2 Kasım 2024 Cumartesi

ZAMAN

Doğa Uzunpınar



 Sonsuz, kocaman bir döngüden oluşur daima zaman. 
kimi için hızlı kimi için yavaş olan. 
bazen akan bazen akmayan. 
sonsuz bir döngüden
 oluşur zaman.
bitmek 
bilmeyen bir
 şeydir zaman. bazen mutlu 
bazen hüzünlü kılan. insanları güldüren 
bazen de ağlatan. hiçbir zaman ne olduğu 
anlaşılmayacak olan, bitmek bilmeyen bir şeydir zaman. 

1 Kasım 2024 Cuma

AYDINLIĞI FARK EDİŞ

İdil Karaman


Karanlık, hayattayım sanmaktır. Karanlık sevdiği kişi tarafından görülmez olmaktır. Aydınlığı beklemektir karanlık. Karanlık, ümidi bırakmamaktır. Karanlık, beynin ve kalbin uyuşmamasıdır. Bazen karanlık hep iyi insan olmaktır. Yaşama mahkûm olmak da karanlığın başka bir türüdür. Baskıyı hissetmenin rengi de siyahtır. Kurtulma çabası, karanlıktır. Ölüme duyulan merak da karanlıktan alır büyüsünü. Hangi inanca yöneleceğine karar verememek büyütür karanlığı. 
Başkasının hayatını yaşamak zorunda olmak, karanlıktır. Hayallerin, hayal olarak kalması karanlığa sürükler insanı. İhtiyaç olandan korkmak da karanlıktır. Üzüntüyü dışarıya yansıtmamak içimizdeki karanlığı büyütür. Yenilgiyi kabul etmek, karanlığa gömülmektir biraz da. Karanlık, hayallere âşık olmaktır belki de. Aslında ışığı fark etmektir karanlık. Karanlık, aydınlığı da kapsayan sonsuzluktur. 

AĞAÇ GÖLGESİ

Akın Eliş

Bardağa dolu tarafından bakmaktır ümit. Karanlık bir ormanda ışığı yanan bir kulübedir. Oyun oynarken arkadaşlarını çevrimiçi görmektir. Ümit, yaz mevsiminde ağaçta unutulmuş son elmayı görmektir. Yağmurdan sonra oluşan gökkuşağıdır, bir hikâye yazmaya başlamadan önce bizi çevreleyen ilhamdır ümit. Bir yıldır giymediğimiz kıyafetimizi giymek için çıkardığımızda cebinde para bulmaktır. Diktiğimiz bir fidanın yeşermesi, dal budak atması ve meyve vermesidir. Bir matematik sorusunun sonucuna ulaştığımızda o sonucu şıklarda görmektir bazen. Mutfakta kalan son çikolatayı görmektir ümit. Yazın sokaklarda, güneşin altında gezerken bir ağaç gölgesine rastlamak da ümittir. Yani her zaman vardır ümit, her yerde vardır. Sadece bakmayı ve onu görmeyi istemek gerekir. 

