10 Şubat 2024 Cumartesi

SICAK ÖZLEM

Emir Aras İmirhan

Keşke sen de evimizde olsaydın

Sıcaklığınla bizi ısıtsaydın

Evet sensiz de üşümüyoruz ama

Senin yerin bir başka

 

Kurulursun evin orta yerine

Üstelik ninniler söylersin

Yanı başında uyutursun oturanları

Kediler bile seni sever

Seni özler

 

Hele bir de üzerinde çaydanlık varsa

Ve dizilmişse kestaneler

Üzerine sıra sıra

Tadına doyum olmaz senin

Canım soba

OYUNBOZAN

 Emir Subaşı

Sensin beni hayallerden koparan

Sensin beni en tatlı uykulardan uyandıran

Sensin beni en zor sınavlara yollayan

Sonra sınavdan çıkaran

 

Yine de hep senin yüzüne bakmak istiyorum

Seni sevdiğim için değil yanlış anlama

Senden nefret ediyorum

 

Ne yapalım bir defa

Bölmüşler bütün günü

Sana vermişler bütün gücü

Ah saat çalar saat

Çalmayan saat

Akıllı saat

Duvar saati

Her yerdesin baktığım

Göze göze gelmek istemediğim her yerde

SENSİN SEN

Yusuf Çağrı Ekici

Sen olmasaydın ben

Üşürdüm geceler boyu

Sen olmayınca rüyalarım bile

Paramparça

 

Gün bittiğinde

Sensin yanına geldiğim

Herkes benden gittiğinde

 

Hastalandığımda bile

En çok yanımda duran

Sensin sen

Çiçekli yorgan

KAHRAMAN GERİ DÖNDÜ

         

Zeynep Karaman

Eşyalar zihnimden uçuşuyor yerçekimine inat. Sandalyenin üzerine bir dolap oturmuş ve yan yan uçarak gidiyor. O daha tam uzaklaşmadan bir perde takımı eline çanta almış savruluyor. Kapılar uçuşuyor sonra zihnimde pencerelerden takla atarak çıkıyorlar.

Hava da bugün epey sıcak. Yaz geldi desem gelmedi. Kış desem kış değil. Kış kış desem uçuyor kuşlar. Pencereden takla atarak çıkan kapı uçan kuşların üzerine doğru gidiyor ve kuşlara bağırıyorum:

-Kış… Kışş!

O sırada kuşlar bana doğru geliyor ve soruyor:

-Bize mi seslendiniz hanım efendi? Kuşlar benimle konuşmaya başlıyor. O anda kapılar uzağa doğru gidiyor ve kuşlara diyorum ki:

-İşiniz gücünüz yok mu sizin? Hep gökyüzünde avare avare geziyorsunuz. Kuşlar kendi aralarında konuşuyor ve biri bana diyor ki:

-İşin gücün yok mu senin? Yerlerde avare avare geziyorsun.

Önüme gelen pastanın görüntüsü güzel doğrusu ama tadına bakmam lazım. Herkes konuşuyor etrafta ve önümde güzel bir pastayla bekliyorum ben. Tadına bakmak için kenarından biraz alıyorum. Tatlı, çilekli bir şeyler beklerken bu tatlıdan makarna tadı geliyor hem de salçalı makarna. Canım sıkılıyor bu tatsızlığa. Pastanenin sahibi ekşiyen yüzümü görünce bana doğru yaklaşıyor ve soruyor:

-Salatamızı nasıl buldunuz?

Hiçbir şey demeden kalkıyorum. Az ilerdeki otobüs durağına yürüyorum. Otobüs zaten beni bekliyor ve biner binmez evime doğru ilerliyor. “Duracak” düğmesine basıp trenden iniyorum. Evimin pencereleri açık, kapıları yok. Perdeler de yok. Pencereden odama giriyorum. Neyse ki yatağım yerinde. Elbiselerimi değiştirmeden yatağıma uzanıyorum.

