ahmet emir koç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ahmet emir koç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ocak 2024 Cumartesi

FARKLI BİR DİL

 
    Semih Yılmaz, Ahmet Emir Koç

    Aslında Ahmet ve Semih çok iyi iki arkadaştı ama konu laf yarışına gelince gözlerini karartırlar akıllara gelmeyecek şeyler söylerlerdi. Bir okul akşamı ikisi de iyice yorulmuştu ve koşacak güçleri kalmamıştı. Ahmet, kantinden gelen Semih’e baktı. Bir şeyler almıştı ama kendisine uzatmıyordu. Bunun üzerine Semih’e:
    -Bir çöp poşetinin çikolata yediğini ilk kez görüyorum, dedi. Semih’in bu söz gücüne gitmedi çünkü onda da hazır cevaplar vardı:
    -Bu mevsimde sivrisinek, hem de epey gürültücü, dedi. Semih, çikolatasından Ahmet’e uzattı ve sınıfa doğru ilerlediler.
    Kaba konuşmadan, birbirlerini üzmeden sitemlerini ve mesajlarını birbirlerine iletmenin yolunu bulmuşlardı. Yeni bir dil konuşmak gibiydi bu onlar için. Başkaları anlamıyordu. Sınıfa girdiklerinde     Semih Ahmet’e:
    -Yerine otur sevgili kardeşim domates salçası, dedi. Ahmet şöyle bir baktı ve:
    -Peki acılı ketçap dostum, dedi.
    Bu hep böyleydi.
    Yorgun oldukları zamanın belirtisiydi.
    Bu onların diliydi.

YEDİ



Ahmet Emir Koç

Bazen aklıma gelip takılıyor
Neden bir hafta 7 gün
Pamuk Prenses’in etrafında
Neden 7 Cüce var

Neden Ronaldo’nun forması 7
Neden ülkemiz 7 bölgeden oluşuyor
Ve 7 kıta var dünyada
Biraz uzaklaşmak istiyorum 
Şarkı söylüyorum
Notaları sayıyorum
Do re mi fa sol la si

Kitap okuyarak unutmak istiyorum
Kütüphaneden Harry Potter’ı alıyorum 
Bakıyorum kaç seri
Gelip buluyor beni 7
7
Ömrümü yedi

23 Aralık 2023 Cumartesi

GİZEMLİ DOLAP


İlker Çitgez, Semih Yılmaz, Ahmet Emir Koç, Feyza İşbaşar

     1. Bölüm Sıkıcı Hayat
    Günlerdir evdekilerle tek cümle konuşmamıştım. Eve geç geliyorlardı, şayet uyanık olursam doğrudan bana sordukları tek soru vardı:
    -Ödevlerini yaptın mı? Şayet ödevlerimi yapmışsam başımı sallayarak cevap veriyordum. Başka bir soru gelmiyordu. İşin garibi kendi aralarında da konuşmuyordu annem ve babam. Hep başkalarıyla konuşuyorlardı telefonda ve kendi aralarında da işaret diliyle konuşuyorlardı sanki. Günlerdir bu böyleydi. 
    Arkadaşım yok muydu?.. Yoktu… Arkadaşlarım da çok tuhaftı. Basit şeylere gülüyorlar, birbirlerine el kol şakaları yapıyorlar, durup dururken birileri ağlıyor, birileri kahkaha atıyordu. Birileri de tırtıl gibi sürekli ellerinde yiyecekleri kemirerek dolaşıyordu. Öğretmenlerim birkaç kez benimle konuşmaya çalışmıştı ama onları da samimi bulmamıştım. Bir sorunum yok, diyordum soranlara. Gerçekten de görünürde hiçbir sorunum yoktu. Çok güzel bir evimiz vardı. Ekonomik durumumuz çok iyiydi. En güzel araba bizdeydi, en güzel yemekleri biz yiyorduk. Ama bir şeyler vardı içimde boş olan. Evet, bir boşluk vardı içimde bir türlü dolmayan. 
    Bir şeyler yapmalıydım bu boşluğu doldurmak için, ama ne?.. Odamdan çıkmaz olmuştum. Özen göstermesem de derslerim iyiydi çünkü arkadaşlarım çok ilgisizdi okulla, derslerle. 
Bir gün yatağıma uzanmış düşünürken üst katın salonundaki büyük dolabı hiç açmadığımı fark ettim. İçinde ne vardı acaba? Kendime oyalanacak bir şeyler arıyordum. Bu beni biraz da olsa oyalar, kafamı dağıtır diye düşündüm ve usul usul üst kata çıktım. Eski bir dolaptı bu. Eşyalarımız her sene yenilenir ama bu dolap hep yerinde dururdu. Bunu hatırlayınca biraz daha merak duygum arttı. Dolabın önünde durdum, çok eski bir dolaptı ve ilk kez bu kadar yakından bakıyordum ona. Kapağını açmaya çalıştım ama açılmıyordu kapak. Diğer kapakları zorladım ama onlar da açılmadı. Önüne oturdum ve anahtarı var mıdır, diye düşünürken dolabın altında bir kağıdın ucunu gördüm. Kağıdı sürükleyerek elime aldığımda üzerinde birkaç kelime olduğunu fark ettim. Şöyle yazıyordu:
Gizli bir hazine var 
Bu dolabın içinde
Merak ediyorsan eğer
Gel maceranın içine

