hayrettin eymen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayrettin eymen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2025 Salı

ERKEN SOLAN ÇİÇEK

Hayrettin Eymen Bulut

Değil yalnız ağaçlara, bahçelere
Gelir bahar kalplere de
Cemreler düşünce
Art arda peş peşe

Bahar, binlerce çiçeğin 
Bir mevsimde açması değildir
Bahar tek başına bir çiçektir
Gülünce tüm çiçekler neşelenir

Kimi zaman yazlar kışlar uzar
Ama uzamaz hiçbir zaman bahar

26 Şubat 2025 Çarşamba

İKİNCİ KEZ

Hayrettin Eymen Bulut

Belki giderim
Belki de hiç dönmem
Yazıyorum kim bilir bu sözleri dünden
Bir gecede 
İkinci kez ölürken

18 Şubat 2025 Salı

ÇINAR GÖLGESİ

Hayrettin Eymen Bulut

Her zaman değilse de 
Bazı durumlarda tek kalmak iyidir
Keskin bir kalabalıktansa
Bir çınarın gölgesindeki yalnızlık
İyidir daima

GEÇECEK

Hayrettin Eymen Bulut

İçimin yanmasına rağmen
Üşüyorum durup dururken
Bir yandan da terliyorum
Sessiz sedasız yerimde otururken

Ölmeyeceğimi biliyorum oysa
Yine de üzüyor beni bu hâlim
Uyusam ve her şey geçmiş olsa
Yürümeye bile yok hâlbuki mecalim

Nasıl olsa geçecek bir hafta belki on gün
Beni perişan edip biliyorum geçecek
Geçecek ağırlarım ve içimdeki hüzün
Hangi dert kalıyor ki hayatta sonsuza dek


15 Şubat 2025 Cumartesi

RADYO

Hayrettin Eymen Bulut, Mehmet Çınar Köksal

Son zamanlarda bilgisayar oyunlarından iyice usanmıştım. Benim için artık hiçbir anlamı yoktu boş boş bir ekranın önünde yorulmanın. Heyecanı kalmamıştı. Oysa eskiden böyle miydi? Zamanın nasıl geçtiğini bilmezdim bilgisayar başına oturduğumda. Hatta zaman zaman sabahladığım olurdu yaz tatilinde ama artık eski büyüsü yoktu oyunların. 
Bir süre televizyon izlemeye merak saldım. Özellikle dizi filmler fena gitmiyordu. En azından her gün beklediğim bir bölüm oluyordu bir kanalda. Bir süre sonra onların da aynı şeyleri tekrar ettiğini fark ettim. Artık bir diziye başladığımda sonraki bölümü tahmin ediyordum ve sanki ben yazmışım gibi oynuyordu oyuncular. Öyle bir aşamaya gelmişti ki oyuncuların söyleyecekleri sözleri bile tahmin ediyordum ve onlardan önce ben söylüyordum. Bir süre de eğlencesine devam ettim dizi izlemeye fakat onun da tadı kalmadı. 
Sonra radyo dinlemeye başladım.  En azından taşıması kolaydı. Bu radyonun elli yıl öncesine ait olduğunu söylüyordu ailem fakat bana o kadar da eski gelmiyordu. En fazla sekiz on yıllık bir radyoydu bu. Üstelik gözlerim kapalıyken radyo dinlemek ayrı bir zevkti. Televizyon ya da bilgisayar gibi sürekli ona odaklı yaşamam gerekmiyordu. Galiba bulmuştum sonunda can yoldaşı olacak bir aygıt. Radyoyu icat eden adam çok değerli bir insan olmalıydı. Televizyon ya da bilgisayar gibi insanı hareketsiz bırakmıyor, esir almıyordu. Üstelik çok kaliteli ve bilgilendirici programlar vardı. Hele o müzikler yok mu? Sanat değeri olmayan müzik parçaları radyoda yer almıyordu. Tüm şarkılar, türküler en az elli sene öncesinin zevkini barındırıyordu. Dinledikçe ruhum dinleniyordu. Zamanda yolculuk yapıyor gibiydim. Dünyaya bakışım değişmişti sanki. Ben bu asrın, bu günlerin çocuğu değil gibiydim. 
Belki de radyo beni böyle rehin almıştı ama memnundum hayatımdan. Bütün boş vakitlerim ve dolu vakitlerim radyoyla geçiyordu. Bu aygıtı icat eden adama saygım artıyordu. Elli yıl öncesinin zevkine ruhum boyanmış gibiydi.
Her sabah ilk işim radyoyu açmaktı. Bazen de radyoyla uyuyordum. Sabaha kadar başucumda radyo açık kalıyordu. Arada haberler veriliyor sonra yine müzikle devam ediyordu yayınlar. 
O sabah radyonun sesinde bir gariplik hissettim. Sanki değişmişti yayın ya da hoparlör bozulmuş gibiydi. Belki de bu kadar fazla açık kalmamalıydı radyo. Sonunda bozulmuştu işte. Elli yıldır bozulmayan radyoyu dinleye dinleye bozmuştum belki de. Ya tamir gerekirse? Ya birkaç gün radyosuz yaşamam gerekirse? Başka bir radyo ile idare ederim, diye düşündüm. 
Sesi de azalmıştı radyonun. Saat sabahın yedisini gösteriyordu. Sesini biraz daha yükselterek yataktan doğruldum. Haberler veriliyordu radyoda. 
Önce şair Orhan Veli Kanık, Ankara'da yol yapım çukuruna düştükten iki gün sonra İstanbul'da bugün öldü, haberini duydu. Orhan Veli yaşıyor muydu ki diye düşündü. Ardından haberler devam etti: 
Türk Tugayı, Kore'de Kunuri Muharebesi'ni kazandı.

