doğa uzunpınar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
doğa uzunpınar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2025 Cumartesi

SICAK BİR DOSTLUK

Doğa Uzunpınar

Soğuk bir sonbahar günüydü. Yapraklar sararmış, ağaçlar kurumaya başlamıştı. Elida, evindeki şöminenin önünde televizyon izliyordu. İzliyordu izlemesine ama çok uzun süredir ekranın başından kalkmıyordu. Annesi Elida’nın çok uzun zamandır televizyon izlediğinin farkındaydı:
-Elida, sence de çok uzun zamandır televizyon izlemiyor musun, diyerek kızını uyardı. 
Elida, kapıdan onu izlemekte olan annesine baktı:
-İyi ama televizyon izlemek dışında başka ne yapabilirim ki?
-Mesela dışarı çıkabilirsin.
Elida, şöminenin çaprazındaki cama, sonra da annesine baktı. Annesi ona gülümsüyordu. Oflayıp puflaya da olsa Elida sonunda kalktı ve odasına gitti. Üstünü değişti, montunu giyindi ve dışarı çıktı. Ona göre yürüyüş yapmak, hem yorucu hem de sıkıcıydı. Aklından bunları geçirirken yürüyüş yapacağı parka ulaştığını fark etti. Parka girdi ve yürümeye başladı. Ayağının altındaki yaprakların çıkardığı hışırtılar Elida’nın yüzünde gülücükler oluşturuyordu. Rüzgarın uğultusu sanki onunla konuşuyordu. Aslında yürüyüş yapmak zevkli gelmeye başlamıştı. Tam o sırada ani bir fırtına çıktı. O kadar çok üşümüştü ki parkın içindeki kafeye doğru koşmaya başladı. Elida donmadan kafeye varmıştı. Artık üşümüyordu. Etrafa bakındı, camın önünde oturmuş bir kız gördü. Kız cama dokunuyor ama bir yandan da üzgün görünüyordu. Elida o kızın yanına gitti. Kız siyah bir gözlük takıyordu. Merhaba, dedi Elida o kıza. Kız da aynı şekilde karşılık verdi. 
-Ben Sıla, senin adın ne, diye bir soru sordu. 
-Ben Elida, tanıştığıma memnun oldum. 
Kızın yüzü biraz da olsa gülmüştü. 
-Neden üzgünsün, dedi Elida.
-Keşke senin gibi görebilsem, diyerek Elida’nın sorusunu cevapladı Sıla. 
Elida anlamıştı. Sıla görme engelliydi ama ne yapacaktı? Ne yapması gerekiyordu? 
-Hımm…  bu kötü bir şey olmalı. Umarım bundan sonrasında her şeyi görebilirsin. 
-Umarım, dedi Sıla. 
Yine üzgündü. Elida Sıla’ya:
-Konuşarak oynanan çok güzel bir oyun biliyorum, oynamak ister misin, dedi. 
-Olur, diye karşılık verdi Sıla. 
İşte o gün Elida ile Sıla en yakın arkadaş oldular. Dışarda fırtına devam ediyordu ama sıcacık bir dostluk başlamıştı. Engelsiz bir dostluk. 

YAZ

 Doğa Uzunpınar

Yaz eğlence demektir
Mutluluğun ikinci ismidir
Okulun sona ermesiyle
İki ay bitmeyen bir süredir

Dondurma mevsimidir
Çocukların eğlencesidir
Anlatması çok zor olan
Zevkli geçen bir süredir

