7 Aralık 2024 Cumartesi

BİSKÜVİ AŞKI

 

ADEN MİRA KARTAL

Bisküvi olmayınca çantamda
Hayat biraz boş ve anlamsız
Bisküvi hayatın çantaya sığabilen
Küçücük manası belki de abartısız

Her bisküvi değil elbette bahsettiğim
Üzümlü bisküvi benim favorim
Diğerleri alınmasınlar ama
Yaşayabilirim günlerce
Onlar olmadan da 

Bisküvi yalnızca benim değil
Kuşların da en sevdiği yiyecek
Onlara bütün bütün vermiyorum tabi
Sadece kırık olanları veriyorum
Geçtiğim yollarda kuşlar
Beni bisküvilerimden bilecek

Bir gün çok zengin olursam
Bir üzümlü bisküvi fabrikası kuracağım
Götürüp köy okullarına
Çocuklara ücretsiz dağıtacağım
Bir de edebiyat öğretmenimin
Dolabına bırakacağım

SESSİZLİK

 
AYŞEGÜL YILDIZ
Benim için böylesine değerli olduğunu
Sen beni bırakıp gidince anladım
Yokluğunun ne büyük eksiklik olduğunu
Senin yokluğunda yaşadım

Kıymetini bilmezdim, artık biliyorum
Sen olmadan kimseye bir şeyler diyemiyorum
Markete gitsem, konuşamıyorum
Sınıfta susuyorum

Umarım tez vakitte yeniden dönersin
Çünkü sensiz yaşamak
Büyük bir azapmış
Umarım yeniden bana gelirsin
Sesim
Sevgili sesim
Beni bırakıp nereye gittin

SIRDAŞ







İSMET ÇINAR ALTUNTAŞ 
Sen benim hafızamın yarısı
Seninle bitiyor karmaşa, telaş
Sen olmasan şayet
Hayat
Bitmek bilmeyen bir savaş

Sen varsan yanımda
Can sıkıntısı yok bana
Döküyorum içimi olabildiğince özgür
Nasıl olsa kimseye söylemiyorsun
Benim sana söylediklerimi
Hayallerimi, düşlerimi

Sen benim hayatımın yarısı
Sen yapraklarında kaybolduğum mavi defter
Sen benim çocukluğumun silinmeyecek anısı
Sana daha neler anlatacağım, neler

GÜZEL AYNAM

YUSUF KEREM ACAR 

Doğrudur seni yanımdan ayırmadığım
Yalnız seni değil küçük arkadaşlarını da
Yani renkli olan ve açtıkça azalan
Döktükçe içimdekileri sana
Renkleri kaybolan
İnce arkadaşlarını da


Doğrudur seninle geçirdiğim bazı zamanlarımı
Sensin bana en yakın arkadaş
Sen benim aynamsın 
Düşlerimi seyrettiğim
Güzelim
Güzelim resim defterim

BÜYÜSEM BİLE

EYMEN ÇAM 

Kış mevsimini bana hissettirmeyen
Sensin en çok sen
Ve senin sıcacık varlığın

Seninle giderim misafirliğe
Seninle çıkarım evden markete
Bazen düşünüyorum, o zaman korkuyorum
Ya sen, ben büyüdüğümde
Beni terk edersen diye

Turuncu renginle
Nakış nakış sevginle
Sensiz bir kış düşünemiyorum
İnce ince işlenmiş iplerinle

Bazen aklıma senin de bir yabancı olduğun geliyor
Haritaya bakıyorum
Kazakistan
Acaba senin ülken orası mı diye düşünüyorum
Kazağım, güzel kazağım
Birgün ben büyüsem bile
Seni hep saklayacağım

BAŞKA BİR KONU

NEHİR GÜVER

Merhaba, ben Olay’ın arkadaşı Konu. Konu, deyince aklına ne geliyor? Konu, denilince benim aklıma ben geliyorum. Şimdi size günlük rutinimi anlatacağım ama öncelikle ben güzeller güzeli, yakışıklı biriyim. Sabah uyanırım, pijamalarımı giyerim. Akşam yemeğimi yerim sonra eve giderim, sonra geri gelirim ve uyanırım. Hatta daha sonra okula ya da işe giderim. Daha sonra evden çıkarım. Bütün günüm böyle geçer. 
Herkes gibi normal ve düzenli bir gün geçiririm. Benim hayatımda günlük rutinim bu işte. 