    Önce tebessüm ettim ve ne anlamsız bir şiir dedim, kendi kendime. Yıllardır bu dolabın altında başka neler neler vardır diye aklımdan geçti. Notu bir kez daha yüksek sesle okuduğumda dolabın kapağı gıcırdayarak ardına kadar açıldı. 

    2. Bölüm: Değişik Bir Yolculuk
    Gıcırdayan kapı beni korkutmadı desem yalan olur. Kapı açılır açılmaz içeriye tuhaf bir koku yayıldı. Dolabın içine baktım, örkümcek ağları ve tozla kaplıydı. Gözüme yine tozlarla kaplı kocaman bir kitap çarpmıştı. Kitap çok ağır ve büyüktü. Elimle üzerindeki tozları temizlemeye çalışırken arasından eski bir fotoğraf düştü. Evet, bu bizim eski aile fotoğrafımızdı. Hiç görmemiştim bunu. Fotoğrafta ben henüz birkaç yaşlarımdaydım. Annem ve babam büyük bir mutlulukla bakmışlardı kameraya. Biraz duygulandım, fotoğrafı bir kenara bıraktım. İçimden bu fotoğrafı annemlere göstermek geçiyordu. Belki onlar için de eskiyi anmak iyi olurdu ancak kitap beni kendine çekiyordu. Sayfalarını araladım. Okumaya başladım. Kitap adeta beni esir almış gibiydi. On dördüncü sayfaya geldiğimde kendimi garip hissetmeye başladım. Midem ve başım kötüydü. On dört yaşımda olduğum aklıma geldi kitaptaki sayfaya baktıkça. Üstelik dış kapı numaramız da on dörttü. Gözlerim kapanırken hemen yan tarafta, dolabın içinden bir kapı daha açıldığını gördüm. İçerden ışıklar ve renkler sızıyordu. Güzel bir koku da geliyordu.  Usulca doğruldum, kuş gibi hafiftim. Bu yeni açılan kapıdan geçtiğim anda başka bir dünyaya ulaşmıştım sanki. Bu dünyada yeşiller daha yeşil, maviler daha maviydi. Hiç görmediğim kadar büyük kelebekler vardı, arılar kocaman at büyüklüğünde uçuyorlardı. Kelebeklerden birine:
    -Burası neresi, diye sordum. Kelebek ince ve güzel bir sesle cevap verdi:
Bura gizem diyarı
Her yer ayrı bir gizem
Çözmek istiyorsan eğer
Önce bana cevap ver

    Kelebeğin bana bir sorusu var diye düşündüm. O sırada kelebek kanatlarını açtı. Kanadın birinde 1, diğerinde 4 rakamı vardı. Bu, kitap okurken 14. sayfada kaldığımı anımsadım. Yeniden başım döndü, her yer karanlık oldu. Kendime geldiğimde kapalı dolabın önündeydim. 