İşte bazen böyle şeyler görüyorum, rüyamda.

KARMAŞA

Mehmet Çınar Köksal


Yaşattın bana yaşadığım her şeyi
Yeniden yeniden
Gördüm sayende geçmişimi
Hem de geleceğimi
Kara kalpli defterime yazdığım
Anılar gelir aklıma
Bazıları kötü bazıları iyi
Okudukça hatırlıyorum
Bin yıl önceki bilgiyi
Bin yıldır yaşıyorum
Geçmişte ve gelecekte
Yalnız şu anda 
Yaşadığım anda
Her şeyi karıştırıyorum

MUTSUZ AT

 Elif Sude Göçer


    Mutsuz at artık mutluydu. Herkes onun özel olduğunu biliyordu. Mutsuz atın mutluluğu uzun sürmeyecekti. Çünkü cadı at Müdi mutsuz atın güçlerini çok kıskanıyordu ve o güçlere sahip olabilmek için büyük bir plan yapmıştı. Bu planı artık uygulamak istiyordu. O gün geldi çattı. mutsuz at o sabah olacaklardan habersiz okula gidiyordu. bir anda gözü karardı. Biraz zaman geçtikten sonra kendini çirkin bir kulübede buldu. Neler olduğunu hatırlamıyordu. ŞaşkındıBir sandalyeye bağlanmış oturuyordu ve böyle oturmaktan başka çaresi yoktu. biraz sonra İçeri yaşlı çirkin bir at geldi ve bir kazanda bir şeyler pişirmeye başladı. 
    Bakalım cadı at nasıl bir büyü yapacaktı. 
    Cadı at Müdi, kazanda bazı sihirli bitkileri kattı karıştırdı. ardından mutsuz at ile konuşmaya çalıştı:
    -Merhaba kızım seni yolda baygın görünce evime getirip kendini iyi hissetmene yardımcı olmak istedim. Ben iyi niyetli bir  büyücüyüm. ama görünüşümden dolayı beni sevmiyorlar. Ardından yaptığı iksiri mutsuz ata içirmeye çalıştı. ama mutsuz at bilinçliydi. o iksiri içmedi. çünkü annesi ona sürekli tanımadığı n kişilerin verdiği şeyleri yiyip içme derdi. 
    Bu sırada mutsuz atın annesi ve öğretmenleri onun yokluğunu fark edip onu aramaya çıktılar ve cadı at Mudi'nin kulübesine yaklaştılar . o sırada mutsuz atın çığlığını duydular. cadının iksirini içmemek için uğraşıyordu. orada bulunan herkes mutsuz atı kurtarmak için kulübeye girdi ve cadı at mudi yi zindana attılar. artık herkes mutluydu. 
bakalım öbür bölümde neler olacak.


IŞIK


Elvin Su Topçu

Hava aydınlanınca
İçime ışık doğuyor
O ışık da dışarı parlıyor
Işığım herkesi ayadınlatıyor
Işık ne güzel şey
Her yeri aydınlatıyor
Bir şeyleri görmemizi sağlıyor
Işığı çok seviyorum


BİLSEM


Elif Sude Göçer

Bir bilsem keşke
İlk insan nasıl yaşamış
Lütfen söyle bize
Sen de gel Bilsem’e
Eğlen ve öğren diye
Mesela eğlenceyle aklında kalır hem de

SÜSLÜ KADIN

 Hanzade Eligüzel


    Mahallenin birinde çok süslü bir kadın varmış. Herkes bu kadını çok severmiş. Ama bir gün kadın bu mahalleden taşınmış. Herkes çok üzülmüş. Ama maalesef süslü kadının gittiği gün kimse yanına gidip ona hoşça kal diyememiş. Çünkü o gün çok sevdikleri bir kişinin düğününe gitmişler. Hepsi düğünde bile olsa çok üzgünmüş. Hala herkesin aklında süslü kadın varmış. Neyse ki süslü kadın onlara darılmamış çünkü o da düğün olduğunu biliyormuş. Hatta düğüne gidemediği için çok üzülmüş. Düğündeki herkes üzgün olunca düğün sahibi dayanamamış ve hep birlikte süslü kadının yanına gitmişler. Süslü kadın onları görünce çok sevinmiş. Herkesle vedalaşıp oradan ayrılmış ve yeni evine doğru yola koyulmuş. 