AKŞAM


Elif Naz Özden

Her akşam, kötü bir günün ardından yarınım güzel geçecek diyordu.  Dün akşam da böyle demişti, önceki gün akşam da ve daha önceki gün akşam da… Farkında değildi dünlerin, önceki günlerin, daha önceki günlerin…

TERS HAYAT

 ELİF NAZ ÖZDEN

O ters. Onun hayatı ters. O ve hayatındaki her şey ters. O her şeyi ters yapar. O, ters adam. Yatağına ters bir şekilde yatar. Tersinden uyanır. Yüzünü elinin tersiyle yıkar. Birisi onu sinirlendirdiğinde kahkaha atar ve elinin tersiyle vurur. Kantinden kendisine bir şey aldığında paketi tersten açar. Okulda sandalyesine ters oturur. Artık o kadar terstir ki ters yürümeye alışmıştır, arkasına bakmadan yürüme kabiliyeti kazanmıştı. Aynı zamanda kendisine bir dil uydurmuştu. Bütün kelimeleri tersten söylemeye alışmıştı. O, tersliğin hakkını veriyordu, gerçekten ters biriydi. O, tersliğin yürüyen, nefes alan, konuşan, uyuyan hâliydi. 

SİLGİ

 

ELİF SERRA YILDIRIM

Hayatımızda bir silgi olsa keşke, yaptığımız hataları, yanlışları silebilsek. Geri alabilsek bazı sözleri, işlenmiş günahları, söylenmiş yalanları ve bir de bazı insanları. 

HAYIR, HAYIR

ELİF SERRA YILDIRIM

Önce biraz yürüdü sonra adımları hızlandı, git gide koşmaya başladı. Koştu, koştu… Şehrin kalabalık sokaklarında belirsiz bir silüet oldu. Nedendir ki sonra hafif hafif damlayan yağmur eşliğinde yavaşladı. Nefes nefese bir halde geldiği yere bakındı. Boş gözleri önce endişe, sonra umutsuzlukla sağa sola dönmeye başladı geldiği yeri tanıyınca. Bu bir tesadüf müydü? Hayır, dedi kendi kendine. Hayır, hayır, olamaz. Söylediği son şey bu oldu. 

BİR DOSTLUK HİKAYESİ

Doğa Uzunpınar

Soğuk bir kış günüydü, sokakta oyun oynayan çocukların mutlu sesleri hemen hemen bütün evlerden duyuluyordu. Bu sesleri duyan yetişkinlerin yüzünde de ayrı bir mutluluk vardı. Kar neredeyse otuz santimetre yağmıştı ama buna rağmen yağmaya devam ediyordu. Sanki çocukların mutluluğunu görünce daha çok yağmak istiyordu. 
Dışarda oyun oynayan çocuklardan biri de Ayla’ydı. Ayla, 6 yaşında olan, kahverengi gözlü ve kumral saçlı bir çocuktu. Bir kardan adam yapmaya çalışıyordu. Ancak kendisinden büyükler, sürekli kardan adamını bozuyordu. Ayla da her seferinde bir kez daha yapıyordu. Annesi onu camdan izliyordu ama bir şey söylemiyordu. Bir ara büyükler Ayla’nın kardan adamını tekrar bozdular. Ayla bu kez sinirlenip eline biraz kar aldı. Onu yuvarlayıp bozan kişiye fırlattı. Kar topu attığına bir süre sonra çok pişman olmuştu çünkü bozan kişi, Ayla’nınkinden çok daha büyük bir kar topu almış ve Ayla’ya fırlatmaya çalışmıştı. Ayla kaçarken buzda ayağı kaymış ve yere düşmüştü. Düştüğü an, kardan adamını bozan kişi de o kar topunu suratına atmıştı. Annesi koşarak dışarı çıkmış ve kar altında ağlayan kızını kurtarmaya çalışmıştı. Ayla, kar altından çıktığı zaman halen ağlıyordu ve ayak bileğini tutuyordu. Annesi arabayla Ayla’yı hemen hastaneye götürdü. Ayla, ayak bileğini kırmıştı. Uzunca bir süre hastanede yatması gerekiyordu. Okulu da kaçıracaktı, karı da. Dışarda gülüp eğlenmek varken o, pencereden izliyordu bütün eğlenceyi. Bir hafta boyunca bu böyle devam etti. Bir hafta sonra en yakın arkadaşı onu ziyarete gelmişti. Ayla’nın yüzü, ayak bileği kırıldığından beri ilk kez gülüyordu. O günden sonra en yakın arkadaşı Lina, her hafta onu ziyarete gelmeye başladı. İki ay sonra Ayla hastaneden taburcu edildi. Artık Ayla da Lina’yı ziyarete gidebilecekti. Ayla ve Lina, ilkokulu bitirene kadar en yakın arkadaş olarak kaldılar. Ancak 5. Sınıfa geçerken Ayla’nın babası İngiltere’de bir iş bulmuştu. Oraya gitmeleri gerekiyordu. Ayla okulun son gününde Lina’ya sarılarak ağlamıştı. Lina da ağlamıştı. Ayrılık, onlar için çok acıklıydı. 
Aradan yıllar geçti. 
Ayla, artık 29 yaşında bir yetişkindi ve bir okul müdiresiydi. Odasında oturuyor ve evrak inceliyordu. Birden kapı çalındı ve içeri önce küçük bir kız, ardından Lina girmişti. Lina’nın ağzı kulaklarındaydı ve gözleri yaşarmıştı. Ayla da çok sevinmişti. Arkadaşını 20 yıldır görmüyordu. İkisi de sevinç gözyaşları ile birbirlerine sarıldılar. Birbirlerinin telefon numaralarını aldılar. Artık yeniden görüşebileceklerdi. Tekrardan en yakın arkadaş olmuşlardı. Birbirlerine anlatacak çok şeyleri vardı. Yirmi yıl boyunca birbirlerinden ayrı iken o kadar çok şey yaşamışlardı ki… Şimdi bunu telafi etmenin zamanıydı. 