4 Ocak 2025 Cumartesi

DUYGU HAPİSHANEM

Doğa Uzunpınar

1. Bölüm: Ben
Herkes bana duygusuzsun, karamsarsın ve tepkisizsin diyor. Hâlbuki ben bütün duygularımı yaşıyorum. Dışımdan karamsar olabilirim ama aslında iyimserim. Tepkisiz değilim. Yalnızca tepkilerimi göstermeyen biriyim. Beni neden böyle görüyorlar ki? Hayatın farkındayım. Kötü şeylerden haberdarım. Bu yüzden mutlu olamıyorum. Acıların ağrısı çok ağır geliyor. Yaptıkları hataları düzeltmek yerine böyle sorular sormaları beni çok kızdırıyor. Onlar kim mi? Herkes… Herkes aynı. Hiç kimsenin en ufak bir farkı yok. Herkes, herkesi olumlu veya olumsuz eleştiriyor. Bu da benim duygularımı sarsıyor. Bu sebeple beni böyle görüyorlar. Duygu hapishanemdeki klasik bir günüm, işte her günüm bu düşüncelerle başlıyor. Her gün bana özel yapılmış olan bir hapishanede oturuyorum ama koruyucu olarak değil, suçlu olarak. 

2. Bölüm:  Hapishanem
Gündüzleri benim için özgürlük demekti. Hapishaneden çıktığım zaman çoğunlukla gündüz oluyordu. Bu her zaman değişiyordu. Ben ne zaman uyanırsam çıkıyordum hapishanemden. O yüzden uyumaktan nefret ediyorum çünkü rüyalarım aslında rüya değil, hapishanemde yaşadıklarım.
Şimdi size hapishanemden bahsetmek istiyorum. Burası her hapishane gibi gri duvarlardan oluşmuyor. Burası rengarenk. Oturduğum hapishane odasının rengi ben hangi duyguyu hissediyorsam ona göre değişiyor. Örneğin sevinçliysem sarı, mutsuzsam mavi, kızgınsam kırmızı oluyor duvarın rengi. Bu pek çok kişinin hoşuna gidebilir ancak benim hoşuma gitmiyor. Duvarın renk değiştiriyor olmasının bir anlamı yok. Neticede burası halen bir hapishane. Çıkışı olmayan bir hapishane. 

28 Aralık 2024 Cumartesi

ARKADAŞ



Ekin Akçay
                        Doğa için...

Bir arkadaş olmalı
Başlangıçtan beri yanında duran
Sana sıcacık bir bakış veren
Selamı ile yüzleri güldüren

Bir arkdaş olmalı
Suluğunu her zaman yere koyan
Çantası ne zaman yırtılıcak diye bakan
Bastonuyla taklit yapan

Bir arkadaş olmalı
Her bakışında dürüstlük olan
Her kelimesinde sevgi olan
Adı Doğa olan


EKİN

Doğa Uzunpınar

                           Ekin için...
Bilsem'e başladığım ilk yılda
Tanışmıştım onunla
Gülümsemesiyle
Alıştım hemen ona

Ekin'di onun adı
Biriktirdik onunla pek çok anı
Çıkardık onunla
Yaşadığımız her anın tadını

Sırlarımızı verdik
Birbirimizi çok sevdik
Onunla yaşadığımız her anı
Mutlulukla geçirdik


21 Aralık 2024 Cumartesi

MAVİ

Doğa Uzunpınar


Mavi nedir ki
Gökyüzünün rengi mi
Denizin güzelliği mi
Yoksa hayatın kendisi mi

Güzel bir renk mi mavi
Neyi temsil eder
Bir kuşu mu, yoksa beni mi
Belki de sonsuzluğun ta kendisi

Mavi bayrak olur mu
Veya bir kuğu
Belki bir umut
Belki de mutsuzluktu

Neyi temsil eder mavi
Hüznü mü, gökyüzünü mü
Yoksa bir gölü mü
Bana göre hayattaki her şeyi

Mavi, diyorum
Herkesin hayatında en az bir tane olmalı

14 Aralık 2024 Cumartesi

BİZ


Doğa Uzunpınar

Biz kelimesi ne demek
Arkadaşımla ben mi
Ailemle ben mi
Yoksa tanımı olmayan
Belirsiz bir eylem mi

Biz kelimesinin çoğul karşılığı
Sayısı binlere ulaşan bir çoğulluk
Hayatın tamamı
Biz kelimesini kapsıyor olmalı

