mehmet çınar köksal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mehmet çınar köksal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2025 Cumartesi

UFUKLARDA ARIYORUM

 
Mehmet Çınar Köksal

Ufuklara bakıyorum  
Belki görürüm seni diye  
Gözlerimde kaybolan,  
Bir umut, bir sevda yeriye.  

Rüzgarla savrulurken,  
Adını fısıldar içimden,  
Her uzaklık, seni ararken,  
Yakın olur, her an, her an.

MAVİ VE SEVGİ

Mehmet Çınar Köksal

Mavi gökyüzü, senin gözlerinde,  
Sevda büyür, yavaşça her bir yerde.  
Bir bakışınla açar çiçekler kalbimde,  
Maviyle sarar seni sevdam, her yerde.  

Bazen deniz, bazen gökyüzü gibi,  
Sevdan mavi, sonsuz ve derin bir nehir.  
Bir araya gelir mavi ve sevda,  
Ve kalbimde hiç solmayacak bir rüya.


8 Mart 2025 Cumartesi

GECENİN SESİ

Mehmet Çınar Köksal

Ay ışığında sessiz adımlar
Rüzgar fısıldar eski anılar
Bir yıldız kayar gökyüzünden
Düşler doğar karanlıktan

Deniz uzakta dalgalanır
Gökyüzüne umut sarılır
Gecenin sesi, rüyanın izi
Kalbin derinliklerinde gizli

ISLAK SOKAKLAR

Mehmet Çınar Köksal

Yağmur düşer sessiz şehre  
Hüzün siner solgun geceye 
Islak sokaklar anlatırken 
Bir umudun solmuş hikâyesiyle 

Gözlerimde gökyüzü kadar derin 
Damlalar akar, içim serin 
Bir anlık bahar özlemiyle 
Kaybolur hüzün, gelir yeniden

HATIRAN YETER

 
Mehmet Çınar Köksal
Düşünceler dalga dalga vurur geceme
Bir eski hatıra dokunur içime
Sessizce fısıldar kaybolan zaman
Geçmişten bir iz kalır ruhumda tamam

Bir fotoğraf, bir koku, bir eski melodi
Hatıralar canlanır, dökülür dizeler gibi
Zaman silse de bazı izleri yavaşça
Gönül hep saklar en derin köşede sevgini

HASRETİN GÖLGESİNDE

 Mehmet Çınar Köksal

Sensiz geçen her an bir yaprak gibi
Rüzgâra kapılıp savruluyor içim
Gözlerim ufukta hayalin gibi
Yüreğim özlemle yanıyor derin

Sevdan bir melodi sanki fısıldar geceleri
Yıldızlar anlatır seni her defa
Ellerin uzakta hayalin gerçek
Sensiz bu dünya eksik bana

Kalıyor içimde bir hüzün
Solan bir yaprak gibi 
Bekliyorum hayalimi ufukta
Yüreğim özlemle yanıyor derin

26 Şubat 2025 Çarşamba

GECE

Mehmet Çınar Köksal

Ay ile bakışıyorum geceleri
Yansıtıyor üzerime ışıltısını

25 Şubat 2025 Salı

GÜN BİTERKEN


Mehmet Çınar Köksal

Gün batarken her akşam
Yorgunluğu bırakır omuzlarıma
Yüklenir gözkapaklarıma bir ağırlık
Düşerim sessiz, ıssız bir dünyaya

Gün batarken her akşam
Sanki haber beklerim uzaklardan
Soramam, soramam seni, senin haberini
Kaybolan ufuklardan

Gün batar, gece başlar
Yorgunluk siyah bir kuş olur dünyaya inen
Duyarım kanat seslerini ruhumda
Saatin tik takları bir şarkıya dönüşür
Beni söyleyen, seni söyleyen, beni söyleyen

19 Aralık 2024 Perşembe

KADERİN ŞİİRİ

Mehmet Çınar Köksal

Gökyüzüne baktığımda her şey yeniden başlar,
Sessizlikte yankılanır kalbin ince sızıları.
Bir yolculuk olur zaman, sessiz ve derinden,
Omuzlarımda dünyanın yükü, ama içimde umut parlar.