PİYANO

 Doğa Uzunpınar


Herkesin hayatında bir müzik aleti olmalıdır. Benim hayatımda piyano var. Piyano çalarken bastığım her tuş, müzik dünyamın bir basamağını oluşturuyor. Kendi parçamı yapmaya çalışırken oluşturduğum her ezgi, aklıma yeni ezgiler getiriyor. Bir duyguyu yansıtmaya çalışırken başka bir duygu oluşuyor. Doğru tuşa basmaya çalışırken çok zorluk çeksem de bu bana pes etmemeyi öğretiyor. Piyano benim hayatımı oluşturuyor. Bu hayatı ben seçtim. Henüz dört yaşımdayken kendim istedim piyano çalmak. Piyanonun sesi, notaların güzelliği ve bestecilerin bestelerine olan hayranlığım sayesinde oldu bu. Bence herkes bir müzik aleti çalmayı denemelidir. İster piyano ister başka bir müzik aleti olsun. 

KAPILAR

DOĞA UZUNPINAR  

Her yere açılan bir kapı vardır. İster odamıza ister rüyalarımıza ister sınıfımıza… Bu kapılar birbirinden çok farklıdır. Aynı marka, aynı şekil ve aynı renk olsalar bile. Birini açar okula gider, birini açar hayal dünyasına gidersiniz. Hepsini görmek zorunda da değilsiniz. Mesela benim hayallerime açılan kapılar vardır. Bu kapılarımı kimseye göstermek zorunda değilim. Siz de göstermek zorunda değilsiniz. Bazen kapılarınızı kendiniz de göremezsiniz. Böyle durumlarda yalnızca görmeyi denemelisiniz. 

BİTMEYEN DERT

 

AGÂH TAHA TEMİZKAN

Çantam her geçen yıl biraz daha ağırlaşıyor
Kitaplarım her geçen yıl biraz daha kalınlaşıyor
Yalnız çantamda değil
Masamda da kitaplar, testler, denemeler
Hayat şimdiden zorlaşıyor

Düşünüyorum bunca çaba
Ne için diye kendi kendime
Cevap bulamıyorum çoğu zaman
İnanıyor gibi yapıyorum büyüklerin söylediklerine

İyi bir okul, iyi bir gelecekmiş
Şimdi çalışırsam rahat edermişim ilerde
Fakat bakıyorum büyüklere
Onlar da çalışıyor üniversiteye

Burada bitiyor mu 
Sanmam
Kocaman ağabeyler, ablalar gördüm 
Kitapçıda
Sınava hazırlandıklarını söylüyorlardı
Ellerinde kitaplarla 






























KAYIP GÜNLER

 

FATMA BEREN KARATEPE

En sevdiğim gün galiba cumartesi
Biraz da cumanın akşamı
Çünkü bu vakitler yalnızca bana ait
Diğer zamanlar bana ait değil 