YENİ HAYAT

 Yiğit İbrahim Karain, Zeynep Göktaş, Aysel Zümra Yuvacı, 
Ahmet Said Yurttaş, Elif Erva Öztürk, Umut Pekyiğit

Gece büyük bir sarsıntıyla uyanmış, anne babasını ve ablasını bile göremeden büyük bir karanlığın içinde kendisini bulmuştu. Sarsıntılar, gürültüler, bağrışmalar duyuluyordu ancak karanlıktan dolayı ne olduğunu anlayamıyordu. Bir süre sonra yerinden doğrulup el yordamıyla etrafını yoklayarak ilerlemeye çalıştı ancak kırık duvarlar ve birbirine geçmiş eşyalarla her yer doluydu. Yürüyemedi. Yatağının yanında, masasında telefonu vardı, ona ulaşmaya çalıştı ama onu da beceremedi. Biraz kendisini toparladıktan sonra bağırmaya başladı:

-Anneee, babaaa, ablaaa!

Kimseden ses gelmiyor arada sarsıntı ve çatırtılar devam ediyordu. Yatağının kenarına uzandı ve beklemeye başladı. Zaman geçmek bilmiyordu ve karanlıktan korkuyordu. Annesi, babası ve ablasını merak etti. Acaba onlar ne haldeydi? Saatler öncesini düşündü. Hiç akıllarında böyle bir şey yoktu. Neşe ile akşam yemeğini yemişlerdi, film izlemişler, çay içmişlerdi ve ödevlerini tamamlamıştı. Huzur içinde uyumuştu ama uyumasının üzerinden birkaç saat geçtikten sonra neden olmuştu bunlar?

Düşünüyor, düşünüyor, düşünüyordu. Arada cılız sesiyle:

-Annee, babaaa, ablaa diye sesleniyor ancak bir cevap alamıyordu.

Birkaç saat böyle geçti. Bazen düşünmekten yoruldu ve daldı. Uyuyor ama hemen yeniden uyanıyordu. Yine tam gözleri dalmak üzereydi ki bir ses duydu:

-Meeert, neredesin?

Hayal mi görüyorum, rüyada mıyım, diye düşündü. Ancak aynı sesi yine duydu:

-Meeert, kardeşiiim!

Ses ablasına aitti. Sevindi. Sanki birkaç saatliğine duran dünya yeniden dönmeye başladı. Var gücüyle bağırdı:

-Ablaaa, buradayım. Her yer karanlık ve bir şey görmüyorum, yerimden de çıkamıyorum. Sen neredesin?

-Çok yakınındayım, yanındaki odadaydım biliyorsun. Bekleyelim, sabaha doğru mutlaka bizi kurtaracaklar. Annem ve babamdan haberin var mı?

-Bağırdım ama cevap alamadım. Sana da seslenmiştim.

-Ben baygındım galiba yeni kendime geldim.

Bu küçük konuşma her ikisi için de bir umut ışığı olmuştu. Sanki karanlık biraz dağılır gibi olmuştu. Ablası Mert’e enerjisini tüketmemesini söyledi. Arada bir ses vermesini istedi sadece.

Bir süre böyle geçti. Anne babalarından halen ses yoktu. Vaktin sabaha yaklaşmasıyla birlikte Mert’in bulunduğu yerde küçük bir aydınlık oluştu. Ablasına bağırdı:

-Abla, burada küçük bir boşluk var ve içeriye ışık geliyor. Senin bulunduğun yerde ışık var mı?