4 Şubat 2025 Salı

HAYAL/SİZ


Hayrettin Eymen Bulut

Satılık hayal var mı
Kıyıda köşede
Bizde de vardı
Hepsi ıslanmasaydı

14 Ocak 2025 Salı

GÜNEŞİN DOĞDUĞU YER

Hayrettin Eymen Bulut

Deli değilim divane değilim
Sayı saymayı da iyi bilirim
Haftanın sekizinci günündeyim
Alt tarafı bir çıkmaza girmişim

Güneşin doğduğu yer
Seslerim bu dizelerim
Ben böyle seslenirim
Bilmediğim bir gündeyim

SÖZ GELİŞİ


Hayrettin Eymen Bulut

Sence de bu sözler 
Biraz ağır değil mi
Söz gelişi söylenenler yürekten gelmiş gibi
Konuşmamdan tam olarak anlaşılmıyor belki
Yalnız sevinme 
Benim konuştuklarım söz gelişi değil ki

SOĞUK GÜNEŞ

Hayrettin Eymen Bulut

Hep soğuk değildir belki de
Kar insanı kendine ısındıramaz mı
İnsana sıcak davranıp 
Kendi soğuğunu saklayamaz mı

Lav soğuk biri gibi
İnsanı kendinden soğutamaz mı?
Buharlaştırmayıp yağmurları 
Donduramaz mı

Buzlar sıcak
Ateşler soğuk olamaz mı
Ay 
Soğuk olmaya mı mecburdur hep
Rüyalara mı mahsustur soğuk güneş

7 Ocak 2025 Salı

IŞIK HUZMESİ

 
Hayrettin Eymen


Karanlıkta ışık arıyor gözlerim
İğne deliği kadar bir ışık arıyor
Geleceğe dair bir umut
Bir gün olacağını söylüyor

Birden bir ışık huzmesi giriyor
Gözlerim bir anda mutlu oluyor
Bir de biliyor musun
Karanlık da ışık arıyor

HATIRAN YETER

Hayrettin Eymen

Güneşler ayı aylar güneşi izledi
Feryadınla yerler gökler inledi
Sesini duyanların ta kalbi titredi
Sen de bir gidecektin kimse bilmedi


Arkandan ağlayanlar sana sana dualar eder
Tüm Türkiye seni çok çok sever
Olsun
Bir gün gitsen bile hatıran yeter