Sevmediğim günlere gelince
Pazartesi mesela
Kim sevinir ki takvimde
Pazartesiyi görünce

Pazar gününü sever insanların çoğu
Oysa pazar, pazartesinin kardeşidir
Fazla sevilmemelidir
Ödevlerin kendini hatırlatma vaktidir

Salı, çarşamba, perşembe
Bakamadan geçiyor takvime
Bazen düşünüyorum
Gerçekten bu günler var mı diye

SUÇ KİMİN

ELA EYŞAN POLAT

Yalnızca benim aklıma mı geliyor
Renkli bir oyun hamurunu görünce
Bir ısırık almak kenarından 
Hem zaten ekmek de
Yapılmıyor mu hamurdan 

Anlamadığım başka şeyler de var
Neden bütün ağaçların meyveleri yeniyor
Ama yaprakları yenmiyor
Üzüm yaprağından sarma yapan insanlar
Neden çınar yaprağını israf ediyor

Çikolatalar, gofretler, kekler, şekerler
Rengârenk hepsi
Ama rengârenk peçeteler, kâğıtlar da 
Hatta bazı kitapların kapakları da
Bu renk karmaşası 
Aklıma hep çılgın şeyler getiriyorsa
Suç benim mi

FUTBOL

AMIRHOSSEIN HAMEDISHAHRAKI

Bir futbol topu yuvarlanıp da 
Gelince ayağıma
Yerimde duramıyorum
Kendimi dünyanın en büyük oyuncusu sanıp
Topun peşinde yoruluyorum

Bir ekranda bir maç görünce
Bütün işlerimi unutuyorum
Geçip karşısına dakikalarca
Seyrediyorum, seyrediyorum

Nerede son bulacak bu futbol sevgisi
Ya da beni nereye götürecek
Bilmiyorum 
Futbolu ve Galatasaray’ı
Çok seviyorum

HER ŞEYE RAĞMEN

 ELVİN RANA PELİT

Okul güzel bir yer olsaydı
Herkese bir sınıf düşerdi kişi başı
Oda niyetine kullanırdı

Okul güzel bir yer olsaydı
Sınıflara ayakkabılarla girilmezdi
Çekyatlar olurdu pencere önünde

Okul güzel bir yer olsaydı
Kantin ücretsiz olurdu mesela
Ve servisler önce şehir turu yaptırırdı her sabah
Sonra bırakırdı bizi okula

Evet, bunlar yok belki ama
Bu küçük eksikliklere rağmen
Yine de seviyorum okulumu

SENDEN ÖTESİ

ATAKAN KIVANÇ AĞCA

Her zaman aklımdasın
Sadece acıktığım zaman değil
Daha yeni kalkmışsam sofradan
Ve dişlerimi fırçalamışsam bile
Aklıma geliyorsun aniden
Soruyorum anneme seni

Her zaman aklımdasın
Eve dönerken, okula giderken
Soru çözerken, maç yaparken
Haritaya bakarken, kitap okurken
Her zaman aklımdasın
Tamam ciğer kebabı da güzel fakat
Yok senden ötesi
Sivas köftesi

