-masal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
-masal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2025 Cumartesi

ÜŞENGEÇ BANU


Ahu Lina Deniz 
(Misafir Yazar)

Bir zamanlar çok uzaklarda bir ülkede Banu adında bir kız yaşarmış. Banu üşengeç biriymiş ve her şeyi yapmaya erinirmiş. Tüm işlerini Banu yerine annesi ve babası yaparmış ve bundan şikayet etmediği gibi rahatsız da olmazmış. 
Aradan yıllar geçmiş. Banu’nun çocukluğundaki bu haller hiç değişmemiş ve nihayet bir genç kız olmuş. Sonunda evlenme çağı gelmiş ve evlenmiş. Banu evlendikten sonra da aynı üşengeçliğe devam etmiş. Hiçbir işini yapmıyormuş. 
Banu’nun eşi bir gün ormana avlanmaya gitmiş ve elinde bir ördekle dönmüş fakat eve geldikten sonra çantasını ormanda unuttuğunu fark etmiş ve ördeği eve bırakarak koşa koşa ormana gitmiş. Bu esnada kapı çalınmış. Banu, üşengeç olduğu için yerinden bağırmış:
-Kimsin, kim o?
Ses gelemeyince söylenerek yataktan kalkmış ve kapıyı açmış. Kapıda bir kadın görmüş. Kadın Banu’ya:
-Biraz ekmek alabilir miyim, demiş. 
Banu:
-Mutfakta biraz olacak, demiş. 
Kadın şaşırmış bu sözlere çünkü Banu yeniden yerine geçmiş, yatmış. Kadın içeri girince kazanda ördeği görmüş. Hemen şöyle bir türkü söylemeye başlamış:
Açtım kapıyı ekmek almaya
Gittim mutfağa
Ördek vak vak
Banu, bu sözlerden bir şey anlamamış. Kadın daha sonra sessizce evden ayrılmış.
Bir süre sonra  Banu’nun kocası eve gelince ördeği görememiş. Eşine:
-Buraya, bir kazanın içine bıraktığım ördek şimdi nerede?
Banu olanları anlatmış ve kadının söylediği türküyü kocasına anlatmış. Kocası durumu anlamış. Ördeği kadının götürdüğünü düşünmüş. 
Banu ile saatlerce konuşmuş. Onun üşengeçliği yüzünden aç kalacaklarını söylemiş. 
Banu, o günden sonra sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmış. Önceleri biraz yoruluyormuş ama zaman geçtikçe bu işten zevk almaya da başlamış. 
Birgün eşiyle birlikte anne babasını ziyarete gitmiş. Anne babası yine her işi kendileri yapacakken Banu:
-Hayır, demiş. Eski Banu artık yok. Bütün işleri ben yapabilirim. Hatta sizin işlerinizi bile. 

