EMİR SABRİ ÜNSAL
EMİR KAAN ŞİMŞEK
MAHMUT ERAY ERBAŞ
Günlerdir ağzına bir lokma almamıştı. Açtı, susuzdu. Gözlerinin önünden yemekler geçiyor, burnuna sürekli yemek kokuları geliyordu. Yerinden kalacak gücü kalmamıştı. Açlık ona hayaller gördürmeye başlamıştı. Hiç değilse birazcık su olsaydı yakınında ve kana kana içseydi. Belki biraz o zaman kendine gelirdi fakat etrafa baktı, ne su vardı ne de yiyecek. Böyle planlamamıştı oysa. Yiyecek ve içecek sorunu yaşamamalıydı. Şimdi açlıktan ölmek üzere olduğunu hissediyor, tavana boş gözlerle bakıyordu. Keşke kapı çalsa ve birileri yemek getirse diye düşünüyordu. Ama ne kapı çalıyordu ne de gelen giden vardı. Pencereye baktı, pencerenin önüne kuşlar bile gelmez olmuştu. Yerinden kalkmaya çalıştı ama güçsüzdü. Uyusam iyi olur, diye düşündü fakat aç karnına uykusu da gelmiyordu. Biraz gözü dalsa ya yemek görüyordu ya içecek. Açlıktan ölmekten korkuyordu. Ertesi gün gazetelere manşet olmaktan korkuyordu. 21. Yüzyılda bir insanın açlıktan ölmesi ne demekti? Açtı, susuzdu. Keşke biraz kendisini toplayabilseydi.
Ailesinden ilk kez bu kadar uzak kalmıştı. Ailesi, sabahın erken saatlerinde evden ayrılmış yakın bir şehirdeki akrabalarının düğününe gitmişlerdi. Onu ders çalışması için evde bırakmışlardı. Annesi bir hafta yeter, düşüncesiyle dolabı yemekle doldurmuştu fakat o, ikinci günün akşamında tüm yemekleri bitirmişti. Neler yoktu ki yemekler arasında; kuru fasulye, pilav, birkaç çeşit börek, köfte, makarna, mantı... Hatta dondurucuda balık ve lahmacun da vardı. İkinci günün akşamı oyun oynarken son lahmacun kırıntısını da bitirdiğini fark etmişti. Üstelik lahmacunun buzunu çözmeden yemişti. Lahmacunu cips zannetmiş, bir yandan oyun oynarken bir yandan kola ile lahmacun yemişti. Bir ara oyun bitince yediğinin lahmacun olduğunun farkına varmıştı ama iş işten geçmiş, lahmacun çoktan midesine inmişti.
Şimdi tavana bakıyordu. Açtı, susuzdu. Ailesinin dönmesine hâlâ üç gün vardı ve oyun da oynayamıyordu. Parmaklarında bilgisayarın düğmesine basacak kadar bile güç kalmamıştı. Uzandığı yerden kalkamayacağını anlayınca kendini usulca yere bıraktı. Birkaç kez döndükten sonra sürünerek mutfağa gidebileceği aklına geldi. Ev sanki onun için ıssız bir çöldü. Sürüne sürüne mutfağın kapısına geldi. Buzdolabının kapısını açık bırakmıştı. Mutfak tezgâhı bulaşıklarla doluydu. Etrafta süt, meyve suyu tarzı bir şeyler aradı gözleriyle ancak sıvı yağ ve deterjan dışında bir şey yoktu. Deterjanın rengi hiç fena görünmüyordu. Musluğa uzansa biraz kendine gelebilirdi fakat kolunu sadece yerdeki gövdesinden birazcık fazla yukarıya kaldırabiliyordu. Ailesinin kendisini mutfakta açlıktan ölmüş olarak bulacağı anı düşündü. Hayır, ölmemeliydi. Bu esnada gözüne kiler kapısı ilişti. Kalan son gücüyle kilere doğru süründü. Kilerin kapağını açtığında kendisini bir anda ölmüş ve cennete düşmüş gibi hissetti. Her yerde makarna, bulgur, un tarzı gıdalar vardı. Bunları tüketmek onu birkaç gün daha hayatta tutmaya yeterdi. Bir makarna poşetine uzandı. En sevdiği makarna türüydü bu. Poşetle on dakika kadar boğuştu fakat açamadı. Diğer makarnalara uzandığı sırada önüne bir kutu gofret düştü. Bu daha önceden hiç görmediği bir gofretti. Düşer düşmez kutunun kapağı açılmış, bazı gofretler ezilmiş halde ortaya dağılmıştı. Yerden bütün parçalarını küçük küçük yemeye başladı gofretlerin. Yedikçe kendine geliyordu. Kutunun dibinde kalan son gofreti de yediğinde artık ölüm düşüncesinden kurtulmuştu. Bir hamle ile ayağa kalktı ve musluğa ağzını dayadı. Musluğu sonuna kadar açmıştı. Bir yudum, iki yudum, üç yudum, dört yudum… Midesi doluncaya kadar tazyikli sudan içti. Yaşamak güzel şeydi.
Bir daha bu tarz mağduriyetler yaşamamak için yanına birkaç sürahi su aldı. Poşetini açamadığı makarnaları da aldı ve yeniden odasına geçti. Oyun masasını özlemişti. Bilgisayarını açtı. Ağzında halen gofretin tadı vardı. Midesinde değişik şeyler oluyordu. Başının döndüğünü hissetti.
Kendine geldiğinde hastanedeydi. Ailesi de etrafındaydı. Annesi:
-Son kullanma tarihi on beş yıl geçmiş gofretten başka yiyecek bir şey bulamadın mı oğlum, dedi.
Hâlen çok açtı. Susuzluğu biraz gitmişti ama açtı. Annesine üzgün üzgün baktı:
-Bulamadım anne, dedi. Bulamadım…
(DEVAM ETMEYECEK, ÜŞENİYORUZ.)