idil karaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
idil karaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2025 Cuma

İYİYİM

İdil Karaman

Baskı ne diye sorabilen insan yaratır baskıyı
Cevabını bilmeyen insan bunu iliklerine kadar yaşamışken
En kötü ihtimalle bunu yaşadığını bilmiyordur
Daha kötü ihtimalle cevap vermesini engelleyen şey yine baskıdır
Bir iğnenin balona batması gibidir baskı
Ya o balonu paramparça eder 
Ya da yavaşça havasını indirir öldürür
İyi bir ihtimal var mıdır? Sanmıyorum
Baskıyı hisseden insan içine kapanır
Pimi çekili bomba gibi ne zaman patlayacağı bilinmez
Ya dışarı patlar 
Ya kendi içini parçalar
İçinde bıraktığı hasarı kaldırabilecek tek kişi o iken 

3 Ocak 2025 Cuma

KÖR SAĞIR ARAYIŞI


İdil Karaman

Sanat, hayat bulur yaşamın her damlasında
Aynı yaşamın sanattan var olduğu gibi
Doğada saf bir maden gibi bulunur
Doğa sanatın kendisiyken
İnsan kendisi yapamaz mı
Yaptığını zanneder ancak
Eğer sanat yansıtamazsa duyguları
Batsın ona sanat diyenler
Yürür insan sanatı bulmak için
Yürüdüğü yol sanatın kendisiyken
Ayağından çıkan her ses bestedir
Lakin asıl olay, bunu fark edebilen olmaktır

SAHİCİ YALANLAR

İdil Karaman

Farklı zihinlerde aynı hayaller barınamaz. Herkes farklı bir açıdan ve zihnin büyüklüğü ya küçüklüğü kadar bakar aynı zannedilen hayale. Aynı tohum, aynı toprakta, aynı güneşi ve suyu alsa bile nasıl farklı farklı şekillerde boy veriyorsa insan zihni de böyledir. Aynı evde yaşıyor olmak, aynı yaşta olmak, aynı sınıfta aynı öğretmenlerden aynı dersi almak aynı sonuca götürmüyor insanı, aynı hayale nasıl götürsün?
Farklıyız, hiçbirimiz benzemiyoruz birbirimize. Benzeyemiyoruz, benzeyemeyiz. Ortak kesişen noktaları benzerlik zannediyoruz ki bu kesişmeler de zaten anlık. Sıcak bir günde soğuk suya duyulan hasret gibi, çok açken aynı yemeği düşlemek gibi. Yani ihtiyaç zamanlarında yalnızca insan değil, bütün canlılar bu reflekse kanar. Bu, benzerlik değildir, çaresizliktir. Bu çaresizlik birlikte tutar insanları ve ortak hayale, ortak düşünceye inandırır. Oysa bu bir yanılgıdır. Aynı hayale sahip olunduğunun yanılgısı. 
Hayallerin ve düşüncelerin ortak bir noktada buluşamayacağının diğer göstergesi de bu iki kavramın sabit olarak kalmamasıdır. Hayaller değişir. Her yaşta değişir, her mevsimde hatta her ayda değişebilir. Değişirken gelişir aynı zamanda. Detaylanır, büyür. Bir bitki tohumunun toprak altında kök salması, derinlere inmesi gibidir hayal. Düşünce de yine aynı şekilde zihinde kurgulanır ve dış dünyaya göre şekillenir. Bütün bu etkenlere rağmen nasıl insanlar aynı hayali kurabilir. Aynı şeyi düşünebilir. 
Seni anlıyorum, cümlesi doğru zannedilen bir yalan. İnanılası bir yalan. Söyleyeni bile inandıran ve söyleneni mutlu eden bir yalan. Seninle aynı hayalleri paylaşıyoruz, cümlesi ise çıngıraklı yalan. 
Farklı zihinlerde aynı hayaller barınamaz.

27 Aralık 2024 Cuma

BİLMİYORUM


İdil Karaman


Ellerim, ayaklarım bağlı bu odaya
Sorsan özgürüm 
Aklım serbest mi peki?
Hayır
Yığınlara uyum sağlamak zorundayım
Zorundayız
Peki nasıl?
Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum
Peki, bu sorunun cevabını hiç düşündüm mü?
Hayır 
Neden?
Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum

