4 Kasım 2023 Cumartesi

AH BENİM BU SABIRSIZLIĞIM


Semih Yılmaz 
Günlerden pazardı. Ramazan ayının yaklaşık yirminci günüydü. Babam evde bizimle olduğundan canımız hiç sıkılmıyordu. Pazar günleri bizim en yoğun günümüzdü. Evin ihtiyaçlarını almak için marketlere giderdik ve yorgun argın dönerdik. Alışveriş yorucuydu. 
O akşam, alışveriş sonrası anneannemlere iftara davetliydik. İşlerimiz bitince oraya gittik. İçeri girdiğimizde masanın üzerinde cacık duruyordu ve oruçlu olduğum için bütün kokusunu duyabiliyordum. Cacığın diğer yemekler arasında benim için ayrı bir yeri hep olmuştu çünkü ferahlık veriyordu, kokusu tadı başkaydı. Tok olsam bile cacığa yok diyemezdim, şimdi çok da açtım. Açlık hissim her şeyin önündeydi. Cacığı görünce kendimi kaybettim ve masaya bir gölge gibi yürümeye başladım. Masaya ulaşır ulaşmaz cacığa ellerim uzandı ama kaşık yoktu. Şimdi yeni bir görev beni bekliyordu. Görevim anneme görünmeden bir kaşık bulmaktı. Kaşığın olduğu çekmeceye doğru gittim. Kimseye çaktırmadan bir kaşık aldım ve masaya döndüm. Uzandım, cacık beni kendisine çağırıyordu. Dayanamadım ve kaşığı daldırdım. Kaşığı ağzıma götürürken bir yandan oruç olduğum aklıma geldi ama kendime dur, diyemiyordum. Hızla bir kase cacığı bitirdim. Kimseler farkında olmadan oturma odasına süzüldüm ve televizyonda maç açtım. Kendimi biraz suçlu hissediyordum. Ağzımdaki cacık bulaşığını silmeyi unutmuştum. Şimdi bir peçete ile suç delillerini kaybetmek gerekiyordu. Mutfağa gittim, son delili yok ederken peçete elimde annem ağzımı silerken gördü. Göz göze geldik. Annem:
-Oğlum, sen cacık mı yedin, dedi. Yalan söyleyemezdim. Zaten içime koca bir öküz oturmuştu. Suçlu hissediyordum. Ağlayacak gibiydim. Sessiz kalma hakkımı kullandım. Annem:
-Oğlum, sen oruçtun, dedi. Ben de:
-Halen oruçluyum anne, nasıl olduğunu anlamadım, kendime geldiğimde cacık bitmişti. Galiba bana melekler yedirdi bu cacığı dedim. Annem:
-Kasenin hepsini mi melekler yedirdi, ne kadar da seni severlermiş, dedi. Tebessüm etti. Bu sırada herkes sofradaydı, dışardan gelen ezan sesi ile bardak, çatal, kaşık, su sesleri birbirine karıştı. Zaten ezana birkaç dakika kalmış, aslında sabretsem daha iyi olurmuş, diye içimden düşündüm. Ne yapabilirdim ki?.. Onlar da masaya cacık koymasaydı. 