Biz, biz isek anlamlı
Biz, bir isek anlamlı
Birlikte değilsek 
Biz kelimesi olmamalı 

NERGİS



Doğa Uzunpınar

Yunan mitolojisinde
Kendisine âşık olan
Kim olduğunu anlamayan
Bir kişi var adı Narkissos olan

Narkissos ölüyor
Öldüğü yerden çiçekler çıkıyor
Çıkan çiçeklerin adını ise
İnsanlar nergis koyuyor 
Günümüzün nergisleri
İşte böyle bulunuyor
Nergisin çıkışı 
Bize böyle anlatılıyor

7 Aralık 2024 Cumartesi

BİR DOSTLUK HİKAYESİ

Doğa Uzunpınar

Soğuk bir kış günüydü, sokakta oyun oynayan çocukların mutlu sesleri hemen hemen bütün evlerden duyuluyordu. Bu sesleri duyan yetişkinlerin yüzünde de ayrı bir mutluluk vardı. Kar neredeyse otuz santimetre yağmıştı ama buna rağmen yağmaya devam ediyordu. Sanki çocukların mutluluğunu görünce daha çok yağmak istiyordu. 
Dışarda oyun oynayan çocuklardan biri de Ayla’ydı. Ayla, 6 yaşında olan, kahverengi gözlü ve kumral saçlı bir çocuktu. Bir kardan adam yapmaya çalışıyordu. Ancak kendisinden büyükler, sürekli kardan adamını bozuyordu. Ayla da her seferinde bir kez daha yapıyordu. Annesi onu camdan izliyordu ama bir şey söylemiyordu. Bir ara büyükler Ayla’nın kardan adamını tekrar bozdular. Ayla bu kez sinirlenip eline biraz kar aldı. Onu yuvarlayıp bozan kişiye fırlattı. Kar topu attığına bir süre sonra çok pişman olmuştu çünkü bozan kişi, Ayla’nınkinden çok daha büyük bir kar topu almış ve Ayla’ya fırlatmaya çalışmıştı. Ayla kaçarken buzda ayağı kaymış ve yere düşmüştü. Düştüğü an, kardan adamını bozan kişi de o kar topunu suratına atmıştı. Annesi koşarak dışarı çıkmış ve kar altında ağlayan kızını kurtarmaya çalışmıştı. Ayla, kar altından çıktığı zaman halen ağlıyordu ve ayak bileğini tutuyordu. Annesi arabayla Ayla’yı hemen hastaneye götürdü. Ayla, ayak bileğini kırmıştı. Uzunca bir süre hastanede yatması gerekiyordu. Okulu da kaçıracaktı, karı da. Dışarda gülüp eğlenmek varken o, pencereden izliyordu bütün eğlenceyi. Bir hafta boyunca bu böyle devam etti. Bir hafta sonra en yakın arkadaşı onu ziyarete gelmişti. Ayla’nın yüzü, ayak bileği kırıldığından beri ilk kez gülüyordu. O günden sonra en yakın arkadaşı Lina, her hafta onu ziyarete gelmeye başladı. İki ay sonra Ayla hastaneden taburcu edildi. Artık Ayla da Lina’yı ziyarete gidebilecekti. Ayla ve Lina, ilkokulu bitirene kadar en yakın arkadaş olarak kaldılar. Ancak 5. Sınıfa geçerken Ayla’nın babası İngiltere’de bir iş bulmuştu. Oraya gitmeleri gerekiyordu. Ayla okulun son gününde Lina’ya sarılarak ağlamıştı. Lina da ağlamıştı. Ayrılık, onlar için çok acıklıydı. 
Aradan yıllar geçti. 
Ayla, artık 29 yaşında bir yetişkindi ve bir okul müdiresiydi. Odasında oturuyor ve evrak inceliyordu. Birden kapı çalındı ve içeri önce küçük bir kız, ardından Lina girmişti. Lina’nın ağzı kulaklarındaydı ve gözleri yaşarmıştı. Ayla da çok sevinmişti. Arkadaşını 20 yıldır görmüyordu. İkisi de sevinç gözyaşları ile birbirlerine sarıldılar. Birbirlerinin telefon numaralarını aldılar. Artık yeniden görüşebileceklerdi. Tekrardan en yakın arkadaş olmuşlardı. Birbirlerine anlatacak çok şeyleri vardı. Yirmi yıl boyunca birbirlerinden ayrı iken o kadar çok şey yaşamışlardı ki… Şimdi bunu telafi etmenin zamanıydı. 