CEVAPSIZ SORU


İdil Karaman


Herkes suskundu. Neden konuşulmuyordu, anlayamamıştım. Oysa biz onları dinlemek için gelmiştik oraya. Onlarca kişi, saatler öncesinden koltuklardaki yerini almıştı. Ben de en ön sıraya oturmuştum. Konferans saati başlamış hatta on dakika da geçmişti fakat konuşmacılardan herhangi bir ses yoktu. Kendi aralarında bile konuşmuyorlardı. Salon zaten sessizdi. Sunum yapacak olan kişiler de ne yapacaklarını bilmiyor gibiydi. Salonda sinek uçsa kanat sesleri duyulacak bir sessizlik hâkimdi. Birkaç dakika daha sessiz kalabilirdim ama sonrasında bu sessizliği ben bozabilecek kadar gerilmiştim. Kimse bir şey söylemiyordu. Boşuna mı toplanmıştı bu kadar insan, boşuna mı zaman ayırmıştım? Bu esnada bakışların bana odaklandığını hissetmeye başladım ama bu manasızdı çünkü ben de herkes kadar sessiz ve hareketsiz bekliyordum. Tüm gürültü zihnimdeydi. Sessizce geriye dönüp baktım, yan tarafımda oturanları süzdüm ve sahnedekilere yöneldi bakışlarım. Evet, herkes bana bakıyordu. Bir süre sonra üzerimde çevrili bakışlar bir tebessümle süslenmeye başladı. Bu tebessümler ürpertici, iticiydi. Giderek tebessümler yerini pis sırıtmalara bırakmaya başladı. Terlemeye başlamıştım ve salondaki sessizlik bozulmaya dönmüştü. Gülüyorlardı artık, hem de yüksek sesle. Bana bakarak gülüyorlardı. Arkamdaki koltuklarda oturanlar, yan koltukta oturanlar, sahnedeki konuşmacalar… Hepsi bana bakıp iğrenç kahkahalar atıyorlardı. 

Yerimden kalkıp salonu terk etmeyi düşündüm. İki elimi oturduğum koltuğun kenarlarına bastırarak yerimden kalkmaya çalıştım fakat kelepçelenmiş gibiydi kollarım. Pranga vurulmuş gibiydi ayaklarım. Hareket edemiyordum oturduğum yerde. Çığlık atmaya çalıştım fakat sesim içimde yankılandı. Dışarıya cılız bir ses bile çıkmadı. Ayaklarımı yere vurmak, ellerimle koltuğu yumruklamak istedim, nafileydi. Birden salon tamamen karanlığa büründü. Sesler çoğaldı, çoğaldı, çoğaldı… Sonra birden kesildi. Hiçbir şey duyamaz olmuştum. Gözlerimi ne zaman kapattığımı hatırlamıyordum. Gözlerimi aralamaya başladım. Gözlerim kamaştı önce aydınlıktan. Usul usul araladım gözlerimi. Her yer sessizdi. Tepemde bir lamba vardı etrafı fazlasıyla aydınlatan. Bir hastane odası olmalıydı burası. Yerimden doğrulmaya çalıştım. Ellerim, ayaklarım, gövdem yatağa bağlanmıştı. Yeniden gözlerimi kapatmıştım ki yanımdaki sesleri duydum ve gözlerimi açtım. Başucumdaki kişi bir doktor olmalıydı. Bana sordu:

-Bugün kendini nasıl hissediyorsun?




DUYGU ÖRTÜSÜ



İdil Karaman


Yüz boyamak denir makyaj yapmaya
Asıl boyanan yüz olmasa bile
Kapatma ihtiyacı sadece görünüş değildir
Duygularını, ifadelerini kapatır insan
Soyut duyguları somut şekilde kapatmak verir rahatlığı
Aradığı konforu orada bulur
Kapatmayı ancak ihtiyacı geçtiğinde bırakır
İhtiyaçları hiç bitmeyeceği hâlde

29 Kasım 2024 Cuma

KARANLIKTAKİ PEMBE

İdil Karaman

Elimde balonum var
Yürüyorum sokakta
Sabah akşam demeden 
Gece gündüz demeden

Balonumun rengi pembe
Issız sokağın tek rengi
Geniş yolda tek başımayım
Hep olduğu gibi

Balonum süzülüyor yukarda
Rüzgâr vuruyor yüzüme
Soluyorum ferah havayı
Yine giderken evinin önüne 

NORMALLEŞME

İdil Karaman

Oturuyorum pencere kenarında yine
Her zaman olduğu gibi
Soran yok hâlimi, hatırımı
Her zaman olduğu gibi

Dışarda dökülüyor kar taneleri
Ürkütücü bir beyaza boyuyor manzarayı
Gözyaşlarım da böyle özgürce süzülse
Rahatlayacak gibiyim

Ama atıyorum içime işte
Her zaman olduğu gibi
Garip gelmez kimseye bu durgunluğum
Her zaman olduğu için