Bir adım atarım, ardımda yankılanır sesler,
Küçük bir kıvılcım büyür, hayallere ışık saçar.
Dalgalar kıyıya vurur özlemlerle dolu,
Ve biz, ufuk çizgisinde sevgiyi bekleriz.

Gece, yıldızların sırrını taşır bir fısıltıyla,
Gözlerim uzaklara dalar, rüyalar yeniden başlar.
Gökyüzü, sessiz bir şarkı gibi içimde yankılanır,
Her bulut bir hikâye, her yağmur damlası bir dua.

Kalemimden dökülür kaderin sessiz dizeleri,
Her cümlede saklıdır hayatın izi.
Kışın ortasında açan bir çiçek gibi,
Her dize, karanlığı aydınlatan bir umut olur.

Bir şarkı dolanır dudaklarıma, hiç susmaz,
Rüzgârla dans eden yapraklar gibi özgür.
Gönlümde saklı bir ateş, küllenmiş sanılsa da,
İlk kıvılcımla yeniden alev alır.

Ve her gün yeniden yazılır kaderin şiiri,
Bir ışık, geceden sabaha yol gösterir.
Ellerimde tuttuğum anılar, yıldızlar gibi parlar,
Her sabah yeniden doğarım, sevdanın nefesiyle

15 Aralık 2024 Pazar

UMUTLA YAZIYORUM

Mehmet Çınar Köksal


Aldım elime bir kâğıt
Birde kalem
Düşünüyorum sessizlikte
Yazıyorum dizelerimi

Umutla yazıyorum 
Aynı hayatım gibi
Gün batıyor son sıcağıyla
Ben bakıyorum işte o zaman 
Puslu bir cama

Geliyorsun aklıma
İçime bir ilham doluyor
Sözcükleri derliyor, topluyor 
Yine kağıdıma yazıyorum
İşte bir umutla

10 Aralık 2024 Salı

AY SELAMI

Mehmet Çınar Köksal


Gün batıyor
Ay selamı, güneş sefası ile
Bitirdiğini sanıyor günü
Aslında yeni başlıyor
İşte benim günüm 

Giriyorum odama
Çıkmıyorum bir daha
Yazıyorum gün batınca
Pencereden dışarıya bakarken
Dökülüyor dudaklarımdan istemsizce sözcükler
Ay selamı, güneş sefası ile
Gün batıyor

19 Kasım 2024 Salı

ŞİİR

 

Mehmet Çınar

Dökülüyor dudaklarımdan
Yazdığım dizeler
Geliyor aklıma
Umut beklemeliyim
Umutla

Şiirlerimin kaynağıdır bu
İşte bu 
Değişik hislerim

Bedenen yorgun olsam bile
Dökülüyor yine dizeler
Yazıyorum dört dize kâğıda
Ediyor bir kıta

Paslandım belki de ama
Gene dizeler dökülüyor

5 Kasım 2024 Salı

BİR MÜTEŞAİR DOĞUYOR

Hayrettin Eymen
Utku Kerim Genç
 (Asıl Yazarlar)

Mehmet Çınar Köksal
Salih Taha Balta
(Yardımcı Yazarlar)