4 Aralık 2024 Çarşamba

BEKLEYİŞ

Zeynep Ayten

Beklediği haber gelmiyordu. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Oysa akşam olmuştu, yorgundu, bir an önce evine gitmek istiyordu. 
Bu saatte kendisinden başka kaç arkadaşı vardı ki evinde olmayan? Herkes akşam yemeğini yemiş, ödevlerini bile yarılamıştı ama o hâlen evine ulaşamamıştı. Kulağı, gelecek haberdeydi fakat haberin gelmeye niyeti yoktu. 
Az sonra yanındaki tek yoldaşı da giderse… Bunu düşünmek bile istemiyordu. Aslında böyle olsun istememişti. Bambaşka düşüncelerle gelmişti bugün buraya fakat ne olmuşsa olmuş, erken de gidebileceğini öğrenmişti. Aslında çok değildi bekleyeceği süre fakat zaman geçmek bilmiyordu. 
Bunları düşünürken birden irkildi. Aralık kalmış kapıdan içeriye sarı, beyaz tüyleri olan bir kedi girdi. Son derece bilmiş ve bir o kadar da yorgun bir kediydi. Kedileri oldum olası sevmezdi. Şimdi bir de ona katlanmak zorunda kalacaktı. Kediye onu istemediğini belirten hareketler yaptı fakat kedi yılışıktı. Bir yandan garip sesler çıkarıyor bir yandan da uykulu gözlerle bakıyordu. 
Babasını düşündü, belki de namazdaydı. Yoksa şimdiye kadar çoktan çıkar gelirdi. Namaz, babası için önemliydi. Namazını kılmadan yola çıksa zaten iyi olmazdı. 
Bu esnada tek başına kaldığını fark etti. Kötü mü olmuştu? Evet, kötü bir durumdu fakat zaman biraz geçmeye başlamıştı sanki. Dakikalar ilerliyordu artık. Hızlanmıştı saat. 
Beklediği haber sonunda gelmişti. Fakat neye yarardı ki bu saate kalan haber. Ne diyordu zaten şair:
Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Şairler belki de kendisinden daha çok beklemişlerdi. Bir başka şiir geldi aklına:
Artık olan oldu bize
Gelsen de bir gelmesen de
Haber gelmişti. Artık toparlanmalı ve yola çıkmalıydı fakat haber gelmese de olurdu. Zaten her zamanki vakit dolmuştu. 
Keşke, keşke biraz erken çıkabilirsiniz, sözünü hiç duymasaydı ve her çarşamba olduğu gibi son dakikaları bekleseydi. 

SON GÜN

Zeynep Ayten

Bir soru sorarlar cevabı zulüm
Sonunda ya para var ya da cürüm 
Dersin bu hayatındaki son dönüm
Oysa bir adım ötendedir ölüm 

Arada hatırlarsın ölenleri
Genç yaşında toprağa gidenleri
Görürsün babalar ve anneleri
Dinmez gözyaşları pınarlar gibi 

Ölüm oysa her saat sana yakın
Bu gerçeği yabana atma sakın
Şu sessiz sedasız gidene bakın
Mezara yolcuyuz biz akın akın

Belki bu hayatındaki son bölüm
Dersin ki hâlâ benim malım mülküm
Niçin hiç demezsin belki son günüm
Oysa bir adım ötendedir ölüm








BÖYLE BÖYLE

Zeynep Akbulut

Zamanı anlamak 
Bir insanı anlamaktan daha zor
Bazen koşuyor dört nala saatler, takvimler
Bazen yerinde duruyor

Mesela okuldaysam
Yığılmışsa dersler üst üste
Bir bakıyorum pazartesi
Bir bakıyorum perşembe

Okuldan eve gelmişsem yorgun argın
Günlerden cuma ise
Cumartesi ve pazar
Geçmek bilmiyor nedense

Kimileri tatillerin çabuk geçtiğini söyler
Kimileri usanır gidip gelmekten okula
Bense her hafta sonu, her yaz tatilinde
Düşünüyorum kara kara
Zaman durdu mu diye

Zaman diyorlar zaman
Bazen hızlı, bazen yavaş
Böyle böyle geçiyorum takvimlerden
Böyle böyle geride kalıyor bir yaş, iki yaş, üç yaş

