20 Kasım 2024 Çarşamba

BEKLEMEK

Zeynep Ayten

Beklemenin yoruculuğunda
Alay ediyor sanki benimle akrep ve yelkovan
Koşuyorken her zaman dört nala 
Sürünüyor gibi ikisi de
Bir dairenin içinde

Beklemek bir rüyanın 
Benden uzaklara gidişini
Beklemek
Bir haftayı 
    Bir ayı 
        Bir ömrün bitişini

Beklemek, dönüşmek bir taşa 
Bulunduğun yerde sessiz sedasız
Beklemek, ürkütmemek kuşlarını
Sessizliğin, karanlığın odasında

Bir cümle beklemek ya da bir kelime
Binlerce kelimeden yalnızca bir tane
    Beklemek
        Bedeldir
            Ölüme 

GECE

Asya Zoroğlu

Geceler şimdi daha uzun
Hayır
Mevsimlerle alakası yok bunun
Çünkü gece bir yoldur
Yürünen sabaha karşı
Ve bilinmez nereye çıkacağı

Yol uzar
Gece de uzar
Yol kısalır 
Gece yine uzar
Dedim ya
Mevsimlerle alakası yok bunun

Geceler şimdi daha uzun
Çıkarken açık bırak ışıkları
Gündüzler ise varla yok arası
Karanlıkla alakası yok bunun

ÖNCE KİMDEN BAŞLAYALIM

Zeynep Akbulut


Önce benden başlamayalım
Çünkü en yorgunu benim bu hayatın
Çünkü kimse yokken buralarda 
Ben vardım

Önce benden başlamayalım
Mesela ondan başlayalım, şundan başlayalım
Dışardaki karanlıktan başlayalım
Günlerdir görünmeyen ay ışığından 
Kapıyı vurmadan aralayan görevliden
Koridorda gördüğümüz kravatlıdan başlayalım

İlla başlamamız gerekiyorsa 
Bitmek bilmeyen çarşambadan başlayalım
Tükenmez kalemlerin neden 
Benden daha önce tükendiğinden
Başlayalım yeni telefon modellerinden

Önce benden başlayalım
Evet benden
Yani işe yaramayan gözlüklerimden
Durup durup boşluğa dalmalarımdan
Unuttuğum hayallerimden
Önce benden başlayalım
Yalnızca benden 

19 Kasım 2024 Salı

ŞİFALI GOFRET

EMİR SABRİ ÜNSAL
EMİR KAAN ŞİMŞEK
MAHMUT ERAY ERBAŞ




Günlerdir ağzına bir lokma almamıştı. Açtı, susuzdu. Gözlerinin önünden yemekler geçiyor, burnuna sürekli yemek kokuları geliyordu. Yerinden kalacak gücü kalmamıştı. Açlık ona hayaller gördürmeye başlamıştı. Hiç değilse birazcık su olsaydı yakınında ve kana kana içseydi. Belki biraz o zaman kendine gelirdi fakat etrafa baktı, ne su vardı ne de yiyecek. Böyle planlamamıştı oysa. Yiyecek ve içecek sorunu yaşamamalıydı. Şimdi açlıktan ölmek üzere olduğunu hissediyor, tavana boş gözlerle bakıyordu. Keşke kapı çalsa ve birileri yemek getirse diye düşünüyordu. Ama ne kapı çalıyordu ne de gelen giden vardı. Pencereye baktı, pencerenin önüne kuşlar bile gelmez olmuştu. Yerinden kalkmaya çalıştı ama güçsüzdü. Uyusam iyi olur, diye düşündü fakat aç karnına uykusu da gelmiyordu. Biraz gözü dalsa ya yemek görüyordu ya içecek. Açlıktan ölmekten korkuyordu. Ertesi gün gazetelere manşet olmaktan korkuyordu. 21. Yüzyılda bir insanın açlıktan ölmesi ne demekti? Açtı, susuzdu. Keşke biraz kendisini toplayabilseydi. 
Ailesinden ilk kez bu kadar uzak kalmıştı. Ailesi, sabahın erken saatlerinde evden ayrılmış yakın bir şehirdeki akrabalarının düğününe gitmişlerdi. Onu ders çalışması için evde bırakmışlardı. Annesi bir hafta yeter, düşüncesiyle dolabı yemekle doldurmuştu fakat o, ikinci günün akşamında tüm yemekleri bitirmişti. Neler yoktu ki yemekler arasında; kuru fasulye, pilav, birkaç çeşit börek, köfte, makarna, mantı... Hatta dondurucuda balık ve lahmacun da vardı. İkinci günün akşamı oyun oynarken son lahmacun kırıntısını da bitirdiğini fark etmişti. Üstelik lahmacunun buzunu çözmeden yemişti. Lahmacunu cips zannetmiş, bir yandan oyun oynarken bir yandan kola ile lahmacun yemişti. Bir ara oyun bitince yediğinin lahmacun olduğunun farkına varmıştı ama iş işten geçmiş, lahmacun çoktan midesine inmişti. 
Şimdi tavana bakıyordu. Açtı, susuzdu. Ailesinin dönmesine hâlâ üç gün vardı ve oyun da oynayamıyordu. Parmaklarında bilgisayarın düğmesine basacak kadar bile güç kalmamıştı. Uzandığı yerden kalkamayacağını anlayınca kendini usulca yere bıraktı. Birkaç kez döndükten sonra sürünerek mutfağa gidebileceği aklına geldi. Ev sanki onun için ıssız bir çöldü. Sürüne sürüne mutfağın kapısına geldi. Buzdolabının kapısını açık bırakmıştı. Mutfak tezgâhı bulaşıklarla doluydu. Etrafta süt, meyve suyu tarzı bir şeyler aradı gözleriyle ancak sıvı yağ ve deterjan dışında bir şey yoktu. Deterjanın rengi hiç fena görünmüyordu. Musluğa uzansa biraz kendine gelebilirdi fakat kolunu sadece yerdeki gövdesinden birazcık fazla yukarıya kaldırabiliyordu. Ailesinin kendisini mutfakta açlıktan ölmüş olarak bulacağı anı düşündü. Hayır, ölmemeliydi. Bu esnada gözüne kiler kapısı ilişti. Kalan son gücüyle kilere doğru süründü. Kilerin kapağını açtığında kendisini bir anda ölmüş ve cennete düşmüş gibi hissetti. Her yerde makarna, bulgur, un tarzı gıdalar vardı. Bunları tüketmek onu birkaç gün daha hayatta tutmaya yeterdi. Bir makarna poşetine uzandı. En sevdiği makarna türüydü bu. Poşetle on dakika kadar boğuştu fakat açamadı. Diğer makarnalara uzandığı sırada önüne bir kutu gofret düştü. Bu daha önceden hiç görmediği bir gofretti. Düşer düşmez kutunun kapağı açılmış, bazı gofretler ezilmiş halde ortaya dağılmıştı. Yerden bütün parçalarını küçük küçük yemeye başladı gofretlerin. Yedikçe kendine geliyordu. Kutunun dibinde kalan son gofreti de yediğinde artık ölüm düşüncesinden kurtulmuştu. Bir hamle ile ayağa kalktı ve musluğa ağzını dayadı. Musluğu sonuna kadar açmıştı. Bir yudum, iki yudum, üç yudum, dört yudum… Midesi doluncaya kadar tazyikli sudan içti. Yaşamak güzel şeydi. 
Bir daha bu tarz mağduriyetler yaşamamak için yanına birkaç sürahi su aldı. Poşetini açamadığı makarnaları da aldı ve yeniden odasına geçti. Oyun masasını özlemişti. Bilgisayarını açtı. Ağzında halen gofretin tadı vardı. Midesinde değişik şeyler oluyordu. Başının döndüğünü hissetti. 
Kendine geldiğinde hastanedeydi. Ailesi de etrafındaydı. Annesi:
-Son kullanma tarihi on beş yıl geçmiş gofretten başka yiyecek bir şey bulamadın mı oğlum, dedi. 
Hâlen çok açtı. Susuzluğu biraz gitmişti ama açtı. Annesine üzgün üzgün baktı:
-Bulamadım anne, dedi. Bulamadım…