1 Kasım 2024 Cuma

AYDINLIĞI FARK EDİŞ

İdil Karaman


Karanlık, hayattayım sanmaktır. Karanlık sevdiği kişi tarafından görülmez olmaktır. Aydınlığı beklemektir karanlık. Karanlık, ümidi bırakmamaktır. Karanlık, beynin ve kalbin uyuşmamasıdır. Bazen karanlık hep iyi insan olmaktır. Yaşama mahkûm olmak da karanlığın başka bir türüdür. Baskıyı hissetmenin rengi de siyahtır. Kurtulma çabası, karanlıktır. Ölüme duyulan merak da karanlıktan alır büyüsünü. Hangi inanca yöneleceğine karar verememek büyütür karanlığı. 
Başkasının hayatını yaşamak zorunda olmak, karanlıktır. Hayallerin, hayal olarak kalması karanlığa sürükler insanı. İhtiyaç olandan korkmak da karanlıktır. Üzüntüyü dışarıya yansıtmamak içimizdeki karanlığı büyütür. Yenilgiyi kabul etmek, karanlığa gömülmektir biraz da. Karanlık, hayallere âşık olmaktır belki de. Aslında ışığı fark etmektir karanlık. Karanlık, aydınlığı da kapsayan sonsuzluktur. 

ŞİZOFRENİ

İdil Karaman


Romanlara, filmlere, efsanelere çok ilgi duyan biriydi. Ergen muhabbetlerinin yapıldığı  ortamlarda o, hayali kahramanlardan bahsederdi. Arkadaşları onu pek dinlemez, anlattıklarını ilginç bulmazdı ama kendisi bundan rahatsız da değildi. Onun için bu konular çok daha ilgi çekiciydi. En azından kendisine ayrı bir dünya kurmuş ve o dünyada farklı şeyler düşünür, yaşar olmuştu. Âşık olduğu karakterlerin gerçek olmaması onun için normal bir durumdu çünkü bu dünyayı o kurmuştu. 
Her gece olduğu gibi o gece de romanını okuyup yatağa uzanmıştı. Okumadan geçen gün onun için karanlık demekti.  Üzerinde bir kurgusal karakter bulunan yaklaşık bir metre uzunluğundaki yastığına sarılıyordu. Bu da her gece uykuya dalmadan önce yaptığı eylemlerden biriydi. Perdesi kenara doğru sıyrılmış pencereden yıldızları, ayı seyrediyordu bir yandan. Uykuya dalacaktı ta ki pencerenin ardında ilgi çekici bir şey görünceye kadar. Pencerenin ardında hareketli bir figür vardı. İzlediği filmlerden, okuduğu kitaplardan gördüğü, bildiği bir karakterdi bu resmen. Odası kadar kanatları olan, upuzun kuyruklu bir şey… Pencereden çok uzaktaydı gördüğü bu figür ama büyükçe olduğu belliydi. Bu gördüğü şeyi yalnızca bir ejderhaya benzetebiliyordu. Dikkatlice bakmaya çalıştı; evet, matlaşmış yeşile çalan gözleriyle bu bir ejderha olmalıydı. 
Artık sohbet esnasında arkadaşlarına anlatacağı yeni bir şey vardı. Ejderhayı izledi, izledi. Bir süre sonra ejderha, yerini karanlığa bırakarak kayboldu. Ejderha gözden kaybolduğunda hâlen onu düşünüyordu fakat sonunda bunu bir sır olarak saklamaya ve çevresindekilere anlatmamaya karar verdi. Ona inanmayacaklarını ve iyice kafayı bozdun sen, diyeceklerini biliyordu. 
Bu anıyı kendisine sakladı. Gördüğünün gerçekliğini sorgulamaya başlamıştı ki derin bir uykuya daldı. 



BİR ÇİFT KÜRE

İdil Karaman


Gözleriydi hayal
Hayatta tutan can simidi
Orman kadar sonsuz
Okyanus kadar derin
İnsan hasta olabilir miydi gözlere
Sadece bir çift göz
Ormanlar kadar yeşil
Uzay kadar uçsuz, bucaksız
Bir çift göz için hissedilebilecekleri anlatsam anlar mıydı bu duvarlar, 
Onların dışında her şeyin gölgeye düşmesini?
Belki ölmek için işe yaramazdı bunlar
Onların karanlığında yaşamak daha zorken

AKLIMDA DELİ SORULAR

İdil Karaman

İnsan duygularını gösterebilir miydi?
Duyguların göstergesi miydi gözler
Yoksa en büyük yalancı mı?
Anlayamıyorum.

Ağız, içindeki duyguları söyleyebilir miydi?
Çırılçıplak yansıtabilir miydi hisleri?
Yoksa sadece konuşur muydu?
Anlayamıyorum.

Hayat mıydı duyguların olduğu?
Duygular mıydı bizi hayatta tutan?
“İyiyim” derken miydik gerçek deli
Kötü olduğumuz hâlde

11 Ekim 2024 Cuma

KIVILCIM

 İdil Karaman


Saatlerdir masamın başında oturuyordum. Kelimeler birer birer tepemde uçuşuyor ancak onları tutup anlamlı bir cümle kuramıyordum. Bir kuş olsaydı zihnimde uçuşan onu tutup yazabilirdim ama kelimeleri yakalayamıyordum. Kanatları yoktu kelimelerin belki de bu yüzden yakalayamıyordum. Kuş olsaydı zihnimde uçuşan ihtimal aynı türde kuşlar olurdu fakat kelimeler öyle değil. Her biri farklı bir renk, farklı bir boyut. 