                                    DEVAM EDECEK

9 Aralık 2023 Cumartesi

ÖRKÜMCEK

Ahmet Emir Koç

Senin kaç tane kolun var
Ya da ayağın
Kaç gözün var
Gözün var mı senin
Neden korkuyor senden
Kocaman insanlar
Örmeyi kimden öğrendin
Yoksa ninemi mi izledin
Çorap örerken

Aslında konuşabilsek seninle
Anlaşırız diye düşünüyorum
Yine de ürpertiyorsun
Ansızın görününce duvarda
Bir görünüp bir kayboluyorsun
Biz görmediğimiz zaman
Nerelerde geziyorsun
Soracağım çok şey var
Aslında seninle konuşabilsek
                                 Örkümcek

GELECEK ZAMAN KAHRAMANLARI

    Semih Yılmaz, Ahmet Emir Koç, Feyza İşbaşar


                                              Bölüm 1: Saklı Geçmiş

    Dünya beklenen sona ulaşmış, su ve yiyecek kıtlığı başlamıştı. Doğal insan nesli çoktan tükenmiş, mevcut insanlar teknolojik çabalarla üretilmiş deneysel yaratıklardı. Bunlar tamamen insani duygularını kaybetmemiş ancak iradelerini kaybetmeye başlamışlardı. Ancak dünyayı yöneten, dünyaya yön verenlerin farkında olmadığı bir doğal insan kalmıştı yeryüzünde. O da diğer türdeki insanları taklit ederek kendisini gizliyordu. Dünyaya geleli otuz yıl geçmişti ama annesini ve babasını hatırlamıyordu. Aslı hangi millettendi, hangi coğrafya ana vatanı idi bilmiyordu. Anadilini de bilmiyordu. Dünyada yaklaşık yüz yıldır kullanılan ortak dil, diğer bütün dilleri unutturmuştu. Bu dil yapay bir dildi. Zeki olduğu için bu dili kısa zamanda öğrenmişti.
    Yalnız kaldığı zamanlarda dünyanın geçmişine dair araştırmalar yapıyordu. Etrafındaki diğer insanlara göre kısaydı ve gözleri daha çekikti. Bu kendisini diğerlerinden ayıran en büyük özellikti. Ayrıca bir defasında düşmüş, dizi sıyrılmış ve kırmızı bir sıvı akmıştı dizinde ama etrafındaki diğer insanların herhangi bir hasar durumunda vücutlarından akan sıvı siyahtı. İlk kez farklı bir tür olduğunu o zaman anlamıştı. Bunu anlaması yıllar sürmüştü ama bundan yola çıkarak geçmişini araştırmaya başladı. Çekik gözlü insanların geçmişte daha çok Asya’da yaşadığını öğrendi. Kendisi de Asyalı olmalıydı ama Asya neresiydi? Dünyanın tamamı çöldü ve haritalar kaybolmuştu. 
    Diğer insanlar tablet şeklinde besinlerle günlük gıdalarını alıyorlardı fakat tabletlerde yeteri kadar karbonhidrat olmadığı için gereğinden daha fazla uykuya ihtiyaç duyuyorlardı. Yirmi dört saatin yirmisini uyuyarak geçiriyorlar kalan dört saatte de çok yorgun oluyorlardı. Bu insanların uzun süre uyuması Se-fe-ah’ın işine geliyordu. Se-fe-ah ismi kendisine verilen kıyafetlerin üzerinde yazılı gelmişti. Anlamını bilmiyordu. Bu insanların hepsinin bir ismi vardı ama kimsenin ismini ezberlemek gibi bir düşüncesi yoktu. Ayrıca herkes bu hayattan memnundu. Başka bir dünya, hayat, yaşam alanı özlemi duymuyorlardı. Zaman ilerledikçe insani duyguları azalıyor, bitmeye yaklaşıyordu. 
