5 Kasım 2024 Salı

NİCE ŞEYLER

Hayrettin Eymen Bulut

İnsanlar tanırım bu coğrafyada
Kalbi bozkırda kalmış
Kum tanesi gibi savrulmuş

Acılar tanırım
Yürek ile çekilmiş
Gözyaşı ile silinmiş

Uykular hatırlarım
Rüyası yarım
Sevinci kursağında kalmış

Bir de olmayan uykular hatırlarım
Sabahlanmış koltukta
Uyku tutmamış
Acısı ağır basmış
Nice sabahlamalar hatırlarım

Susulan zamanlar bilirim
Saygıdan susulan zamanlar

Kaygılar duyarım ben
İçimi kasıp kavuran
Ya olmazsa diye

Ben nice şeyler bilirim
Benim ne bildiğimi 
Siz ne bilirsiniz

MEHMET'İN FETHİ

Utku Kerim Genç

Yıllar 1438/1439’u gösteriyor, Osmanlı İstanbul’u kuşatmış ama bütün saldırılarında başarısız olmuş ve Bizans yaşamak için son umudunu vermiyordu. 17/18 yıl sonra Mehmet adında bir çocuk gelmiş “Tahta oturmuş, ceza gerektiren kişileri falakaya yatırıyor, oyun oynar gibi devlet yönetiyordu.” Ama Haçlılar daha sonra yaşayacakları felaketten habersizdiler. 
Yıl 1451/1452. 
Bizanslıların sonunun gelmesine bir yıl kalmış ama Haçlıların bundan haberi yok. 17/18 yaşında bir çocuk İstanbul’u nasıl fethetsin?
Yıl 1453. 
Savaş başlamış Mehmet donanmasıyla deniz yoluyla İstanbul’u çevirmiş, yetmemiş donanmasıyla karadan geçiyordu. Bildiğin bakkaldan ekmek alır gibi İstanbul’u alıyordu. 
Mehmet öyle bir şey yapmıştı ki kimse anlayamadı, anlayamazdı da zaten. 
Savaş bitmiş, Mehmet kazanmanın verdiği mutlulukla uyuyordu. Birden içerden: “Mehmet uyan.” Diye bir ses geldi. Bu Mehmet, henüz 7. Sınıf öğrencisi olan bizim Mehmet’ti. Okula geç kalmıştı. Gördüğü rüyayı arkadaşlarına anlattı ve ders başladı. İlk sosyal bilgilerdi ve konu İstanbul’un Fethi’ydi.  

2 Kasım 2024 Cumartesi

YANSI

Üner Taha Aydemir

Bir ayna açılıyor kendiliğinden çoğu zaman
Uzaklarda, çok uzaklarda
Görüyorum
Bir çocuk şarkı söylüyor
Bakarak sulardaki aksine
Bir gölün kıyısında
Hayal kurduğu belli benim aksime
Yaklaşıyorum aynaya 
O beni görmüyor
Dalıyor ufuklara

Bir ayna açılıyor kendiliğinden çoğu zaman
Ardında ne var göremiyorum
Belki bir çift göz izliyor beni
Biliyor içimden geçenleri
Anılarına dönüp bakıyor sanki
Çok uzaklardan 
Yıllar sonrasından
Aşina bir yüz, aşina bir bakış
Üzerime eğilmiş gibi

İNTİZAR

Üner Taha Aydemir

Bir şeyler bekliyorum
Olmasını umuyorum
Ama kimden
Bunu da bilmiyorum
Çünkü bunlar
Meçhulün
Önüme serdiği duygular

Soruyorlar
Niye bakıyorsun hüzünle
Bir şey mi oldu
Hayır olmasına gerek mi var
Bakıyorum ızdırabın korkusuyla 

Çok kalabalık bir ıssızlıktayım
Çok yankılı bu sessizlik
Artık bıktım 
Keşke 
Tebessüm edebilsem bir kerelik

Korkmuyorum ölümden
Bu duygular kadar
Çünkü ölüm yok yaşarken
Ölünce de ben yokum
Fakat var bu duygular hep 

Keşke kar yağsa da
Kaplasa duygularımı
Saklasa
Görmese
Ben de dahil
Hiç kimse

DOST DOST DİYE...