Saatlerdir masamın başında oturuyordum. Kelimeleri tam tutacakken bazen bir telefon bildirimi ürkütüyordu onları bazen dışardan geçen bir araç sesi. Bazen üst kattan gelen sakin adım sesleri bazen damlatan bir musluk sesi. Dikkatimin dağılması bu kadar mı kolaydı, yoksa bende bir sorun mu vardı? Yazmak, bu kadar zor olmamalıydı. 

Konuşurken ne kadar rahattım oysa. Birilerine anlatırken bir olayı, birilerine aktarırken düşüncelerimi su gibi akıyordu kelimeler ancak masamın başına elimde kalemle geçince tıkanıyordum. Trafikte sıkışmış yeşil ışığı bekleyen bir araç gibi hissediyordum kendimi. Asla yanmayan bir yeşil ışık. O ışık dakikalarca, saatlerce, günlerce, aylarca yanmayacak ve ben orada öylece kalacağım diye düşünüyordum. Belki de yeşil ışık yanıyordu lakin ben fark etmiyordum. Önümdeki büyük araçlar engel oluyordu yeşil ışığı görmeme ve o büyük araçlar park etmişti. 

Yazmak zorunda mıydım? Kendimi bu kadar yormak zorunda mıydım? Yorucu muydu yazmak yoksa şimdi mi yorucu geliyordu? 

Yazmak zorundaydım. Zihnimi bir yere boşaltmam gerekiyordu bu kahrolası dünyanın boğuculuğundan kurtulmak için. Bir kağıt ve bir kalem yeterliydi arınmaya bu dünyanın karanlığından. Zihnimde küçücük bir kıvılcım gerekiyordu bu karanlığı aydınlatacak bir meşaleyi tutuşturmaya. O kıvılcım aydınlatmaya da yeterdi her yeri yakıp kül etmeye de.  Ama bu kıvılcım yoktu. Saatlerdir masamın başında oturuyordum ve bu kıvılcım bir türlü gelmiyordu. 

Düşünüyordum ve başa dönüyordum. Düşünüyordum demek yanlış, düşünmeye çalışıyordum. Pek başarılı değildim. Hayatta başarılıydım oysa. En azından öyle olduğumu söyleyenler çoktu. Yazarken neden mağlup oluyordum? Mağlubiyet sayılır mı bu? Tek seferlik bir mağlubiyet. Yazmam gerekliydi bunu aşmak için. Sayfalar dolusu yazabiliyorken nasıl bu hale gelmiştim? 

Birdenbire gelmiştim buraya. Aşama aşama olsa önlem alırdım belki de. Hazırlıksız yakalanmıştım. Gece yarısı karanlık yolda yürürken aniden bir çukura düşer gibi düşmüştüm buraya. Kendi kendime çıkamayacağım derin, zifiri bir çukur. Kökler geliyordu ellerime yukarıya doğru uzandıkça. Tutundukça kopup elimde kalan ıslak kökler. Toprak kokusu geliyordu karanlığın içinden. Dünyanın boğuculuğundan kaçmaya çalışırken daha boğucu ve karanlık bir yere hapsolup kalmak… Buraya kendi kendimi getirmiştim. Ben getirmiştim kendimi ruhumun ellerinden tutarak. 

Saatlerdir masamın başında oturuyordum. Masam dikdörtgen biçimde ve siyah. Penceremin kenarındaydım. Bazen dışardaki manzara bazen de masamın üzerindeki eşyalar… Normalde bana ilham olan her şey şimdi yazmama engel olan unsurlara dönüşüyordu. 

Belki de bir yazar gibi düşünmeye başlamalıydım. Bir yazar sayfalar dolusu yazı yazdığı günlerde böyle şeyleri bir engel olarak düşünmez ve yazı malzemesi olarak kullanır. Bir yazarı yazar yapan da buydu. Yazmak istiyorsam yapmam gereken de buydu. Saatlerdir masamın başında oturuyordum, oturduğum yeri değiştirerek yazmaya başlamalıydım. 

Merhaba kıvılcım. 


