Nurgül Asya Kılcı, Zeynep Yurttaş
Kaan Erdoğan, Mehmet Zahid
Ökten
Miraç Kağan Güler, Taha Metin
Yıldırım
Selim Kurt, Tunahan
Ceylan
Bölüm 1: Sandığın Keşfi
Yaz mevsimi başlayalı çok olmuştu fakat henüz havalar tam anlamıyla ısınmamıştı. Yağmur yağıyor hava birazcık soğuyor sonra ısınacak oluyor yeniden yağmur yağıyordu. Yaşlılar yaz mevsiminin bu sene gelmeyeceğini düşünüyorlardı. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti ve yine dışarda fena bir yağmur vardı. Yağmura yine katlanmak mümkündü ama bir de fırtına eşlik ediyordu ona. Kapılar ve pencereler ıslık çalıyor hatta bilinmeyen bir şarkının bestesini yapıyor gibiydi. Yatılı okulda bu ilk senesi değildi artık tecrübeliydi. Üçüncü senesiydi bu ailesinden uzak geçirdiği. İlk sene çok üzülmüş, ailesini çok özlemişti ama artık arkadaşlarıyla da bir aile gibi olmuştu. Zaten birkaç hafta sonra okullar da kapanacak ve ailesinin yanına dönecekti. Aylar sonra ilk kez bu gece vakti kendisini yalnız hissetti. Arkadaşları uyuyordu ve pencerelerden sesler geliyordu. Ara sıra dışardan rüzgârın etkisiyle gürültüler de geliyordu. Uykusu kaçmıştı bir kez. Uyuyamıyordu ama arkadaşlarını da uyandırmaya kıyamıyordu. Bir süre koridorda gezindi, gezindi. Dışarıya baktı fakat karanlıktan bir şey görünmüyordu. Pansiyonun penceresinde kendisini gördü. Bir anda ürktü fakat gördüğü şey kendisinin yansıması olduğu için korkusu çabucak dağılmıştı. Birkaç saniye sonra koridorun lambaları söndü. Sonunda elektrikler kesilmişti. Heyecanla odasına koştu. Ranzasına uzandı bu esnada odada kalan diğer arkadaşları da uyanmışlardı. Biraz korkmuş bir sesle:
-Saatlerdir uyuyorsunuz. Elektrikler kesildi işte ve yağmurun duracağı yok, uyanın da biraz sohbet edelim, dedi.
Odada kendisi hariç dört kişi vardı: Mert, Mehmet, Alp ve Hasan.
Nihayet herkes uyanınca Mahmut:
-Bu karanlıkta oturmayalım ve bir mum bulalım, dedi. Arkadaşları Mahmut’un fikrine katıldılar. Beş kafadar mum aramak için koridora çıktılar. Gürültü yapmamaya çalışıyorlar ara sıra çakan şimşeğin aydınlattığı koridorda el ele tutarak ilerliyorlardı. Sonunda deponun bulunduğu yerde birkaç yarım mum ve bir kibrit buldular. Mumun birini yakarak yeniden dönüş yoluna geçtiler. Adeta bir korku filminin içinde gibilerdi. Hasan bir ara tuvalete gitmek istediğini söyledi. Arkadaşları tek gidemeyeceğini belirterek ona eşlik ettiler. Yeniden odaya döndüklerinde sanki bu gecenin hiç bitmeyeceğini, yağmurun hiç dinmeyeceğini düşündüler. Başka odalarda da sanki kimse yok gibiydi. Beş arkadaş kocaman pansiyonda mahsur kalmış gibiydiler. Bir süre herkes sustu. Mert sessizliği bozdu:
-Mahmut, senin dedenin sana verdiği ve bize içini hiç göstermediğin bir sandık vardı. O sandığı getirsen, içini açsak, baksak. Hem vakit geçer hem de bizim merakımız giderilir, ne dersin?
Mahmut, önce bu fikri beğenmedi fakat yapacak bir şey yoktu. Fikri beğenmedi çünkü dedesi ona bu sandığı asla açmaması gerektiğini, yıllar sonra açması gerektiğini söylemişti. Aradan üç yıl geçmişti ama sandığı açmayı halen düşünmüyordu. Yine de gitti ve dolaptan küçük, ahşap sandığı getirdi. Sandığın kapağını açmaya çalıştığında onun kilitli olduğunu ilk kez gördü. Zaten çok da açmak istemiyordu.
-Arkadaşlar, gördüğünüz gibi sandık kilitli. Belki de çivilidir. Ben bunu yerine kaldırıyorum, dedi. O esnada Alp, sandığı eline alarak muma iyice yaklaştırdı ve altında silinmek üzere olan yazılar gördü:
-Bu yazıları okuyalım, belki de nasıl açılacağı yazıyordur dedikten sonra hecelemeye başladı.