 Nurgül Asya Kılcı

Gerçek dostluk bir pırlantadan daha değerlidir. Dostlar, peri gibidirler. Bazen hayatınızı sihirli bir dokunuşla güzelleştirirler. Bazen bazı dostluklardan ders çıkarmamız gerekir. Çünkü dostlar siz farkında olmadan sizi sırtınızdan vurabilirler. Dostlar, sizi vuracağı yeri en iyi bilen kişilerdir aynı zamanda. İşte o zaman anlarsınız gerçek dostluğun önemini. Peki kim dost? Yaralarınıza bant yapıştıran, merhem süren kişi mi yoksa yaralarınızı öğrenmeye çalışan, zayıf noktalarınızı not alan kişi mi?
Dost, dört kelimelik tek heceden oluşan bir sözcük. Oysa anlamına dair onlarca cilt kitap yazılabilir. Dost, her insanın aradığı ancak çok az insanın bulduğu bir şeydir. Dost, dünyayı, hayatı güzelleştiren bir iksirdir. 
Kimsesiz insanlar değil, dostsuz insanlar yalnızdır. 

ÖN YARGI

 Selim Kurt

Okul bazen bir kurtarıcı kahraman bazen de bizi esir alan bir kötü kişidir. Sıkıcı olduğu da olur, eğlenceli olduğu da. Okul, dostumuz mudur yoksa düşmanımız mı? Bu sorunun cevabını bu yaşlarda net olarak söylemek çok zor. 
Okul, bizim hayat sınıfımızdır. Bazen hastaneye benzer bazen hapishaneye. Bazen can verir bize, bizi iyileştirir bazen ise daraltır ruhumuzu. 
İçi bilgi, dışı eğlence doludur okulun. Galiba bilgi dolu olan kısmında sıkılıyoruz istemeden. 
Vakit geçirdiğimiz bir yerdir okul. Çoğu kişi okulu ikinci evimize benzetir. Gerçekten de evden sonra en çok vaktimiz orada geçer. Okul, bizim sırdaşımızdır aynı zamanda. Okulu aslında çok severiz fakat bunu belli etmeyiz ya da başkalarından duyduğumuz ön yargı ile yaklaşırız. Aslında bu ön yargıyı oluşturan şeylerin başında ödevler var. Ödevler olmasa okul ne sıkıcı olur ne de hapishaneye benzer. Okul, kocaman bir bahçeye dönüşür. 
Ben de arkadaşlarım gibi zaman zaman sıkılıyorum okulda fakat okulun hiç olmaması, olmasından daha kötü. 

SUDAN BİR KONU

 Kaan Erdoğan

su öyle bir şeydir ki saftır ve belki de bu yönüyle hayatın kendisidir. Bir bardak suya şeker kattığınızda şekerli su oluşur. O bardağa tuz kattığınızda tuzlu su olur. Önemli olan içine kattığınız şeydir. Tıpkı insan gibi yani. 
Su, berekettir. Belki de saf olduğu için bereketin temsilcisidir. Dünyadaki her şey hatta dünyanın kendisi bile suya muhtaçtır. İnsanlar milyonlarca kilometre uzaklarda hayat belirtisi bulabilmek için gezegenleri araştırıyor ve aradıkları tek şey aslında su. 
Su akar, yolunu bulur diye bir söz var. Belki de onun saflığını da karşılıyor bu söz. Saf su, erinde geçinde kendi saflığına ulaşıyor ve bir yol buluyor. 
Su, sadece içilen bir şey değildir. Temizlik, su varsa mümkündür. Huzur bile su varken mümkündür çünkü insanlar genellikle dinlenmek istediklerinde ya deniz kenarına gider ya da ırmak kenarına. Hatta yağmurun yağmasını bile insanlar bu yüzden sever. Yağmur, saf sudur. 
Suyun hep aktığına dair bir kabulleniş var ama su her zaman akmayabilir. Önüne bir baraj kurulmuş olabilir ya da dört tarafı kara parçası ile çevrili bir gölet akamaz. Su, her yerdedir. Bizim vücudumuzda bile. Evlerimizde sular kesildiğinde tedirgin oluruz. Barajlarda sular azaldığında canımız sıkılır. Dünya yüzeyinin dörtte üçü sudur. 
Su, sudan bir konu değildir. Hayati bir konudur. 