-Hayır, burası karanlık.

Sabahın gelmesiyle sesler arttı. Mert yakınından bulduğu küçük bir parçayla duvara vuruyor, arada bağırıyordu:

-Kimse yok mu?

Birkaç saat de böyle geçti. Nihayet Mert’in sesini duyan birileri olmuştu. İçeriye ışık gelen yerden konuşmaya başladılar:

-Kaç yaşındasın, adın ne, evde kaç kişi var, gibi sorulara Mert cevap vermeye çalıştı ve ablasına da durumu bildirdi.

Birkaç saat süre çalışmadan sonra nihayet Mert’i kurtarmayı başarmışlardı. Mert dışarıya çıkar çıkmaz önce su istedi ve ardından ablasının da hayatta olduğunu söyledi. Kurtarma ekibi Mert’in gösterdiği noktada çalışarak ablasına da ulaştılar ancak anne babasından halen haber yoktu. Mert’in ablası anne ve babanın odasının bulunduğu yeri ekibe tarif ederek onları da aramalarını istedi. Kurtarma ekibi ve yardım eden insanlar o bölgede de çalışmaya başladı. Her yerde bağıran, ağlayan, yardım isteyen insanlar vardı. Bütün şehir savaştan çıkmış gibiydi, toz duman her yerdeydi.

Bir süre sonra anne babanın odasına da ulaşıldı. İkisi de baygındı ancak ilkyardım ekibi ikisinin de hayatta olduğunu söyledi ve ilk müdahaleyi yaptılar. Bir süre sonra ikisi de uyandı ve başuçlarında iki çocuklarını gördüler. Tebessüm ettiler birbirlerine, sarıldılar. Kendilerini kurtaranlara teşekkür ettiler. Tam o sırada enkazın altından çıkan beyaz muhabbet kuşu ürkek bir sıçrama hareketinden sonra Mert’in omzuna konmuştu.

Nihayet ailenin son bireyi de kurtulmuştu. Etraftaki insanlar kendileri kadar şanslı görünmüyordu. Her yer büyük bir felaketi yaşamış gibiydi. Mert’in aklına komşuları, arkadaşları, öğretmenleri, akrabaları geliyordu. Yalnızca Mert’in değil diğer aile bireylerinin de aklında olan aynı şeylerdi. Kurtuldukları için sevinçliler ancak başlarından geçen facia için üzgündüler. Artık onları yeni ve sıfırdan bir hayat bekliyordu.