27 Aralık 2023 Çarşamba

BALIKSIZ BALIKÇI

     Elif Erva Candan, Meva Vural
    Bir gün Namra uyandıktan sonra göle gitmek istemiş. Balık tutacakmış Namra ve beklemeye başlamış. Balığı beklemiş beklemiş. Her gün bir balık tutmak için gidiyor hiçbir şey tutamadan dönüyormuş.  Günler böyle geçmiş halen oltasına balık düşmüyormuş. Yemlerinde bir sorun olduğunu zannetmiş ama yemini değiştirse de değişiklik olmamış. Yine balık tutamıyormuş. Bir gün yine balık tutmaya gelmiş. Bu sefer ilk defa oltasına bir şeylerin takılı olduğunu görmüş. Heyecanla oltasını çekmiş. Oltasını çekerken, epey büyük bir balık galiba bu diye içinden geçirmiş. Ancak oltayı tamamen çekince yakaladığının bir bot olduğunu görmüş. Çok üzülmüş. Hem de çok ama o da ne? Botun içinden elmas gibi parlayan bir balık fırlamış çimenlerin üzerine. Çok güzel bir balıkmış bu. Parıl parıl parlıyormuş. Namra şaşkın şaşkın balığa bakarken şaşkınlığı daha da artmış çünkü balık konuşmaya başlamış:
    -Eğer istediğim üç şeyi yaparsan dile benden ne dilersen.
    Namra, bu sırada bütün kelimeleri unutmuş. Ne dileyeceğini hatırlamaya çalışmış ama aklına bir şey gelmiyormuş. Balık bir yandan göle doğru zıplarken:
    -Sen dileğini şimdi düşünmeyi bırak ve benim istediğim şeylere bak.
    1- Yarın güneş doğmadan kuşa yem vereceksin.
    2- Aynı gün öğlen karşı dağdan üç parça düz odun getireceksin buraya koyacaksın.
    3- Oltayı buradan çıkaracaksın ve beni öyle bekleyeceksin.
    Bunları söyledikten sonra balık göle zıplamış ve kaybolmuş.
Namra balığın kendisinden istediklerini unutmuş bile. Bir an rüyadan uyanmış gibi hissetmiş kendisini. Hani insan rüyasını anlatmak ister de sabah hepsini unutur ya… Namra da öyle hissetmiş kendisini. Oltasına ve bota bakarken birden aklına birinci isteği gelmiş balığın. Kendi kendisine:
    -Galibaaaaa, yarın sabah iki serçeye yem vermem gerekiyordu. Bu tamam, bunu yaparım ancak ikincisi neydi?
    İkinci isteği hatırlamış, karşı dağa gidip gelmem zaten bir gün sürer, diye düşünmüş.
    Sonra bunun anlamsız olduğunu düşünmüş. Kimseye anlatmamaya karar vermiş. Zaten etrafındakiler ona garip bakıyormuş.
    Olanları unutmaya çalışsa da bir türlü kafasından atamıyormuş. En son evine gidip iki serçe için yem bırakırsa pencere önüne ve yola çıkarsa ertesi gün akşama tekrardan dönebileceğini. Bu esnada dileyeceği şeye de karar veririm, demiş içinden.
Pencerenin önüne iki serçeye yetecek kadar yem koyarak dağa doğru yollanmış. Saatlerce bir şeyler yemeden, içmeden dağa ulaşmış. Çabucak üç tane düz ağaç keserek inmeye başlamış. Bu esnada vakit öğleye yaklaşmış. Serçeler yemleri yemişlerdir, bu odunları da götürünce işim tamam, demiş kendi kendine.
    Yemeden, içmeden dinlenmeden akşama doğru oltasının olduğu yere gelmiş ve oltayı da kaldırmış. Bu kez daha büyük bir sorunu hatırlamış: dilek… Ne dileyeceğini bilemiyormuş bir türlü. Dakikalarca gözü gölde düşünmüş. Aklına gelen hiçbir şey yokmuş. Saatler böylece geçmiş. Hava kararmak üzereymiş. Dün gördüğü balık halen ortada yokmuş ve bir hayli de acıktığını hissetmiş. Balığın geleceğinden ümidi kesmiş ve son kez oltasını göle atmış. Bir iki dakika sonra oltaya bir şey takıldığını hissetmiş ve çekmeye başlamış. Nihayet yakaladığı şeyi akşamın ilk karanlığında uzaktan görmüş: yine bir bot. Hem sevinmiş hem üzülmüş. Çünkü balığın üçüncü isteğini yerine getirmediğini hatırlamış, üzülmüş. İçinde yine balık varsa ve kendisiyle konuşursa diye sevinmiş. Botu kenara almış. Heyecanla ters çevirmiş. İçi boşmuş botun. En ileriye bakmış eliyle… Yok. İçinde çamur ve yosundan başka bir şey yokmuş botun. Diğer botun yanına bu yeni botu da koyarak yorgunluktan oracıkta uyuyakalmış Namra.

16 Aralık 2023 Cumartesi

İYİLİK

 Aysel Zümra Yuvacı

    Bir gün bir kız annesine:
    -Anneciğim iyilik nedir, demiş. Annesi:
    -Kızım iyilik bir kişinin bir kişiye iyi kalpli, dürüst, saygılı olmasıdır, demiş. Kızı:
    -Ben size karşı öyle miyim, demiş. Annesi:
    -Tabi ki sen bize karşı çok iyisin, ben ne dersem dinliyorsun, demiş. Kız annesinin bu sözlerine çok mutlu olmuş ve annesine büyüyünce annesi gibi iyi biri olacağına söz vermiş. Annesi kızına:
    -Kızım her iyilik bir güzelliktir, demiş. İyilikten bahseden başka güzel sözler de söylemiş annesi. Bu sözler kıza bir masal gibi gelmiş ve oracıkta kız uyuyakalmış. 

İYİLİK

Elif Erva Öztürk

    Küçük bir köyde Leyla adında bir kız yaşarmış. Bu kız sürekli yalan söyler ve etrafına kötülük yaparmış. Anne babası onu bu konuda sürekli uyarsalar da onlara da bağırır ve yalanlar söylermiş. Bir gün köylerine Lale adında bir kız taşınmış. Lale kendisine kötülük yapanlara bile iyi davranan iyi kalpli bir çocukmuş. Bir gün Leyla ormana gittiğinde bir peri görmüş. Peri ona Lale’yi örnek alıp iyi bir çocuk olması gerektiğini söylemiş. Leyla o günden sonra değişmiş, iyilik yapmaya başlamış. Herkes artık onu seviyormuş. O da herkes tarafından sevilmekten mutluymuş. Sonra ormanda yine periye rastlamış bir gün. Peri ona güler yüzlü ve iyiliksever biri olmanın herkesi mutlu edeceğini söylemiş. Leyla da zaten artık iyi biri olduğunu ve en iyi arkadaşının da Lale olduğunu söylemiş. 
    Leyla artık ailesinin sevdiği, yalan söylemeyen, bağırıp çağırmayan iyi bir çocuk olmuş. İnsanları sevmeyi ve insanlar tarafından sevilmeyi öğrenmiş. Mutluymuş. 