KAYNAĞINDAN AYRIŞTIRILAN EĞİLİM

Ezgi Budak


Boş bir sayfaya baktığımızda gördüğümüz tek şey, hiçbir şeydir. Oysa orası hiçbir insanın sahip olamayacağı bilgilerle doludur. Çünkü insan sürekli bir şeyler üretme eğilimindedir ve o eğilime ulaştığı zaman sayfalara gizlenmiş yeni eğilimler ortaya çıkaracaktır. Biz o eğilimlere bilgi deriz. Bu yüzden boş sayfalar müthiş bilgilerle doludur, yalnızca ortaya henüz çıkmamışlardır. Sayfayı tüm şeffaflığıyla okuyabilenler, yazarlardır. Yazar ve okur olmak arasındaki o ince nüans okuduğunu açıklayabilme yetisidir. 
O boş kâğıt, evrendir. Evren, içinde heplik barındıran bir hiçliktir. Bazıları hiçlik, der. Bazıları hepliği görür. Bazıları ise hepliği kullanabilir, açıklayabilir. Aslında bizim somut olarak gördüğümüz çevre. Bilgiler barındırır. O bilgiler, tıpkı genler gibi anlamlı nükleotidlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan bilmem kaçta birlik bir kısımdır. Kenarda, köşede duran ufak bir toz tanesinin oluşabilmesi için evrenden alınan eğilim -bilgi- kaynağının yanında o toz tanesinden farksızdır. Herhangi bir şeyin -yağmurun, ağacın, kum tanesinin, çiçeğin en ufak poleni gibi- oluşumu için diğer her şeyden farklı bir bilgi gerekir. Beşeri ya da doğal fark etmeksizin var olan onca şey için bir araya gelen onca bilgi karşısında insan da anlama yetisinin ne kadar kısıtlı olduğunun farkına varır. 
O farkındalık hissi insanın bilginin kaynağından bir şeyler koparma arzusunu ateşler. 
İnsanlar, seçicidir. Bir kesim, o arzuya kulak verir; bir kesim ise o arzuya kulak vermiş olanlara kulak verir. Dünyada sekiz milyar insan olduğunu da hesaba katarsak aynı bilgiler, farklı dillerde tekerrür eder. O bilgiyi tekrarlayanlar bekçilerdir, bilgilerin bekçileri. Bu kulağa doğru gelse bile, aynı zamanda birçoğumuz bunu yapıyor olsak bile doğru yol onun hemen yanındadır. Bilginin sahibi. Bilginin bekçileri bu evrende o bilgiyi aktarmaya yararlar fakat bilgiyi kullanamazlar. Bilginin sahipleri bilgiyi kullanmayı bilir. Bekçiler, yağmurun; suyun buharlaşması ile oluştuğunun farkındadır. Sahipler, bunu suyun döngüsüne bağlayabilir. 
Bilginin varoluş sebebi, oluşumdur. Oluşumun varoluş sayesi, bilgidir. 
Bizler insanız, bilgiyi kullanabiliriz. Metale şekil verirsek onunla ağaç kesebiliriz ve bu alete testere deriz. Maymunlar da bunu yapabilir. Testereyi görüp, gayesini anlayıp bir benzerini yapabilirler. Maymunlar bilgilinin taklitçisidir. Görüp yapar -taklit eder- fakat insanlar sahiptir, bilip -metalin keskin oluşunu- yapar. 
Bizlere bir bilgi kaynağı sunulur, kullanalım diye. Eğer biz öncü olmayacaksak maymunlardan ne farkımız kalır ki?
İnsanı hayvanlardan ayrı tutan zihniyet, insanın ilişkilendirme yeteneğine güvenmiştir. Ne iletişim kurabilmesine ne de bilgiyi paylaşabilmesine. 

AĞIR YÜK

Akın Eliş


Her şey üstüme üstüme geliyordu. Benim dahil olmadığım konu, benim dahil olmadığım bir toplantı yok gibiydi. Üstümden tonla evrak, tonla karar geçmişti. Yıllardır işim gücüm buydu. Bulunduğum yerden birkaç kez hava almak için çıktığımı hatırlıyorum, onun dışında hep aynı yerde bıraktılar beni. Bazılarını tanıyordum insanların ama bazen hiç tanımadığım kişilerle yüz göz olmak zorunda kalıyordum. Bazılarından şiddet gördüğüm de oldu, bazıları tarafından kibar davranıldığım da. İnsanlar hep bana yükledi kendilerinin taşıyamayacağı şeyleri. 
Artık yorulduğumu hissediyorum. Karşımda duran aynadan kendime baktığımda rengimin ne kadar solduğunu, derimin soyulduğunu görebiliyorum. 
Yalnızca kararlar, evraklar, toplantılar benim üzerimden dönmüyor burada. Çaylar, yemekler, pastalar, doğum günü kutlamalarının yükünü de ben çekiyorum. Usandım şahit olmaktan bunca şeye. 
Arkadaşlarım benim kadar yorgun değil çünkü benim kadar iş düşmüyor onlara. Belki de küçük olduklarından onları ara sıra dışarıya götürüp getiriyorlar. Neredeyse her gün yerleri değişiyor ve akşam olduğunda ancak yeniden yan yana gelebiliyoruz. Fakat ben öyle değilim. Yıllardır aynı yere basıyor ayaklarım. Yıllardır hareketsiz çekiyorum bu kahrı. 
Üzerimden o kadar çok şey geçti ki hiçbiri benimle ilgili değildi. Sadece bir şiir vardı beni anlatan. Aslında şiirde anlatılan ben değildim ama benim adım da geçiyordu. Şöyle bitiyordu yanlış hatırlamıyorsam:
Masa da masaymış ha  
Bana mısın demedi bu kadar yüke

