Mahmut Eray Erbaş
Emir Kaan Şimşek
Emir Sabri Ünsal
1. BÖLÜM
Hayli yorucu bir gün geçirmişti. Evine gidip dinlenmekten başka bir düşüncesi yoktu. Hatta yemek, içmek için bile uğraşamayacak kadar yorgundu. Evinin kapısını açtığında artık son gücü de bitmişti. Çantasını bir kenara fırlatarak doğruca uyumaya gitti. Sanki uykuya değil de başka bir boyuta geçmişti uzanır uzanmaz. Rüya gibi değildi yaşadıkları. Uzandığı anda bir kapıdan geçmiş ve yeni bir dünyaya girmiş gibiydi. Gözlerini uyanır gibi araladı. Her yer bembeyazdı. O kadar beyazdı ki küçücük bir leke olsa fark edilebilirdi. Tavan beyazdı. Zemin beyazdı. Duvarlar beyazdı. Gözlerini alıyordu bu kadar beyaz. Bir kapı olmalı, diye düşündü. Pencere yoktu ama bir kapı olmalıydı. Yerinden doğruldu ve elleriyle duvarları yoklamaya başladı. Az önce yorgunluktan bitkindi fakat şimdi kendisini çok dinç hissediyordu. Bunun bir rüya olamayacağını düşündü. Kendine bir çimdik attı, acı hissedebiliyordu. Demek ki rüya değildi bu. Bu esnada elini sürdüğü yerde bir çıkıntı hissetti. Bu bir düğmeye benziyordu. Dikkatle baktı ve tüm gücüyle bu çıkıntıya bastı. Bu esnada bembeyaz duvarda kapı büyüklüğünde bir boşluk oluştu. Kapının ardı karanlıktı. Buradan çıkmak için bir fırsat doğmuştu ve değerlendirmeliydi bunu. Gözleri kamaşıyordu beyazlıktan. Adımını dışarıya atar atmaz bir boşluğa yuvarlandı. Karanlık bir boşlukta düşüyor, düşüyor, durmadan düşüyordu. Aşağılara doğru indikçe hızlanmak yerine yavaşlıyordu. Sonunda yerçekimi etkisini kaybetmiş gibi hissetti. Tam uçuyor muyum diye düşünüyordu ki bir anda gözlerini yeşil bir odada açtı. Filmlerde gördüğü gibi bir yeşillikti bu. Doğal bir yeşillik yoktu etrafında. Her şey yeşildi. Tavan yeşildi. Zemin, yeşildi. Duvarlar yeşildi. Ellerine baktı, yeşil görünüyordu. Kendi ellerinden rahatsız oldu. Ellerini duvara yaklaştırdığında elleri görünmüyordu. Biraz önce yaşadığı tecrübeden hareketle burada da bir düğme olabileceğini düşündü. Duvarları yoklamaya başladı. Tahmini doğru çıktı. Yine bir çıkıntı vardı duvarda ancak bu kez dışarıya adım atıp atmamak konusunda kararsızdı. Var gücüyle düğmeye bastı ve yine bir boşluk oluştu duvarda. Adımını atar atmaz yine düşmeye başladı. Her yer karanlıktı ama git gide aydınlığa doğru yol alıyordu. Ellerine baktı, rengi yerine gelmişti fakat biraz beyaz görünüyordu kendine. Bir ara kuş gibi kanat çırpmayı denedi. Çırpındı, çırpındı fakat bu onun düşmesini engellemiyordu. Sonunda yavaşladı. Yine bir odaya düşeceğim, diye içinden geçirdi. Gözlerini yine kapadı. Düşme hissi bittikten sonra gözlerini usul usul açtı.
Başucunda maskeli iki kişi vardı. Üzerlerinde beyaz önlük vardı başucunda bekleyen kişilerin. Ellerinde eldiven vardı. Gözlerini açtığını görünce başucundaki kişiler telaşlanmıştı. Kendini toparlamalı ve nerede olduğunu sormalıydı. Kendini toparlayarak:
-Ben neredeyim, sizler kimsiniz, dedi.
Başucunda bekleyenler sorularına cevap vermek yerine sağa sola ve birbirlerine bakıyorlardı. Doğrulmak istediğinde yatağa bağlı olduğunu hissetti. Tam ayaklarına ve kollarına bakıyorken burnuna doğru sıkılan bir gaz ile gözlerini kapattı.