PİYANO

 Doğa Uzunpınar


Herkesin hayatında bir müzik aleti olmalıdır. Benim hayatımda piyano var. Piyano çalarken bastığım her tuş, müzik dünyamın bir basamağını oluşturuyor. Kendi parçamı yapmaya çalışırken oluşturduğum her ezgi, aklıma yeni ezgiler getiriyor. Bir duyguyu yansıtmaya çalışırken başka bir duygu oluşuyor. Doğru tuşa basmaya çalışırken çok zorluk çeksem de bu bana pes etmemeyi öğretiyor. Piyano benim hayatımı oluşturuyor. Bu hayatı ben seçtim. Henüz dört yaşımdayken kendim istedim piyano çalmak. Piyanonun sesi, notaların güzelliği ve bestecilerin bestelerine olan hayranlığım sayesinde oldu bu. Bence herkes bir müzik aleti çalmayı denemelidir. İster piyano ister başka bir müzik aleti olsun. 

KAPILAR

DOĞA UZUNPINAR  

Her yere açılan bir kapı vardır. İster odamıza ister rüyalarımıza ister sınıfımıza… Bu kapılar birbirinden çok farklıdır. Aynı marka, aynı şekil ve aynı renk olsalar bile. Birini açar okula gider, birini açar hayal dünyasına gidersiniz. Hepsini görmek zorunda da değilsiniz. Mesela benim hayallerime açılan kapılar vardır. Bu kapılarımı kimseye göstermek zorunda değilim. Siz de göstermek zorunda değilsiniz. Bazen kapılarınızı kendiniz de göremezsiniz. Böyle durumlarda yalnızca görmeyi denemelisiniz. 

23 Kasım 2024 Cumartesi

KÜÇÜK ADAM


Doğa Uzunpınar Ekin Akçay

Aslında boyu uzun olan
Ruhu çocukluğu yaşayan
Kalbi kocaman olan
Bir kişiydi Küçük Adam

Araba kullanan
Kemerini takmayan
Kurallara uymayan
Haylaz bir çocuktu Küçük Adam

Abur cubura dayanamayan
Cipse doyamayan
Kolayı su gibi yutan
Şeker bir çocuktu Küçük Adam

Zekâsını kullanan
Haklarını arayan
Adaleti savunan
Eşitlikçi bir çocuktu Küçük Adam

Miskete bayılan
Bulutlarla oynayan
Topaçlarla yarışan
Hayalperest bir çocuktu Küçük Adam

Kedilere havlayan
Köpeklere viyaklayan
Kuşlara miyavlayan 
Hayvansever bir çocuktu Küçük Adam


2 Kasım 2024 Cumartesi

ZAMAN

Doğa Uzunpınar



 Sonsuz, kocaman bir döngüden oluşur daima zaman. 
kimi için hızlı kimi için yavaş olan. 
bazen akan bazen akmayan. 
sonsuz bir döngüden
 oluşur zaman.
bitmek 
bilmeyen bir
 şeydir zaman. bazen mutlu 
bazen hüzünlü kılan. insanları güldüren 
bazen de ağlatan. hiçbir zaman ne olduğu 
anlaşılmayacak olan, bitmek bilmeyen bir şeydir zaman. 