ŞİZOFRENİ

İdil Karaman


Romanlara, filmlere, efsanelere çok ilgi duyan biriydi. Ergen muhabbetlerinin yapıldığı  ortamlarda o, hayali kahramanlardan bahsederdi. Arkadaşları onu pek dinlemez, anlattıklarını ilginç bulmazdı ama kendisi bundan rahatsız da değildi. Onun için bu konular çok daha ilgi çekiciydi. En azından kendisine ayrı bir dünya kurmuş ve o dünyada farklı şeyler düşünür, yaşar olmuştu. Âşık olduğu karakterlerin gerçek olmaması onun için normal bir durumdu çünkü bu dünyayı o kurmuştu. 
Her gece olduğu gibi o gece de romanını okuyup yatağa uzanmıştı. Okumadan geçen gün onun için karanlık demekti.  Üzerinde bir kurgusal karakter bulunan yaklaşık bir metre uzunluğundaki yastığına sarılıyordu. Bu da her gece uykuya dalmadan önce yaptığı eylemlerden biriydi. Perdesi kenara doğru sıyrılmış pencereden yıldızları, ayı seyrediyordu bir yandan. Uykuya dalacaktı ta ki pencerenin ardında ilgi çekici bir şey görünceye kadar. Pencerenin ardında hareketli bir figür vardı. İzlediği filmlerden, okuduğu kitaplardan gördüğü, bildiği bir karakterdi bu resmen. Odası kadar kanatları olan, upuzun kuyruklu bir şey… Pencereden çok uzaktaydı gördüğü bu figür ama büyükçe olduğu belliydi. Bu gördüğü şeyi yalnızca bir ejderhaya benzetebiliyordu. Dikkatlice bakmaya çalıştı; evet, matlaşmış yeşile çalan gözleriyle bu bir ejderha olmalıydı. 
Artık sohbet esnasında arkadaşlarına anlatacağı yeni bir şey vardı. Ejderhayı izledi, izledi. Bir süre sonra ejderha, yerini karanlığa bırakarak kayboldu. Ejderha gözden kaybolduğunda hâlen onu düşünüyordu fakat sonunda bunu bir sır olarak saklamaya ve çevresindekilere anlatmamaya karar verdi. Ona inanmayacaklarını ve iyice kafayı bozdun sen, diyeceklerini biliyordu. 
Bu anıyı kendisine sakladı. Gördüğünün gerçekliğini sorgulamaya başlamıştı ki derin bir uykuya daldı. 



BİR ÇİFT KÜRE

İdil Karaman


Gözleriydi hayal
Hayatta tutan can simidi
Orman kadar sonsuz
Okyanus kadar derin
İnsan hasta olabilir miydi gözlere
Sadece bir çift göz
Ormanlar kadar yeşil
Uzay kadar uçsuz, bucaksız
Bir çift göz için hissedilebilecekleri anlatsam anlar mıydı bu duvarlar, 
Onların dışında her şeyin gölgeye düşmesini?
Belki ölmek için işe yaramazdı bunlar
Onların karanlığında yaşamak daha zorken

AKLIMDA DELİ SORULAR

İdil Karaman

İnsan duygularını gösterebilir miydi?
Duyguların göstergesi miydi gözler
Yoksa en büyük yalancı mı?
Anlayamıyorum.