3 Aralık 2024 Salı

PAPASASU KAZEBAYO

EMİR SABRİ ÜNSAL
EMİR KAAN ŞİMŞEK
MAHMUT ERAY ERBAŞ

1. Bölüm Bir Marka Doğuyor

Arkadaşlarından hiçbirine nasip olmayacak şekilde daha yirmili yaşlarda olmasına rağmen kendisine bir hayat kurabilmişti. Evi vardı, arabası da. İyi bir geliri vardı. İstediği her şeyi satın alabilecek bir maddi güce sahipti. Aslında sadece şansı iyi gitmiş ve birdenbire meşhur olmuştu. Arkadaşları eğitim hayatına devam ederken dersleri iyi olmadığı için okulu bırakmak zorunda kalmıştı. Bir meslek edinebilmek amacıyla sanayide çırak olarak çalışmaya başlamıştı. Çıraklığı da çok sevmemişti ama ustasının dükkânda olmadığı bir gün tamirat için gelen müşterinin sorununu üç dakikada halletmiş üstelik ücret de istememişti. Onun bu yeteneğini fark eden müşteri, ona kendisine ait bir dükkân açmasını önermiş ve şöhrete giden kapılar böylece önünde açılmıştı. Genellikle ekonomik durumu iyi olan müşteriler geliyordu ona ve uzun süre bekletmeden sorunlarını hemen çözüyordu. O kadar meşhur bir usta olmuştu ki il dışından bile gelen müşterileri vardı. Birkaç yılda her işini yoluna koymuştu. İşleri büyütmek gerektiğini düşünüyordu çünkü başarı ve kazanma hissi çok hoşuna gitmişti. Ya kendine bağlı yeni şubeler açmalıydı ya da yeni işler kurmalıydı. Diğer illere şube açmayı düşündü önce fakat güvenebileceği yetenekli ustalar bulmak lazımdı, o da çok zordu. En iyisi başka bir iş açmaktı. Sanayide en iyi iş yapan yer tostçuydu. Belki bu işe girebilirdi. Üstelik çok fazla beceri de gerektirmiyordu. Ütüyle yapılan tostları bile insanlar kuyruğa girerek yemeye çalışıyorlardı. Evet, tostçu açmak iyi bir fikirdi fakat sanayinin tostçusu Sabiri Usta bu işe karşı çıkabilirdi. Önce fikirlerini onunla paylaşmalıydı. Hatta Sabiri Usta’ya iş teklifiyle gitmeliydi. Açacağı tostçu dükkanında Sabiri Usta çalışabilirdi. 
Ertesi sabah kahvaltıyı Sabiri Usta’nın dükkanında yapmaya karar verdi. Sabiri Usta her zaman olduğu gibi çok yoğundu. Yarım saat kadar bekledikten sonra tostu gelmişti. Sabiri Usta’ya düşüncelerini söyledi. Sabiri Usta:
-İşlerim zaten yerinde. Senin kadar olmasa da kazanıyoruz. Sen istersen yeni bir dükkan açabilirsin. Zaten bir kez benim tostumdan yiyen, burada başka bir dükkanda tost yemez. Sana bol şans diliyorum, dedi. 
Bu cevabı beklemiyordu aslında fakat yine de iyi olmuştu bu görüşme. Sanayinin en güzel yerinde boş bir dükkân buldu o gün ve dükkanda çalışacak birilerini de ayarladı. Malzemeleri temin etmesi ve dükkânın açılışı bir hafta kadar sürdü. Bu esnada iyi tostun nasıl yapıldığına dair bir araştırma yaptı. Meşhur tostçular hep farklı şeyler yapıyordu. Kimse doğal peynir ya da sucuk kullanmıyordu. Kullandıkları yağların içeriği ise hiçbir yerde yazmıyordu. Motor yağı kullanacak olsa tostçular müşteriler buna bile ayıla bayıla güzel şeyler yazabilirdi. 
Dükkanın açılışı için orijinal bir tost icat etmeliydi. Havuçlusunu görmüştü tostun. Ispanaklı tost da duymuştu. Pırasalı tost bile görmüştü. Uzun süre düşündükten sonra içinde pastırma, patates, salam, sucuk, kaşar, zeytin, balık ve yoğurt bulunan bir karışımla tost hazırlamayı düşündü. Evinde bunun ilk denemesini yaptı. Gerçekten ilginç bir tat ortaya çıkmıştı. Hemen bir tost daha yaptı kendine. Bir tost daha, bir tost daha. O gün boyunca kendine tost yaptı. Bu icada bir isim bulmalıydı. Önce kullandığı malzemelerin isimlerini kısalttı ve Papasasukazebayo ismini buldu. Patates, pastırma, salam, sucuk, kaşar, zeytin, balık ve yoğurttan hareketle bu isim çıkmıştı ortaya. Bu kelimenin telaffuzunun çok zor olduğunu düşündü. Bir müşteri sadece Papasasukazebayo, demek için bir dakika harcardı. En azından ikiye bölmek bu kelimeyi iyi bir fikirdi. O günlerde bir hikaye okumuştu. Adı Şifalı Gofret’ti. Hikayeyi çok hatırlamıyordu ama ismi şimdi aklına gelmişti. Dükkanın adını Papasasu Kazebayo Abinin Yeri koyacaktı. Tostunun adı ise Şifalı Tost olacaktı. Tabelada Papasasu Kazebayo yazısının altına Uzakdoğu’dan Gelen Lezzet yazmayı da ihmal etmedi. Şimdi geriye sadece çekik gözlü bir usta bulmak geriye kalmıştı. Çok zor değildi çekik gözlü birilerini bulmak. Artık yaşadığı yerde her milletten insan vardı. 
Ertesi sabah şehrin en işlek caddesinde beklemeye başladı. Gelip geçenlerden çekik gözlü olanları süzüyordu. Usta sıfatını hak edebilecek birileri olsun istiyordu. Geçenler ya genç ya çocuktu çoğunlukla. Yarım saat sonra mendil satan çekik gözlü birini fark etti. Yanına gitti ve ona teklifini söyledi. Bu adam Japonca bilmiyordu. Japon da değildi zaten. Ondan Japon, Çin ve Kore diline ait kelimeler öğrenmesini istedi. Çok değil üç beş kelime bilse yeterliydi. Adama durumu anlattıktan sonra isminin ne olduğunu sordu. Adam cevap verdi:
-Papasasu Kazebayo. 
Yeniden ismini sordu mendil satan adama. Adam hiç takılmadan ve düşünmeden şöyle dedi:
- Adım Papasasu, soyadım Kazebayo.