27 Eylül 2024 Cuma

ZAMAN TÜNELİ

 Ezgi Budak, Akın Eliş, İdil Karaman
Antrenmandan çıkmış, yorgun argın evine doğru gitme çabasındaydı. Haftada dört gün antrenmana katılması gerekiyordu. İlk zamanlar hayli yorucu oluyordu bu sıkı tempo fakat artık bünyesinin alıştığını hissediyordu. Önceleri, antrenman dönüşü sadece uyukluyor, uzanıyor, dinleniyordu şimdilerde ise dönüşte hayata kaldığı yerden devam edebiliyordu. Otobüs durağına yakındı spor salonu. Otobüs, yarım saatte bir ancak geliyordu. Çok kalabalık olmuyordu çünkü şehrin sakin bölgelerinden birinde oturuyordu. Hatta yürüyerek de gidebilirdi lakin akşam karanlığında bu sakinlik bazen korku verebiliyordu. Durağa ulaştığında saatine baktı. Otobüs gelmek üzereydi. Bu durağa yalnızca onun oturduğu bölgeden geçen otobüsler uğrardı ve durakta da henüz kimseler yoktu. Birkaç dakika sonra durağa yaklaşan otobüsü fark etti ve binmek için kendisini hazırladı. Otobüsün üzerindeki güzergah ve numaralara dikkat etmeden eve bir an önce ulaşmak isteğiyle otobüse bindi. Kimseler yoktu otobüste ve önce kendisine rahat bir koltuk seçti. Zaten fazla yolcu olmayacağını tahmin ediyordu. Birkaç adım attıktan sonra sağ tarafta bulunan koltuğa oturdu. Kendisinden başka binen yolcu yoktu. İhtimal ilerdeki duraklarda birkaç kişi daha binecekti, hepsi bu kadar. Otobüs, beklemeden hareket etti. Bu, onun için iyiydi. Bir an önce evine ulaşacağı anlamına geliyordu. Bir süre dışarıyı seyretti. Hava çoktan kararmış, insanlar telaşla bir yerlere gidiyordu. Tam gözleri dalacaktı ki dışarısının tamamen karardığını fark etti. Bir tünele girmişti otobüs ve her zamanki yolu üzerinde bir tünel yoktu. Acaba yanlış otobüse mi bindim, diye düşündü ama bu durağa farklı bir otobüs gelmezdi ki. Tünel hayli uzundu. Farklı bir yoldan gidiyordu demek ki şoför. Artık yorgunluğunu hatırlamaz olmuştu. Yolun uzaması demek, evine geç ulaşması demekti. 
Tünel nihayet bitmişti. Otobüs yavaşladı ve daha önce hiç görmediği bir durakta durdu. Hayli kalabalıktı durak. İnsanlar otobüse hücum ediyordu. Tüm otobüs tıka basa insan dolmuştu. Kimse konuşmuyor, ses etmiyor, sadece karşıya bakıyordu. Endişesi artmıştı. Şoföre giderek otobüsün güzergahını sormak istedi fakat döndüğünde koltuğunu kaptırabilirdi. Bir süre otobüs böyle ilerledi ve yeniden bir tünele girdi. Bu kez yalnızca dışarısı değil otobüsün içi de karanlıktı. Neyse ki çok uzun sürmemişti tünel yolculuğu. Tünelden çıktıklarında otobüsün boş olduğunu fark etti. Otobüs herhangi bir yerde durmamıştı. Tünele girmeden önce tıklım tıklımdı ve tünelden çıkınca bomboş. Buna anlam veremedi. 
Belki de uyumuştu yorgunluktan ve şu an bir rüyadaydı. Belki de uyandığında inmesi gereken yeri geçmiş olacaktı. Bu bir rüya ise uyanması gerekliydi. Ayağa kalkmayı düşündü. Kalkabiliyordu. Şoföre doğru ilerledi ve sordu:
-Af edersiniz, bu otobüs Kılavuz Mahallesi’ne gitmiyor muydu? Biz şu an neredeyiz? Nereye doğru gidiyoruz. 
Şoför:
-Şu an çok önemli bir görevdeyim. Test sürüşü yapıyorum. Ben müsait olduğumda sizi arayacağım.
Bu, beklemediği bir cevaptı. İyice yaklaşınca şoförün elinde kocaman bir çevirmeli telefon olduğunu fark etti:
-Araç kullanırken niçin telefonla konuşuyorsunuz, ben size bir soru sordum, dedi.
Şoför, onu duymamış gibi yola bakıyordu. Hatta otobüs boşmuş gibi davranıyordu. 
Yeniden oturduğu yere gitmek için arkasını döndüğünde otobüsün tıka basa insanla dolu olduğunu fark etti. 
Bu esnada şoförün telefonu çalmaya başladı. Şoför elini cebine attı ve son derece şık bir cep telefonu çıkardı. Telefonun ışığından tüm otobüs aydınlanmıştı. Şoför:
-Testimiz galiba olumlu sonuçlanacak. Şu ana kadar farklı zamanlara ve farklı mekanlara ulaştım. Zaman tünellerinden başarıyla çıktım. Bu otobüsle yolculuk yapmak için insanlar servet ödeyecek, dedi. 
Telefon konuşması henüz bitmişti ki yine her yer karardı. Otobüsün içi de karardı. Tünelden kısa bir süre sonra çıktı otobüs. Dışarıya baktı, Kılavuz Mahallesi’ydi burası. Otobüs, tam durağın önünde durdu. Kapı açıldı. Aşağıya indi ve hızla kaybolan otobüsün ardından uzun uzun baktı. 
Belki de antrenman sayısını azaltmalıydı. 