14 Aralık 2023 Perşembe

CANATAN'IN SERÜVENLERİ 2

    


    
    İnsanlar Aleminde İkinci Kutu
    Atıf Kaan Salar, Umut Bulut, Akın Eliş

    Canatan, kutuyla beraber kapıdan girmeye çalıştıkça kapı onu geriye atmaya başlamış. Birkaç kez bunu tekrar edince kutuyu kapının önüne bırakarak içeriye girmeye çalışmış ve içeri adım atar atmaz kapı üzerine kapanmış. Kapının ardında insanların yaşadığı masalsı bir köy varmış. Rengarenk evler, evlerin arasından süzülerek akan bir ırmak, neşeyle otlayan inekler ve koyunlar… Kulağına gelen müzik sesinin kaynağını merak eden Canatan, sesin geldiği yere doğru can atarak ilerlemeye başlamış. Koyunların olduğu yerden geliyormuş ses. İyice yaklaşınca koyunlar ürkerek kaçmaya başlamışlar ve müzik kesilmiş. Sesler, koyunları otlatan çobanın kavalından geliyormuş. Çoban, koyunların kaçıştığını görünce bunun kendilerine yaklaşan Canatan’dan kaynaklandığını fark etmiş. Canatan’dan çoban korkmamış çünkü yıllar önce kaybettiği bir yakınına fena halde benziyormuş Canatan. Sadece biraz iriymiş. Yine de kendisini garantiye almak için gözlüklerini heybesinden çıkarmış ve kendisine doğru gelen minik devi görmüş. Sevinmiş ve ayağa kalkarak ona sarılmak için kollarını açmış. Kendisine doğru kollarını açan çobanı elinde değnekle görünce Canatan ürkmüş bu kez. Adımlarını yavaşlatmış ama koşmaya devam etmiş. Nihayet karşı karşıya gelince çoban var gücüyle sarılmış Canatan’a.
    -Yıllardır görmüyordum seni, nerelerdeydin, amma da büyümüşsün, diyerek hasret gidermeye başlamış. Canatan şaşkınlıktan susmuş. Çoban:
    -Haydi seni bize götüreyim. Yıllardır seni özlüyor merak ediyoruz, nerelerdeydin, demiş. Canatan:
    Tanıdın nasıl beni
    Ben bilemedim seni
    Evinize gidince
    Konuşalım her şeyi
, demiş.  Çoban şiirli cevap karşısında şaşırmış.
    -Böyle konuşmayı sen nereden öğrendin, demiş. Canatan:
    -Ben hep böyleydim, yoksa sen biriyle mi karıştırıyorsun beni, diye cevap vermiş. Konuşa konuşa eve gelmişler ancak evin kapısı Canatan için biraz darmış. Güç bela içeriye girmiş. Ev halkı Canatan’ı görünce korkmuş ve çobana:
    -Bu dev yavrusunu nereden buldun, bize niye getirdin. Devler, insanları sevmezler. Başımıza bela açarlar, demişler. Çobanın ağabeyi:
    -Senin gözlük derecen iyice ilerlemiş. Akraba diye getirdiğin yaratığa gözlüklerinle baksana, diye çıkışmış.
    Canatan, konuşulan her şeyi duymuş ve üzülmeye başlamış. Çoban gözyaşlarını silmesi için ona büyük bir bez uzatmış, mendil niyetine. Durumu anlayan çoban da üzülmeye başlamış ve başından geçenleri anlatmasının istemiş Canatan’dan. Hikayeyi duyan çoban ve ailesi daha da çok üzülmüş. Çobanın ağabeyi kalkarak başka bir odadan yine kilitli bir kutu getirmiş ve Canatan’a sormuş:
    -Senin bulduğun kutu buna benziyor mu?
    Canatan kutuyu almış bakmış kendi kutusunun aynısı imiş. Çoban:
    -Yıllardır bu kutu bizim evde. Biz de açamadık içinde ne var, dedikten sonra bu kutuyu da Canatan’a vermişler. Canatan kutunun altında bir not görmüş:
    Kutu kutu yan yana
    Onu al getir bana
    Mucizeye şahit ol
    Gelince bir araya