8 Şubat 2024 Perşembe

PARA ÜSTÜ

        Atıf Kaan Salar, Umut Bulut, Akın Eliş

    
1980’lı yılların başlarıydı. Mevsim sonbahardı ve yapraklar çoktan sararmış hava iyice serinlemeye başlamıştı. Göçmen kuşlar gideli epey olmuştu. Artık tüm doğa kış mevsimine hazırdı. Hasan’ı her sonbahar tatlı bir telaş alırdı çünkü okulların açılmasına sevinirdi ancak bu kez telaşın yanında endişe de vardı. Ortaokulu yaşadığı kasabada bitirmiş fakat burada lise olmadığı için şehirde bir okula kaydını yaptırmıştı. İlk kez yatılı okuyacaktı. İlk kez ailesinden uzak kalacaktı. Normalde yatılı okumaya hevesi vardı ama ayrılık zamanı yaklaştıkça içine kocaman bir öküz oturuyor, düşündükçe gözleri çiçekleniyordu. Çok duygusal olmuştu. Yaşadığı kasabada küçük bir istasyon vardı ve günde bir kez tren geçiyordu, çoğunlukla da durmadan geçiyordu çünkü kasabadan şehre gelip giden fazla kimse yoktu. Trene bile tek başına ilk kez binecek bir çocuk için gurbet ne kadar zorsa Hasan için de o kadar zordu.
    Nihayet gün geldi, bir gece öncesinden ailesi valizini hazırladı. Birkaç ay yetecek kadar çamaşır, biraz reçel ve pestil biraz da peynir vardı valizinde. Aslında yiyecek istemiyordu hiç ama annesinin ısrarını kıramamıştı. Sabah yolculuk ailesi istasyona kadar geldi ve Hasan’ın treni hareket edinceye kadar orada beklediler. Hasan, yerine oturduktan sonra dışarıya el sallıyor, işaret diliyle veda ediyordu. Tren çok kısa bir süre için durmuştu zaten, usul usul kasabadan uzaklaştı.
    Tren oldukça tenhaydı ve tıkırtıdan başka bir ses yoktu yolculuk boyunca. Hasan günler öncesinden başlayan üzüntüsünü biraz geride bırakmaya başlamıştı. Artık üzüntüden çok merak vardı. Trenin durduğu, yavaşladığı yerlere dikkatle bakıyor, inen binen insanların yüzlerine bakıyordu, belki tanıdık çıkar diye.
İki saatlik bir yolculuktan sonra tren önce yavaşladı ve sonra durdu. Trenin durmasıyla yolcuların çoğu aşağıya inmişlerdi ve dolaşıyorlardı. Tren demek ki uzun süre kalacak burada, diye düşünerek valizini almadan aşağıya indi. İstasyondan çok uzaklaşmadan dolaşmaya başladı. İstasyonun hemen yanındaki bakkal hayli renkli görünüyordu. Bir süre vitrinine baktı. Acıktığını hissetti. Bir şeyler atıştırmak istedi canı ve içeriye girerek bir paket kedi dili bisküvi istedi. Ceketinin en gizli cebine koyduğu cüzdanını çıkararak bisküvinin parasını uzattı ancak bakkal sahibi bozuk para vermesini istedi. Bozuk parası olmayan Hasan:
    -Bütün param bu. Şehre okumaya gidiyorum. Bozarsanız parayı memnun da olurum dedi. Bakkal sahibi tezgahın arkasına geçti, kasanın tüm gözlerini kurcaladı. Bir süre saydıktan sonra Hasan’ın parasının üstünü uzattı ve ekledi:
    -Küçük bir miktar para çıkmadı, onun yerine sana sakız veriyorum.
Hasan, istemeyerek de olsa kabul etti. Sakız sevmezdi zaten. Yine de parasını tekrar cebine yerleştirdi. Bisküvi ve sakızla trene döndü. Bisküviyi iştahla yedikten sonra yolculuğun sonu yaklaşmıştı. Sakız aklına geldi. Vakit belki daha hızlı geçer sakız çiğnerken, diye düşündü. Sakızı açtı ama içinden küçük bir kâğıt düştü yere. İlk kez böyle bir ambalaj görmüştü. Eğildi yerdeki kağıdı aldı üzerinde küçük bir şiir vardı:
    Üzülmeyi artık bırak
    Güzel günler geliyor bak
    Para, bolluk ve mutluluk
    Senin yoluna çıkacak
    Daha önceden bu tarz sakızları hiç görmeyen, bilmeyen Hasan’ın rengi değişmişti. Bu küçük şiirin kendisine özel olarak yazıldığını düşündü. Defalarca okudu yolculuk süresinde. Bu notu Hasan’a gönderen kişi Hasan’ın üzgün olduğunu biliyordu demek ki… Bir de yakında mutlu olacağını, para bulacağını söylüyordu sanki. Hasan, bildiği duaları okumaya başladı. Salavat getirip şiiri yeniden okuyordu. Bu şaşkınlıkla yolculuğu sona erdi. Şiiri cebine koydu ve valizini alarak trenden indi.
    Valizi çok ağır değildi zaten, okulun ve yurdun yolunu da biliyordu. Artık üzgünlüğü geçmiş gibiydi. Üstelik kendisine gönderildiğini düşündüğü nota göre güzel şeyler yaşayacaktı burada. Kafasından bunlar geçerken geriye döndü ve halen trenden inmeye çalışan bir yaşlı kadın gördü. Kadının birkaç tane valizi vardı. İnmekte zorlanıyordu. Hasan, döndü ve kadının valizlerine yardım etti. Bir süre kadınla sohbet de etti ve onun duasını aldı. Tam ayrılacakken kadın Hasan’a küçük bir kutu uzattı:
    -Madem öğrencisin, yatılı okuyacaksın bu da benim sana hediyem olsun, dedi. Hasan almayacak gibi oldu ama kadını da kırmak istemedi. Küçük kutuyu da cebine koyarak nihayet kalacağı yurda ulaştı.
    Eşyalarını yerleştirdi, arkadaşlarıyla tanıştı ve küçük bir alışveriş yapmak için yurttan ayrıldı. Yakındaki bir marketten yurtta gerekebilecek her şeyi aldı ancak aldıklarının ödemesini yapacağı sırada parasını koyduğu yerde bulamadı. Biraz daha ceplerini yoklayınca cebinin yırtık olduğunu anladı. Üzülmüş ve telaşlanmıştı. Cebinde yalnızca kadının verdiği kutu vardı. Market sahibine dönerek:
    -Aldığım her şeyi geri bırakmak zorundayım. Beş parasız kaldım, tüm harçlığımı düşürmüşüm.
    Market sahibi Hasan’a elindeki kutuda ne var peki, diye sordu. Hasan:
    -Ben de bilmiyorum, dedi ve kutuyu açtı. Kutuyu açar açmaz tüm üzüntüsü geçmişti ve artık ezberlediği o şiiri market sahibine söyledi:
    Üzülmeyi artık bırak
    Güzel günler geliyor bak
    Para, bolluk ve mutluluk
    Senin yoluna çıkacak
    Kutunun içinde Hasan’a bütün bir sene yetecek kadar para vardı. Alışverişi tamamladıktan sonra Hasan market sahibine:
    -Bozuk yoksa lütfen sakız verin, dedi.