KÜÇÜK BUĞDAY BAŞAĞI

 Merve Sena Öztürk
Bir varmış bir yokmuş, uzak diyarlarda bir ormanın kıyısında üç kardeş buğday başağı yaşarmış. Buğday başaklarının ikisi hep güzellikleri konusunda kavga ederlermiş ama üçüncü ve küçük olan başak onlara karışmazmış. Diğerlerinden daha güzelmiş ve parlakmış oysa. Ama nedense onların kavgalarına hiç mi hiç katılmazmış. Diğer kardeşleri onu çok kıskanırmış ve onunla alay ederlermiş. Küçük buğday başağı onlara karşı çok iyi kalpliymiş. Üç kardeş yanlarında ağaçlarla beraber yaşıyorlarmış ama bir gün açlıktan neredeyse ölecek bir çocuk görmüşler. Çocuk bir deri bir kemik kalmış. Buğday başaklarını görünce ağzı sulanmış. Üçü de çok korkmuşlar. Çocuk küçük buğday başağına yönelmiş. Koparmadan onu, yere yatmış ve yemeye başlamış. Tam yarısına geldiğinde başka insanların sesleri gelmiş. Bir süre sonra çocuğun annesi ve babası gelmiş. Annesi:
-Hadi gel, bilmediğin bitkileri yeme, demiş. Babası:
-O kadar acıktıysan yemek hazır, demiş.
Hemen çalılıkların arasından dışarıya çıkmışlar. Buğday başakları çok şaşırmışlar. Kaç yıldır insan görmemişler. Kısa ve üzücü bir şey vardı. Küçük buğday başağının tam yarısını çocuk yemişti. Birkaç dakika sonra bunu fark eden kardeşler hemen alay etmeye başlamıştı. Küçük buğday başağı çok üzülmüş ve sessizce ağlamaya başlamıştı. Kendini topraktan sökmeye çalışmış. Ama böyle büyümek zorundaymış. Aradan birkaç yıl geçmiş ve büyük bir fırtına başlamış. Buğday başakları bir o yana bir bu yana sallanmışlar. Neredeyse köklerinden kopacaklarmış. Kardeşleri bir yandan kendilerini korumaya çalışıyor bir yandan da alay ediyorlarmış.

Aradan epey zaman geçmiş. Artık kardeşlerin toprağa tohumlarını saçma vakitleri gelmiş ama küçük buğday başağının tam zamanı gelmemiş. Fırtınadan sonra kurak olan topraklar verimli topraklarla buluşmuş. Rüzgar kurak toprağa doğru esmiş. İki kardeşin tohumları rüzgarda uçup kurak toprağa düşmüş bu duruma kardeşler üzülmüş.
Kardeşlerini gören küçük buğday başağı da çok üzülmüş. Yenmiş tarafıyla tohumları toplamış, kendisini verimli toprağa giden rüzgarın kollarına bırakmış. Onu örnek alan kardeşleri de o günden sonra iyi birileri olmuşlar ve mutlu yaşamışlar.


HÜZÜN MEVSİMİ (akrostiş)

 Sude Gökçe Çelen

O gün geldi
Neden geldi
Kasım ayı
Atam hasta oldu
Sonbahar sabahıydı
Islandı hep gözlerimiz
Mavi gökyüzü siyaha büründü

RAHAT UYU (akrostiş)

 Sude Gökçe Çelen

Atam canım atam
Temiz kalbinle
Anlatırsın bize
Tüm yurdu korumayı
Ülkemizi sevmeyi
Rahat uyu Atam
Koruruz biz vatanı

SEVMEYİ ÖĞRENDİM (akrostiş)

Sude Gökçe Çelen


Sen öğrettin
Ellerinle sevmeyi
Ve özlemeyi
Gözlerinle sev bir de
İyilik et bizlere

GERÇEK CANAVARLAR

Tayfun Tabuk

Siz hiç canavarları duydunuz mu? Hani fazladan kolları, ayakları, gözleri olan şu hayali varlıklar. Ben duydum hatta gördüm de. Nasıl diye soracaksınız. Çok normal bir şey aslında. Bence herkes canavar görmüştür. Hatta canavarlar hemen hemen her yerde. Yine nasıl, dediğinizi duyar gibiyim. Her yerde gördüğünüz, naylon atıklar, poşetler, kâğıtlar, tenekeler kısacası bütün çöpler birer canavar. Dünyamız düşünülmeden atılan çöpler yüzünden kirleniyor. Sadece dünyamıza değil hayvanlara hatta bize bile zarar veriyor bu çöpler. Çöpler yüzünden birçok bitki, hayvan ölüyor, nesli tükeniyor. İçecek içtiğiniz şişeyi eğer: “Dünyayı sadece benim geri dönüşüme attığım çöp mü kurtaracak.” Demeyin ve çöplerinizi geri dönüşüme atın. Geri dönüşüme atamıyorsanız en azından çöp kutularına atın. Dünyayı kurtarın. Dünyayı kurtarmak sizin elinizde, bizim elimizde. Küçücük bir duyarlılık yeter güzelliklerin kapısını aralamak için, dünyayı canavarlardan kurtarmak için.