(DEVAM ETMEYECEK, ÜŞENİYORUZ.)

GÜNLERDEN BUGÜN

 
Hayrettin Eymen Bulut
 
Günüm sanki hiçbir gün değil bugün
Nedendir bilmedim içimdeki hüzün
Meğer böyle imiş senin de özün
Bu da senin yanına kalır mı sandın
 
Sözün söz değilmiş yeni anladım
Sadıksın sanıp güveniyordum
Sende biraz dostluk var sanıyordum
Ta ki günlerden bugün olana kadar

ŞİİRE YAKLAŞIRKEN

 



Utku Kerim Genç

Hikâye yazmak eğlenceli
Deneme yazmak da öyle
Hiç ama hiç 
Yormuyor beni
Zorlamıyor

Şairler nasıl buluyor
Nasıl yazıyor bir şiiri
Ben düşünemiyorum şiir yazmayı
Nasıl beceriyor şairler
Peş peşe dizeleri sıralamayı

Böyle böyle düşünürken
Bir şiir ortaya çıktı sanıyorum
Ama gerçekten bu bir şiir mi
Belki de şiire yaklaşıyorum

ŞİİR

 

Mehmet Çınar

Dökülüyor dudaklarımdan
Yazdığım dizeler
Geliyor aklıma
Umut beklemeliyim
Umutla

Şiirlerimin kaynağıdır bu
İşte bu 
Değişik hislerim

Bedenen yorgun olsam bile
Dökülüyor yine dizeler
Yazıyorum dört dize kâğıda
Ediyor bir kıta

Paslandım belki de ama
Gene dizeler dökülüyor

BİR YAŞLININ DİLİNDEN

Salih Taha Balta

Bir zamanlar kalkmazdı oyunlardan elim
Yiğit bir delikanlı idim
Ansızın bir savaş çıktı sonra
Cepheden cepheye gönderildim
Bir savaşta vuruldum
Gaziyim

Şimdi protezli ayağım belim
Dayandığım bastonda
Gençliğime hasretim

Gençlik neydi
Rüya mı, hayal mi
Hatırlıyorum gençlik hızlı koşan bir taydı
Git gide yavaşladı
Sorulduğunda bana
Gençliğin nerde kaldı
Diyeceğim onlara 
Gençliğimi zaman aldı

İLHAM

Salih Taha Balta

İlham gelmiyor neden
Dostum olan kalem
Atmışım bir kenara
Şimdi bir düşmandır bana
Yıllarca kullanmıştım oysa

Şimdilerde ilham bile düşman bana
Kalemim sanki bir yabancı
Defterim açılmıyor
Sayfalarını saklı tutuyor
İlham 
Ey ilham
Ben beklerken senin yolunu günlerdir
Niye uğramıyorsun bana
Ne olur sen de 
Benzeme bir düşmana

ÇOCUKLUK


Salih Taha Balta

Bilmezdim çocukken
Tehlikenin ne olduğunu
Güven içindeydim
Annemin kollarında
Güveniyordum ardımda duran
Dağ gibi babama

Şimdi anlıyorum savaştakileri
Sömürgeleri ve köleleri
Özlüyorum geçmişi
Babamı, annemi
İngilizce konuşuyorum
Özgür hissetmiyorum kendimi