4 Şubat 2025 Salı

HAYAL/SİZ


Hayrettin Eymen Bulut

Satılık hayal var mı
Kıyıda köşede
Bizde de vardı
Hepsi ıslanmasaydı

DÖNGÜ


Mahmut Eray Erbaş
Emir Kaan Şimşek
Emir Sabri Ünsal

1. BÖLÜM

Hayli yorucu bir gün geçirmişti. Evine gidip dinlenmekten başka bir düşüncesi yoktu. Hatta yemek, içmek için bile uğraşamayacak kadar yorgundu. Evinin kapısını açtığında artık son gücü de bitmişti. Çantasını bir kenara fırlatarak doğruca uyumaya gitti. Sanki uykuya değil de başka bir boyuta geçmişti uzanır uzanmaz. Rüya gibi değildi yaşadıkları. Uzandığı anda bir kapıdan geçmiş ve yeni bir dünyaya girmiş gibiydi. Gözlerini uyanır gibi araladı. Her yer bembeyazdı. O kadar beyazdı ki küçücük bir leke olsa fark edilebilirdi. Tavan beyazdı.  Zemin beyazdı. Duvarlar beyazdı. Gözlerini alıyordu bu kadar beyaz. Bir kapı olmalı, diye düşündü. Pencere yoktu ama bir kapı olmalıydı. Yerinden doğruldu ve elleriyle duvarları yoklamaya başladı. Az önce yorgunluktan bitkindi fakat şimdi kendisini çok dinç hissediyordu. Bunun bir rüya olamayacağını düşündü. Kendine bir çimdik attı, acı hissedebiliyordu. Demek ki rüya değildi bu. Bu esnada elini sürdüğü yerde bir çıkıntı hissetti. Bu bir düğmeye benziyordu. Dikkatle baktı ve tüm gücüyle bu çıkıntıya bastı. Bu esnada bembeyaz duvarda kapı büyüklüğünde bir boşluk oluştu. Kapının ardı karanlıktı. Buradan çıkmak için bir fırsat doğmuştu ve değerlendirmeliydi bunu. Gözleri kamaşıyordu beyazlıktan. Adımını dışarıya atar atmaz bir boşluğa yuvarlandı. Karanlık bir boşlukta düşüyor, düşüyor, durmadan düşüyordu. Aşağılara doğru indikçe hızlanmak yerine yavaşlıyordu. Sonunda yerçekimi etkisini kaybetmiş gibi hissetti. Tam uçuyor muyum diye düşünüyordu ki bir anda gözlerini yeşil bir odada açtı. Filmlerde gördüğü gibi bir yeşillikti bu. Doğal bir yeşillik yoktu etrafında. Her şey yeşildi. Tavan yeşildi. Zemin, yeşildi. Duvarlar yeşildi. Ellerine baktı, yeşil görünüyordu. Kendi ellerinden rahatsız oldu. Ellerini duvara yaklaştırdığında elleri görünmüyordu. Biraz önce yaşadığı tecrübeden hareketle burada da bir düğme olabileceğini düşündü. Duvarları yoklamaya başladı. Tahmini doğru çıktı. Yine bir çıkıntı vardı duvarda ancak bu kez dışarıya adım atıp atmamak konusunda kararsızdı. Var gücüyle düğmeye bastı ve yine bir boşluk oluştu duvarda. Adımını atar atmaz yine düşmeye başladı. Her yer karanlıktı ama git gide aydınlığa doğru yol alıyordu. Ellerine baktı, rengi yerine gelmişti fakat biraz beyaz görünüyordu kendine. Bir ara kuş gibi kanat çırpmayı denedi. Çırpındı, çırpındı fakat bu onun düşmesini engellemiyordu. Sonunda yavaşladı. Yine bir odaya düşeceğim, diye içinden geçirdi. Gözlerini yine kapadı. Düşme hissi bittikten sonra gözlerini usul usul açtı. 
Başucunda maskeli iki kişi vardı. Üzerlerinde beyaz önlük vardı başucunda bekleyen kişilerin. Ellerinde eldiven vardı. Gözlerini açtığını görünce başucundaki kişiler telaşlanmıştı. Kendini toparlamalı ve nerede olduğunu sormalıydı. Kendini toparlayarak:
-Ben neredeyim, sizler kimsiniz, dedi. 
Başucunda bekleyenler sorularına cevap vermek yerine sağa sola ve birbirlerine bakıyorlardı. Doğrulmak istediğinde yatağa bağlı olduğunu hissetti. Tam ayaklarına ve kollarına bakıyorken burnuna doğru sıkılan bir gaz ile gözlerini kapattı. 