YENİ HAYAT

 İdil Karaman
Üç yıldır burada yaşıyordu, yaşamak denirse. Dört duvar ama duvarlar da yastık duvar. Tepedeki beyaz ışık beyaz, yastık duvarlara vuruyor ve içerdeki beyazlığın tonu daha da artıyordu. Bu beyazlığın içinde olmak dayanılmaz bir şeydi onun için. Bu yüzden çoğunlukla gözlerini kapatıyor ya da kısarak bakıyordu. Odasına arada sırada gelen kişilerin yüzlerinde maskeler, ellerinde eldivenler oluyordu. Sadece bir şeylere bakıp, kontroller yapıp gidiyorlardı. Onu buraya niçin getirmişlerdi, bilmiyordu. Buradan ne zaman çıkabilecekti, bilmiyordu. Hangi yılda, hangi ayda, hangi günde olduğunu da bilmiyordu. Ara sıra sesler duyuyordu, belli belirsiz sesler. Bazen çığlığa, iniltiye, fısıltıya benzeyen sesler. Bu sesler belki de kafasının içinden geliyordu. Kaynağı olmayan seslerdi bunlar. Bunca beyazlığın içinde silüetler beliriyordu kimi zaman. Simsiyah silüetler. Odasına girip çıkan diğer insanlara benzemiyordu bu silüetler ve belki de onlar da kafasının içindeydi sadece. 
Kollarını hareket ettirmeyeli ne kadar olmuştu, bilmiyordu. Ellerini kullanmayalı ne kadar olmuştu, bilmiyordu. Tırnakları uzamış mıydı? Tırnaklarını kim kısaltıyordu, ne zaman kısaltıyordu? Kolundaki saati çalışmaya devam ediyor muydu? Neyse ki ayakları serbestti ve yürüyebiliyordu. Buna yürümek denirse… Dört duvar arasında bazen bir yerlere çarpıyor, bazen daire çizmeye çalışıyordu fakat kolları, elleri sallamadan yürümenin ne anlamı vardı ki? Ellerini hissetmeye çalıştı. Parmaklarını oynattı. Saati kolunda değildi bunu fark etti. Düşünmeye başladığı anda uykusu geliyordu. Biraz fazla hareket ettiğinde odaya birileri girip çıkıyor ve ardından hemen uyuyordu.
Sırf başkalarının göremediği şeyleri gördüğü için ve duyamadığı şeyleri duyduğu için kendisine “deli” denilmesini anlayamıyordu. Farklı olmak bu kadar kötü müydü? Görmeyen ya da sağır olan insanlar neden diğer insanlara bir isim, lakap takmıyorlardı? Birilerinden fazla görmenin ya da duymanın nasıl bir zararı olabilirdi ki? Elinden alınan bir şeyler vardı. Elinden alınan çok şey vardı. Elinden her şey alınmıştı. Elinden özgürlüğü alınmıştı. Adı hapishane değilse de hapishaneden daha beter bir yerdeydi. Evet, burası belki de cehennem dedikleri yerdi. Ölmüş de cehenneme mi düşmüştü, yoksa ölmeden cehenneme mi koymuşlardı onu?
-Ne zaman çıkacağım buradan, ben iyiyim, lütfen kapıyı açın, diye bağırmak istedi. Bağırmaktan öte cılız bir iniltiye dönüştü bu cümleler onun dudaklarından. Duymazdan geliniyordu. Her zaman böyleydi. Ne sorularına cevap alabilirdi ne de istekleri yerine getirilirdi. 
Üç yıldır burada yaşıyordu, yaşamak denirse. Belki de otuz yıldır burada yaşıyordu. Belki de üç yüz yıldır ama önceki hayatına dair bir şeyler hatırlıyordu zaman zaman. Buraya gelmeden önce bir hayatı olmalıydı. Nasıl bir hayattı bu? Kaç yaşındaydı, hangi şehirde, hangi ülkedeydi? Akrabaları var mıydı? Hobileri var mıydı? Yaşadığı şehirde deniz var mıydı? Eskiden diğer insanlar gibi miydi? Peki, diğer insanlar nasıldı? Sorular bir yerde bitiyor ve sancılar başlıyordu. 
Kapının önündeki gölgeleri görebiliyordu onca beyazlığın içinde ve yine kapı önünde gölgeler vardı. Kapı açıldı, içeriye giren kişilerin ilk kez yüzlerinde maske ve ellerinde eldiven yoktu. Şaşırdı. Yaşadığının farkına vardı birdenbire. Kendisine tebessümle yaklaşan biri kollarının bağını çözdü ve omuzlarını hafifçe okşadı:
-Hareket ettirmen lazım ellerini, kollarını, dedi. 
Çözülen ellerine baktı. Parmaklarını inceledi bir yabancının parmakları gibi. İncecikti parmakları. Avuç içine baktı. Çizgiler ne kadar derinleşmişti. Kesik kesik çizgilerle doluydu avuç içleri. Kolundan tutan iki kişi ile birlikte odadan dışarıya çıktı. Koridor renkli ve hareketliydi. Beyazdan başka bir şey görmeyeli çok olmuştu. İçi kıpırdadı birden. Konuşmak, yürümek, hatta koşmak istiyordu. Nihayet dış kapıya ulaştılar. Güneşi gördü. Kaç zamandır unuttuğu güneşi. Fakat bakamıyordu. Ağaçlar yeşildi. Yollar kalabalıktı. Merdivenden aşağıya indi. Kolları iki yanda salınıyordu. Ellerini ceplerine koymak istedi. Bu onun için büyük bir keyifti. Ellerini ceplerine yerleştirdi. Derin bir nefes aldı ve gökyüzüne baktı. Yaşıyordu. Dünyadaydı. Dünyaya yeni gelmiş gibiydi. Yeniden doğmuş gibiydi. Önünde yaşanılması gereken bir hayat onu çağırıyordu. 