Bu yağmurlu bir gece
Sordum size bilmece
Sandığı açmak için
Bu yağmurlar bitmeden
İnceleyin sadece
Bunun kendilerine yazılmış bir mesaj olduğunu anladılar ve düşünmeye, incelemeye başladılar. Tam bu esnada oda yeniden karanlığa büründü. Zaten yarım mumlardan birini yakmışlardı ve mum bitmişti. Mert, yeniden yarım bir mum yaktı. Mumu iyice sandığa yaklaştırdı. Hep beraber sandığı incelemeye başlamışlardı. Mahmut sandığın desenlerinde farklı gördüğü bir yere dokunur dokunmaz sandığın altında küçük bir bölüm açıldı. Hepsi heyecanlanmıştı. Bu bölümde küçük bir anahtar ve bir de anahtar deliği yer alıyordu. Acaba sandıkta ne vardı? Gece yarısı bu maceraya niçin başlamışlardı? Yağmur devam ediyor, şimşekler çakıyor, fırtına zaman zaman mum ışığını sallıyordu. Pansiyondaki herkes uyuyordu.
Mahmut derin bir nefes aldı ve anahtarı yerine yerleştirdi. Sağa sola hareket ettirdiğinde sandığın kilidinin açıldığını hissetti. Kapağı birdenbire açmak istemiyordu. İçinde ne göreceklerini hepsi de merak ediyordu fakat usul usul açmaya karar verdiler. Mumu iyice sandığa yaklaştırdılar. Mahmut kapağı aralıyordu ki bir anda sandık elinden kaydı ve içinden bir şeyler yuvarlandı. Birden hepsi de telaşlandılar. Sandığın içinden düşen şey yuvarlanırken ses de çıkarmıştı. Mumu aşağıya doğru indirdiler. Başka mumlar da yaktılar fakat görünürde boş bir sandıktan başka bir şey yoktu. İçindeki her ne ise düşmüş ve bir yerlere yuvarlanmıştı. Hepsi telaşla sağı solu ararken birdenbire gıcırtıyla odanın kapısı açıldı. Kocaman bir gölge düşüyordu içeriye. Ürktüler, biraz sonra içeriye elinde bir fenerle pansiyon nöbetçisi Mustafa öğretmen girdi.
Öğretmen olup bitenleri sordu. Gecenin bu yarısında neden uyumadıklarını, sürekli odalarından sesler geldiğini ve bunu merak ettiğini söyledi.
Mehmet:
-Öğretmenim, dedi. Bir şey düşürdük ama ne olduğunu bilmiyoruz, hepimiz onu arıyoruz.
-Fenerimle size yardımcı olayım, dedi Mustafa Öğretmen fakat Mahmut:
-Gerek yok öğretmenim. Yarın da arayabiliriz, şimdi uyku zamanı, diyerek öğretmenin odadan uzaklaşmasını sağladı.
Gerçekten de yorulmuşlardı, soğuktu ve uykuları gelmişti. Sandık artık onlar için büyülü bir şey olmaktan çıkmıştı. Zaten içi de boştu ya da önemsiz bir şeyler vardı ve düşmüştü.
Herkes uyumaya karar verdi. Sadece Mahmut uyanıktı. Sandığı yanına aldı ve yatağına uzandı. Evirdi, çevirdi, dedesini düşündü. Uyuyakaldı.
Bölüm 2: Sandığın İçindekiler
Dedesi rüyasında ona biraz kırgındı. Dedesinin yanına gitmişti ve dedesi ona:
-Senin gibi torun olmaz olsun. Sana en değerli sandığı hediye ettim. İçinde çok değerli bir şey vardı fakat sen ona sahip olamadın. Kaybettin. Şimdi de keyifle uyuyorsun. İnsan merak etmez mi neydi o yuvarlanan diye? Sen ne biçim bir torunsun.
Bu sözleri duyan Mahmut, yataktan fırladı. Dedesi haklıydı galiba. Dışarda hava aydınlanmış, sabah olmuştu. Yağmur ve fırtına da durmuştu. Hemen odanın zemininde dün akşam sandıktan düşen ve yuvarlanan şeyi aramaya başladı. Gözleriyle sağı solu tarıyordu ki dolabın hemen altında bir cisim gördü. Yürüdü, cisme uzandı. Bu bir cep saatiydi fakat zinciri yoktu. Saate baktı, tam olarak 6.46’yı gösteriyordu. Odanın duvarındaki saate baktı. O da aynı saati gösteriyordu. Saati kulağına tuttu. Çalışıyordu. Yıllardır bir sandık içinde kalmış bir saatin halen çalışıyor olması ve zamanı doğru gösteriyor olması bir hayli garipti.