Gözlerini açamayacak kadar yorgun olduğunu hissetti. Uyanıktı ama bir şeyler yapmak için gücü yoktu. Gözlerini yeniden araladı. Az önce başucunda duran kişiler yoktu. Üstelik yatağa bağlı da değildi. Tepesindeki lamba çok cılızdı. Bazen sönüyor bazen yanıyordu. Kasavetli bir havası vardı odanın. Duvarlara bakarken bir kapı gördü. Bu, iyiye işaretti. Kapının altından ışık sızıyordu ve gölgeler hareket ediyordu. Kapı aralandı. Ardında sadece bir kişi vardı. Yerinden doğruldu ve sordu:
-Neredeyim ben?
Beyaz önlüklü ve maskeli adam elinde iki şeker tutuyor ve gözlerine bakarak konuşuyordu:
-Şu an senin beyninin içindeyim. Elimdeki şekerlerden birini seçeceksin. Sadece bu kadarını söyleyebilirim, dedi.
Son gücünü toplayarak kendisine şekerleri uzatan adamı duvara doğru itekledi. Bu esnada yere düşen iki şekeri de aldı. Tam ikisini birden ağzına atacaktı ki yeniden her yer karardı.
Gözleri açıktı ama hiçbir şey görmüyordu. Avucunda sıkı sıkıya tuttuğu şekerler erimeye başlamıştı. En iyisi onları yutmaktı. Karanlıkta şekerlerin ikisini birden ağzına attı. Tatlı bir şeyler ummuştu. Şekerlerin biri çok tatlı diğeri acıydı. Kırmızı olan büyük ihtimalle acıydı. Her yer karanlıktı hâlen. Şekerlerden acı olanı çıkarmak istedi ağzından fakat yanlışlıkla bu esnada her iki şekeri de yuttu. Şekerleri yuttuğu anda yine düşme hissine kapıldı. Etrafta hiçbir şey görünmüyordu. Bir yandan midesinin bulandığını hissediyordu. Belki de başı dönüyor, düştüğünü hissediyordu. Gözlerini kapadı bir süreliğine. Tekrar açtığında başucunda yine o maskeli iki kişi vardı. Gözlerini açtığını görünce başucundaki kişiler telaşlanmıştı. Biri diğerine:
-Hiç bu kadar sorun çıkaran olmamıştı. Bu kalitesiz denek kim tarafından getirildiyse tespit edilmesi gerek, bir daha bize böylelerini getirmesin, dedi. 
Demek ki burada bir denekti ve başkaları da getirilmişti. Olan biteni usul usul anlamaya çalışıyordu. Olanca gücüyle toparlandı ve bağırdı:
-Bırakın beni!
Başında bekleyenler iyice usanmış görünüyordu. Gözleriyle birbirlerine işaret ettiler ve yeniden her şey karardı. Bu kez bilincini de yitirmişti. 
Aradan ne kadar dakika ya da saat geçtiğini hatırlamıyordu kendine geldiğinde. Her yanı ıslanmıştı. Yağmur yağıyordu. Önce bulutları gördü, sonra çalıları. Usulca yerinden doğrulmak istedi fakat vücudunda yaralar vardı, ağrımayan yeri yoktu. Hafifçe doğrulduğu anda az ilerde hızla giden bir araç gördü. Kendini yeniden çamurun içine bıraktı. 
Yaraları acıyordu. Biraz kendini toparlayınca kalkmayı düşünüyordu. Bu esnada etrafa bakındı. Çalıların arasında kendisi gibi baygın bekleyen dört kişi daha vardı ve hiçbirinde hayat belirtisi yok gibiydi. Önce kendine gelmeli, ardından onların yaşayıp yaşamadığına bakmalıydı. Bir müddet daha bekledi. Yine dalmıştı. 
Bir süre sonra uyandı. Etrafında hayli su birikintisi oluşmuştu. Yağmur devam ediyordu ve şiddetlenmişti. Etrafındakilerden biri daha kendine gelmiş, sağa sola bakıyordu. O tarafa dönerek sordu:
-Neredeyiz biz? Neden buradayız? 
Gayet bitkin görünen adam cevap verdi:
-Aynı sistemin içinden atılan kişileriz. Artık sistemin bir parçası değiliz. Uyanmak, acı verir. Aslında hissettiğin bütün acılar artık uyanmış biri olmanla ilgili. Sen, ben, biz sistemin dışına atıldık. 
Söylenenlerden bir şey anlamıyordu. 
Belki de diğerleri yalnızca buraya hoş zaman geçirmek için gelmiş sarhoşlardı. Tam buna inanacakken diğer üç kişi de hareketlendi. Önce çamurdan çıkmak gerekiyordu. Güç bela ayağa kalktı ve biraz ilerdeki ahşap kulübeyi gördü. Beş yorgun ve bitkin kişi kulübeye doğru usul usul ilerledi. Konuşacak, birbirlerine anlatacak çok şeyleri vardı fakat hiçbirinin ağzını bıçak açmıyordu. 