YENİ KOMŞU

 Zeynep Göktaş
Okuldan eve gelirken
Kapıda birini gördüm
Tuz istiyormuş meğer
Eve girdim, ona tuz verdim
 
Nereden geldiklerini sordum
Anlattı biraz kısa
Yeni geldik buralara dedi
Bakarak tuz uzattığım tasa
Yaşımı sordu sekiz dedim
Onun da varmış çocuğu
Hem de sekiz yaşında
Biraz sonra kapı çaldı
Açtım kapıyı baktım bir çocuk
Benimle aynı boyda
Üstelik aynı yaşta
Adı da Yüsra

Artık yalnızlıktan kurtuldum
İçimde büyük bir sevinç 
Baştan başa
Hoş geldiniz komşular
Hoş geldin Yüsra

EMANET

 Yiğit İbrahim Karain
Kahramanlarız bize emanet etmiş
Bu gülden, çiçeklerden ülkeyi
Savaşmışlar uğruna bu toprakların
Yaşatmak için milleti, bizleri
 
Binlerce can kalmış toprağın bağrında
Binlerce yetim, öksüz kalmış geride
Yokluk yoksulluk sürmüş senelerce
 
Kolay olmamış bir ülke kurmak
Ve o ülkeyi yeni nesillere
Armağan bırakmak

ATAMANLI DEVLETİ (Akrostiş)

 Umut Pekyiğit

Atamanlı Devleti
Tabi ki onu severim
Ama o yıkıldı
Maalesef bu kötü oldu
Atatürk ardından Cumhuriyet’i kurdu
Ne güzel oldu
Laleler gibi ılık
Irkların en onurlusu
 
Türkler çok cesurlar
Ülkeleri çok geniş
Resimler kalmış bize onlardan
Keşke hep yaşasaydılar 
Laleler gibi kokan
Eski zamanlar
Resmen çok eski
İnanıyorum yine şahlanacak Türk milleti
 
Ne mutlu Türküm diyene

OKUL GEZİSİ

Aysel Zümra Yuvacı
Bir gün okula geldiğimde öğretmenimiz:
-Yarın okul gezisi var, dedi. Ben çok sevindim. O gün geldi nihayet. Gezi için sıra olduk. Sınıftan sıralı halde çıktık. Öğretmene sordum:
-Nereye gideceğiz. Öğretmen:
-Sinemaya, dedi. Bu kez de filmin ismini sordum.
-Renkli Dünya, dedi.
Çok merak etmiştim filmi. Film çok kısaydı. Başladı ve bitti. Okula geldiğimde çok değişik şeyler düşünüyordum. İlk düşüncem şuydu:
-Bu kısa film ne anlatıyordu?

ANNEM

 Ahmet Sait Yurttaş
Annem
Güzel annem
Sen öğrettin bana her şeyi
Sen açtın bana kucağını
Sensin evimizin çiçeği
 
Sensin benim güzel annem
Beni sen büyüttün
Beni sen ben ettin
Canım annem
 
Herkesin annesi güzel
Ama sen daha güzelsin
Çünkü
Benim annemsin

KİTAP (AKROSTİŞ)

Yiğit İbrahim Karain 

Kitaplar çok güzeller
İyi ki varlar
Türlü türlü
Artık onlar öğreticimiz
Pasta tarifleri bilim kitapları

SAKLAMBAÇ

 Elif Yüsra Yaralı
Bir zavallı köpek ama kimsesiz
Belki bir umut vardır diyerek dolaşıyor
Üstelik yollarda aç susuz 
Ve hep canı sıkılıyor

