15 Ekim 2024 Salı

SOKAK LAMBASI

Mehmet Çınar Köksal

Cızır cızır sesler veriyorsun
Kim bilir neyi mırıldanıyorsun
Ya yaşadığın acıyı
Ya da yaşattığın acıyı
Veya pişmanlığını
Bir ritmi andırıyorsun
İçindeki lambalarınla
Sanki dertleşmeye çalışıyorsun
Yanından geçen insanlarla
Gün doğuyor bırakıyorsun kendini manzaraya
Akşam oluyor, hava kararıyor
Akrep vuruyor saat altıya 
Başlıyorsun yine cızırdamaya

MANZARA


Hayrettin Eymen

Bir adam var dışarda
Dertli dertli bakıyor etrafa
Eminim içinde çok şey var ama
Kendini bırakmış yalnızlığın kollarına

Bir de ağaç var yanında
Sararmış yaprakları
Yorulmuş sallanıyor dalları
Çocukların bağırışları arasında

Dünya sadece bir manzara
Baktığın zaman etrafına

 




KURU YAPRAK


Mehmet Çınar Köksal

Bir zamanlar yeşildin değil mi
Şimdi kuruyup gidiyorsun
Derdin tasan ney bilmiyorum
Sonbaharı bahane ediyorsun

Rüzgâr öyle bir eser ki
Soldurur senin rengini, neşeni
Siler götürür güzel ve iyini
Oysa herkes rüyasında güzel

Hala iddia ediyorsan güzelliğini
De ki kendine bakıp
Öyle bir rüzgâr eser ki

Ben de güzeldim eskiden dersin
Ama 
Kime göre
Neye göre

MEĞER

Salih Taha Balta

Buradan bir adam geçti
Kalbi kırık aklı dağınık
Solgun yapraklar gibiydi
Sanki gelen geçen ezmiş gibi

Az önce bir adam geçti
Sanki eksikti bir şeyi
Belli ki erişememiş
Meğer istermiş her şeyi

Küçük Prens

Salih Taha Balta

Uzakta bir gezegen var
Üstünde fanusla bir gül
Bekliyor Küçük Prens’ini
Sırtında ince bir tül

Çölde bozulmuş bir uçak
İçinde yalnız bir pilot
Görüyor Küçük Prensi
Nasıl çizsin kuzuyu yeteneksiz ki
Küçük Prens miyim yoksa pilot mu
Bilmiyorum bu hayatta yerimi

ÇANTALAR

Utku Kerim Genç

İlk çantamı hatırlıyorum. Ön yüzünde Örümcek Adam vardı. Üç sene Örümcek Adam’ı okula götürdüm ve okuldan getirdim. Bir öğrencinin çantasında ne olursa ben de onları taşıdım içinde. Kitaplarım, beslenmem, kalemlerim… 
Bu çantadan sonra kaç çantam daha oldu bilmiyorum fakat şimdi yine bir çantam var. İlk çantama göre büyük bir çanta. Biz büyüdükçe çantalarımız da bizimle birlikte büyüyor galiba. 
Çantam benim gölgem gibi diye düşünmeye başladım. Ben nereye, çantam da oraya. Okula, sinemaya, maça, eve…
Evet, ben bir öğrenciyim ve çanta, bir öğrencinin vaz geçilmez aksesuarı peki ya annelere, babalara, doktorlara, tamircilere ne diyeceğiz? Onların da her birinin çantaları var. Kimi büyük, kimi küçük. 
Çanta, bizlere günümüz dünyasının yüklediği bir yük sanki. Eski insanların çantaları var mıydı bilemiyorum. Olsaydı kazılarda çıkardı belki de. Eskiden hayat, çantaya ihtiyaç hissettirmeyecek kadar basitti belki de. 
Çanta, bir öğrenci için hayatının geri kalanını kurma çabası demek. Meslek sahibi birinin çantası, onun ekmek teknesi demek. Annelerimizin çantası başlı başına bir dünya. Evet, galiba en renkli ve içinde bol çeşit bulunan çantalar anne çantaları. Hani yolun ortasında bir yerlerde pantolonunuz sökülse mutlaka anne çantasında bir iğne ve ip vardır. Ya da küçük bir kaza geçirseniz ve yara bandı gerekse annelerin çantasında mutlaka bulunur. Kolonya zaten bu çantanın vaz geçilmezi. Çikolata, şeker, para, kalem, tırnak makası… Anne çantasının içinden çıkanlar yanında şapkadan tavşan çıkaran sihirbazlar hiç de yetenekli sayılmaz. 

