir şeyler ama o göremiyordu. Belki de gerçekten boş bir hayat bırakmıştı ardında. Kocaman bir ömür boşa harcanmıştı.
Hep bir kaos, hep bir geçim sıkıntısı… En son belki yıllar önce gitmişti bir restorana, bir parka. Ne zaman gittiğini hatırlamıyordu bile. En aksiyonlu zamanlarını evde biten süt, yumurta için markete gittiğinde yaşıyordu. Kendi için hiçbir şey yapmadığını hatırladı yeniden. Kendime vakit ayırmanın zamanı geldi, diye düşündü. Çok çılgın bir şey yapmalıydı. O kadar heyecan verici olmalıydı aksiyon olarak düşündüğü market alışverişi dahi yaptığı şey yanında ona boş gelmeliydi. Düşündü, düşündü… Ama ne yapacağına karar veremiyordu.
Bastonu olmadan dışarı mı çıksa, yoksa fiyatına bakmadan yoğurt mu alsa karar vermek çok zordu. En iyisi birine sormaktı. Karşı komşusunu hatırladı. Hiç tanımadığı hatta görmediği karşı komşusunu. Bunca yıldır karşısında oturan birinin olduğunu biliyordu fakat o kadar zaman hiç denk gelmemişlerdi. Ona akıl danışabilirdi. 
Yerinden usulca doğruldu. Kemiklerinin gıcırdadığını hissediyordu her hareketinde. Gidip komşusunun kapısını çaldı. Otuzlu bilemedin kırklı yaşlarında bir kadın açtı kapıyı. Üzerinde çok sıra dışı giysiler vardı. Ayaküstü bir tanışma faslından sonra komşusu onu içeri davet etti. Komşu kadına niyetini, düşüncelerini anlattı. Çılgın bir şeyler yapmak istediğini söyledi. Komşu kadın ona bir hafta sonra Ege turuna çıkacaklarını ve kendisinin de gelebileceğini söyledi. Ne! Ege mi? Bu çılgıncaydı ama düşündüğü şey olamazdı. Ege turu yerine en fazla evinde bir tur yapardı. Komşu kadına bu fikri düşüneceğini söyleyip yeniden evine çekildi. 
Kendini bu tura katılmamak için ikna etmeye çalıştı evde. Bir süre sonra hayatını hep çevresindekiler için yaşadığını hatırladı yeniden. Kendisinin bir hayatı yok gibiydi. Onu bu sıradan ve sıkıcı hayata iten şey de bu değil miydi zaten? Belki bu tur, onun hayattan intikam alması için fırsattı. Bu düşüncelerle uykuya daldı. 
Ertesi gün komşusunun yanına gidip Ege turana katılmayı kabul ettiğini açıkladı. Heyecanlanmaya başlamıştı ve bu heyecanla bir hafta göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Gezi günü gelmişti ve buluşma noktasında tüm gözler onun üzerindeydi. Nedenini pek anlamadı. Komşu kadın yanına geldi ve ona bu kadar valiz almaması gerektiğini söyledi. Alt tarafı 4 tane valiz almıştı. Neden sorun yaratsın ki? Yolcunun işini Allah bilir, demişti atalar. Her senaryoya hazırlıklı olmak gerekliydi. Ya bir dolu yağarsa ve şemsiyesiz olursa, ya elektrikler kesilirse ve ışıksız kalırsa, ya da bir savaş çıkarsa ve kamufle olması gerekirse. Bu durumlar için gerekli önlemi almalıydı. Düşüncelerini açıklayınca oradaki herkes ona garip garip baktı. Biraz daha çırpındıktan sonra şoför de kabul etmek zorunda kaldı. 
Yolculuk çok iyiydi. Kötü senaryoların daha hiçbiri gerçekleşmemişti. Gerçekleşme ihtimali vardı mutlaka. Tetikte olması gerektiğini düşünüyordu hâlâ. Ama istemsizce gerginliği geride bırakmıştı. Rahatlamıştı. 3 gün geçmişti bile. Geldiğine hiç pişman değildi. Hatta yeni arkadaşlar dahi edinmişti. Bir arkeoloji müzesi gezdikten sonra kamp alanına döndüler. Herkes kendi çadırına girdi. Bizimki ise çılgınlığa doymamış olacak ki dolaşmaya gitti. Nehir kenarına vardığında yorulduğunu hisseti. Uyku, üzerine pamuktan bir yorgan gibi bastırıyordu. Karşı koymak imkansızdı. Kenara oturdu ve su sesini dinleyerek uykuya daldı. Daha önce böyle bir uyku uyumamıştı. Uykunun tadına vardığını hissetti ve o mutlulukla uyandı. Biraz sırtı ağrımıştı ama yine de çok huzurluydu.
Kamp alanına geri döndü ama kimse yoktu. Üstelik birileri eşyalarını da götürmüştü. Çok panikledi. Ne yapacaktı? Nasıl hayatta kalacaktı? Nelere ihtiyacı olacaktı? İhtiyaç hissettiği şeyleri nereden bulacaktı? Göz kapakları ağırlaşıyordu, bir anda gözleri kapandı ve yere düştü. Uyandığında bir hastanedeydi. Kafası çok karışmıştı.
Hastane olduğunu anlamıştı ama bildiği hastanelerden değil gibiydi burası. Önlüklü bir adam kendisine yaklaştı. Adam farklı görünüyordu. Ona nerede olduğunu sordu. Adam gayet serinkanlı bir ses tonuyla anlatmaya başladı. Kampta bir kaza geçirdiğini ve düşerken kafasını bir taşa çarptığını söyledi önce. Çarpmanın etkisiyle komaya girdiğini, tam 15 yıl süren komadan yeni uyandığını da ilave etti. Bizimki çok şaşırdı ama ne diyeceğini bilemedi. Sustu. Sadece sustu. Bir hafta sonra taburcu oldu. Evi aynı değildi. Yeniydi. Evinin tarzına hiç alışamadı. Yeni bir sistem vardı evde ve ev, kişinin ihtiyacı olan şeyleri otomatik olarak temin ediyordu. 
Evine girdikten sonra ondan hiç kimse haber alamadı. 
Kimseyle konuşmadan ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yaşamaya devam mı ediyordu? 
Belki de… 
Hayata veda mı etmişti yoksa? 
Kim bilir... 
Zaman zaman hayatı sıkıcı bulup yeni bir aksiyon yaşam istiyor muydu? 
Yaşıyorsa neden olmasın…