Ruhi, o gün hiçbir şey yapmak istemiyordu. Çünkü okuldan bir şiir istemişlerdi. Onun ise şiirden başka yapılacak tonla ödevi vardı. Neden şiir istenildiğinde ne olup olmadığını anlamadan hemen atlamıştı ki? Aslında ilk başta bir şiir yazması gerekmiyordu. Sadece bir yarışmadan bahsedilmişti. Yarışmayı duyunca Ruhi de doğrudan doğruya el kaldırmıştı. Yani kendi elleriyle kendini ateşe atmıştı. Bunların hepsini Türkçe hocasının gözüne girmek için yapmıştı. Türkçe hocası, Ruhi sınıfta yokmuş gibi davranıyordu çoğu zaman ve yaptığı ödevlere de göz ucuyla bakıyordu. Güya şimdi bu şiiri yazarak hocasının gözüne girecekti. Ancak şiirin nasıl yazılacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Gerçi olsa da yazamayacaktı. Zaten şiiri sevmezdi. Hikâye olsa anlatırdı ama yazmak yine zordu. Bunları düşünürken ödevleri aklına geldi. Eğer bir ödevini yapmasa ve babası Ruhi’nin ismini okul grubunda görse gerçekten çok kızardı. Ruhi’nin başarısı babası için çok önemliydi. Belki de bunun için önemli olmasının sebebi arkadaşlarının yanında bunun konu edilmesiydi. İş yerinde babasının arkadaşları oğluyla dalga geçebilir ve kendi çocuklarını övebilirlerdi. Aslında övdükleri çocukları değil, kendileri olurdu. Ruhi’nin arkadaşları da aynı düşüncelere sahip insanlardı. Okul grubunda sokak lambasını andıran bir fotoğrafıyla bile dalga geçmişlerdi. 
Bu düşüncelerden sıyrılmalı ve derhal şiiri bitirip ödevlerine geçmeliydi. Şiir konusu hayli ilginçti. Ulusal Kızarmış Tavuk Günü sebebiyle tavukların anlam ve öneminden bahseden bir şiir yazması gerekiyordu. Neyse ki şiirin türü serbestti. En azından ölçülü ya da dörtlükler, beyitler şeklinde diye bir sınırlama yoktu. Ruhi bir süre gözlerini kapattı ve yazmaya başladı:

Kanatları çiçek gibi
Gözleri ipek gibi
Kasapta da bulunuyor
Zannedersin inek gibi

Kızarınca tadı başka
Yerken geliyorum aşka
Akşama yine tavuk var
Bu şiir neden böyle saçma

Çorbasını demiyorum
Zaten çok da yemiyorum
Kızartma dışında asla
Kendisini sevmiyorum

Kızartmasan tavuk olmaz
Zaten karnımız da doymaz
Çok sevelim tavukları
Kovalamayalım onları

Şiirini bitirdikten sonra Ruhi, derin bir nefes aldı ve ödevlerine başladı. Yazdığı şiir belki de öğretmeninin kendisinden nefret etmesine neden olacaktı. Göze gireyim derken yerin dibine girecekti belki de. Elinden gelen buydu. Yapacak başka bir şey yoktu. Ödevlerini tamamladı ve uyudu. 
Ertesi sabah daha ilk ders başlamadan Türkçe öğretmeni Ruhi’ye şiir yazıp yazmadığını sordu. Ruhi biraz sıkılarak şiiri öğretmenine uzattı ve ortadan kayboldu. 
Üçüncü ders saati Türkçeydi. Ruhi, öğretmen tarafından paralanacağını düşünerek en arka sıraya oturmuştu fakat öğretmen sınıfa girer girmez onunla göz göze geldi. Tüm sınıfı susturduktan sonra elindeki kağıdı okumaya başladı: 
 Kanatları çiçek gibi
Gözleri ipek gibi
Her dörtlük bitiminde sınıf kahkahadan yerlere yatıyordu. Ruhi de her dörtlükten sonra biraz daha sıranın altına doğru kayıyordu. Nihayet tüm şiir bittiğinde Ruhi de yere düşmüştü. Öğretmen:
-Ruhi, yanıma gel çabuk, diye bağırdı.
Ruhi üzerindeki tozu silkeleyerek korku içinde öğretmenin yanına vardı. Öğretmen bir elini Ruhi’nin omzuna koyarak konuşmaya başladı:
-Göreve başlayalı henüz üç ay oldu ve üç aydır böyle bir şiir okumadım. Ruhi, aslanım… Ruhi, koçum… Sen bir efsanesin. Şiirini yarışmaya gönderdim bile. Bundan sonra bütün yarışmalara sen şiir yazacaksın, dedi. 
Son cümle Ruhi’ye ölümcül yumruğu indirmiş gibiydi. Gözlerini patlatmış öğretmenine bakıyordu. Öğretmeninin şaka yapmadığını fark ettiğinde içi rahatladı. Artık ailesi de kendisiyle gurur duyabilirdi. 
Garip bir gün geride kalmıştı. Her şey birkaç gün içinde unutulmuştu fakat Türkçe öğretmeni artık Ruhi’ye Şair Ruhi Bey, diyordu. 
Çok süre geçmeden matematik dersindeyken nöbetçi öğrenci sınıfa girerek Ruhi’yi Okul Müdürü’nün çağırdığını söyledi. Ruhi de tüm sınıf da irkilmişti. Ruhi anlamsız bakışlarla Okul Müdürü’nün odasına gitti. Türkçe Öğretmeni de oradaydı. İkisi de tebessüm ediyordu. Türkçe Öğretmeni konuştu:
-Şair Ruhi Bey, şiiriniz yarışmada birinci oldu. Tebrik etmek için seni çağırdık. 
Ruhi, o gün içinde uyuyan şairi uyandırmıştı. Artık bütün şiir yarışmalarına katılıyordu. Dünya Kertenkele Günü, Dünya Devekuşu Günü, Dünya Lastik Günü… 