12 Ekim 2024 Cumartesi

KATİL

Üner Taha Aydemir

Şimdilerde bir sızı var ruhumda
Kalbimi ağlatan
Memata istek uyandıran

Bir ağırlık büyüyor vücudumda
Kurtulmam gereken
Azaltmak neye yarar ki bu ağırlığı
En fazla bir yirmi bir gram 

Şimdilerde bir sarsıntı var ruhumda
Belki de fırtınalardır içimde kopan
Aklımı hüzne boğan
Başlatanı meçhul olan

Savurur düşüncelerimi etrafımda 
Yıkar duygularımı büyük bir hışımla
Ama kükrese de olanca inadıyla
Yıkamaz tek bir şeyi
Ruhuma kazıklarla çakılmış olan 
Mesut anılarımı 

Aslında biliyorum fırtınaları koparanı
Yakından tanıyorum hatta kendilerini
Artık bıkmış benden
Uzak duran zihnimden

Bu fırtınayı durdurmayı çok isterdim ama
Elimden gelmiyor ne yapsam da
Fırtınayı koparan bitirebilir dediler bana
İnanmıyorum ben bunlara

Çünkü gözlerim şahididir 
Bir katilin
Düşüncelerime zincir attıran
Duygularımda dolaşan
Beni çok iyi tanıyan
Ruhuma hançerlerle dizeler kazıyan

Kulaklarımsa şahididir
Şu sözlerin
İnsan kendinin katilidir

SIRADAN BİR CUMARTESİ

Betül Seyhan

Esaretinin bitmesine az bir zaman kalmıştı. Dışardan gürültüler geliyordu. Çıldırmışçasına ilerleyen araçlar, mevsimleri karıştırmış kediler, yüksek sesle konuşarak ilerleyen insanlar, yeni yanmış sokak lambaları. Tüm bu kaos içinde kendisini yorgun hissediyordu. Yorgundu… Gün boyu bir yerlere koşuşturmaktan. Yorgundu insanlara bir şeyler anlatmaya çalışmaktan. Yorgundu geleceğini düşünmekten. Yorgundu bu hayatta yaşamaktan. Oysa daha hayatın başında olduğunu söylüyordu ondan yaşı büyük olanlar. Başında bir ağrı hissediyordu. Ağrı Dağı büyüklüğünde bir ağrı. Küçüklüğünde bu ağrı hiç yoktu. Küçüklüğünde mutluydu, neşeliydi. Mutlu… İnsanlar çocuklarına artık böyle isimler koyuyordu: Mutlu, Mesut, Bahtiyar…
O sırada kanayan parmağı gözüne çarptı. Belki de stresten yolduğu tırnak kenarları kanıyordu. Ne zaman gelmişti bu aşamaya, değer miydi kendini bu kadar hırpalamaya? Kahverengi ojesine baktı. Sonbahar çağırışımı yaptığı için sürmüştü tırnaklarına. Baştan sona sonbaharı yaşamak için oysa hayatının baharındaydı. Öyle diyorlardı en azından. Bu nasıl bir bahardı, anlamıyordu. Bahar böyle ise yaz nasıl olacaktı? Sonbahar ve kış nasıl olacaktı? Bunları düşünmemeliydi. 
Esaret bitecek ve eve koşması gerekecekti. Koşamazdı, otobüs bekleyecekti. Otobüs ihtimal tıklım tıklım olacaktı. İnsanlar sebepsiz bir yerden bir yere kendilerini taşımaktan son derece mutlu. Kimi bebek arabasıyla binmeye çalışacaktı otobüse kimi emekli kartı ile binip bir sonraki durakta inecekti. Otobüste gitmesi gereken o, ihtimal bu kalabalıktan sıkılıp evine birkaç durak kala inecekti. Eve varmadan oksijen almalıydı. Bu kadar zor olmamalıydı hayat. Zoruna gidiyordu bazen bu şekilde yaşamak. Tüm bunları düşünürken esaret bitmişti. Yola çıktı. Otobüs beklerken önünden geçen bir tekerlekli sandalyeye baktı. Sandalyede oturan kişi kendisiyle aynı yaştaydı. Gökyüzüne baktı, derin bir ah çekti. Yaşadıklarının zor olmadığını hatırladı. Bu esnada otobüs gelmişti. Otobüste çantası gövdesinden daha ağır öğrencileri gördü. Kalın gözlüklü öğrenciler. Beli bükülmüş yaşlılar. Bu kez her zamankinden de kalabalıktı otobüs çünkü günlerden cumartesiydi. Otobüs şoförü hemen elinin altındaki düğmeyi çevirdi ve bir şarkı yankılandı otobüsün içinde:
"Yalnızım uçurum kıyısında
Hayat ve ölüm arasında
Tüm hayatım akıp geçiyor
Ayaklarımın altında"