    Bu notu okuduktan sonra Canatan iki kutuyu birleştirmesi gerektiğini düşünmüş. Canatan geri dönüşün nasıl olacağını merak ederken yaslandığı duvarda bir kapı belirmiş. Kapı, kocaman bir kapıymış. Köylülerin hayatlarında gördüğü en büyük kapıymış bu. Canatan kutuyla beraber kapıyı açmış ve eski kutusunun yanında bulmuş kendisini. Artık elinde iki kutu varmış. Kutuları yan yana koymuş, izlemiş…
    Rüyada mıyım, neler oluyor bana diye kendisine bir çimdik atmış. Acı duyunca bunun rüya olmadığını düşünmüş. Yine de emin olmak için etraftan bir diken bulmuş ve ayağına batırmaya çalışmış ama diken kırılmış. Bu kutularla ne yapacağını düşünürken üst üste koymayı denemiş. Ne olmuşsa o anda olmuş. Kutu ışıklar saçarak birleşmiş ve büyük bir sandığa dönüşmüş. 
                                     

                                                        2. Bölümün Sonu 

 


9 Aralık 2023 Cumartesi

GEYİK GİYİ

Ecrin Kılıç

    Bir varmış bir yokmuş. Uzak ormanlardan birinde yaşayan iki çok iyi arkadaş varmış. Bu iki arkadaştan birinin adı Giyi imiş diğerinin adı Sima. Bir gün küçük geyik Giyi annesine bakmış ve:
    -Anneciğim geceleri neden garip sesler duyuyorum, diye sormuş. 
    Annesi:
    -O garip sesler kurtların sesi. Kurtlar çok tehlikelidir demiş. 
    Minik Giyi o günden sonra kurtlardan hep korkmuş ama sadece kurtlardan değil "kurt" kelimesinden bile korkar olmuş. 
     Yine bir gün evinnden bir kitap alarak arkadaşına oynamaya gidecekmiş.  eve gidince bir kitap alacakmış. Kitaplığa bakınca en arkada Mavi Boncuk diye bir kitap görmüş. Onun yanıda da Huysuz Kurt Ebi adlı bir kitap duruyormuş. Kitaba göz atarken annesi seslenmiş. Arkadaşının yanına gideceği için acele etmesini söylemiş. Biraz daha zaman geçince Haydi diye bağırmış. Giyi Mavi Boncuk kitabını almak yerine huysuuz Kurt Ebi’yi çantasına atarak aceleyle dışarı çıkmış. Koşarak arkadaşı sincap Sima'nın evine gitmiş. Sima'nın evine gelince Sima:
    -Nerede kaldın, demiş. 
    Giyi:
    -Biraz geciktim, yanıma kitap aldım, birlikte okuruz, demiş. 
    Sima ben de bir kitap seçeyim kitaplığımdan diyerek kendisine kitap getirmiş. Odadaki yaprakların üzerine oturmuşlar. Mavi Boncuk'u okumayı düşünürken yanına Huysuz Kurt Ebi kitabını aldığını fark eden Giyi, Sima'ya eve gidip kitabını almak istediğini söylemiş. Sima ise arkadaşının boşuna yorulmasını istememiş ve şayet o kitabı istemiyorsa kendisinin kitap verebileceğini söylemiş. Giyi kısa bir süre düşünmüş, en iyisi bu kitaba başlayayım bugün diye düşünmüş. Kötü bir kitap olsa annesinin zaten kitaplıkta bırakmayacağını düşünüyormuş.
    Kitabı korkarak okumaya başlamış, geceyi, kurt seslerini düşünmüş önce. Sayfalar ilerledikçe kitap eğlenceli bir hal almaya başlamış. On iki dakika sonra Giyi’nin annesi aramış ve günün nasıl geçtiğini, arakadaşıyla neler yaptığını sormuş. Giyi, kitap okuduklarını ve arada sohbet ettiklerini söylemiş. 
Bir kaç saat sonra annesi yeniden Giyi'yi aramış ve akşam olmadan  eve gelmesini istemiş. Giyi eve dönmüş. Sadece kitabın adında "kurt" kelimesi geçiyor diye kitaba ön yargılı yaklaştığı için kendini biraz kötü hissetmiş. Yanlışlıkla o kitabı çantasına almasa belki de o kitabı hiç okuyamayacağını düşünmüş.