27 Ekim 2024 Pazar

İLELEBET CUMHURİYET

Mehmet Çınar 

Kuruldu Cumhuriyet
29 Ekim 1923’tü tarihi
Eklendi Anayasa’ya
İlk kez laiklik ilkesi

Okunması zordu
Osmanlıca yazının
Bu dönemde getirildi
Yeni Türk alfabesi

Karışırdı isimler
Yoktu soyadı
Yeni Soyadı Kanunu’yla
Lakaplar bile kalmadı

Hak ve özgürlükleriyle
Eşitlik sağlandı
Erkek ile kadın arası
Ayrımcılık kalmadı

Eşitlikle, yenilikle
Hep yaşasın Cumhuriyet
Herkes mutlu olsun diye
İlelebet, Cumhuriyet

15 Ekim 2024 Salı

SOKAK LAMBASI

Mehmet Çınar Köksal

Cızır cızır sesler veriyorsun
Kim bilir neyi mırıldanıyorsun
Ya yaşadığın acıyı
Ya da yaşattığın acıyı
Veya pişmanlığını
Bir ritmi andırıyorsun
İçindeki lambalarınla
Sanki dertleşmeye çalışıyorsun
Yanından geçen insanlarla
Gün doğuyor bırakıyorsun kendini manzaraya
Akşam oluyor, hava kararıyor
Akrep vuruyor saat altıya 
Başlıyorsun yine cızırdamaya

KURU YAPRAK


Mehmet Çınar Köksal

Bir zamanlar yeşildin değil mi
Şimdi kuruyup gidiyorsun
Derdin tasan ney bilmiyorum
Sonbaharı bahane ediyorsun

Rüzgâr öyle bir eser ki
Soldurur senin rengini, neşeni
Siler götürür güzel ve iyini
Oysa herkes rüyasında güzel

Hala iddia ediyorsan güzelliğini
De ki kendine bakıp
Öyle bir rüzgâr eser ki

Ben de güzeldim eskiden dersin
Ama 
Kime göre
Neye göre

8 Ekim 2024 Salı

ZAMANIN ELİ


Zaman 
Çoğu zaman akıp gittiği söylenir
Zaman zaman
Geçmediği bilinir

Zaman aslında yekpare değil
Şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman
Veya
Geçecek zaman, unutulamayan zaman
Yaşanılan zaman, her zaman

Zaman geçiyor ya da geçmiyor
Neye göre, kime göre
Akıp gidiyor 
Ya da donup kalıyor
Neye 
Göre
Kime 
Göre 