19 Ekim 2024 Cumartesi

SONBAHAR


Doğa Uzunpınar, Ekin Akçay


Sonbahar denildiğinde
Akla hep mi gelir yaprakları soyulmuş bir ağaç
Çizgili, sıcacık tutan atkılar
Renkli şemsiyeler, sarı botlar

Bulutlardan düşen küçük damlalar
Suyla dolmuş olan derin çukurlar
Sobanın başında ısınmaya çalışan insanlar
Kestane ne zaman çıkacak diye bekleyen küçük adamlar 


Sonbahar denen şey 
                            Bu mu
Ben mi yanlış anlıyorum
                             Bunu

28 Eylül 2024 Cumartesi

SONSUZ GÜN



Doğa Uzunpınar

Bir dünya düşünün
Herkesin mutlu olduğu
Savaşların sonlandırılmış ve
Çocukların oyunlara doyduğu

Bir yer düşünün
Unicornların bulunduğu
Şelalenin şırıl şırıl aktığı ve
Gündüzlerin sonsuz olduğu

Bir gün düşünün
Hayallerimizin gerçek olduğu
Bizi mutlu eden her şeyin bulunduğu
Sonsuz bir gün düşünün  

21 Eylül 2024 Cumartesi

TEK VALİZ

 

Doğa Uzunpınar
Ekin Akçay
Elif Serra Yıldırım
Nehir Güver
Elif Naz Özden
Elif Dağdeviren
Şeyma Ateş
Beste Kaya