Se-fe-ah diğer insanlar uyurken aralarından kaçmak, dünyayı ve kendisini tanımak için planlar yapıyordu. Buradaki insanlar özgür olduklarını sanıyor, kaçmayı hiç düşünmüyorlardı. Se-fe-ah da nasıl olsa kendisini burada tutan bir güç olmadığı düşüncesiyle bir sabah erkenden uyandı, hazırlıklarını yaptı ve güneşin doğduğu yöne doğru ilerlemeye başladı. Se-fe-ah ilerliyordu ama etrafta hayat belirtisi yoktu. Ayrıca aklından çıkmayan bir düşünce vardı: Ya başına kötü bir şey gelirse, yeniden dönüşü nasıl olacaktı buraya?
    Yolculuğunun ikinci gününde Se-fe-ah zorlanmaya başladı. Keşke bir yol arkadaşı olsaydı her şey daha kolay olurdu. Bu düşüncelerle biraz dinlenmeye karar verdi. Biraz ilerde terk edilmiş bir şehir görünüyordu. Ürperdi. Yine de oraya gitmeliydi. Yarım saat sonra bu şehre ulaştı. Bir canlı izi yoktu ama dinlenmek için iyi bir mekândı. Belki yiyecek bir şeyler de bulabilirdi. Önce dinlenmeli, uyumalıydı. Kendisini güvende hissedecek bir yer buldu ve çabucak uyudu. Uyuduğunda hep başka bir dünyaya gidiyordu. Başka dağlar, gökler ve insanlar görüyordu. Bunları neden görüyordu anlamıyordu, kimseye de soramıyordu çünkü genetiği bozulmuş diğer insanlardan rüya ve hayal güçleri silinmişti. Bu kez rüyasında iki insan gördü. Kendisine benziyordu gördüğü insanlar. Biri annesi, diğeri babası olduğunu söyledi. Annesi olduğunu söyleyen kişi gözlerinin içine bakarak:
    -Se-fe-ah, sakın içinde bulunduğun topluluktan ayrılma. Ayrılırsan hayatta kalamazsın. Diğer türlere doğal insan olduğunu sakın sezdirme. Yakında buluşacağız, dedi. O esnada bir çıtırtı ile uyandı, korkuyla sağa sola baktı. Uyandığı anda gölge gibi bir şeyin saklandığını hissetti. Usulca yerinden doğruldu ve ürkerek gölgenin olduğu yere ilerledi. Gördüklerine inanamıyordu. Karşısında bir insan vardı ama bunun yapay mı, doğal mı olduğunu anlayamadı. Kendisinden biraz daha küçük yaşta bir kızdı bu. O da Se-fe-ah’tan korkuyordu. İyice yaklaşarak dikkatle baktığında kızın elinin üzerinde bir yara gördü ve bu yaranın üzerinde kırmızı bir sıvı vardı: tıpkı kendisinin düştüğünde, yaralandığında akan sıvı gibi… Bu, senelerdir görmediği, kendisi gibi doğal bir insandı. Kısa bir sessizliğin ardından Se-fe-ah:
    -Benden korkmana gerek yok, ben Se-fe-ah, yaşadığım koloniden kaçtım çünkü onlara benzemiyordum, senin de onlara benzemediğini elindeki sıvıdan anladım. Korkma, tanışalım, dedi. 
Kız ürkerek bakmaya devam etti:
    -Ben Azyef! Sana neden inanmalıyım, dedi. Ancak başka bir çaresinin de olmadığını biliyordu. 