Değiyor eli
Yaşama
Yaşadığıma 
Bakıyorum takvime bir de zamana
Biri durunca diğeri de duruyor
Zaman geçtikçe 
Savruluyor takvimlerden yapraklar
Kime göre
Neye
Göre 

24 Eylül 2024 Salı

DELİ DEĞİLİZ, KENDİMİZDEYİZ

 

EMİR SABRİ ÜNSAL
EMİR KAAN ŞİMŞEK
MUHAMMET MİRAÇ GÜN
SALİH TAHA BALTA
MEHMET ÇINAR KÖKSAL
HAYRETTİN EYMEN BULUT

Bir türlü bana pas vermiyordu. Paspasa basmadan yürümem gerektiğini o zaman anladım. Paslanmışsın, diyordu bana top bekleyen arkadaşım. Minecraft’ta golem kesip demir seti yapıyordum bir yandan. Ayak parmaklarımdaki kalemin ucu kırılmıştı. Şimdi büyük bir satır alıp kalemimin ucunu açmam gerekiyordu ki bu satırın dolduğunu anlayıp satır başına döndüm.
Satır başı. Başım ağrıyor bugün. Nedenini bilmiyorum. Hava çok soğuk, buna rağmen herkes birbirine hava atıyor. Atmaca beslemek istiyorum küçük bir kafeste. Miraç elindeki o kağıdı keşke dörde, beşe katlamasaydı. Zaten bir türlü bana pas vermiyordu. Sabiri son günlerde sabrımızı zorluyor. Neyse ki şimdi yerinde. Biraz yorulmuş ve pancara dönmüş yüzü. Pancar tarlaları şimdi bomboş kalmıştır. Üstelik pezik turşuları da kurulmuştur. Kurmaya çalıştığım şehir yarım kaldı çünkü yapacak ödevim çoktu. Defterimin henüz birkaç sayfası dolu yalnızca. Belki de bu yüzden çantam çok hafif. Zamanla içi doldukça çantam ağırlaşacak. Aynı benim gibi ağırlaşacak. Hayrettin yazdıklarımıza hayret ededursun biz devam edelim. Serdar Dursun. Hayrettin Dursun. Herkes, her şey yerinde dursun. Sabri çalım atadursun, Kerem gol atadursun. Dursun ve Temel yolda giderken bir lamba bulmuştu ya. Temel ve dursun yolda giderken kırmızı ışıkta dursun. 
Bir türlü kendime gelemiyorum. Zihnimi toparlayamıyorum çünkü hayatın kenarına konulmuş bir manken gibiyim, kendimi öyle hissediyorum. Öyle ya da böyle düşünüyorum, yazıyorum, konuşuyorum. Yine de satırları toparlayamıyorum. Kalemi tam açıyordum ki ayağımı kestim. Telefonumu açamam şimdi. Zaten şarjım da bitti. Nereden geldiyse bu grip. Durmadan burnum akıyor. Kimse benden mendil almıyor. 
-Ben dilenci değilim, yanlış anlama abla.
Günler böyle geçiyor şimdilerde. Güller böyle soluyor dallarda. Sonbahardayız ya. Güller gülsün. Arda da gülsün. İlk sonbahar gelsin. İlkbahar da sona geçsin. Günler geçsin, yıllar geçsin. 
Yorulduğumu hissediyorum günün bu saatlerinde. Yedi buçuk oldu ve ben hâlen sıralarda oturuyorum. Sıralarda bir sır olmalı. Anlayamadığım bir sır. Sırı dökük bir aynaya bakıyor gibiyim son günlerde. Ayna mı bana bakıyor ben mi aynaya? 
-Ayna ayna güzel ayna, bu yıl kim şampiyon söyle bana?
Aynalar konuşur mu bilmiyorum. Çınar ve Hayrettin’e göre bu sene Beşiktaş şampiyon. Oysa Hayrettin Beşiktaşlı değil. Çınar Galatasaraylı. Öyleyse kim fısıldadı Beşiktaş’ı. Emir Sabiri olsa gerek. Emir Sabiri’ye kim fısıldadı? 
-Su nerde?
- İnek içti. 
-İnek nerde? 
-Hindistan trenini bekliyor Kurban Bayramı gelmeden. Bilmiyor ki bize her gün bayram. 
Akşamın saat yedi buçuğunda 6 kişiydik, bir eksildik. Ama şimdi de 6 kişiyiz. 
-Bu matematik bizi kandırıyor hocam. 