Gözlerini açamayacak kadar yorgun olduğunu hissetti. Uyanıktı ama bir şeyler yapmak için gücü yoktu. Gözlerini yeniden araladı. Az önce başucunda duran kişiler yoktu. Üstelik yatağa bağlı da değildi. Tepesindeki lamba çok cılızdı. Bazen sönüyor bazen yanıyordu. Kasavetli bir havası vardı odanın. Duvarlara bakarken bir kapı gördü. Bu, iyiye işaretti. Kapının altından ışık sızıyordu ve gölgeler hareket ediyordu. Kapı aralandı. Ardında sadece bir kişi vardı. Yerinden doğruldu ve sordu:
-Neredeyim ben?
Beyaz önlüklü ve maskeli adam elinde iki şeker tutuyor ve gözlerine bakarak konuşuyordu:
-Şu an senin beyninin içindeyim. Elimdeki şekerlerden birini seçeceksin. Sadece bu kadarını söyleyebilirim, dedi.
Son gücünü toplayarak kendisine şekerleri uzatan adamı duvara doğru itekledi. Bu esnada yere düşen iki şekeri de aldı. Tam ikisini birden ağzına atacaktı ki yeniden her yer karardı.
Gözleri açıktı ama hiçbir şey görmüyordu. Avucunda sıkı sıkıya tuttuğu şekerler erimeye başlamıştı. En iyisi onları yutmaktı. Karanlıkta şekerlerin ikisini birden ağzına attı. Tatlı bir şeyler ummuştu. Şekerlerin biri çok tatlı diğeri acıydı. Kırmızı olan büyük ihtimalle acıydı. Her yer karanlıktı hâlen. Şekerlerden acı olanı çıkarmak istedi ağzından fakat yanlışlıkla bu esnada her iki şekeri de yuttu. Şekerleri yuttuğu anda yine düşme hissine kapıldı. Etrafta hiçbir şey görünmüyordu. Bir yandan midesinin bulandığını hissediyordu. Belki de başı dönüyor, düştüğünü hissediyordu. Gözlerini kapadı bir süreliğine. Tekrar açtığında başucunda yine o maskeli iki kişi vardı. Gözlerini açtığını görünce başucundaki kişiler telaşlanmıştı. Biri diğerine:
-Hiç bu kadar sorun çıkaran olmamıştı. Bu kalitesiz denek kim tarafından getirildiyse tespit edilmesi gerek, bir daha bize böylelerini getirmesin, dedi.
Demek ki burada bir denekti ve başkaları da getirilmişti. Olan biteni usul usul anlamaya çalışıyordu. Olanca gücüyle toparlandı ve bağırdı:
-Bırakın beni!
Başında bekleyenler iyice usanmış görünüyordu. Gözleriyle birbirlerine işaret ettiler ve yeniden her şey karardı. Bu kez bilincini de yitirmişti.
Aradan ne kadar dakika ya da saat geçtiğini hatırlamıyordu kendine geldiğinde. Her yanı ıslanmıştı. Yağmur yağıyordu. Önce bulutları gördü, sonra çalıları. Usulca yerinden doğrulmak istedi fakat vücudunda yaralar vardı, ağrımayan yeri yoktu. Hafifçe doğrulduğu anda az ilerde hızla giden bir araç gördü. Kendini yeniden çamurun içine bıraktı.
Yaraları acıyordu. Biraz kendini toparlayınca kalkmayı düşünüyordu. Bu esnada etrafa bakındı. Çalıların arasında kendisi gibi baygın bekleyen dört kişi daha vardı ve hiçbirinde hayat belirtisi yok gibiydi. Önce kendine gelmeli, ardından onların yaşayıp yaşamadığına bakmalıydı. Bir müddet daha bekledi. Yine dalmıştı.
Bir süre sonra uyandı. Etrafında hayli su birikintisi oluşmuştu. Yağmur devam ediyordu ve şiddetlenmişti. Etrafındakilerden biri daha kendine gelmiş, sağa sola bakıyordu. O tarafa dönerek sordu:
-Neredeyiz biz? Neden buradayız?
Gayet bitkin görünen adam cevap verdi:
-Aynı sistemin içinden atılan kişileriz. Artık sistemin bir parçası değiliz. Uyanmak, acı verir. Aslında hissettiğin bütün acılar artık uyanmış biri olmanla ilgili. Sen, ben, biz sistemin dışına atıldık.
Söylenenlerden bir şey anlamıyordu.