Ağız, içindeki duyguları söyleyebilir miydi?
Çırılçıplak yansıtabilir miydi hisleri?
Yoksa sadece konuşur muydu?
Anlayamıyorum.

Hayat mıydı duyguların olduğu?
Duygular mıydı bizi hayatta tutan?
“İyiyim” derken miydik gerçek deli
Kötü olduğumuz hâlde

YOLCULUK

Akın Eliş

Bu şehirden sonunda ayrılıyordu. Çoğu insan yaşadığı şehrin güzelliğinden, nimetlerinden bahsetse de ortaokula başladıktan sonra şehir onu boğmaya başlamıştı. Dört sene boyunca hep yaşadığı şehirden gitmek üzerine kurmuştu planlarını. Başka bir şehirde iyi bir lise kazanacak ve bir daha dönmemek üzere bu şehirden ayrılacaktı. Ailesi de bu durumu artık kabullenmişti çünkü onlarda da yaşadıkları şehre dair olumlu bir izlenim yoktu. Kış oldukça ağır geçiyordu burada. Yaz akşamları bile ceket giyilmesi gerekiyordu. Yeşillik yoktu, orman yoktu, deniz yoktu. Yine de kimileri şehrin övünülecek bazı şeylerini bulup çıkarmakta hayli yetenekliydi. 
Bu şehirden sonunda ayrılıyordu. Bursa’da bir liseye yerleşmeyi hak etmişti. İlk tercihiydi bu şehir. Yeşil Bursa, ifadesi onu cezbetmişti. Tatil boyunca Bursa’nın güzelliklerini araştırarak zaman geçirmişti. Bursa, onun için gurbet değil de anavatan gibiydi. Daha görmeden sevmişti bu şehri ve işte o şehre gideceği gün, gelmişti. Bu şehirden kurtulacaktı. Son zamanlarda şairini bile bilmediği bir şiiri tekrar ediyordu durmadan:
Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden.
Arkadaşları ve akrabaları bu durumu anlamsız buluyordu. Henüz liseye geçmiş bir çocuk, il dışında tek başına ne yapar, diye düşünüyorlardı. Hadi üniversite olsa neyse… Daha lise çağında bir çocuk. Ailesi, akrabaların ve arkadaşlarının görüşlerini önemsemiyordu. Hele bir de Uğur’un tek başına Bursa’ya gideceğini bilseler ihtimal çıldırırlardı. Bunu yalnızca Uğur ve ailesi biliyordu. 
Gün boyu yolculuk hazırlığını tamamlayan Uğur, akşamüzeri otogarda ailesi ile vedalaştı. Ayrılık zor derlerdi fakat onda bir hüzün ya da acı hissi yoktu. Ailesi biraz üzgün gibiydi ama Uğur’un heyecanı ve neşesi onların yüzündeki üzüntüyü gidermeye yetti. 
Yanına küçük bir valiz almıştı yalnızca. Yalnızca bu şehirden değil, bu şehirdeki insanlardan da ayrılacaktı ve yeni arkadaşlarını düşündükçe sevinci daha da artıyordu Uğur’un. 
Veda töreni çok uzun sürmedi. Tek kişilik koltuğuna oturduktan sonra yolda okumayı düşündüğü kitabı eline aldı Uğur ve okumaya başladı. Otobüs, bu esnada yola çıkmıştı bile. Bu kitabı okumayı çok istiyordu ama özellikle bugün okumak için bekletmişti. Sevdiği bir yazara aitti kitap. Gözünü kırpmadan sayfalarca ilerlemişti. Hatta havanın karardığını bile sonradan fark etti. Biraz yorulmuş gibiydi ve uykusu gelmişti ama uyumamalıydı. Otobüsün içini hızlıca süzdü gözleriyle. Hayli kalabalıktı ama nedense kimse konuşmuyordu. Ağlayan çocuklar ya da telefonla bağıra çağıra bir şeyler anlatmaya çalışan amcalar yoktu. Herkes sessizdi ve kimileri uykuya dalmıştı bile. 
