betül seyhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
betül seyhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ocak 2025 Cuma

ADINI SUSAN ÇİÇEK


Betül Seyhan

Ne zaman babaannemlere gitsem onu görüyorum salonun bir köşesinde, sessiz ve hüzünlü. Onu görmek yalnızca bir bitkiyi görmek değil benim için. Onu görmek yıllar yıllar öncesinin bir kısa film gibi gözlerimin önünden geçmesi. Onu görmek demek, zamanın donması. Onu görmek demek çocukluğuma dönmek biraz da. 
Adını bile bilmediğim bir bitkinin bu kadar anlam yüklenmesi nasıl oldu, anlamıyorum. Aslında yıllardır oradaydı o ve sadece dedemin gözdesiydi. Elleriyle dikmişti onu, o saksıya ve üzerine titremişti yıllarca. Büyüyen her dalında, açılan her yaprağında dedemin de yüzünde bir tebessüm açardı, sevinirdi çocuklar gibi ve bizlere gösterirdi büyüyen çiçeğini. O zamanlar anlamazdık dedemin sevincini. Çiçek de sanki dedemin dilinden anlar gibi o sevindikçe daha da gelişti, büyüdü. Hatta bir ara daha fazla büyürse nereye sığacak diye düşünmeye başlamıştım fakat daha fazla büyümedi, aksine küçüldü. Bir ekim ayında dedem bizleri bırakıp göçtüğünde sonsuzluğa, onun yadigârı çiçek de küçülmeye başladı. Artık yeni dallar, yapraklar açmadı. Önce büyümeyi bıraktı, sonra küçüldü, küçüldü. 
Çoğu insan için sadece bir çiçek o fakat benim için başka bir dünya, başka bir imge. Dili olmayan, kelimeleri bilmeyen fakat konuşan, fısıldayan, hüzünlenen bir canlı. 
Hani üzerinde güller açsa, çiçekler açsa ismini Dedeçiçeği koyacağım fakat çiçek de açmıyor garibim. Yalnızca hoş bir yeşillik. Hepsi o kadar. 
Babaannem artık fazlaca ilgilenemiyor çiçekle. Belki de ilgilenmek istemiyor.
Dedem onu bize bırakıp gitti. Şimdilerde o yok evinde fakat onun emaneti öylece duruyor ve her yanına gittiğimde sanki bana dedemle yaşadığı şeyleri anlatıyor. Sormasam da, konuşmasam da anlatıyor. 

20 Aralık 2024 Cuma

CEVAPSIZ SORULAR

Betül Seyhan


Dünyada ilk kez bir çiçeği karşısındaki kişiye kim uzattı? Uzatırken niyeti neydi? Uzatılan çiçeğin türü neydi? Nasıl kokuyordu bu çiçek ve uzatılan kişi çiçeği koklamayı biliyor muydu, kokladı mı? Uzatılan çiçeğin dikeni var mıydı? Acaba kökünden mi koparılmıştı çiçek yoksa dalından mı kırılmıştı?
Bu soruyu şöyle de değiştirebiliriz: İlk kez bahçesinde çiçek görmek isteyen kimdi? Sonra bahçesinden çiçeği evine, penceresinin önüne alan insan kimdi? 
Çiçek görmek, çiçek almak, çiçek büyütmek çoğumuzun zihninde adı konulmamış düşüncelerle yer alır. Bazen yalnızlığın paylaşıldığı bir dosttur çiçek bazen yalnızca odamızın kenarındaki bir süs. Bazen bir sevginin mecazı, sembolü ve anısıdır çiçek bazen uzak diyarların hatırlatıcısı, çağrışımı. Bazen bir geçmiş olsun mesajıdır çiçek bazen en yakın dostun, arkadaşın yadigârı. Bazen de en mutlu anların düğünlerin, nişanların renkli misafiri. Bazı insanlar çiçek gibidir bazı çiçekler de insan gibi. 
Neden kocaman alışveriş merkezlerinde, garlarda, havaalanlarında, okullarda, hastanelerde bile olmazsa olmazlardan sayılıyor çiçekler? 
İnsanın ruhunda, kalbinde çiçeğe bir aşinalık var ve çiçeğin olduğu yerde huzur duyuyor sanki. Bu yüzden çiçek görmediğimiz yerde boğuluyor ruhumuz. Bu yüzden çiçeklerle donatıyoruz kalabalık şehirlerde küçücük parkları bile. Hatta çiçek bulunduramadığımız yerlere çiçekli resimler koymamız da bu yüzden belki de. Çiçekli elbiseler, çiçekli takılar, çiçekli masalar, duvarlar da bu yüzden. Ağaçlar çiçek açtığında ruhumuzun havalanması belki de bu yüzden. 
Çiçekler insanın sessiz tercümanı bütün duyguların, özlemlerin, sevgilerin, hasretlerin.
Lale, papatya, sümbül, çiğdem, şakayık… Adı ne olursa olsun hepsiyle gizli bir sözleşmesi var gibi kalbimizin. 
Galiba çiçekler önce kalbin toprağında açıyor, sonra yeryüzünü süslüyor. 