2: Bölüm
Ahşap kulübenin kapısı açıktı ve ortada küçük bir soba vardı. Önce kurumaları ve dinlenmeleri gerekiyordu. Sonradan uyananlardan biri sağda solda sobayı yakmak için bir şeyler aradı. Nihayet bir kutu kibrit bulmuştu ama kibrit nemliydi. Bir süre uğraştıktan sonra birini yakmayı başardı. Soba yandıkça ısınıyorlar ve birbirlerine bakıyorlar, birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı. Üstelik acıkmışlardı epece. Kulübe ısınıp elbiseleri kurumaya başlayınca yiyecek bir şeyler aramaya başladılar. Kulübeye yıllardır kimsenin gelmediği belliydi. Yıllardır yanmamış olan sobanın borularından dumanlar çıkıyor ve sular akıyordu. Raflardan birinde duran kutunun üzerinde gofret resmi vardı. Beş kişinin tek umudu bu kutuydu. Kutuyu özenle indirdiler. Gerçekten de içinde gofret vardı. Son kullanma tarihine baktılar, yaklaşık elli yıl önce son kullanma tarihi geçmişti gofretin. Beş mağdur kişinin bunu düşünecek durumu yoktu ve hızla bitirdiler gofretleri. Gofretler bittiğinde hepsinin de uykusu gelmişti. Bulundukları yerde uyudular. Günlerdir ilk kez bu kadar mutlu oldukları yüzlerinden okunuyordu. Bebekler gibi mışıl mışıl uyuyorlar yanlarındaki soba çıtırtılarla yanıyordu. 
Hayli mutluydu uyandığında. Üstelik ağrısı, sızısı yoktu. Yaralarının tamamı iyileşmişti. Yanındaki kişilere baktı, onların da yaraları iyileşmişti. Üstelik hepsinin üzerinde temiz kıyafetler vardı. Yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı. Bir ahşap kulübenin içinde olmaları gerekiyordu fakat burası başka bir yerdi. Bu esnada kenarda kendilerini izleyen maskeli ve beyaz önlüklü iki kişiyi yeniden gördü. 
-Gofretlerin tadı nasıldı? Şifalıdır bizim gofretler. Bak, yaralarınız iyileşmiş, dedi adamlardan biri. 
Bu sözleri duyan dört kişi de uyandı. Onlar da hayli mutlu görünüyordu. Elbiselerine, etrafa bakmaya başladılar şaşkınlıkla. 
Maskeli ve beyaz önlüklü adamlardan diğeri konuştu:
-Kurtulmak istiyordunuz, kendinizi huzursuz hissediyordunuz. Artık gidebilirsiniz. Bakın, şurada kapı var. Kapıdan çıkıp bahçeye ulaşacaksınız. Bahçeden de çıktığınız andan itibaren özgürsünüz. Yeni bir hayat sizi bekliyor. Hem de mutlu bir hayat. 