31 Aralık 2024 Salı

UMUT

 HAYRETTİN EYMEN BULUT


Okulun önünden geçerken
Bazı sesler duyuyordum
Arı vızıltısına benzeyen
Belki doğru işitiyordum
 
Okulun tam önündeyken
Karıncaların ayak seslerini duyuyordum
Umuyorum doğru işitiyordum
 
Ağustos böceğinin diğerlerini taklit ettiğini
Düşünmek bile istemiyorum

SOĞUK DÜNYA


Hayrettin Eymen Bulut

Daha önce onu hiçbir yerde
Görmemiştim, tanımıyordum
Ürkekti, kaygılıydı
Önünde uzayıp giden
Karla kaplanmış dağlara uzun uzun bakıyordu
Görmediğim bir şeyi mi görüyordu
Onun kederinden dünyaya bir yalnızlık siniyordu

Dayanamadım sordum
Dedi, yokluğu görüyorum 
Soğuk bir havada titreyen çocuğu görüyorum 
Ama anlayamıyorum
O yüzden burada boş boş dikiliyorum
Bir yoksul çocuk gibi 
Ben de üşüyorum

17 Aralık 2024 Salı

YARIM

Hayrettin Eymen Bulut

Yalnızlık, değildir tek kalmak
Yalnız kalan bir kişi
Kendini tamamlayabilir mi
Yalnızlık, değildir tek kişi kalmak
Yalnızlık yarım olmak


Yalnızlık yarım olmaktır yani
Bir kişi 
Yalnız başına bir kişi
Tam olabilir mi ki
Bir dostu bile kalmayan
Bir kişi 
Tam bir kişi sayılabilir mi

DENGE



Yalnızca aklımız mıdır hayatta gerekli olan
Bir de kalbimiz var 
Bize sormadan yerinde atan
Onunla duyuyor, onunla görüyor aslında insan
Farkında olmadan

Mesela gülmenin ya da üzülmenin
Akılla bir ilgisi yok bence
Bunlar kalbimizin tepkileri
Böyle değil mi sence

Mesela ayrılık, yalnızlık
Anlamı olmayan şeyler gibi mantıkla düşününce
Neden insan bir boşluğa düşüyor
Yurdundan gurbete gidince

Akıl ve kalp bir denge çubuğu
Yürürken incecik hayat ipinde
Ne duygular olmadan yaşayabiliyor insan
Ne de akla danışmadan 

10 Aralık 2024 Salı

KAR’AYA VE BEYAZA

Hayrettin Eymen Bulut

Kar mı dünyayı güzelleştiriyor
Yoksa rengi mi şehri sükunete bürütüyor
Beyazın masumiyeti mi
Temizliği mi

Ya da kar sessizleştirdiği için mi 
Beyaz, temiz anılıyor
Beyaz, kar sayesinde mi kazandı masumluğunu
Beyaz, kirlenmeyen saflığını kara mı borçlu 

Belki de her rengi içinde barındırdığı için
Her duyguyu kalbinde barındırdığı için
Belki 
Kar bunun sayesinde sessiz
Masum ve temiz