Yolda yürürken birden
Karşısına küçücük bir çocuk çıkıyor
Tıpkı kendisi gibi
Onun da canı sıkılıyor

İkisinin de yok hiç arkadaşı
İkisi de oynamaya muhtaç
Önce bakışıyorlar sesiz
Sonra anlıyorlar ki bunlar
Ruhları ikiz

Bir oyun oynamaya başlıyorlar
Bir çocuk ve kedisi daha geliyor yanlarına
Onlarla da kaynaşıyorlar
Ve oyuna başlıyorlar

Oyunun adı saklambaç
Başlıyor büyük oyun
Kedi kaç
Köpek kaç
Çocuk kaç
Oluyor saklambaç

ANNELERİN EN GÜZELİ

Zeynep Göktaş
Sensin benim güzel annem
Işığın var yanaklarında
Güzelliğin var kalbinde
Senin sesini duyunca
Kalbim ışıyor sanki

Beni dünyaya getiren
Güzel annemsin sen
Gönlümden geçenleri
Ah bir bilsen

Sayamam ki güzelliklerini 
Kaç kitap okuduğunu bilemem ki
Kitaplarla doldurmuşsun evimizi
Okumayı da sen öğrettin bana

Öğretmenimin her çağırışında
İhmal etmedin
Okuluma gelmeyi
Sınavlarıma çalıştırdın beni

2 Kasım 2023 Perşembe

GÖÇMEN SERÇE

 Atıf Kaan Salar, Metehan Ersoy

    Yumurtasını çatlatarak dışarı çıkmayı başaralı üç hafta olmuştu. Kısa mesafeli de olsa uçabiliyor, kendi ihtiyaçlarını görebiliyordu. En yakın markete gidebiliyor, arkadaşları ile küçük gezintiler yapabiliyordu. Arkadaşı olan diğer kuşlar zaman zaman uzun uçuşlar yapmayı teklif ediyordu ama kendisi daha küçüktü. Üstelik onların kanatları, bacakları uzundu. Kendisini onların yanında maskot bir kuş gibi hissediyordu. Zaten onların yediklerini de yiyemiyordu.
    Artık yaz günlerinin bunaltıcı sıcakları geride kalmaya başlamıştı. Canı hiç dondurma istemiyordu çünkü geceleri üşüyordu bile. Böyle zamanlarda annesine, kardeşlerine sokularak sabahı ediyordu.
Bir gece büyük bir gürültüyle uyandı. Yuvalarının içi buz gibiydi. Dışarda vuuu vuuu sesleri ve su sesleri duyuluyordu. Biraz ilerleyip dışarıya bakmak istedi ama yeniden savrularak yuvaya düştü. Herkes tedirgindi. Annesi:
    -İşte sonbahar geldi, artık işimiz daha zor, dedi. Minik serçe annesine:
    -Neden işimiz zor, diye sordu. Anne:
    -Sonbahar böyle yağmur ve rüzgarla geçer, ardından kış gelir. Kar yağar. Günlerce yuvamızda mahkum kalırız evladım, dedi.