SORU

 Salih Taha Balta

Abla abla neredesin
Gittin gideli gelmedin
Ne diye takıldın İstanbul’a
Annem bile ayrılmamış evinden senin yaşında

Abla abla neredesin
Sensizlik değiştirdi beni
Sanki duyarım boş odalarda sesini
Bana mı sesleniyorsun uzaklardan

Bensizlik de seni değiştirdi galiba
Niye eskisi değilsin bana karşı
Deme bana ben büyüdüm artık
İnsan kocaman olsa da içinde bir çocuk
Yaşamalı değil mi her zaman

SUÇ

Salih Taha Balta

Korktu ilk kez bu insanlardan
Doğrusu belli de değildi
Ne olup olmadığı
Pahalı giyinince mi insanın
Değerli olduğun sanıyordu bunlar 

Yürüdü, uzaklaştı hızla
Kendisi seçmemişti bu hayatı
Ve fakir olmayı
Sonra düşündü uzun uzun
Cahil olmak mı suç fakir olmak mı

HAYATIN ANLAMI

Utku Kerim Genç

Hayattan anlam çıkarmaya çalışıyorum
Nereden baksam bilmiyorum
İnsanlar desen çok boş
Doğa desen ölümlü
Hayattan anlam çıkaramıyorum

Hayattan anlam çıkaramasam da
Niye yaşıyorum bilmiyorum
Ama yine de yaşamaya çalışıyorum
Sanırım hiçbir şey bilmiyorum

Neye bakarsam bakayım
Bir anlam çıkaramıyorum
Sanırım her şey sonlu
Bunun da kaçınılmazı geliyor