Betül Seyhan

Nereden koptuğunu anlamadığım
Bir fırtınanın içindeyim kaç zamandır
Direniyorum büyük bir çınar gibi
Savrulmamak için bastığım yerden

Umudum gökyüzünde, bulutların ardında
Doğacak güneşi bekliyorum sabırla
Bu sonsuz savruluş bitsin saçlarımda, eteklerimde
Kuytularda açılmış çiçekler gibi
Baharı göreyim ben de 

BİBER DOLMASI

Betül Seyhan

Nasıl bir cümle kuracağımı bilemiyordum. Tamamen yabancısı olduğum bir mekandaydım. Gün batmak üzereydi. Mevsim sonbahardı ama yaz gitmek niyetinde değildi. Bir şeyler söylemem isteniyordu; bir kelime, bir cümle. Susuyordum. Alışmayı umuyordum bu duruma. Düşündüm sessizce, konuşmanın ucunda ölüm yoktu. Bir şeyler söylemenin, aklıma gelenleri dile getirmenin. Zaten öyle demişlerdi: Sen sadece konuş, söyle, anlat. Sorulara cevap ver. 
Bekliyorlardı. İki kişiydiler ve bir şeyler söylememi bekliyorlardı. Dışardan çocukların sesleri geliyordu. Çığlık çığlığa sesler. Onların yerinde olmak ister miydim? Bu sorunun cevabını düşünmek için vaktim yoktu. Bir şeyler söylemem gerekliydi artık. Derin bir nefes aldım ve sözcükleri zihnimde sıraladım:
-Ne anlatayım, dedim. Boşluğa düşen bu cümle benim değildi aslında. Nasıl olmuşsa ağzımdan çıkmıştı. Oysa farklı bir şey diyecektim galiba. Ama sessizliği bozdu bu cümle. 
Gerginlik biraz azaldı. Yaşlıca olan kişinin yüzündeki sert tavır yumuşar gibiydi. Başını yerden kaldırmadan:
-Ne anlatmak istersiniz bizlere, dedi. Mesela okuduğunuz son kitabı mı, izlediğiniz son filmi mi, en sevdiğiniz yemekleri mi?
Şaşkındım ama sessizlik bozulduğu için rahatlamıştım. 
-Dilerseniz size en sevdiğim yemeğin tarifini anlatabilirim, dedim. 
Bu öz güven nereden gelmişti, bilmiyordum. Kovulmam mümkündü fakat kimse çık dışarı demiyordu. Devam ettim:
-Dolmalık biber seçiminden başlayalım işe. Çok iri olmamalı ama ufak da olmamalı. Üzeri naylonumsu biberlerden uzak durmalısınız. Önce biberlerin saplarına parmağınızla bastırmalısınız ve geri çekmelisiniz. Tüm biberlere bu işlemi uyguladıktan sonra sıra iç harcını hazırlamaya gelir. Bu arada sormayı unuttum, siz biber dolmasını etli mi seversiniz, etsiz mi?
Kendilerine soru sormam bir an yüzlerinde bir endişe oluşturdu fakat ikisi aynı anda cevap verdi:
-Etsiz.
-Etsiz biber dolmasının çok lezzetli olacağını zannetmiyorum. Dilerseniz başka bir şey anlatayım. 
Yaşlı adamın yanında duran kişi saatine baktı. Yaşlı adama işaret verdi ve ilave etti:
-Zaman bizim için hayli kıymetli. Şayet anlatacağınız başka bir şey yoksa daha fazla birbirimizin vaktini almayalım. 
Tam da kelimelerim artık peş peşe gelmeye başlamıştı. Hatta oturup çay isteyesim bile gelmişti. Usulca kalktım, kapıya yöneldim. Tam kapıdan çıkarken annemin sesini duydum. Hayli uzaktan geliyordu ses. 
-Kızım, okula geç kalıyorsun. Haydi artık uyan.