    Küçük serçe korkmuştu anlatılanlardan. Gece bitti. Gece boyu bunları düşündü. Yağmur ve rüzgar durdu ve bütün aile güneşin doğması ile birlikte dışarıya çıkmaya başladılar.
Hemen yanlarındaki minareye yuva kurmuş olan leylek ailesinde bir telaş vardı. Minarenin tepesine konarak onları izlemeye başladı. Her şeylerini toplamışlardı. Leylek arkadaşının yanına gitti ve sordu:
    -Neden toparlanıyorsunuz, bu telaşınız ne?
Bir yandan valizini hazırlayan leylek:
    -Bilmiyor musun serçe kardeş, biz leyleklerin göç vakti geldi, dedi. Serçe anlamaya çalıştı:
    -İyi ama nereye, ne için gidiyorsunuz. Leylek yine başını işinden kaldırmadan:
    -Kışın buralarda kalırsak ölürüz, güneye, daha sıcak yerlere gidiyoruz ama seneye baharda görüşürüz yuvamız burada. Burası bizim yazlığımız, dedi. Gece boyu anlatılanları ve yaşananları düşününce serçe de bu leylek grubu ile göç etmeye karar verdi. Hemen bir çırpıda annesine gelerek ondan leyleklerle beraber göçmek için izin istedi. Annesi:
    -Biz her iklim koşulunda yaşarız ve çelimsiz kuşlarız evladım, dedi. O yüzden bizim göçmemize gerek yok. Küçük serçe:
    -N’olur, n’olur anneciğiiiim. Baharda geleceğim ve size gördüğüm yerleri anlatacağım, söz, dedi. Anne üzülmüştü bu duruma:
    -İyi de senin kanatların küçücük, o uzun yolun yarısına varmadan yorulursun, dedi. Bu sırada anne ve yavruyu dinleyen leyleklerden birisi:
    -Endişe etmeyin, dedi. Onu biz kanatlarımızda taşıyacağız sırasıyla. Yorulmayacak, dedi. Bu sözler serçeyi daha da ümitlendirdi. Kardeşleri ile vedalaştı ve arkadaşı olan leyleğin kanatlarına tutunarak güneye doğru uçmaya başladılar.
    Leylekler çok yukarda uçuyorlardı. Kendileri o kadar yukarıya hiç çıkmamışlardı. Bulutlara yakın gidiyorlardı. Günlerce uçtular, uçtular ve bir sabah tıpkı yaz günlerindeki gibi sıcak bir ülkeye vardılar.     Leylek ailesinin burada da evi vardı. Bu kışı minik serçe ailesinden uzakta geçirecekti ama mutluydu çünkü burada da serçeler vardı. Bahara kadar buradaki serçelerde kalacak, onlara kendi ülkesini, bölgesini anlatacaktı. Baharda tekrardan leylek ailesi ile ülkesine dönmek için biletini şimdiden ayarlamıştı.