Belki de diğerleri yalnızca buraya hoş zaman geçirmek için gelmiş sarhoşlardı. Tam buna inanacakken diğer üç kişi de hareketlendi. Önce çamurdan çıkmak gerekiyordu. Güç bela ayağa kalktı ve biraz ilerdeki ahşap kulübeyi gördü. Beş yorgun ve bitkin kişi kulübeye doğru usul usul ilerledi. Konuşacak, birbirlerine anlatacak çok şeyleri vardı fakat hiçbirinin ağzını bıçak açmıyordu.
2: Bölüm
Ahşap kulübenin kapısı açıktı ve ortada küçük bir soba vardı. Önce kurumaları ve dinlenmeleri gerekiyordu. Sonradan uyananlardan biri sağda solda sobayı yakmak için bir şeyler aradı. Nihayet bir kutu kibrit bulmuştu ama kibrit nemliydi. Bir süre uğraştıktan sonra birini yakmayı başardı. Soba yandıkça ısınıyorlar ve birbirlerine bakıyorlar, birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı. Üstelik acıkmışlardı epece. Kulübe ısınıp elbiseleri kurumaya başlayınca yiyecek bir şeyler aramaya başladılar. Kulübeye yıllardır kimsenin gelmediği belliydi. Yıllardır yanmamış olan sobanın borularından dumanlar çıkıyor ve sular akıyordu. Raflardan birinde duran kutunun üzerinde gofret resmi vardı. Beş kişinin tek umudu bu kutuydu. Kutuyu özenle indirdiler. Gerçekten de içinde gofret vardı. Son kullanma tarihine baktılar, yaklaşık elli yıl önce son kullanma tarihi geçmişti gofretin. Beş mağdur kişinin bunu düşünecek durumu yoktu ve hızla bitirdiler gofretleri. Gofretler bittiğinde hepsinin de uykusu gelmişti. Bulundukları yerde uyudular. Günlerdir ilk kez bu kadar mutlu oldukları yüzlerinden okunuyordu. Bebekler gibi mışıl mışıl uyuyorlar yanlarındaki soba çıtırtılarla yanıyordu.
Hayli mutluydu uyandığında. Üstelik ağrısı, sızısı yoktu. Yaralarının tamamı iyileşmişti. Yanındaki kişilere baktı, onların da yaraları iyileşmişti. Üstelik hepsinin üzerinde temiz kıyafetler vardı. Yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı. Bir ahşap kulübenin içinde olmaları gerekiyordu fakat burası başka bir yerdi. Bu esnada kenarda kendilerini izleyen maskeli ve beyaz önlüklü iki kişiyi yeniden gördü.
-Gofretlerin tadı nasıldı? Şifalıdır bizim gofretler. Bak, yaralarınız iyileşmiş, dedi adamlardan biri.
Bu sözleri duyan dört kişi de uyandı. Onlar da hayli mutlu görünüyordu. Elbiselerine, etrafa bakmaya başladılar şaşkınlıkla.
Maskeli ve beyaz önlüklü adamlardan diğeri konuştu:
-Kurtulmak istiyordunuz, kendinizi huzursuz hissediyordunuz. Artık gidebilirsiniz. Bakın, şurada kapı var. Kapıdan çıkıp bahçeye ulaşacaksınız. Bahçeden de çıktığınız andan itibaren özgürsünüz. Yeni bir hayat sizi bekliyor. Hem de mutlu bir hayat.
3. Bölüm
Birbiriyle konuşmadan dört kişi hızla bahçeye koştular. Bahçe kapısı yakın görünüyordu ama bir türlü ulaşamıyorlardı. Yürüme bandında koşar gibilerdi. Bir süre koştuktan sonra bahçe kapısına nihayet ulaştılar. Bahçe kapısının arkasında bir hayat onları bekliyordu. Terlemişlerdi. Kapıyı açmadan önce son kez birbirlerine baktılar. Bir veda merasimine gerek yoktu. Buradan kurtulmak gerekliydi. Büyük kapıyı açıp dördü birden dışarıya adım attılar fakat adımları onları dışarıya taşımadı. Bir boşluk vardı ayaklarının altında. Galiba düşüyorlardı yeniden.
Her yer karardı. Büyük bir sessizlik vardı.
Uyandığında tekti ve başucunda maskeli iki kişi vardı. Üzerlerinde beyaz önlük vardı başucunda bekleyen kişilerin. Ellerinde eldiven vardı.