17 Eylül 2024 Salı

SİHİRLİ LAMBA

Mehmet Çınar Köksal

Ey sihirli lamba
Sen misin sihirli 
Yoksa ben mi kattım sana bu zehri
Sihir ve zehir 
Aslında iki kardeş gibi

Ey sihirli lamba
Ya varoluştan sihirlisin 
Ya da sana bu zehri veren benim
Ya da yoksun
Seni alan var satan var
Masallara katan var
Alıp da kullanamayan var
Sana bu zehri katan benim

RÜYA

 Mehmet Çınar Köksal, Hayrettin Eymen
Hangi günde olduğunu bilmiyordu. Aylardır takvime bakmıyordu. Cuma namazına da gitmediği için günler hep birbirinin tekrarı gibiydi. Hatta sabah ve akşamı da karıştırır olmuştu. Sabahaları yatıyor, akşamları uyanıyordu ama sabah sanıyordu. Sadece günleri değil mevsimleri de karıştırır olmuştu. Hangi mevsimde olduğunu da bilmiyordu fakat bu onun suçu değildi çünkü havalar hayli dengesiz gidiyordu. Bazen yazın ortasında yağmur yağıyor bazen kışın ortasında ağaçlar çiçek açıyordu. Yaşadığı mahalledeki insanları da karıştırıyordu. Bazen kadın isimleriyle erkeklere hitap ediyor bu yüzden sert bakışlara maruz kalıyordu. Onu tanıyanlar bu hâline alışmıştı. 
Yalnız yaşıyordu. On yıldır yalnız yaşıyordu ve maddi durumu hiç iyi değildi. Günleri, zamanı karıştırması bile bu yüzden ortaya çıkmıştı. Ne saati vardı kolunda bakacak ne de takvimi vardı duvarda asılı çünkü bunları alacak parası bile yoktu. Aslında fena sayılmayacak bir geliri vardı zamanında fakat nereden tutulduysa bir antika sevdasına tutulmuştu ve tüm servetini küçücük bir dolabı satın almak için açık artırmada harcamıştı. Ne işe yaradığını bile bilmediği bir dolaptı. Neden o kadar heveslendiğini ve istediğini de bilmiyordu. Önceleri antika niyetine birkaç eşya almıştı ama bu dolap onun hayatının dönüm noktasıydı. Günlerce peşinde koşmuştu bu dolabın. Ahşap küçük bir dolaptı bu üstelik aldığından beri kapağını da açamamıştı. İlk zamanlar biraz uğraşmış, anahtar yeri aramış, kapağının kulpundan zorlamıştı fakat sonraları gelen pişmanlık hissi ile birlikte dolabı bir köşede unutmuştu. Şimdi evinde antika bir dolap olduğunun bile farkında değildi. O dolaba harcadığı serveti bile unutmuştu. Her şey birbirine karışmış sanki başka bir gezegene taşınmış gibiydi. Onu görenler gözlerine baktıklarında ardında kocaman bir uçurum görüyordu. 
Sabah diye uyandığı bir akşam biraz değişik açtı gözlerini. Sanki evine yeni gelmiş gibiydi. Sanki aylar sonra yeniden evine gelmiş gibiydi. Sanki askerliği bitmiş ve evine kavuşmuş gibiydi. Şaşkınlıkla etrafı inceledi. Boş duvarlara baktı. Örümcek ağlarına da baktı. Yerdeki lekelere, pencerelerdeki kirlere baktı. En sonunda gözü ahşap dolaba ilişti. Rüya mı görüyorum, diye düşündü. Düşününce az önce gördüğü rüyayı hatırladı. Şu an rüyada değildi ama biraz önce yani gözlerini açmadan az önce rüya alemindeydi. Rüyasında bir dolap vardı ve dolabın içinden çıkan bir lamba vardı. Rüyasında lambayı ovuşturmuş ve içinden dev çıkmış kendisinden üç dilek dilemesini istemişti. O da kısa süre düşünmüş ve peş peşe sıralamıştı:
1. İnsanlar artık beni yargılayıcı gözlerle bakmasın
2. Yalnızlığım sona ersin
3. Servet sahibi olayım.
Tam üçüncü dileğini söylediği anda uyanmıştı. Kendisini müthiş enerji dolu hissediyordu. Yataktan doğruldu. Açlık bile hissetmedi. Evi temizlemek gerektiğini fark etti. Aslında öyle bir niyeti yoktu fakat içi sıkılıyordu baktıkça etrafa. En iyisi temizlemeye evdeki tek eşyadan yani ahşap dolaptan başlamalıydı. Dolabın yanına gitti ve sağına soluna bakmaya başladı. İçini merak ediyordu, altı örümcek ağlarıyla dolmuştu. Eliyle onları temizlemeye çalışırken başka böcekler de hızla kaçışmaya başladı. Kapağın kulpunu eliyle tuttu ve zorladı. Kendisini çok güçlü hissediyordu. Birkaç kez zorladı. Tüm gücünü verip kapağa asıldığında az kalsın düşüyordu. Kapak birdenbire açılmış ve dengesi sarsılmıştı. Kapağın kulpu da elinde kalmıştı. Yerinden doğruldu ve dolabın içindeki kutuları incelemeye başladı. Rüyası geldi aklına. Belki de bu kutulardan birinde sihirli lamba vardı. Kutuları hızla açtı fakat hepsi boştu. Morali bozulmuştu. Bulunduğu yere uzanmak istedi ki o esnada dolabın en altında bir zarf gözüne ilişti. Tozluydu hayli. Zarfa uzandı, içinde bir kâğıt vardı zarfın. Kâğıdı çıkardı. Bilmediği bir dilde uzun satırlar vardı kâğıtta. Bu günlük bu kadar yeter,  diye düşündü. Kağıdı da alarak dışarı çıkmayı düşündü ancak kapı bir türlü açılmıyordu. Kapıyı da tıpkı dolabın kapağı gibi var gücüyle açmaya yeltendi fakat kapı açılmadı. Tam bu esnada kapının üzerindeki anahtarı fark etti. Anahtarı çevirdi, yanına aldı ve dışarıya çıktı. 
İnsanlar evlerine dönüyordu, hava kararmak üzereydi. Elindeki kâğıdı karşıdan gelen genç birine doğru uzattı. Genç, ihtiyarın yüzüne bile bakmadan yürüdü, gitti. Zaten kafasında kocaman bir kulaklık takılıydı gencin ve genç elinde bir şeyleri kurcalayarak ilerliyordu. 
Birkaç adım atmıştı ki başka birine doğru uzattı kâğıdı ancak o da ihtiyarı hiç görmemiş gibi yoluna devam etti. 
Artık kimseye kâğıdı göstermemek gerektiğini düşünüyordu ki yanında birdenbire bitiveren bir çocuk seslendi:
-Amca bu kâğıt senden daha yaşlı. Üzerinde neler yazıyor bakalım mı?
Cevap vermek istedi ama kelimeleri unutmuş gibiydi. Kâğıdı çocuğa uzattı. Çocuk baktı, baktı, baktı… İhtiyarın gözlerine baktı sonra. Bir şeyler söylemek istedi, vazgeçti. İhtiyarın gözlerinin ardındaki boşluğu gördü. Kâğıdı tekrar ona uzattı. Yoluna devam etti. 
Eski bir radyoya ait kullanma kılavuzunda yazanları akşamüzeri bir yaşlıya okumanın ne anlamı vardı ki?