3. Bölüm
Birbiriyle konuşmadan dört kişi hızla bahçeye koştular. Bahçe kapısı yakın görünüyordu ama bir türlü ulaşamıyorlardı. Yürüme bandında koşar gibilerdi. Bir süre koştuktan sonra bahçe kapısına nihayet ulaştılar. Bahçe kapısının arkasında bir hayat onları bekliyordu. Terlemişlerdi. Kapıyı açmadan önce son kez birbirlerine baktılar. Bir veda merasimine gerek yoktu. Buradan kurtulmak gerekliydi. Büyük kapıyı açıp dördü birden dışarıya adım attılar fakat adımları onları dışarıya taşımadı. Bir boşluk vardı ayaklarının altında. Galiba düşüyorlardı yeniden. 
Her yer karardı. Büyük bir sessizlik vardı. 
Uyandığında tekti ve başucunda maskeli iki kişi vardı. Üzerlerinde beyaz önlük vardı başucunda bekleyen kişilerin. Ellerinde eldiven vardı.

18 Ocak 2025 Cumartesi

GEZEGENLER

Tunahan Ceylan

O en küçük gezegen 
Merkür’ü bilirim ben
Kılçık kaldı boğazda
Dün akşam yemek yerken

Çoban Yıldızı Venüs
Arkadaşım bana küs
Üstüne oturunca
Anladı ki o kaktüs

Yaşam olan yer Dünya
Yolda yürürüm yaya
Patikada giderken
Önüme çıktı kaya

Kızıl bir gezegen Mars
Bu mevsim soğuktur Kars
Ormanda yürüyorken 
Gördüm avlanan bir pars

En büyüktür Jüpiter
Görünen su değil ter
Yolda koşarken düştüm 
Çünkü kaygandı her yer

Satürn’ün var halkası
Su dolu onun tası
Kedi damdan düşünce
İlan ettiler yası

Uranüs yuvarlanır
Tüm dünya onu tanır
Kaplumbağa görürse
Patikada taş sanır

Uzak Güneş’e Neptün
Bir kitap okudum dün
Kimse pasta yemedi
Duruyor hâlâ bütün

YANLIŞ ANLA/MA

Aden Mira Kartal

Anlıyorum, diyorlar
Dinliyorlar
Saatlerce dinliyor, fikirlerini söylüyorlar
Gün bittiğinde
Hiçbir şey anlatamadığımı düşünüyorum
Ya da yanlış anlaşıldığımı
Bunu niçin yapıyorlar

Her şey ortada iken açıkça
Ve söylemişken bütün gerçekleri
Anlaşılmamak bile değil
Yanlış anlaşılmak
Üzüyor, üzüyor beni

ÖĞRENCİNİN DUASI

Yusuf Kerem Acar

Aslında okul güzel bir yer
Sıkıcı bir hayattan
Koparıp alıyor bizleri içine
Arkadaşlar, dersler, öğretmenler
Derken akşam oluyor
Dönüyoruz evlere

Okulun olmadığı günler bile
Arıyor insan okulu, dersleri
Öğretmenlerini
Hele yaz tatilinde
Özlememek mümkün mü birini

Fakat ödevleri anlamak çok zor
Sayfalar dolusu ödev
Sayfalar dolusu soru
Allah’ım sen bizleri
Ödevlerin bitmeyeninden koru

SEN OLMADAN ASLA

Agâh Taha Temizkan

Sensiz güne başlamak
Benim için imkânsız
Sabahın ilk saatlerinde
Sensiz yalnızca aklımda, kalbimde