BİR KIŞ HİKAYESİ

 Atıf Kaan Salar, Metehan Ersoy

                                                         Bize ilginç masallar bırakarak giden Mevlana İdris için.
 
    Kış bütün şiddetiyle kendisini hissettiriyordu. Çatılardan sarkan buzlar haftalardır çözülmemişti. Yolların kenarları kocaman kar yığınları ile kaplıydı. Yaz boyu aşınan yollar artık özellikle akşamları hayli tenha idi. Müstakil, eski gecekonduların bacalarından süzüle süzüle dumanlar çıkıyordu. Yalnız bacalardan değil dışarda yürümek zorunda olan insanların da ağızlarından duman gibi buhar çıkıyordu.
Dışardan haberi yoktu. Sıcak peteğin önüne bir minder koymuş, sırtını ona yaslamış, eline kitabını almış, okuyordu. Kitabın kapağında kabartma harflerle şöyle yazıyordu: Kafamın İçinden Masallar. Dakikalardır başını kaldırmamıştı kitaptan ve gözleri aynı sayfaya saplanmış kalmıştı. İrkildi, kapı zili çalıyordu. Zil sesi her zaman çalan melodiden farklıydı ama kendi kapılarının ziliydi bu çalan. Acaba evde olmadığı bir vakit zil sesini değiştiren mi olmuştu? Bunları düşünecek zamanı yoktu, kitabı yere bırakarak kapıya koştu. Kapı dürbününden bakmak istedi ama boyu yetişmiyordu. Usulca sordu:
    -Kim o? Kimsiniz? Cevap alamadı. Zaten zil sesi de farklıydı, belki de başka bir kapının zilini duymuştu ama yeniden zil çaldı ve daha yüksek sesle. Yine sordu:
    -Kimsiniz?
    Korkmaya başlamıştı, cevap veren yoktu. Kapıyı açmaya karar verdi. Bu kış gününde kim olabilirdi ki… İlla tanıdık biridir, diye düşündü. Kapıyı açtığında tepeden tırnağa siyah giyinmiş, kaşkolü bile siyah, orta boylu ve orta yaşlarda bir adam gördü. Tanımıyordu. Adam hiçbir şey sormadan içeriye girdi ve kendi evi gibi yabancılık çekmeden salona yürüdü. Çocuğun kitap okuduğu mindere oturdu. Bir süre sonra kalktı kendisine kahve yaptı. Çocuk bir şeyler sormaya çalışıyordu ama konuşmayı unutmuş gibiydi. Zaten yabancı da onu görmüyor gibiydi. Adam kahvesini yudumlarken yerdeki kitabı aldı, ismine baktı: Kafamın İçinden Masallar. Bu nasıl kafaymış ki içi masal doluymuş, diye söylendi. Sonra ceplerini boşaltmaya başladı. Tüm ceplerinden tomar topar para çıkıyordu. Ceketini çıkarmıştı ama siyah kaşkolü halen boynundaydı. Çıkardığı paralar bitmek bilmiyordu. Bir sihirbaz gibi ha bire para çıkarıyordu ve yığıyordu odanın yüzüne. Çocuk uzaktan olanları izliyordu. Anlam vermeye çalışıyordu, ağzı açık kalmıştı. Kimdi bu adam ve bu kadar parayı nerden bulmuştu? Kime verecekti? Bir süre sonra ev, ev değil yolgeçen hanına dönmeye başladı. Birileri geliyordu ve tomarla para alarak gidiyordu. Adam arada pencereden bakıyor, birilerine işaret veriyor, eve çağırıyor, onlarla konuşuyordu. Sessizce başka bir pencereden dışarıya baktı, evin önünde kuyruk oluşmuştu. Annesi ve babası da bir türlü gelmek bilmiyorlardı bugün. Onlar ne diyeceklerdi bu olanlara? Kafası allak bullak olmuştu. Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Üstelik üşümeye de başlamıştı. Acıkmıştı da. Bir şeyler yapmak istiyordu ama gücü yetmiyordu. Kendisini çaresizliğin dibinde hissederken annesinin sesini duydu:
    -Kuzum, uyudun mu sen burada? Haydi bir şeyler atıştıralım, çay içelim. Sen de bana okurken uyuduğun kitabı anlatırsın.
    Olanlara inanamıyordu çocuk. Gözlerini sildi, siyah giysili adamı aradı bakışlarıyla. Kimse yoktu evde. Dışarıya baktı, tenha idi her yer. Elindeki kitapta kaldığı sayfaya baktı: Para Dağıtan Adam adlı hikâyede kalmıştı. Ayracını bu sayfaya koydu ve mutfağa geçti.



1 Kasım 2023 Çarşamba

GAZZE AĞIDI

 Meva Vural
Orada bir yerde
Bir yangın var o ilde
Herkes acı içinde
Bu zulmün adı Gazze
 
Her gün orda yüzlerce şehit
Biter bu savaş umarım
Bitmiyor kan ve gözyaşı
Akıyor damarda kanım
 
İnsanlar perişan, yaralı
Orda yalnızca acı var
Şehitler sıra sıralı
Ağlıyor her gün çocuklar

BARIŞ NEREDE

 Semih Karataş
 
İnsanoğlu binlerce savaş vermiş
Yine de bir dur diyen olmamış
Tarih dersinde anlatırlar ama
Okudukça derim
Birçoğu da gereksizmiş
 
Madeni olan topraklar sömürülür
Petrolü olan topraklara tanklar sürülür
Kötülüğü kendine rehber edinenler
Ellerine geçince kanlı paralar
Mutluluktan ağlarlar
 
Savaşın şiddetiyle masumların yüreği sızlar
İnsanların vahşice öldürüldüğünü görünce
Neden neymiş diye insanlar araştırırlar
Oysa bütün savaşların sebebi
Bir iki yaşlı insanın husumeti