21 Aralık 2023 Perşembe

SIRADAN BİRİNİN SIRADAN HİKAYESİ

     İdil Karaman
    Akşam vaktinin üzerinden hayli zaman geçmiş gece vakti başlamıştı. Kış mevsiminde geceler uzadığı için hayli sıkıcı geliyordu ona. Tüm işlerini gece başlamadan bitirebiliyor, geç yatmasına rağmen uykusunu da alıyordu. Gündüzler ise yok gibiydi. Çabucak bitiyordu. Bu şehre alışmaya başlamıştı. Üstelik kendisine bir de iş bulmuştu. Hem okul, hem iş biraz yorucuydu kendisi için ama buna mecburdu. Tek başına ayakları üzerinde durabilmek onun için önemliydi. Bu gece yapacak hiçbir işi yoktu. Kendisine bir kahve yaptı, kitaplığından epeydir okumayı düşündüğü Haikyuu adlı kitabı seçti ve okumaya başladı. Ne kadar huzurlu ve güzel bir gece diye düşündü içinden. Kahvesi, evi, kitabı vardı. Daha ne olsundu. Haikyuu’nun sayfaları arasında dolaşırken koltuğunda uyuyakaldı. Uyandığında sabah olmuş, okula gidiş saati gelmişti. Uykusunu almıştı ama yine de koltukta uyuduğu için boynunda biraz ağrı vardı. Hazırlandı ve okul yoluna düştü. 
    En sevdiği dersler programına göre bugündü. Güzel Sanatlar Fakültesinde zaten tüm dersler güzeldi. Kafasında yine huzur ve sadelik düşünceleriyle okuluna ulaştı, derslerini dinledi ve ardından iş yerine gitmesi gerekiyordu. İş yerine ulaştığında çantasını bir kenara koyarak iş kıyafetlerini giyindi. Akşam oluncaya kadar burada çalışıyordu. Bir kafeydi burası ve kimi zaman çok yorucu kimi zaman ise tenha oluyordu. Tenha vakitlerini daha çok seviyordu burasının çünkü kendisine zaman kalıyordu. Bugün de tenha bir gün olacak gibiydi. Birkaç saat çabucak geride kaldı ve evine gitmek üzere yola çıktı. Bir süre yürüdükten sonra takip edildiğini hissetti ve aniden durup geriye doğru baktı, kimsecikler yoktu. Sağa sola dikkatle baktı yine kimseyi göremedi. Evi ile iş yerinin arası yarım saat kadardı ve daha yolun yarısındaydı. Ne yaparsa yapsın birisinin kendisine baktığı hissinden kurtulamıyordu. Adım başı geriye dönüyor, bakıyor ama kimseyi göremiyordu. Daha önce hiç yaşamadığı bir durumdu bu ama yine de korkmuyordu çünkü kendisini savunacak yetenekleri vardı. Takip edildiği hissinden uzaklaşmak için farklı şeyler düşünmeye çalıştı. Yaz mevsimini hatırladı, ailesinden ne kadar süredir uzak kaldığını düşündü. Kardeşinin lüzumsuz şakalarını hatırladı. Ne yaparsa yapsın her adımda kendisini takip eden birinin olduğu hissinden kurtulamadı. 
    Nihayet evine ulaşmıştı. Hızla içeriye girdi ve kapısının anahtarını üç kez döndürdü. İlk kez yapıyordu bunu. Normalde bir kere döndürürdü. Biraz dinlendikten sonra çizim ödevlerini yapması gerektiğini hatırladı ve masasına oturdu. Bir süre sonra tıkırtılar duymaya başladı. Kalktı ve odaları, mutfağı kontrol etti. Nereden geliyordu bu tıkırtılar? Dikkatle dinlediğinde pencereden geldiğini fark etti. Perdeyi araladı ve pencerenin kenarında küçük sarı bir kedinin bu sesleri çıkardığını gördü. Kedileri severdi. Pencereyi açtı ve içeriye aldı kediyi. Önüne yiyeceği bir şeyler getirdi. Üşümüştü kedi. Altına koyduğu minder üzerinde kedi uykuya dalmıştı. O da kediyi izlerken uykuya daldı.  