DİYORLAR

Hayrettin Eymen Bulut


Duygusuz diyorlar bana
Siz benim kalbimi bilemezsiniz ki

Vicdansız diyorlar bana
Vicdanı hak edecek ne yaptınız ki

Suskun da diyorlar bana
Sizinle konuşacak güveni verdiniz mi peki

Bunlar dahası, nicesi
Sizce böyle miyim gerçi
Siz ne bilirsiniz ki

RÜYA TACİRİ



SALİH TAHA BALTA
HAYRETTİN EYMEN BULUT
UTKU KERİM GENÇ

1. Bölüm
Yol Ayrımı

Bu mesleği babasından devralmıştı. Babası da dedesinden devralmıştı. Dükkanının yapılma tarihini şehirde bilen kimse yoktu. Şehrin kuytularında bir mahallede, tek katlı küçücük bir dükkandı burası. Renkli tabelası yoktu. Kapısının ve penceresinin boyaları dökülmüştü. Ahşap bir kapısı ve penceresi vardı yalnızca. Kış geldiğinde pencerenin kenarlarına macun çekerdi. Kapının rüzgâr giren yerlerine ise gazete yapıştırırdı. Bu dükkânın önünden geçen bir yabancıya burasının dükkân olduğunu ispat etmek çok zordu çünkü içerde sadece bir masa vardı bir da ahşap sandalye. Duvarlar boyasızdı. Tavandan sarı bir ampul iniyordu aşağıya doğru ve etrafı örümcek ağları ile sarılmıştı. Zaten ampul bu dükkanı ışıtmak için yetersizdi. Etrafındaki binalar sanki bu dükkânı gizlemek ister gibiydi ve görevlerini iyi yapıyorlardı. Bu mesleği babasından devralmıştı zaten yapabileceği başka bir iş de yoktu. 
Mizan Çınar’ı mahalle sakinleri dışında kimse tanımazdı. Az konuşur ve az gezerdi. Sabahtan gece yarısına kadar dükkânda beklerdi. Evet, onun müşterileri özellikle gece yarısında gelirlerdi yanına. Bazıları akşam da uğrayabiliyordu ama dükkânın en yoğun olduğu vakit geceydi. Vakit akşamı geçmişti. Sokak tenhalaşmaya başlamıştı. Mizan Çınar, yerinden kalktı ve küçük pencereden dışarıya baktı. Az sonra birilerinin geleceğini biliyordu. Kapı usul usul üç kez vuruldu: Tık, tık, tık.
-Buyurun, dedi Çınar. İçerdeyim.
Gözleri uykusuzluktan kızarmış, saçları dağınık, üzerinde pijamalar, ayağında terlikleriyle orta yaşlı biri araladı kapıyı:
-Dün bana sattığınız rüyayı hiç beğenmedim. Uyandım, uyandım yeniden gördüm ama yine beğenmedim. Bundan önce sattığınız rüyalar çok güzeldi. Bu rüya beni yordu. Gece kesik kesik uyudum, gündüz de uykum vardı. Şimdi sizden yeni bir rüya almak için geldim. 
Mizan Çınar ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyordu. Daha önce sattığı rüyalardan hiç şikâyet almamıştı. 
-Yeni rüyanız için bir ücret ödemenize gerek yok fakat talimatlara uygun bir biçimde uyuduğunuzdan emin misiniz? Uykuya gece saat 12’den önce yatmadınız değil mi? Ya da yastığınızın her zamanki yüzünü değil de ters tarafını çevirmeyi ihmal etmemişinizdir umarım? Uyumadan önce yemek yemiş olabilir misiniz? Size bu kuralları defalarca daha önce söylemiştim. Tamam, burada bir şeyler satıyoruz fakat ilk kez bir şikayet alıyorum. Size yeni rüyanızı birazdan uzatacağım, dedi. 
Pijamalı adam biraz kendisini suçlu hissetti bu konuşmadan sonra çünkü bu söylenenlerin hiçbirini yapmamıştı. Belki aynı rüyayı bir kez daha kullanabilirdi fakat istemedi. Ellerini Mizan Çınar’a uzattı. Mizan Çınar, küçük masasının çekmecesinden çıkardığı kokuyu pijamalı adamın ellerine sıktı ve:
-İyi uykular, tatlı rüyalar, dedi. 
Pijamalı adam, terliklerini sürüye sürüye dükkândan ayrıldı. Mizan Çınar’ın ilk kez bu kadar canı sıkılmıştı. Belki de bu mesleğin sonu geliyor, diye düşündü. Başka nasıl bir iş yapabilirdi, mesela berberlik, ona göre bir iş miydi? Değildi. Biraz daha düşündü aklına terzilik geldi. Düşününce ondan da vaz geçti. En son ayakkabı tamirciliğini de düşündü. Bu işi de yapamazdı. Belki hikâye yazarı olabilirim diye düşündü. Evet, bu iyi bir fikirdi. Sattığı rüyaları yazabilirdi mesela. Yine de biraz daha direnmeliydi. Tam bunları düşünürken yeniden kapı vuruldu: Tık, tık, tık, tık. Bu kez gelen yaşlı bir kadındı. O da dün bu saatlerde bir rüya alarak gitmişti. Kadın daha ağzını açmadan Mizan Çınar:
-Rüyanızı beğenmediniz değil mi, dedi. 
Kadın:
-Nereden anladınız, senelerdir sizden rüya alıyorum, ilk kez bu kadar berbat olanına rastladım, dedi. 
-Merak etmeyin, size şimdi yeni bir rüya vereceğim hem de ücret almadan, diyen Mizan Çınar, yeni rüyasını kadına verdi. 
Şimdi bir karar vermesi gerekiyordu. Bu işe devam mı etmeliydi yoksa hikâye yazarlığına mı başlamalıydı. Yine de erkendi bu işi bırakmak için. Masasındaki çekmeceden bir kâğıt çıkardı. Çok eski bir kağıttı bu. Babasından, belki de dedesinden kalmıştı. Kağıt kadar eski bir de kalem vardı çekmecede. Büyük yazılarla kağıda şöyle yazdı: 
SATILANLAN HAYALLER ALINMAZ, YENİSİYLE DEĞİŞTİRİLMEZ. 
On yıllardır penceresine bir şey asılmayan dükkânın camında ilk kez bir yazı vardı artık. Gelip geçenlerin dikkatini çekecek bir yazı hem de.