Barış ise şimdilerde
Yalnızca çocukların isimlerinde

KURTULUŞUN ÖYKÜSÜ

 Aydın Çınar Yıldırım
Koca bir çınardı kökleri üç kıtaya yayılmış
Ama yaşlanmıştı ve gövdesindeki kurtlar
Çürütmüştü içini
Kocamandı ama sahipsizdi
Dört bir yanı da kuşatılmıştı
 
Topraktaki kökleri kuruyordu bir bir
Dallarında yeşilliğin kalmamıştı izi
Derken bir kahraman çıktı ortaya
Ulu çınar kuruyacaktı ama
Bırakacaktı yerini yeni bir fidana
 
Usanmadı, korkmadı Kahraman
Düşman hem içerde hem dışardaydı
Sayılamayacak kadar çoklardı
Ve yorgundu halk
Yoksuldu
 
Bir umuda bağlandı millet
Beklediği Kahraman’dı bu gelen
Gürültüler, çatırtılarla devrilirken koca çınar
Yeni bir fidan boy verdi Anadolu’dan
 
Düşman çoktu
Ama Kahraman’dan korktu
 
Canını dişine taktı halk
Kimi kardeşini uğurladı kimi oğlunu
Kimi eşini babasını
Her evden bir şehit
Her aileden onlarca şehit
Hepsine bayrak şahit
 
Düşman kovulmalıydı Anadolu’dan
Canımızdan can verdik
Kanımızdan kan
 
Kurtuluş zor bir kelime
Savaş zor
Ama bir Kahraman varsa önümüzde
Düşman için buraları yurt edinmek
Daha da zor
Kurtuldu şanlı millet
Bir Kahraman’ın liderliğinde
Şimdi bu destanlarla övünmek kaldı bizlere
Ve yaşatmak Cumhuriyet’i
Taşımak ölümsüzlüğe



OYUNLAR

Yiğit İbrahim Karain

Oyunlar
Ne güzeller
Oyna oyna bitmiyor
Saklambaç, ebelemece, körebe
Çeşit çeşit
Çok güzeller

Herkesin sevdiği bir oyun vardır
Her oyunun ayrı bir eğlencesi var
Oyuncaklar da güzel ama
Oynamak daha güzel
Arkadaşlarla

SAATİM

 Bazen ayarlarım seni
Teneffüs zilinin ne zaman çalacağını
Haber vermen için
Ama sen iki saniye geç kalırsın

Oyun oynamak için
Aşağı inerim
Eğer seni unutursam
Dönüşte bir ton azar işitirim

Saatler dakik derler
Ama ben inanmam
Çünkü onu sen ayarlarsın
Her zaman kolumdasın
Bazen iyisin
Bazen felaket

31 Ekim 2023 Salı

BELKİ

Zeynep Karaman
Bir adam vardı durakta
Belki hasta
Yasta belki
 
Garip bir gülümseme
Vardı yüzünde
Ama içi meçhul
 
Bir anda yumdu gözlerini
Belki anılara hayata belki
 
Herkes toplandı başına
Bilmeden onun ne yaşadığını
Ambulanslar geldi
Polisler geldi
Onu iyileştirecek kimdi
Orda olmayanlardan biri
Belki dostları
Belki ailesi

KARA TAHTA

Emir Baran İpek
Gelip oturuyoruz her gün sıralara
Kimin nasıl bir hayatı var bilmeden
Bir önceki akşam neler yaşandı
Mutlu mu üzgün bir an mıydı

Kimselere söylemeden
Konular gelip geçiyor
Ödevler hiç bitmiyor
Peş peşe sınavlar
Ama kimse ne yaşadığımızı sormuyor

Hepimizin içinde başka dünyalar
Hepimizin evinde başka âlem var

Sıralarda otururken aynıyız
Ama aslında farklı hayatlarımız
Ve eşit değiliz bakarken kara tahtaya