MUTSUZ AT

 


Elif Sude Göçer

    Günlerden bir gün dünyaya değişik bir at gelmişti. Dünyaya geldiği anda herkes, diğer atlar ona şaşkın gözlerle bakıyordu. Neden mi? Çünkü diğer atlar bu atın başında küçük bir çıkıntı görmüşlerdi. Ardından bu küçük çıkıntıdan küçük bir kıvılcım çıktı ve gövdesinin iki yanında küçük kanatlar belirdi. Zamanla o küçük çıkıntı ve kanatları uzamaya başlamıştı. Diğer atlar onun büyümesini şaşkınlıkla izliyordu. Anne at yavrusunu üzgün gördüğü her gün ağlamaklı bir sesle:
    -Benim yavrum herkesten özel, derdi. Kocaman at sürüsü içinde kanatları olan, boynuzu bulunan kaç tane var ki? Sadece benim yavrum böyle, derdi. Ama küçük at kendisini iyi hissetmiyordu. Diğer atlardan farklı olmak hoşuna gitmemişti. 
    Zamanla küçük atın okul çağı geldi. Okula başladığında da alnının ortasındaki çıkıntı ve kanatlarından dolayı hayli zorluk yaşadı. Benzemiyordu işte diğer atlara. Bu yalnızlık onu okumaya yöneltti. Kitap okuyordu sürekli. Bir gün okuduğu  bir masal kitabında kendisine benzeyen başka atların da olduğunu öğrendi. Kendisinin bir unicorn olduğunu artık biliyordu ve tek değildi. Mutluydu.


DAĞ SERÇESİ

Zeynep Göktaş

Bir gün bir serçe yuvasında uyanmış ama annesini görememiş. Serçe:
-Annecim neredesin, diye bağırmış. Annesi:
-Buradayım yavrum, mutfaktayım, demiş. Sana güzel bir kahvaltı hazırlıyorum.
Küçük serçe şehirde yaşıyormuş ama aslında bir dağ serçesiymiş. Annesine uzak dağlardan kekik getirmek isteğini söylemiş. Oysa daha küçükmüş, henüz yedi yaşındaymış. Annesi:
-Yavrum, sen daha çok küçüksün, rüzgar seni uçurup götürür, demiş. Aradan tam on dokuz sene geçmiş. 
Sonunda küçük serçe büyümüş. Kanatları güçlenmiş. O zaman hemen yola koyulup dağlara doğru uçmuş. Oradan annesine bağırmış:
-Anne, artık ben bir dağ serçesiyim!