Saati cebine koydu ve kapağı açık sandığın kapağını kapatmaya karar vermişti ki sandığın en altında bir bölüm daha olduğunu fark etti. Bu bölümü eliyle yokladı. Açılacak gibi değildi. Saati cebinden çıkardı. Yeniden sandığa yerleştirdiğinde saat çalışmayı durdurdu ve alttaki gizli bölüm açıldı. Gizli bölümde bir kâğıt parçası vardı. Kâğıdı eline aldı ve pencereye doğru tuttuğunda kâğıdın üzerinde bir harita oluştuğunu gördü. Arkadaşları hâlen uyuyordu.
Birkaç saat sonra arkadaşları uyandığında hepsi dün gece yaşananları çoktan unutmuş gibiydi. O da hatırlatmadı ve her zamanki gibi derslerine gitti, geldi.
Gördüğü rüya geldi aklına. Dedesi ona kırgındı ve onun gönlünü almak zorundaydı. Arkadaşlarının arasından ayrılıyor ve sandıkta bulduğu kâğıda durup durup bakıyordu. Sonunda o kağıttaki haritanın nereye ait olduğunu anladı. Harita köylerinin az ilerisindeki harabeye aitti. Burada çok büyük taşlar ve yıkık duvarlar vardı. İlk fırsatta haritadaki yere gitmeliydi ama haritayı daha detaylı incelemeliydi.
O gece de dedesini gördü rüyasında. Bu kez o kadar sinirli değildi. Tebessüm ediyordu dedesi.
-Gözüme girmeyi başardın yeniden Mahmut, dedi. Şimdi o haritayı iyice incele. Saati de kullanabilirsin, sana yardım edecek. Çok fazla yardıma ihtiyacın olduğunda ben buradayım. Yani rüya ülkesinde. Sana yeni ip uçları veririm, dedi ve kayboldu.
Mahmut için artık okul, dersler ikinci planda kalmıştı. Her şey yalnızca bu sandık, harita ve saatten ibaretti. Dedesini özlemişti galiba. Sürekli rüyasına girip duruyordu.
Bölüm 3: Köye Dönüş
Mahmut’un arkadaşları bir daha sandığını hiç sormadılar. O gün düşüp yuvarlanan şeyin ne olduğunu da merak etmediler. Zaten o günden sonra havalar ısınmıştı. Herkes güneş batıncaya kadar bahçede geziyor, dolaşıyordu. Dersler de yıl sonu olduğu için azalmıştı.
Bir hafta sonra karneler alınacak ve herkes evine, köyüne dönecekti. Köye dönmeyi en çok bekleyen Mahmut’tu. Haritasını her gün açıyor ve inceliyordu. Dedesi de son günlerde rüyasına girmez olmuştu. Bir gün sessizce bir kenarda yine haritasına bakarken Mahmut’u gören Mert:
-Seni bu kağıda bakarken görüyorum sürekli, ne yazıyor bu kağıtta, diye sordu.
Mahmut, önceleri söylemek istemedi fakat Mert ısrar edince olup biteni anlattı. Mert kağıdı istedi Mahmut’tan ve ışığa doğru tutarak baktı:
-Bu kağıt boş Mahmut. Boşu boşuna hayal kurmayı bırak bence. Zaten iyice ayrıldın aramızdan. Hep kendi başına dolaşıyorsun. Bence dedene bu durumu da söyleme hiç, dedi.
Mahmut’un morali bozulmuştu fakat kafasında tüm plan hazırdı.
Nihayet karne günü geldi. Herkes birbiriyle vedalaştı ve duygusal anlar yaşandı lakin Mahmut başka bir heyecanla köy garajının yolunu tuttu. Köye indiğinde doğru dedesini aradı. Dedesi ikindi namazındaydı. Caminin önüne giderek dedesini bekledi. Dedesi namazdan çıktığında Mahmut’u gördü ve sarıldı. Mahmut dedesine yol boyu yaşadıklarını anlattı. Dedesi onu dikkatle dinledikten sonra şöyle dedi:
-Sana bu sandığı hediye ettim ve içinde değerli bir şeyler olduğunu söyledim, bu doğru fakat içinde ne olduğunu ben de bilmiyordum çünkü hiç açamadım. Bana da dedem vermişti bu sandığı ve ona da büyük ihtimalle dedesi vermiş. Yani senelerdir dededen toruna kalan bir sandıktı bu ve açılmamıştı fakat sen açmayı başarmışsın, dedi. Bunun üzerine Mahmut:
-Peki ama dede, rüyalarıma nasıl girdin? Üstelik çok gerçekçiydi ve ben çok etkilendim bu rüyalardan, dedi.