 

BEYAZ ÖNLÜK

   Meva Vural 

    Doktor olmak istiyorum eğitim sürecimin sonunda. Beyaz önlüğümle, güler yüzümle bir bir ilgilenerek hastalarla ve onların dertlerini dinleyerek bir doktor olmak istiyorum. Belki bir ücra kasabada belki uzak şehirlerden birinde ama hep o beyaz önlüğümle…
    Neden mi doktor olmak istiyorum? Günümüzde insanlar hep hasta. Kime halini sorsam hep ağrıyan bir yerlerinden bahsediyor. Hangi kalabalık ortamda bir sohbet açılsa hep bir hastalık ve hasta mutlaka sohbette geçiyor. Dünya hasta ve hastalıkların pençesinde sanırım. Ben de en çok bu yüzden doktor olmak istiyorum, o beyaz önlüğümle.
    Belki çok çalışmam gerekecek kalan sürede doktor olabilmem için. Belki gecemi gündüzüme katmam gerekecek. Güzel bir üniversitede başladım diyelim eğitim almaya burada bitmeyecek sorunlar. Belki günlerce uykusuz kalacağım okulumu bitirmek için ama en sonunda doktor olacağım, o beyaz önlüğümle.
    Yalnızca ilaçlarla tedavi etmek için değil, yalnızca ameliyatlarla iyileştirmek için değil ben insanların dualarını, gönüllerini almak için doktor olmak istiyorum, o beyaz önlüğümle.

ALIŞMAK

Meva Vural

Alışmak en kötüsü alışkanlıkların
Mesela alışınca bir arkadaşa
İnsan istiyor ki her zaman olsun yanında
Ama olmayınca olamayınca
Derin bir yalnızlık hissi

Aslında değil bu yalnızlık
Elini uzattığında çantana kalemini bulamamak gibi
Ya da uzandığında suya
Şişenin boş olması gibi