PANDALAR ARASINDA

Zeynep Yurttaş
 
Panda, yalnızca doğada yaşayan bir canlı türü değildir. Pandalar, yalnızca belgesellerde görebileceğimiz yaratıklar değildir. Farkına varmasak da pandalar bazen iyilik ve kötülüğü temsil ederler. 
Bambu yemekten hiç bıkmaz pandalar. Pandalar için hayat belki de sadece bambu demektir. Pandalar ömürlerinin çoğunu uyuyarak geçirirler. Bence biraz tembelliğin de sembolü olmaya müsaittir pandalar. Her ne kadar kaplumbağa ya da başka hayvanlara tembel, sıfatı yüklense de asıl tembel canlılar pandalardır. Bana öyle geliyor ki bambudan aldıkları lezzet olmasa tüm ömürlerini uyuyarak geçirecek kadar tembeller. Bu tembellik onların sevimliliğine gölge düşürmüyor. Bana göre pandalar çok tatlı ve can dostudurlar. Bu düşünce çoğu insanda da mevcut. Pandaları tehlikeli ve zararlı gören insan neredeyse yok gibi. 
En sevdiğim hayvan, pandadır. Onlar aklıma gelince üzgünsem bile mutlu olurum bir anlık. Hatta panda resimleri bulundururum çoğu yerde. Çünkü bir pandaya bakmak, mutluluğun resmine bakmak gibidir çoğu zaman. Her ne kadar onlar bana mutluluğu çağrıştırsa da bazen nesillerinin tükendiğini düşünüp onlar adına üzülüyorum. Mutlu olduğum zamanlarda bile bu gerçek aklıma gelince üzülüyorum. Sonra başka bir panda resmine bakıyorum. 
Sizler belki de pandaların çok uzaklarda yaşadığını zannediyorsunuz ve gerçek bir panda görmediğinizi düşünüyorsunuz. Bence şekli onlara benzemese de panda ruhlu insanlar aramızda. Dilerseniz etrafınıza şöyle bir bakın. 

YAZAMAMAK NASIL YAZILIR?

  TUNAHAN CEYLAN

Yazamamak bir borunun tıkanmasına benzer. Aslında gerisinde su vardır fakat önündeki engeli aşıp da o su, akması gereken yere akamaz. Yazamamak birdenbire önümüze çıkan bir engeldir. Yazamamak, bir yerden sonra aklının bağlanmasıdır. Düşünceler, fikir yürütmeler o bağı çözemez. 
Yazamamak, bozuk bir kurmalı oyuncak gibidir. Kursanız dahi çalışmaz. Boşu boşuna çevirirsiniz kurma kolunu. Yazamamak, yazabilmenin zıddıdır, farklılığıdır. Her an, herkes, her şeyi yazabilseydi yazmanın bir kıymeti kalmazdı. Demek ki yazamamak da önemli yazmak kadar. Tıpkı susuzluğun da su kadar önemli olması gibi. 
Yazamamak çok değerli bir cevheri işleyememektir bazen. Elinizde kesme aletleri vardır, elmas vardır fakat o cevhere işlem yapamazsınız. 
Fikirleri doğru kullanamamak da yazamamanın bir çeşididir fakat bazıları yazabilir. İşte fark yaratan onlardır. Mücevheri işleyenler yalnızca yazabilenlerdir. 

SIRTIMDAKİ DÜNYA

 Mehmet Zahid Ökten

Herkesin bir çantası var günümüzde. İnsanlar, çantalarla geziyor yanında. Benim de bir çantam var. Çantam, sanki evdeki çekmecem. O yanımda iken çekmecemi yanımda taşıyor gibiyim. 
Çanta aslında bir dünyadır. İçinde dünyalar saklıdır ya da dünyamızın bir parçasıdır çanta. Bir insanın çantasında olan şeylere bakarak onun dünyası hakkında yorum yapabilirsiniz. 
Çanta, insanın mesleğini ele veren bir semboldür aslında. Kimi gofret kutusu kadar küçüktür çantaların kimi ise bir fil kadar büyük. 
Ağzı açıksa bir çantanın sahibi tedirgin olur. Çünkü çantanın ağzı kapalı tutulmalıdır. Orası gizli bir dünya gibidir. Kimsenin çantamızı kurcalamasını sevmeyiz bu yüzden. 
Ben çantamı sıraya asarım, askıya asarım; çantam da diğer zamanlarda bana asılır. 
Bazen çantama yiyecek koyarım, çantam kokudan bayılır. Ağzını açar açmaz derin bir nefes alır. 
Ben çantama koyduğum yiyecekleri ezmemeye çalışırım, çantam da bana asılırken beni ezmemeye çalışır. 
Hepsi hepsi bir çanta, diye düşünmeyin. Çanta kocaman bir dünya, kimimizin elinde kimimizin sırtında.