Uyumalı mıydı? Belki bir saat kadar uyursam sabaha daha dinç olurum, diye düşündü. Hem yolculuk da biraz kısalmış olurdu böylece. Koltuğunu geriye yasladı ve gözlerini kapattı. Rüyasında Bursa’yı ya da Bursa’daki yeni arkadaşlarını görmeyi umuyordu. Gözlerini kapattıktan hemen sonra derin bir uykuya daldı. Normalde evinde olsa bu saatlerde asla uyumazdı fakat sanki üzerine çöken bir ağırlık vardı. Bu ağırlığın kollarına kendisini bırakmıştı çoktan. Bir saatlik uyku yeterdi nasıl olsa.
Gözlerini açtığında güneş çoktan doğmuş, otobüste çok az insan kalmıştı ve otobüs hareket etmiyordu. Bir dinlenme tesisinde olduklarını düşündü. İnip hava almayı düşündü. Her yanı kaskatı kesilmişti. Bir saatlik uyku düşüncesiyle gözlerini kapatmıştı. Saate bakmak aklından bile geçmedi. İndi, hemen ilerdeki çeşmede yüzünü yıkadı. Hava hayli güzeldi. Bursa’ya yaklaştığını düşününce heyecanı daha da arttı. Bu, Bursa’dan önceki son mola olmalıydı. Koltuğuna yeniden oturdu. Bursa’ya iner inmez güzel bir kahvaltı yapmayı planladı ve kitabını eline alarak yeniden okumaya başladı. Otobüs hareket etmişti ama kendisini yine kitabına kaptırdığı için bunu çok geç fark etti. Kitabın son sayfasına ulaştığına otobüs yeniden durmuştu. Heyecanla etrafa baktı, Bursa’ya nihayet ulaştık, dedi içinden. Bu esnada muavin konuşmaya başladı:
-İstanbul yolcusu kalmasın. 
Büyü bozulmuş gibiydi. İstanbul’a ne zaman gelmişlerdi? Bursa’yı ne zaman geçmişlerdi? Neden kendisini uyandırmamışlardı? Konuşmak, hesap sormak istedi birilerine. Bursa’ya geri dönüşü ne kadar sürerdi? Her şey birdenbire çok garip bir hâl almıştı. Muavine doğru hareket etmek ve bir şeyler sormak istedi fakat yerinden kalkamıyordu. Sanki bir ağırlıkla oturduğu yere bağlanmış gibiydi. Seslendi:
-Bakar mısınız? Ben Bursa’da inecektim. Nasıl geldim buraya kadar?
Muavin sanki onu görmüyor, duymuyor gibiydi. Sağdaki soldaki insanlara derdini anlatmaya çalıştı fakat sesi bazen çıkıyor bazen çıkmıyordu, yerinden kalkamıyordu ve insanlar sanki kendisini görmüyormuş gibi davranıyordu. Derin bir nefes alıp çığlık atmaya çalıştı. 
Bir çığlık sesiyle uyandı. Çığlık kendisine aitti. 
Muavin koştu ve geldi:
-İyi misin delikanlı?
Uğur muavine:
-Bursa’yı ne zaman geçtik, dedi. Muavin tebessüm etti. -Henüz yolun yarısına bile gelmedik. Bursa’ya daha çok vakit var, dedi. 
Yolun kalanında uyumamalıydı Uğur. Kitabını açtı ve okumaya devam etti. Dışarısı karanlıktı. 
Sonunda o şehirden ayrılmayı başarmıştı. 

31 Ekim 2024 Perşembe

YENİ HAYAT

Zeynep Karaman

Bir kapı hepimizin önünde
Raflarında, elinde
Sihirli bir kapı 
Ardında kelimelerin dünyası
Okuyanı alıp götüren uzak diyarlara
Bir kapı, senin kalbinde anahtarı

Bir kapıyı aralayarak başlıyor her kitap
Saklı her masal bir kapının ardında 
İster inan ister inanma
Yeni bir hayat saklı sararmış sayfalarda

Yeni bir hayat, yeni bir göz, yeni bir zihin
Yeni bir sen
Sadece üç beş satır dediğin