Bu esnada koloninin güçlü şefi Temha, Se-fe-ah’ın yokluğunu fark etmiş yanına üç güçlü askeri Himes ve Fusuy, Nahetem’i alarak yola çıktı. Yola çıkarken yönetimi Runo’ya bıraktılar. Fakat Azyef ve Se-fe-ah uzun bir sohbete dalmışlardı ve bu durumdan haberleri yoktu. Arada iki günlük mesafe vardı ancak Temha ve ekibi araçlarla ilerliyorlar, radarlarla etrafta canlı olup olmadığını tarıyorlardı. Azyef ve Se-fe-ah birbirlerini tanımış ve arkadaş olmuşlardı. Yolun kalanını birlikte gitme kararı aldılar ve yola koyuldular. Azyef de Asyalı olduğuna inanmıştı ama Asya neresiydi? Dünyanın tamamı çöldü ve haritalar kaybolmuştu.
    Sekiz saat süren bir yolculuktan sonra iyice yorulmuşlardı. Yine bir terk edilmiş yerleşim yerine yaklaşmışlardı. Dinlenmek için ideal görünüyordu. Yaklaştıklarında buradan gelen seslerle irkildiler. Bu sesler tanıdık bir canlıya ait gibi değildi. Sessizce yaklaştılar, kaynağını anlamaya çalıştılar. Gördükleri manzara onları çok korkuttu. İnsanı anımsatan ama tamamen farklı on canlı vardı az ilerde. Bir süre izleyip karar vermeleri gerekiyordu ne yapacaklarına dair. Buradan sessizce ayrılacaklar mıydı yoksa kalıp bunlarla tanışacaklar mıydı? Korkunçtular ama belki de zararsızdılar. Yapay insanlara benzemiyorlardı. Bunları düşünürken arkalarından gelen ses tüm planlarını bozdu. Geriye döndüklerinde uçan araçların üzerinde Temha, Himes, Fusuy ve Nahetem’le göz göze geldiler. Koloninin sakinlerinden düşünceli ve diğerlerine uymayan ama yapay insan olan Ridak da Temha ve ekibini takip etmişti, olacakları izliyordu. 
    Temha ve ekibini Azyef ilk kez görüyordu. Ridak, Temha’nın onlara zarar vereceğini biliyor ve onları korumak için doğru anı kolluyordu. Ridak, aslında bir yazılım hatası taşıyordu, iradesini geliştirebilmişti. İnsani duyguları ağır basıyordu. Ridak’ın beklediği an yaklaştı. Temha, Azyef ve Se-Fe-ah’ı yakalayıp koloniye götürme ve inceledikten sonra yazılımını güncelleyip itaat etmelerini sağlamak istiyordu. Aracından inip ilk adımı atmışken Ridak büyük aracı ile Azyef ve Se-fe-ah’ı kollarından tutarak hızla kaçmaya başladı. Temha çok öfkelenmişti. Hızla aracına dönmüştü ki bölgedeki diğer canlılar gürültüyü duymuş olay yerine gelmişlerdi. Temha ve arkadaşları da bu canlıları görünce ürktüler. Canlılar ellerinde taşıdıkları zincir ağları araçlara fırlattılar ve havalanmasına engel oldular. Zaten yeterince ürken Temha ve arkadaşları koşarak kaçmaya başladılar. Bu sırada Azyef ve se-fe-ah geride bıraktıkları bölgede ne olduğunu anlamamış hızla Ridak’ın aracıyla ilerliyorlardı. Ridak’ın onları nereye götürdüğünü bilmiyorlardı. Acaba Ridak’da Temha ile mi çalışıyordu, koloniye mi götürüyordu onları? Bunları düşünmek için erkendi. Şimdi tek gerçek vardı o da Temha’dan kaçmayı başarmışlardı. En azından öyle düşünüyorlardı. 