29 Kasım 2024 Cuma

TAHLİYE

Betül Seyhan

Bu karanlık zindanda
Hayalinin ışığına sığındım
Gerçekten uzaklaştığımın
Farkına bile varmadım

Beklentilerin esiri olmaktan
Gerçeğin ipini koparmıştım
Hayalinle yaşamaktan
Asıl seni anlayamamıştım

Parmaklıkların ardına geçtim
Gerçeklerle çarpıştım
İşte o an özgürleştim
Hiç olmadığını anladım

23 Kasım 2024 Cumartesi

SEÇTİRİLEN YOL

Betül Seyhan

Dünyam sizin dünyanıza benzemiyor, bu çok belli. Sizi sevindiren şeyler beni sevindirmeye yetmiyor, bu da belli. Siz üzüldüğünüzde bunun nedenini anlayamıyorum çoğu zaman ve belki de bu yüzden hep oyunlarınızın seyircisiyim. Oyunlarınıza dahil olamıyorum. 
Oyuna dahil olamamak aslında üzüntü veren bir şey çünkü zaman, geçmek bilmiyor oyunda olmadığın zaman. Tek tesellim ise kıyıda kalmayı benim seçmiş olmam. Kıyıda kalmayı ben tercih ettim. Yalnızlığı ben seçtim bu kalabalıklar arasında. Kıyıda kaldım çünkü beklediğim gemiyi bulamadım hiçbir zaman. Zaten bu kıyaya gemiler de yanaşmıyor fazlaca. 
Bu yalnızlığı ben seçtim. Seçer gibi çiçekçiden can vermek üzere olan bir menekşeyi. Seçtim ve ona yeni bir dünya kurdum. Onunla yeni bir dünya kurdum. Yeşerttim yalnızlığımı, çiçeklendirdim. Karanlıktan alıp kurtardım onu, aydınlık bir pencerenin önünü onunla süsledim. 
Benzemiyoruz birbirimize farkındayım. Siz de bunun farkında olun artık ve benden beklemeyin size benzememi. Sizleşmemi. 
Yine de istiyor insan bazen anlaşılmayı ve istemiyor unutulmuş bir kitap gibi raflarda tozlanmayı. Bu yalnızlığı ben, bile isteye seçtim fakat zorunlu bir yalnızlık bu. Seçmek zorunda kaldığım bir yol. 

12 Ekim 2024 Cumartesi

SIRADAN BİR CUMARTESİ

Betül Seyhan

Esaretinin bitmesine az bir zaman kalmıştı. Dışardan gürültüler geliyordu. Çıldırmışçasına ilerleyen araçlar, mevsimleri karıştırmış kediler, yüksek sesle konuşarak ilerleyen insanlar, yeni yanmış sokak lambaları. Tüm bu kaos içinde kendisini yorgun hissediyordu. Yorgundu… Gün boyu bir yerlere koşuşturmaktan. Yorgundu insanlara bir şeyler anlatmaya çalışmaktan. Yorgundu geleceğini düşünmekten. Yorgundu bu hayatta yaşamaktan. Oysa daha hayatın başında olduğunu söylüyordu ondan yaşı büyük olanlar. Başında bir ağrı hissediyordu. Ağrı Dağı büyüklüğünde bir ağrı. Küçüklüğünde bu ağrı hiç yoktu. Küçüklüğünde mutluydu, neşeliydi. Mutlu… İnsanlar çocuklarına artık böyle isimler koyuyordu: Mutlu, Mesut, Bahtiyar…
O sırada kanayan parmağı gözüne çarptı. Belki de stresten yolduğu tırnak kenarları kanıyordu. Ne zaman gelmişti bu aşamaya, değer miydi kendini bu kadar hırpalamaya? Kahverengi ojesine baktı. Sonbahar çağırışımı yaptığı için sürmüştü tırnaklarına. Baştan sona sonbaharı yaşamak için oysa hayatının baharındaydı. Öyle diyorlardı en azından. Bu nasıl bir bahardı, anlamıyordu. Bahar böyle ise yaz nasıl olacaktı? Sonbahar ve kış nasıl olacaktı? Bunları düşünmemeliydi. 
Esaret bitecek ve eve koşması gerekecekti. Koşamazdı, otobüs bekleyecekti. Otobüs ihtimal tıklım tıklım olacaktı. İnsanlar sebepsiz bir yerden bir yere kendilerini taşımaktan son derece mutlu. Kimi bebek arabasıyla binmeye çalışacaktı otobüse kimi emekli kartı ile binip bir sonraki durakta inecekti. Otobüste gitmesi gereken o, ihtimal bu kalabalıktan sıkılıp evine birkaç durak kala inecekti. Eve varmadan oksijen almalıydı. Bu kadar zor olmamalıydı hayat. Zoruna gidiyordu bazen bu şekilde yaşamak. Tüm bunları düşünürken esaret bitmişti. Yola çıktı. Otobüs beklerken önünden geçen bir tekerlekli sandalyeye baktı. Sandalyede oturan kişi kendisiyle aynı yaştaydı. Gökyüzüne baktı, derin bir ah çekti. Yaşadıklarının zor olmadığını hatırladı. Bu esnada otobüs gelmişti. Otobüste çantası gövdesinden daha ağır öğrencileri gördü. Kalın gözlüklü öğrenciler. Beli bükülmüş yaşlılar. Bu kez her zamankinden de kalabalıktı otobüs çünkü günlerden cumartesiydi. Otobüs şoförü hemen elinin altındaki düğmeyi çevirdi ve bir şarkı yankılandı otobüsün içinde:
"Yalnızım uçurum kıyısında
Hayat ve ölüm arasında
Tüm hayatım akıp geçiyor
Ayaklarımın altında"