Dedesi:
-O kadarını bilmiyorum fakat seninle o harabelere gidelim ama şu haritaya bir de ben bakayım, dedi.
Mahmut, haritayı uzattı ve ekledi:
-Işığa doğru tutmalısın, dede.
Dedesi:
-Bu kağıt boş evladım, dedi. Sen emin misin burada harita olduğundan.
Mert de aynı şeyi söylemişti. Mahmut yine üzüldü. Dedesinin elinden kağıdı aldı.
-Sen beni oraya götür, gerisine karışma, dedi.
Dedesi Mahmut’un bu sözleri üzerine:
-Sen her şeyi çok abartmışsın Mahmut. Üzgünüm ama ben sana yardımcı olamam. Bak, sandıktan güzel bir saat çıkmış. Bunu kullan, sen de torunlarına hediye edersin. Hatta sandık içinde hediye edersin. Okuluna devam et ve kendini böyle şeylerle yorma, dedi.
Dedesi rüyasında böyle demiyordu oysa.
Eve gelmişlerdi.
Anne, baba, dede, torunlarla akşam yemeği yendi. Mahmut’un aklında ertesi gün sabah erkenden harabelere gitmek vardı. Harabelere tek başına gidecek ve oradaki sırrı çözecek belki de orada bir define bulacaktı.
Bölüm 4: Düğüm
Uykusu gelmek bilmiyordu. Yatağın içinde bir sağa bir sola dönüyordu. Oysa pansiyon yatağına göre hayli rahattı yatağı. Yorganı da yündü. Eskiden olsa mışıl mışıl uyurdu bu yatakta fakat şimdi diken varmış bir o yana dönüyordu bir bu yana.
Ne kadar döndü ne kadar zaman geçti farkında değildi lakin yine bir rüya görüyordu. Dedesi yine rüyasına gelmişti. Belki de rüya değildi bu çünkü odası, dedesinin odasıyla yan yanaydı. Dedesi tebessüm ediyor ve şöyle diyordu:
-Aslan torunum, haydi şimdi kalk ve doğru harabelere git. Gündüz seninle çok ilgilenemedim ama mutlaka bu vazifeyi yerine getirmen lazım. Asırlardır süregelen bu geleneğin, bu sırrın son düğümünü çözmek senin elinde koçum. Haydi, deden senden güzel haberler bekliyor.
Bu rüyadan uyandığında hava henüz aydınlanmamıştı. Kalktı, abdest aldı ve harabelere doğru yola çıktı. Harabelere vardığında hava zaten aydınlanmıştı. Güneş ufuktan doğmuştu. Yanında getirdiği kazmaya ve küreğe baktı. Nereyi kazacaktı, kazacak mıydı? Burada ne araması gerekiyordu? Uykusunu almadan gelmemeli miydi? Kafası karışmıştı. Haritayı çıkardı cebinden. Bu haritanın ona yol göstermesi gerekiyordu. Bir yandan da saatini çıkardı ve kağıdın üzerine saati koydu. Hiçbir olağanüstü şey olmuyordu. Sonra kağıdı yeni doğmakta olan güneşe doğru tuttu. Gerçekten de kağıt boştu. Oysa daha düne kadar bir harita vardı kağıdın üzerinde. Kağıdı evirdi, çevirdi, o yana döndürdü, bu yana döndürdü, boştu. O esnada saatten gelen tıkırtıyı duydu. Cep saatinin akrep ve yelkovanı çıldırmış gibi dönüyordu. Bir süre döndü, döndü. Mahmut’un da başı dönmüştü ki akrep ve yelkovan bir pusula gibi tek yönü işaret eder biçimde durdu. Bu bir işaretti. Mahmut kazmayı aldı ve saatin gösterdiği yöne doğru Ya Allah, diyerek kazmaya başladı. Dedesinin de rüyasında söylediği gibi bu düğüm çözülmeliydi.
Dakikalarca kazma ve kürekle çalıştı. Kan ter içinde kaldı. Artık kazdığı çukurun içinde görünmüyordu, çukur boyunu aşmıştı. Ağaç köklerinden ve taşlardan başka bir şey bulamıyordu.
İyice yorulduğu sırada uzun bir gölge gördü çukurda. Yukarıya doğruldu. Önce seçemedi gölgenin sahibini. Dedesiydi gelen. Dedesinin yüzünde bir tebessüm vardı, Mahmut’a doğru eğildi ve fısıltıyla:
-Aslan torunum, kalktın ve harabelere geldin. Vazifeni yerine getirdin. Asırlardır süregelen bu geleneğin, bu sırrın son düğümünü çözebildin mi bari?
Mahmut başını öne eğdi:
-Çözemedim dede, çözemedim, dedi ve elini dedesine uzatarak kendisini kazdığı çukurdan çekmesini istedi.