3 Aralık 2024 Salı

DİYORLAR

Hayrettin Eymen Bulut


Duygusuz diyorlar bana
Siz benim kalbimi bilemezsiniz ki

Vicdansız diyorlar bana
Vicdanı hak edecek ne yaptınız ki

Suskun da diyorlar bana
Sizinle konuşacak güveni verdiniz mi peki

Bunlar dahası, nicesi
Sizce böyle miyim gerçi
Siz ne bilirsiniz ki

RÜYA TACİRİ



SALİH TAHA BALTA
HAYRETTİN EYMEN BULUT
UTKU KERİM GENÇ

1. Bölüm
Yol Ayrımı

Bu mesleği babasından devralmıştı. Babası da dedesinden devralmıştı. Dükkanının yapılma tarihini şehirde bilen kimse yoktu. Şehrin kuytularında bir mahallede, tek katlı küçücük bir dükkandı burası. Renkli tabelası yoktu. Kapısının ve penceresinin boyaları dökülmüştü. Ahşap bir kapısı ve penceresi vardı yalnızca. Kış geldiğinde pencerenin kenarlarına macun çekerdi. Kapının rüzgâr giren yerlerine ise gazete yapıştırırdı. Bu dükkânın önünden geçen bir yabancıya burasının dükkân olduğunu ispat etmek çok zordu çünkü içerde sadece bir masa vardı bir da ahşap sandalye. Duvarlar boyasızdı. Tavandan sarı bir ampul iniyordu aşağıya doğru ve etrafı örümcek ağları ile sarılmıştı. Zaten ampul bu dükkanı ışıtmak için yetersizdi. Etrafındaki binalar sanki bu dükkânı gizlemek ister gibiydi ve görevlerini iyi yapıyorlardı. Bu mesleği babasından devralmıştı zaten yapabileceği başka bir iş de yoktu. 
Mizan Çınar’ı mahalle sakinleri dışında kimse tanımazdı. Az konuşur ve az gezerdi. Sabahtan gece yarısına kadar dükkânda beklerdi. Evet, onun müşterileri özellikle gece yarısında gelirlerdi yanına. Bazıları akşam da uğrayabiliyordu ama dükkânın en yoğun olduğu vakit geceydi. Vakit akşamı geçmişti. Sokak tenhalaşmaya başlamıştı. Mizan Çınar, yerinden kalktı ve küçük pencereden dışarıya baktı. Az sonra birilerinin geleceğini biliyordu. Kapı usul usul üç kez vuruldu: Tık, tık, tık.
-Buyurun, dedi Çınar. İçerdeyim.
Gözleri uykusuzluktan kızarmış, saçları dağınık, üzerinde pijamalar, ayağında terlikleriyle orta yaşlı biri araladı kapıyı:
-Dün bana sattığınız rüyayı hiç beğenmedim. Uyandım, uyandım yeniden gördüm ama yine beğenmedim. Bundan önce sattığınız rüyalar çok güzeldi. Bu rüya beni yordu. Gece kesik kesik uyudum, gündüz de uykum vardı. Şimdi sizden yeni bir rüya almak için geldim. 
Mizan Çınar ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyordu. Daha önce sattığı rüyalardan hiç şikâyet almamıştı. 
-Yeni rüyanız için bir ücret ödemenize gerek yok fakat talimatlara uygun bir biçimde uyuduğunuzdan emin misiniz? Uykuya gece saat 12’den önce yatmadınız değil mi? Ya da yastığınızın her zamanki yüzünü değil de ters tarafını çevirmeyi ihmal etmemişinizdir umarım? Uyumadan önce yemek yemiş olabilir misiniz? Size bu kuralları defalarca daha önce söylemiştim. Tamam, burada bir şeyler satıyoruz fakat ilk kez bir şikayet alıyorum. Size yeni rüyanızı birazdan uzatacağım, dedi. 
Pijamalı adam biraz kendisini suçlu hissetti bu konuşmadan sonra çünkü bu söylenenlerin hiçbirini yapmamıştı. Belki aynı rüyayı bir kez daha kullanabilirdi fakat istemedi. Ellerini Mizan Çınar’a uzattı. Mizan Çınar, küçük masasının çekmecesinden çıkardığı kokuyu pijamalı adamın ellerine sıktı ve:
-İyi uykular, tatlı rüyalar, dedi. 
Pijamalı adam, terliklerini sürüye sürüye dükkândan ayrıldı. Mizan Çınar’ın ilk kez bu kadar canı sıkılmıştı. Belki de bu mesleğin sonu geliyor, diye düşündü. Başka nasıl bir iş yapabilirdi, mesela berberlik, ona göre bir iş miydi? Değildi. Biraz daha düşündü aklına terzilik geldi. Düşününce ondan da vaz geçti. En son ayakkabı tamirciliğini de düşündü. Bu işi de yapamazdı. Belki hikâye yazarı olabilirim diye düşündü. Evet, bu iyi bir fikirdi. Sattığı rüyaları yazabilirdi mesela. Yine de biraz daha direnmeliydi. Tam bunları düşünürken yeniden kapı vuruldu: Tık, tık, tık, tık. Bu kez gelen yaşlı bir kadındı. O da dün bu saatlerde bir rüya alarak gitmişti. Kadın daha ağzını açmadan Mizan Çınar:
-Rüyanızı beğenmediniz değil mi, dedi. 
Kadın:
-Nereden anladınız, senelerdir sizden rüya alıyorum, ilk kez bu kadar berbat olanına rastladım, dedi. 
-Merak etmeyin, size şimdi yeni bir rüya vereceğim hem de ücret almadan, diyen Mizan Çınar, yeni rüyasını kadına verdi. 
Şimdi bir karar vermesi gerekiyordu. Bu işe devam mı etmeliydi yoksa hikâye yazarlığına mı başlamalıydı. Yine de erkendi bu işi bırakmak için. Masasındaki çekmeceden bir kâğıt çıkardı. Çok eski bir kağıttı bu. Babasından, belki de dedesinden kalmıştı. Kağıt kadar eski bir de kalem vardı çekmecede. Büyük yazılarla kağıda şöyle yazdı: 
SATILANLAN HAYALLER ALINMAZ, YENİSİYLE DEĞİŞTİRİLMEZ. 
On yıllardır penceresine bir şey asılmayan dükkânın camında ilk kez bir yazı vardı artık. Gelip geçenlerin dikkatini çekecek bir yazı hem de. 