KAYBOLAN ÇOCUK

Reyyan Sibel Teke, Ömer Ali Çamcı, Mustafa Aktaş
    Evvel zaman içinde uzak ülkelerden birinde yaşayan bir dev varmış. Dev, insanları hiç sevmez sürekli onları gördüğünde korkutur, onlara kötülükler yaparmış. Özellikle çocukları üzmekten, onların burunlarını, kulaklarını ısırmaktan çok mutluluk duyarmış. Dev çok güçlü olduğu için çocukların anne babaları da ona bir şey yapamazmış. Devin evi ormanda, büyük ağaçların arasında kocaman bir sığınakmış. Boş zamanlarında kocaman ağaçlar keser burada evini genişletirmiş. İnsanlar ormana yaklaşamazlar ama yeşilliklerin azaldığını her geçen gün uzaktan görürlermiş. 
    İnsanlar, hem kendilerini rahatsız eden hem de ormanı yok eden bu dev karşısında çaresizlermiş. Konuşmak istiyorlarmış onunla ancak korktukları için kimse yanına gidemiyormuş. 
    Günün birinde köydeki çocuklardan biri böğürtlen toplarken köyünden uzaklaşmış, uzaklaşmış, uzaklaşmış. Vaktin nasıl geçtiğini fark etmemiş. Bir de bakmış ki hava kararmak üzere. Tam çaresizce düşünürken gök gürlemeye ve yağmur da yağmaya başlamış. Telaşla sağa sola koşmuş ama kaybolduğunu fark edince çaresiz oturmuş ıslanmayacağı bir yere. Üç beş dakika etrafı seyretmiş. O sırada uzakta bir ışık görmüş. Burada yaşayan birileri varsa beni evime, köyüme götürür düşüncesiyle ışığa doğru koşmuş. İyice yaklaşınca kocaman, ağaçtan yapılmış bir sığınakla karşılaşmış. Sığınağın kapısını cılız bir biçimde tıklatmış ve bir süre sonra gürültü ve homurtuyla kapı açılmış. Karşısında herkesin korktuğu devi görünce çocuk bir an korkmuş ve dev’e demiş ki:
    -Çok yorgunum ve kayboldum. Sana bir zararım olmaz, senin de bana zarar vermeyeceğini düşünüyorum. Beni köyüme götürür müsün? 
    Dev, önce gülmüş, kahkahalar atmış:
    -Zavallı bir insanoğlu kapıma kadar gelmiş, bu ne cesaret! Başına neler geleceğini bilmiyor musun sen? Defol git yoksa sonun iyi olmaz, demiş. 
    Küçük çocuk korkuyormuş ama yapacak bir şey de yokmuş:
    -Ne yaparsan yap, ben buradayım ve geceyi burada geçireceğim şayet beni köyüme götürmezsen, demiş. 
    Dev, kapıyı kapatarak içeri girmiş, çoluk çocukla uğraşacak zamanım yok, demiş içeri girerken. Çocuk bu duruma daha da üzülmüş. Köyüne dönmeye çalışsa ormanda yırtıcı hayvanlara yem olabilirmiş. Sığınağın kapısı önüne büzülmüş ve orada uyumuş. Uykusunun en derin yerinde dev kapıyı açmış, çocuğu halen orada görünce sinirlenmiş. Çocuğun ensesinden tutarak koşar adımlarla onu ormanın uzak bir yerine bırakmış, dönmüş. Ormanda çaresiz ve uykulu bir şekilde beklerken çocuk birden yanında bir peri görmüş. Peri ona:
    -Üzülme küçük çocuk. Şanslı günündesin. Ben bu ormanın perisiyim. Devle benim de aram hiç iyi değil. Onu değiştirecek bir iksir yaptım ama bir türlü içmeye ikna edemedim. Şimdi seninle bir plan yapalım ve bu iksiri ona içirelim, demiş. 
    Plan şöyleymiş. Peri, çocuğu yeniden sığınağın önüne koyacakmış. Bu kez sana güzel bir içecek verirsem geceyi burada geçirebilir miyim, diyecekmiş. Zaten iksiri içen dev, artık zararsız hale gelecekmiş. 
    Planı uygulamışlar. Çocuk, devin kapısını çalmış. Dev daha öfkeli ve gür sesle:
    -Senden kurtuluş yok mu? En iyisi seni sonsuza kadar susturmak, diye bağırmış. Çocuk:
    -Eğer geceyi burada geçirirsem sana güzel bir içecek verebilirim, diyerek elindeki şişeyi uzatmış. Çok güzel ve faydalı bir şuruptur bu. Köyümüzde herkes bunu severek içer, demiş. Dev şişeyi alır ve çocuğu yeniden atarım bir yerlere diye düşünmüş. Şişeyi alıp içtiği anda birden yüzü önce sararmış, sonra gözleri dönmüş, başında yıldızlar dolaşmaya başlamış ve yere devrilmiş. Bayılmış. Olayları izleyen peri, korkacak bir şey olmadığını söylemiş. Çocuk yine de endişeleniyormuş. Devin yüzüne, ellerine su serpmek için içeri girmiş. Dev’in bardak olarak kullandığı kapları kova büyüklüğündeymiş. Bu kaplarla devin yüzüne ellerine su serpmiş çocuk. Dev uyandığında yüzünde küçük bir tebessüm varmış. 
    -Haydi küçük çocuk, seni köyüne götürelim, demiş. Birlikte yola koyulmuşlar. Dev artık sevecen, iyi kalpli biriymiş. Küçük çocuğa yol boyu devlerden, perilerden bahseden güzel masallar anlatmış. Köye vardıklarında çocuğun ailesi önce korkmuş ama Dev'i değişmiş buldukları için onunla sohbet etmeye başlamışlar. Dev, köyden ayrılırken artık ağır işlerinde insanlara yardım edeceğini ve doğayı koruyacağını da söylemiş. Orman Perisi, çocuk, köylüler ve Dev çok mutluymuş. 