Oturduğumda bir masaya
Ayran varsa önümde
Seni arıyorum sadece

Kokun vazgeçilmez
Tadın anlatılmaz
Sen olmazsan Sivas simidi
Güne başlanmaz

17 Ocak 2025 Cuma

MERDİVENLİ HAYAT

Akın Eliş

Dünyaya bir baksanıza, dünyada yaşayan insanlara. Özellikle Batı’da yaşayan insanlara. Batı’da her şey adaletli, demokratik, diyoruz. Peki ya ne kadar adaletli ve demokratikler? Kendilerini bütün dünyaya böyle tanıtmışlar, kendilerinin reklamını dünyaya pazarlamışlar ve bunu yaparken en iyi biçimde yapmış olmalılar ki neredeyse hepimiz onları bu özellikleri ile tanıyoruz. Oysa bu dünyanın neresinde olursa olsun insan, değil dünyada, evrende en acımasız canlıdır. Ülkeler, kıtalar, farklı kültürler insanın acımasız yönünü ortadan kaldırmamıştır hiçbir çağda. İnsan, çoğunlukla kendisinden başkasını düşünmez hatta kendisiyle aynı düzeydeki bir insanı ezip onun üstüne çıkmak ister. Bu insanlığın kanunu olmuştur. O yüzden eşitlik, demokratiklik, adalet gibi kavramlar hiçbir zaman, hiçbir çağda tamamıyla dünyada uygulanamamıştır. 
Her zaman insanlar arasında bir sınıflandırma vardır. Bir merdiven vardır ve o merdivende herkesin oturabileceği basamak bellidir. Orda herkes yerini bilir ama hiçbir zaman yerinden memnun olmaz. Kimi bu basamakların altındadır kimi üstündedir, bu merdivende bulunanların tek ortak noktaları amaçlarıdır. Amaç ise aynıdır: En üst basmakta olmak. Bu merdivenin basamaklarını çıkmak için ise bulunduğunuz basamağın bir üstündeki insanlarla iyi geçinmeniz ve onlarla iyi anlaşmanız en geçerli kuraldır. Ya da basamakların üst kısmında tanıdığınız birilerinin olması gerekir. Bu amacı gerçekleştirirken de kendinizi bir üst basamakta bulunan insanlara iyi tanıtmanız gerekir, yani onların sizi olumlu yönlerinizle tanıması lazımdır ama insan acımasız bir canlıdır. Sizin bir basamak üstünüzdekiler çoğunlukla sizin iyi yaptığınız şeyleri ufak bir tebrikle geçiştirirken küçük bir hatanızda sizi silerler, unuturlar, görmek istemezler. Hatta ellerinden geliyorsa bulunduğunuz yerden bir alt basamağa iteklerler. 
Siz, kendinizi bir basamak üsttekilere ne kadar iyi tanıtırsanız tanıtın ve ne kadar üst basamağa layık olursanız olun; onlar, kendilerinden alt basamaktakileri her zaman eksiklikleriyle, üst basamaktakileri ise en olumlu yönleriyle görürler çünkü kendilerinin de üst basamağa çıkması bu bakış açısına bağlıdır. Bu bakış açısına sahip olmayanlar aynı basamakta beklemeye mahkûmdur. 
Bu basamakları tırmanırken eğer merhametli yani sizi ezip kendisi üst basamaklara çıkmak istemeyen biriyle karşılaşırsanız onun kıymetini bilin. Eğer siz de onun gibiyseniz bu merdivenli hayata 1-0 önde başlarsınız ve bir yol arkadaşınız olur. Zorluklar, zorbalıklar da yine olur ancak sizi anlayan, sizinle aynı düşünen birisiyle yol yürümek bu zorluklara göğüs germenize katkıda bulunur ve size güç, inanç, azim verir. 

14 Ocak 2025 Salı

GÜNEŞİN DOĞDUĞU YER

Hayrettin Eymen Bulut

Deli değilim divane değilim
Sayı saymayı da iyi bilirim
Haftanın sekizinci günündeyim
Alt tarafı bir çıkmaza girmişim

Güneşin doğduğu yer
Seslerim bu dizelerim
Ben böyle seslenirim
Bilmediğim bir gündeyim

SÖZ GELİŞİ


Hayrettin Eymen Bulut

Sence de bu sözler 
Biraz ağır değil mi
Söz gelişi söylenenler yürekten gelmiş gibi
Konuşmamdan tam olarak anlaşılmıyor belki
Yalnız sevinme 
Benim konuştuklarım söz gelişi değil ki

SOĞUK GÜNEŞ

Hayrettin Eymen Bulut

Hep soğuk değildir belki de
Kar insanı kendine ısındıramaz mı
İnsana sıcak davranıp 
Kendi soğuğunu saklayamaz mı

Lav soğuk biri gibi
İnsanı kendinden soğutamaz mı?
Buharlaştırmayıp yağmurları 
Donduramaz mı

Buzlar sıcak
Ateşler soğuk olamaz mı
Ay 
Soğuk olmaya mı mecburdur hep
Rüyalara mı mahsustur soğuk güneş