30 Kasım 2023 Perşembe

HEDEF

    Yeni yıl yaklaşmıştı. Sokaklar, caddeler rengarenk ışıklarla süslenmiş insanları tatlı bir telaş almıştı. Çünkü yeni yılın kutlanacağı ilk ülkede yaşıyorlardı. 
    Yeni bir yaşa gireceği için mutluydu çünkü 1 Ocak aynı zamanda doğum günüydü. Doğum günü kutlamasının yılbaşı kutlamaları ile aynı anda olması ona bu günü daha da anlamlı hale getiriyordu. Kendisine gelecek hediyeleri günler öncesinden merak etmeye başlamıştı bile. Yaklaşan tatil nedeniyle sınavlar peş peşe yapılıyordu. Aldığı notlardan sıkılır olmuştu. Kendisini tek mutlu eden şey tatil hevesi ve yılbaşı kutlamalarını düşünmekti. Bu düşüncelerle metroya doğru yürümüştü ve nihayet durağa gelmişti. Durak her zamanki gibi kalabalıktı ve kimse kimsenin farkında değildi. İnsanların hemen hepsinin elinde kitapları vardı ve kimileri ayakta kimileri oturur vaziyette kitaplarına dalmışlardı. Ne okuyorlardı? Okumayı onlar için bu denli gerekli kılan şey neydi? Okumak bir uyuşma biçimi miydi yoksa düşünceyi geliştirme yöntemi mi? O, kitap okumazdı, kitap okuyan insanları okurdu. Yüzlerine bakar, onların hikâyesini düşünür, yaşlarına göre tahminlerde bulunurdu. Mesela şu az ilerde elindeki kalın kitaba gömülmüş yaşlı kadın, ihtimal tek başına yaşıyordu. Evinde muhakkak kendisi gibi yaşlı bir kedisi vardı. Bu düşünceden sonra kadının ellerine baktı. Tahmini doğruydu, ellerinin üzerinde küçük çizikler vardı. Önce uğultusu ve rüzgarı ardından metronun kendisi geldi. Zaten dolu olan metroda kendisine yer bulmakta biraz zorlandı ama kendisini içeri atmayı başarmış hatta oturacak yer de bulmuştu. Yerine oturduktan sonra etrafına bakındı ve telefonuna gömüldü. Yaşlı kadınlar, erkekler ayakta yolculuk yapıyor olmaktan şikâyetçi değillerdi. Birkaç dakika sonra karşısında oturan adamdan tuhaf bir kokunun kendisine doğru yayıldığını hissetti. Adama dikkatle birkaç saniye bakınca göz göze geldiler. Garipti… Adam da kendisine garip bakıyordu. Bu bakışı bir yerlerden tanıyordu. Yolculuk boyunca bir daha bakamadığı bu yüzü nereden hatırladığını düşünerek evine ulaştı. Biraz dinlendikten sonra resim çizmeye karar verdi ve metrodaki adamın yüzü aklına geldi. Bilinçsizce kağıt üzerinde kalem hareket ediyor, anlamsız desenler çiziyordu. En sevdiği anime karakteri Douma’yı çizmekte karar kıldı. Resim son haline yaklaştığında metrodaki adamı nereden hatırladığını bulmuştu. Kalemi masaya bıraktı. Çizdiği Douma’nın resmine baktı. Evet, metrodaki adamın bakışları Douma’nın bakışlarıydı.  
    Ertesi gün okuluna gittiğinde bahçe kenarında dün metroda gördüğü adamı yine gördü. Adam boş boş bir tarafa bakıyordu. Merakla adamın baktığı yöne baktı o da. İlerde şapkasından yüzü görünmeyen bir adam vardı. Yüzünü merak ettiği kişi Kibutsuji Muzan’dı. 

28 Eylül 2023 Perşembe

YASTIK

 İdil Karaman
Bu sabah sarılma yastığıma sarılırken
Ona sordum:
Alarmın sesi sence de çok iğrenç değil mi?
Yastığım bana daha sıkı sarıldı:
O zaman gitme bugün okula, dedi.