7 Aralık 2023 Perşembe

CANATAN'IN SERÜVENLERİ

Atıf Kaan Salar, Umut Bulut, Akın Eliş

    1. Esrarengiz Kutu

    Uzak ülkelerin birinde, bilinmeyen bir zamanda henüz devler ve ejderhalar dünyada yaşıyorken Canatan adında bir çocuk dev varmış. Canatan, emsallerinden küçük olduğu için çoğu zaman alay konusu olurmuş. On bir yaşındaymış ancak normal bir insandan birazcık uzunmuş. Hatta ilk zamanlar onu ailesi sıradan bir insan zannederek bir köyün yakınına bırakmayı düşünmüşler ancak annesi buna müsaade etmemiş. 
    Canatan, aslında güler yüzlü, iyi kalpli, sevecen ve söz dinleyen bir devmiş. Diğer devlere minareye bakar gibi bakarmış. Arkadaşları ona Junior Canatan derlermiş boyundan dolayı. Canatan’ın bir özelliği de kafiyeli konuşmayı sevmesiymiş. Kendisine sorulan sorulara ya tekerleme ya da mani gibi cevap verirmiş. Kendisiyle alay edenlere:
    Demeyin Junior bana
    Ahırda olur dana
    Beni küçük görüp de
    Atmayın siz yabana, dermiş. 
    Arkadaşlarıyla pek oynamadığı için dağda, bayırda gezer, mağaralarda resim çizer ve içine atladığı gölü taşırarak balık tutarmış. Bir gün balık tutmak için gittiği küçük gölün kenarında kumlar arasında eski bir kutu bulmuş. Kutunun sağlam bir kilidi varmış. Kilidi kurcalamış ama açılmamış. Kutuyu önüne almış ve başlamış yine söylenmeye:
    Kutusun tamam bildim
    Seni ben burda buldum
    Açacağım diyerek
    Saatlerce yoruldum, demiş. O sırada kutunun altında bir not görmüş. Notta şöyle yazıyormuş:
    Arıyorsan anahtar
    Onu bulmakta ne var
    Döndür başını bir bak
    Etrafında neler var.
Heceleye heceleye bu sözleri okuyan Canatan, etrafına bakmış, yanında birdenbire bir duvar belirmiş. Duvarın arkasına bakmak istemiş ama boyu yetişmemiş. Bu sözlerin şifreli olduğunu, kutuyu açmak için buralarda bir çözüm bulması gerektiğini düşünmüş. Bir süre duvara tırmanmaya çalışmış, sonra yerine oturup nota bir daha bakmış. Dizelerdeki harfleri saymaya başlamış. Önce sadece ünlü harfleri saymış. Tüm dizeler 7 ünlü harften oluşuyormuş. Sonra bunun bir anlamı olmadığını düşünerek tüm harfleri saymış. İlk üç dize on altışar harften son dize 17 harften oluşuyormuş. Dizeleri toplamış 65 sayısını bulmuş. Eline bir çubuk alarak kumlara 65 yazmış beklemiş. Canı sıkılmış. Hemen altına ünlü harflerin toplam sayısını yazmış: 28. Canı daha da sıkılmış. Bir süre beklemiş. 65’ten 28’i çıkarmaya çalışmış ama matematiği zaten iyi değilmiş. 65 taş toplayarak içinden 28 tanesini seçmiş, geriye kalanları sayınca 37 sayısını bulmuş. Bu sayıyı bulur bulmaz duvardan bir ses gelmiş ve bir kapı belirmiş. Kutuyu da alarak kapıya uzanmış. Kapıyı araladığında önce korkmuş sonra heyecandan kalbi duracak gibi çarpmaya başlamış. 
                                                        1. Bölümün Sonu


2 Aralık 2023 Cumartesi

YAPRAKLARINI DÖKMEK İSTEMEYEN AĞAÇ

Zehra Fırat

Bir zamanlar küçük bir kasabada yaşayan bir bahçıvanın üç meyve ağacı varmış. Bu üç ağaç kardeşmiş. Ağaçların en küçükleri hiçbir sonbaharda yapraklarını dökmezmiş. Bahçıvan, küçük ağaç da yapraklarını döksün diye ona her ağaçtan daha iyi bakarmış. Ama ne yaptıysa nafile… Küçük ağaç yapraklarını dökmezmiş. Aradan zaman geçmiş. Diğer iki kardeş büyümüş, yeni dalları ve budakları oluşmuş. Küçük ağaç yapraklarını dökmediği için büyüyememiş. Bahçıvan bunun üzerine bir nasihat vermiş ağaca:
-Küçük ağacım, bak beni dinle. Hiçbir sonbaharda yapraklarını dökmezsen hep böyle minik kalacaksın ve sonunda kuruyup öleceksin, demiş. 
Küçük ağaç:
-Hayır, ne olursa olsun ben bu yeşil yapraklarımı dökmeyeceğim, demiş. 
Bahçıvan: 
-Zaten hiç meyve de vermiyorsun. Küçük ağaç cevap vermemiş. Bahçıvan gitmiş. Küçük ağaç usul usul kurumaya başlamış. Artık ölüm döşeğindeymiş. Son sözleri şunlar olmuş:
-Özür dilerim bahçıvan, özür dilerim ağabeylerim… Özür dilerim yapraklarım. 
Bunları dedikten sonra bir kez daha şansını denemiş ve demiş ki:
-Uçup gidin yapraklarım, uzak diyarlara gidin. Bütün yaprakları ağaca elveda diyerek uçuşmuş. Ağaç bunu ölüm zannediyormuş, öldüğünü düşünüyormuş ama aslında kış uykusuna dalma zamanıymış. 
Baharda uyandığında yeniden yapraklarının yeşerdiğini ve kendisinin de büyüdüğünü fark edince mutlu olmuş. Küçük ağaç sevincini yeni yapraklarıyla sohbet ederek onlarla paylaşmış. 