Betül Seyhan

Nereden koptuğunu anlamadığım
Bir fırtınanın içindeyim kaç zamandır
Direniyorum büyük bir çınar gibi
Savrulmamak için bastığım yerden

Umudum gökyüzünde, bulutların ardında
Doğacak güneşi bekliyorum sabırla
Bu sonsuz savruluş bitsin saçlarımda, eteklerimde
Kuytularda açılmış çiçekler gibi
Baharı göreyim ben de 

BİBER DOLMASI

Betül Seyhan

Nasıl bir cümle kuracağımı bilemiyordum. Tamamen yabancısı olduğum bir mekandaydım. Gün batmak üzereydi. Mevsim sonbahardı ama yaz gitmek niyetinde değildi. Bir şeyler söylemem isteniyordu; bir kelime, bir cümle. Susuyordum. Alışmayı umuyordum bu duruma. Düşündüm sessizce, konuşmanın ucunda ölüm yoktu. Bir şeyler söylemenin, aklıma gelenleri dile getirmenin. Zaten öyle demişlerdi: Sen sadece konuş, söyle, anlat. Sorulara cevap ver. 
Bekliyorlardı. İki kişiydiler ve bir şeyler söylememi bekliyorlardı. Dışardan çocukların sesleri geliyordu. Çığlık çığlığa sesler. Onların yerinde olmak ister miydim? Bu sorunun cevabını düşünmek için vaktim yoktu. Bir şeyler söylemem gerekliydi artık. Derin bir nefes aldım ve sözcükleri zihnimde sıraladım:
-Ne anlatayım, dedim. Boşluğa düşen bu cümle benim değildi aslında. Nasıl olmuşsa ağzımdan çıkmıştı. Oysa farklı bir şey diyecektim galiba. Ama sessizliği bozdu bu cümle. 
Gerginlik biraz azaldı. Yaşlıca olan kişinin yüzündeki sert tavır yumuşar gibiydi. Başını yerden kaldırmadan:
-Ne anlatmak istersiniz bizlere, dedi. Mesela okuduğunuz son kitabı mı, izlediğiniz son filmi mi, en sevdiğiniz yemekleri mi?
Şaşkındım ama sessizlik bozulduğu için rahatlamıştım. 
-Dilerseniz size en sevdiğim yemeğin tarifini anlatabilirim, dedim. 
Bu öz güven nereden gelmişti, bilmiyordum. Kovulmam mümkündü fakat kimse çık dışarı demiyordu. Devam ettim:
-Dolmalık biber seçiminden başlayalım işe. Çok iri olmamalı ama ufak da olmamalı. Üzeri naylonumsu biberlerden uzak durmalısınız. Önce biberlerin saplarına parmağınızla bastırmalısınız ve geri çekmelisiniz. Tüm biberlere bu işlemi uyguladıktan sonra sıra iç harcını hazırlamaya gelir. Bu arada sormayı unuttum, siz biber dolmasını etli mi seversiniz, etsiz mi?
Kendilerine soru sormam bir an yüzlerinde bir endişe oluşturdu fakat ikisi aynı anda cevap verdi:
-Etsiz.
-Etsiz biber dolmasının çok lezzetli olacağını zannetmiyorum. Dilerseniz başka bir şey anlatayım. 
Yaşlı adamın yanında duran kişi saatine baktı. Yaşlı adama işaret verdi ve ilave etti:
-Zaman bizim için hayli kıymetli. Şayet anlatacağınız başka bir şey yoksa daha fazla birbirimizin vaktini almayalım. 
Tam da kelimelerim artık peş peşe gelmeye başlamıştı. Hatta oturup çay isteyesim bile gelmişti. Usulca kalktım, kapıya yöneldim. Tam kapıdan çıkarken annemin sesini duydum. Hayli uzaktan geliyordu ses. 
-Kızım, okula geç kalıyorsun. Haydi artık uyan.