Şimdilerde doğduğum topraklarda sonbahar ne güzeldir, diye düşündü. Oysa bu ülkede ve bu şehirde sonbahara dair yaşanabilecek güzellikler ne kadar azdı. Mesela ayaklarının altında hışırdayan yapraklar yoktu. Mesela göç eden leylekler yoktu. Turşu yapan, elma kurutan, salça yapan kimseler de yoktu. Okul alışverişleri ile dolup taşan caddeler, sokaklar yoktu. Ama burada olan şeyler de doğduğu şehirde yoktu. Burada kargaşa ve gürültüden başka bir şey yoktu aslında fakat kargaşanın ve gürültünün her türü vardı. Binalar gökyüzüne kadar uzanıyor bazıları bulutları sıyırıyordu. Yollarda iğne atsanız yere düşmezdi. İnsanlar yürümekten çok koşuyor gibiydi ve taşıtlar gün boyu, gece boyu vızır vızır ilerliyordu. Yalnızca yerde değil gökyüzünde de benzer bir trafik vardı. Alışılacak gibi görünmüyordu bu hayata. Bu ülkeye, bu şehre geleli henüz birkaç gün olmuştu ve buradaki yaşam tarzını henüz kavrayamamıştı. Kaç gündür doyasıya yemek yememişti. Makarna ve salata dışında hiçbir şeye yaklaşamıyordu. Çünkü kendi ülkesindeki mutfak kültürünün en küçük kırıntısı bile yoktu buralarda. Zaten insanlar tıpkı sokakta yürüdükleri gibi yemek yiyordu. Olabildiğince hızlı yiyorlardı. 
Zihninden hep düşünceler geçiyordu ve bir an bile düşünmeyi bırakamıyordu. Zihni hep meşgul olduğundan birkaç kez yanlış sokağa girmiş ve kaybolmaktan son anda kurtulmuştu. Zaten sokaklar hep birbirine benziyordu. İnsanlar da hep birbirine benziyordu. Bu kadar benzerlik içinde tek aykırı görünen kendisiymiş gibi hissediyordu. Çirkin Ördek Yavrusu masalını yaşıyor gibiydi bu ülkede. Sadece gündüzler değil geceleri de hayli yorucuydu onun için çünkü gece boyu da gürültüler bitmiyordu. Güç bela uykuya dalıyor sonra karmaşık rüyalardan kan ter içinde uyanıyordu. Bu düşünceler zihninde dolaşırken kaldığı yurdun kapısının önüne geldiğini fark etti. Yurda karşı bir aidiyet hissi yoktu. Ülkesindeki en ucuz otel bile onun için buradan daha cazipti. Buraya ait olmadığını her adımda hissediyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu, buraya eğitim için gelmişti. Onca sınavdan geçmiş, onca başarı elde etmiş ve bu üniversiteye davet edilmişti. Pek çok arkadaşının hayaliydi bu. Kendisinin de hayali buydu fakat gerçekler hayallerindeki gibi değildi. Yurt dışını deneyimleyen bütün arkadaşları onu teşvik etmişti fakat kimse bu zorluklardan bahsetmemişti. Birdenbire acıktığını hissetti. Keşke üzerine tereyağı dökülmüş bir mercimek çorbası olsa ve yanında küçük bir salata bulunsaydı. 
Annesi ne güzel yemek yapardı. Memleketinin ekmeklerini, ekmek kokusunu bile özlemişti. Fırınların önünden geçerken burnuna gelen ekmek kokularını hatırladı. Daha ilk günlerde bu kadar memleket özlemi fazlaydı. Fazla duygusallaşmıştı. Oysa neşeyle binmişti uçağa ülkesinden ayrılırken. Kendisini toparlamalı ve bu hayata ayak uydurmalı, hayallerini gerçekleştirmek için çalışmaya başlamalıydı. Kaldığı yurdun merdivenlerinden bu düşünce ile odasına doğru ilerledi. Odasında kendisinden başka biri daha kalacaktı fakat şimdilik yalnızdı. Odasının kapısını açtığında odada yeni birini gördü. Kendisiyle aynı yaşta görünen bu genç kızı görür görmez düşünceleri dağıldı. Bir oda arkadaşına sahip olacağı için sevindi ve heyecanla:
-Merhaba, dedi. 
Bu kelimeyi duyan genç kız gülümsedi ve ayağa kalktı:
-Türk müsün? 
İkisi de heyecanlanmıştı. 
-Elbette Türk’üm. Adım, Gülce. Ankaralıyım. 
-Benim adım da Rengin. Bugün geldim buraya ve kendimi çok yalnız hissediyordum az önceye kadar. Şimdi öyle mutlu oldum ki. Sanki Aksaray’da gibi hissettim kendimi. Aksaray’dan ilk kez çıktım şehir dışına ve buraya geldim. 
Gülce:
-Tanıştığımıza sevindim, dedi. Şu birkaç gün ne kadar zor geçmişti benim için bir bilsen. Artık sen varsın ve yalnız değilim.  
Sonraki günler Gülce ve Rengin için çok fazla sıkıcı değildi. Arkadaşlarıyla da usul usul tanışıyorlar, dil öğreniyorlar ve anlaşmaya çalışıyorlardı. Hatta zaman zaman kendi aralarında bile Türkçe konuşmadıkları oluyordu. Artık Gülce ve Rengin bu şehrin yemeklerine, sokaklarına, hayatına alışmaya başlamışlardı. Günler hızla geçiyordu. Rengin, Gülce’yi ülkelerine döndüklerinde Aksaray’da misafir edecekti. Gülce de Rengin’i Ankara’ya davet etmişti. Heyecanla ülkelerine dönecekleri günü bekliyorlardı. Bir yandan da dersler sona ereceği için üzülüyorlardı. 
Nihayet okulun son günü gelmişti. Hazırlıklar yapılmıştı memlekete dönmek için. Gülce de Rengin de başarılı geçen bir seneden dolayı mutluydu. Artık bu şehrin, ülkenin yabancısı saymıyorlardı kendilerini ve çok iyi İngilizce konuşabiliyorlardı. Rengin, valizini tam olarak toplamadığı için sınıftan erken ayrılmıştı. Son ders bitmiş, herkes vedalaşmaya başlamıştı. Bu esnada dersin öğretmeni, Gülce’ye yaklaştı:
-Tebrik ederim Gülce.  Bir sene boyunca odanda tek yaşadın. Çok uzaklardan farklı bir coğrafyaya gelmene rağmen bu başarıyı elde ettin. 
Bu sözler Gülce’yi korkutmuştu. Hemen sınıftan ayrıldı. Koşarak odasına çıktı. Odasında sadece bir dolap, bir yatak ve kendisinin hazırladığı valiz vardı.