19 Kasım 2024 Salı

GÜNLERDEN BUGÜN

 
Hayrettin Eymen Bulut
 
Günüm sanki hiçbir gün değil bugün
Nedendir bilmedim içimdeki hüzün
Meğer böyle imiş senin de özün
Bu da senin yanına kalır mı sandın
 
Sözün söz değilmiş yeni anladım
Sadıksın sanıp güveniyordum
Sende biraz dostluk var sanıyordum
Ta ki günlerden bugün olana kadar

5 Kasım 2024 Salı

BİR MÜTEŞAİR DOĞUYOR

Hayrettin Eymen
Utku Kerim Genç
 (Asıl Yazarlar)

Mehmet Çınar Köksal
Salih Taha Balta
(Yardımcı Yazarlar)


Ruhi, o gün hiçbir şey yapmak istemiyordu. Çünkü okuldan bir şiir istemişlerdi. Onun ise şiirden başka yapılacak tonla ödevi vardı. Neden şiir istenildiğinde ne olup olmadığını anlamadan hemen atlamıştı ki? Aslında ilk başta bir şiir yazması gerekmiyordu. Sadece bir yarışmadan bahsedilmişti. Yarışmayı duyunca Ruhi de doğrudan doğruya el kaldırmıştı. Yani kendi elleriyle kendini ateşe atmıştı. Bunların hepsini Türkçe hocasının gözüne girmek için yapmıştı. Türkçe hocası, Ruhi sınıfta yokmuş gibi davranıyordu çoğu zaman ve yaptığı ödevlere de göz ucuyla bakıyordu. Güya şimdi bu şiiri yazarak hocasının gözüne girecekti. Ancak şiirin nasıl yazılacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Gerçi olsa da yazamayacaktı. Zaten şiiri sevmezdi. Hikâye olsa anlatırdı ama yazmak yine zordu. Bunları düşünürken ödevleri aklına geldi. Eğer bir ödevini yapmasa ve babası Ruhi’nin ismini okul grubunda görse gerçekten çok kızardı. Ruhi’nin başarısı babası için çok önemliydi. Belki de bunun için önemli olmasının sebebi arkadaşlarının yanında bunun konu edilmesiydi. İş yerinde babasının arkadaşları oğluyla dalga geçebilir ve kendi çocuklarını övebilirlerdi. Aslında övdükleri çocukları değil, kendileri olurdu. Ruhi’nin arkadaşları da aynı düşüncelere sahip insanlardı. Okul grubunda sokak lambasını andıran bir fotoğrafıyla bile dalga geçmişlerdi. 
Bu düşüncelerden sıyrılmalı ve derhal şiiri bitirip ödevlerine geçmeliydi. Şiir konusu hayli ilginçti. Ulusal Kızarmış Tavuk Günü sebebiyle tavukların anlam ve öneminden bahseden bir şiir yazması gerekiyordu. Neyse ki şiirin türü serbestti. En azından ölçülü ya da dörtlükler, beyitler şeklinde diye bir sınırlama yoktu. Ruhi bir süre gözlerini kapattı ve yazmaya başladı:

Kanatları çiçek gibi
Gözleri ipek gibi
Kasapta da bulunuyor
Zannedersin inek gibi

Kızarınca tadı başka
Yerken geliyorum aşka
Akşama yine tavuk var
Bu şiir neden böyle saçma

Çorbasını demiyorum
Zaten çok da yemiyorum
Kızartma dışında asla
Kendisini sevmiyorum

Kızartmasan tavuk olmaz
Zaten karnımız da doymaz
Çok sevelim tavukları
Kovalamayalım onları

Şiirini bitirdikten sonra Ruhi, derin bir nefes aldı ve ödevlerine başladı. Yazdığı şiir belki de öğretmeninin kendisinden nefret etmesine neden olacaktı. Göze gireyim derken yerin dibine girecekti belki de. Elinden gelen buydu. Yapacak başka bir şey yoktu. Ödevlerini tamamladı ve uyudu. 
Ertesi sabah daha ilk ders başlamadan Türkçe öğretmeni Ruhi’ye şiir yazıp yazmadığını sordu. Ruhi biraz sıkılarak şiiri öğretmenine uzattı ve ortadan kayboldu. 
Üçüncü ders saati Türkçeydi. Ruhi, öğretmen tarafından paralanacağını düşünerek en arka sıraya oturmuştu fakat öğretmen sınıfa girer girmez onunla göz göze geldi. Tüm sınıfı susturduktan sonra elindeki kağıdı okumaya başladı: 
 Kanatları çiçek gibi
Gözleri ipek gibi
Her dörtlük bitiminde sınıf kahkahadan yerlere yatıyordu. Ruhi de her dörtlükten sonra biraz daha sıranın altına doğru kayıyordu. Nihayet tüm şiir bittiğinde Ruhi de yere düşmüştü. Öğretmen:
-Ruhi, yanıma gel çabuk, diye bağırdı.
Ruhi üzerindeki tozu silkeleyerek korku içinde öğretmenin yanına vardı. Öğretmen bir elini Ruhi’nin omzuna koyarak konuşmaya başladı:
-Göreve başlayalı henüz üç ay oldu ve üç aydır böyle bir şiir okumadım. Ruhi, aslanım… Ruhi, koçum… Sen bir efsanesin. Şiirini yarışmaya gönderdim bile. Bundan sonra bütün yarışmalara sen şiir yazacaksın, dedi. 
Son cümle Ruhi’ye ölümcül yumruğu indirmiş gibiydi. Gözlerini patlatmış öğretmenine bakıyordu. Öğretmeninin şaka yapmadığını fark ettiğinde içi rahatladı. Artık ailesi de kendisiyle gurur duyabilirdi. 
Garip bir gün geride kalmıştı. Her şey birkaç gün içinde unutulmuştu fakat Türkçe öğretmeni artık Ruhi’ye Şair Ruhi Bey, diyordu. 
Çok süre geçmeden matematik dersindeyken nöbetçi öğrenci sınıfa girerek Ruhi’yi Okul Müdürü’nün çağırdığını söyledi. Ruhi de tüm sınıf da irkilmişti. Ruhi anlamsız bakışlarla Okul Müdürü’nün odasına gitti. Türkçe Öğretmeni de oradaydı. İkisi de tebessüm ediyordu. Türkçe Öğretmeni konuştu:
-Şair Ruhi Bey, şiiriniz yarışmada birinci oldu. Tebrik etmek için seni çağırdık. 
Ruhi, o gün içinde uyuyan şairi uyandırmıştı. Artık bütün şiir yarışmalarına katılıyordu. Dünya Kertenkele Günü, Dünya Devekuşu Günü, Dünya Lastik Günü…