28 Kasım 2023 Salı

GEZMEK İSTEYEN AĞAÇ


    Sude Gökçe Çelen
    Bir varmış bir yokmuş. Uzun zaman önce bilinmeyen bir ülkede yaşayan bir ağaç varmış. Bu ağaç bir elma ağacıymış. Elma ağacı bulunduğu yerde beklemekten çok sıkılırmış ve hep gezmek istermiş. Elma ağacı, etrafında uçuşan yapraklar görünce onları çok kıskanırmış. Hep o da yapraklar gibi gezmek istermiş ama başaramazmış. 
    Bir gün elma ağacı yaprağa sormuş:
    -Siz nerelere gidiyorsunuz?
    Yaprak cevap vermiş:
    -Biz uçarak dünyayı geziyoruz, demiş. Bu cevap üzerine elma ağacı yaprakları daha da kıskanmış. Elma ağacı dünyayı çok merak ediyormuş. Herhangi bir yaprak yakınına düştüğünde hep aynı soruyu sorar ve aynı cevabı alırmış. 
    Bir gün elma ağacının da yaprakları dökülmeye başlamış. Böylelikle ağaç kendisi gezemediyse de yaprakları onun yerine dünyayı gezmiş. 
    Durumu anlayan, doğadaki işleyişi anlayan elma ağacı diğer yaprakları artık kıskanmaz olmuş ve onlardan özür dilemiş kıskandığı için. Çünkü kendisinden bir parça olan yapraklar da artık dünyayı gezebiliyormuş. Elma ağacı, kendisinin bir ağaç olduğunu ve güzel yapraklar yetiştirmekle görevli olduğunu anlayarak yerini daha çok sevmiş. 

23 Kasım 2023 Perşembe

SESİNİ BEĞENMEYEN KAPLAN

 Elif Erva Candan


Küçük bir Kaplancık varmış. Çok tatlı minik bir Kaplancık. Herkes çok severmiş onu ama bir eksiği olduğunun farkındaymış. Yaşı gelmiş geçiyormuş. Tüm yaşıtları kükrüyor, ava bile çıkıyormuş ama o, yavru kediyi andıran sesiyle kükreyemiyormuş. Kükremeye kalkıştığında da etrafındakiler gülüyormuş ve tatlılığının sebebi de aslında buymuş. Gerçekten bu haliyle tatlıymış ama o tatlı olmak yerine güçlü ve asil olmak istiyormuş. 

Bir gün bu duruma bir çare bulmak gerektiğini anlamış. Bu konuda bir şeyler yapmalıymış. Ormanın bilginine gitmeye karar vermiş. Yolda bir tavşanla karşılaşmış. Korkmuş açıkçası tavşandan. Kükremeye kalkmış kedi gibi sesiyle. O anda tavşan kahkaha atmış:

-Demek sen meşhur tatlı kaplansın… İlk duyduğumda inanmamıştım, gerçekmiş meğer diyerek güle güle zıplayarak uzaklaşmış. Bizim Kaplancık daha da üzülmüş bu sözlere. Neyse, demiş içinden ve bilgenin yaşadığı ağaç kovuğuna ulaşmış. Orman bilgini bir sincapmış. Orman bilgini dikkatle Kaplancık’ı dinlemiş ve sonunda ona demiş ki:

-Tatlı kaplan, sen bu halinle de güzelsin ancak kendi türünde olanlar gibi olmak istiyorsun. İki tepe ilerde bir dere var. Yedi gün boyunca o dereden gün doğarken su içersen kendi türünün sesine kavuşabilirsin, demiş. 

Kaplancık o gün geceyi uyumadan geçirmiş. Sabahın ilk saatlerinde ilk suyunu içmiş. Daha sonraki kalan altı gün için ise derenin kenarında uyumayı tercih etmiş. Bu durum ihmale gelecek gibi değilmiş kendisi için. İki, üç, dört, beş derken sonunda yedinci güne ulaşmış ve yedinci gün suyu içtikten sonra göğsüne derin bir nefes çekip kükremiş. Öyle kükremiş, öyle kükremiş ki ormanda ağaçlardan kuşlar havalanmış. Uçurumlardaki taşlar, topraklar yuvarlanmış sesinin gürültüsünden.  Az kalsın, sesinden kendisi bile korkacakmış. Çok mutlu olmuş. 

Artık eski mekânına dönmenin zamanı gelmiş. Sesi gürleşince yürüyüşüne bile bir asalet geldiğini seziyormuş. Dönüş yolunda daha önce kendisiyle alay eden tavşana rastlamış. Tavşan, dişlerini göstererek gülecek gibiyken Kaplancık derin bir nefes almış ve basmış kükreyişi.