                                                                Birinci Bölümün Sonu

5 Kasım 2023 Pazar

KARDAN ADAM


Ahmet Emir Koç
 
Kaç kış mevsiminde
Kaç değişik yere yuvarlaya yuvarlaya 
Yaptık seni
Kaç kere canlandırdık
Bilmem

Havuçtan burnun
Zeytinden gözün vardı
Bazıları yıktı, bazıları yardım etti
Biz seni oraya yerleştirirken

Şimdi kar yok
Sen de yoksun
Kardan da olsan
Bizim için bir eğlence kaynağıydın
Kardan adam

21 Ekim 2023 Cumartesi

BENİM ŞİİRİM

Ahmet Emir Koç
Bilemem kaç mısradan oluşur
Ya da kaç dörtlükten
Yazmaya başladığım zaman
Yürür gider şiirim
Bana sormadan
 
Belki uzun belki kısa
Belki neşeli belki mutsuz
Elime kalemi aldığım zaman
Yazıyorum kendimi tutamadan

30 Eylül 2023 Cumartesi

MAVİ

 

Ahmet Emir Koç

 
Son günlerde hep
Maviyi düşünüyorum
Göğe bakıyorum mavi
Denize bakıyorum mavi
Kardeşime bir nazar boncuğu takmışlar: mavi
Yolda bir kedi gördüm baktım gözleri mavi
Kilimlerde halılarda gözüme çarpıyor: mavi
Mavi olmasa ne renksizmiş her şey
En çok maviyle süslenmiş dünya




23 Eylül 2023 Cumartesi

KAYBOLAN ADAM

 

            Ahmet Emir Koç, Semih Yılmaz, İlker Çitgez

Günlerden pazardı ve hava bir hayli güneşliydi. İnsanlar sıcağa aldırmadan kendilerini sokaklara atmışlardı. Yaşlı insanlar kalp krizi riskini düşünmeden otobüsleri doldurmuş, teyzeler ise kollarına çantalarını almış telefonla konuşarak yollarda ilerliyorlardı. Hiç kimse hiçbir şey düşünmüyordu uzaktan bakılınca. Sadece yürüyorlar, koşuyorlar, konuşuyorlar, bir yerlere gitmeye çalışıyorlardı. Yalnız bir adam vardı kalabalığın içinde hareket etmeden sadece kalabalığı izleyen. Uzun boylu, zayıf, esmer tenli, kırk yaşına yakın bir adamdı bu. Elleri cebindeydi. Hızla yanından geçen insanlar onu görmüyor gibiydi. Kimi ona çarparak yoluna devam ediyor kimi ise ona aldırış bile etmiyordu. Hava sıcaktı ve insanlar ellerinde su şişeleriyle geziyordu. Kimileri şemsiye almıştı güneşten korunmak için. Herkes terliyordu ama adam terlemiyordu, susamıyordu, konuşmuyordu… Kimdi bu adam? Şehrin ortasında durmuş ne yapıyordu? Nerede yaşıyordu? Yabancı mıydı? Belki de akıl sağlığı yerinde değildi.

Adam hava kararıncaya kadar tek adım atmadan, tek kelime etmeden, bir şey yiyip içmeden aynı yerde bekledi ve kimse onun farkına varmadı. Sokak lambaları yandı, araçlar hızlandı. Dedeler, nineler, teyzeler, çocuklar, ablalar, ağabeyler hepsi evlerine dönüyordu. Hatta kimsenin farkına varmadığı kuşlar bile yuvalarına dönmüştü.

Vakit gece olduğunda sokaklarda kimsecikler kalmamıştı ama adam halen oradaydı ve hareketsizdi. Gece bekçilerin dikkatini çekti adam ve ilk kez onun farkına varan birileri oluyordu. İki bekçi adama doğru usulca yürüdü ancak onun hareketsizliğinden korktular. Gece gece başlarına iş almak istemediler.

 Sabah oldu. Günlerden pazartesiydi. Sıcak hava yerini bulutlu bir güne bırakmıştı. Yollar yine kalabalıktı ama sadece sabah, öğlen ve akşam. Adam hiç kımıldamadan orada duruyordu. Adam, birkaç kişinin dikkatini çekmiş olacak ki yanına yaklaşıp önüne bozuk para bırakanlar olmaya başladı.

Akşam olduğunda adamın önünde hayli bozuk para birikmişti. Şehrin ortasındaki hareketsiz adam artık insanların dikkatini çekmeye başlamıştı. Gelip geçerken bakıyorlardı, yerinde mi?

İkinci gece bekçiler aynı adamı aynı yerde görünce cesaretleri arttı ve yanına gitmeye karar verdiler. İyice yaklaştılar, tam dokunacaklardı ki adam kayboldu.