4 Kasım 2023 Cumartesi

AH BENİM BU SABIRSIZLIĞIM


Semih Yılmaz 
Günlerden pazardı. Ramazan ayının yaklaşık yirminci günüydü. Babam evde bizimle olduğundan canımız hiç sıkılmıyordu. Pazar günleri bizim en yoğun günümüzdü. Evin ihtiyaçlarını almak için marketlere giderdik ve yorgun argın dönerdik. Alışveriş yorucuydu. 
O akşam, alışveriş sonrası anneannemlere iftara davetliydik. İşlerimiz bitince oraya gittik. İçeri girdiğimizde masanın üzerinde cacık duruyordu ve oruçlu olduğum için bütün kokusunu duyabiliyordum. Cacığın diğer yemekler arasında benim için ayrı bir yeri hep olmuştu çünkü ferahlık veriyordu, kokusu tadı başkaydı. Tok olsam bile cacığa yok diyemezdim, şimdi çok da açtım. Açlık hissim her şeyin önündeydi. Cacığı görünce kendimi kaybettim ve masaya bir gölge gibi yürümeye başladım. Masaya ulaşır ulaşmaz cacığa ellerim uzandı ama kaşık yoktu. Şimdi yeni bir görev beni bekliyordu. Görevim anneme görünmeden bir kaşık bulmaktı. Kaşığın olduğu çekmeceye doğru gittim. Kimseye çaktırmadan bir kaşık aldım ve masaya döndüm. Uzandım, cacık beni kendisine çağırıyordu. Dayanamadım ve kaşığı daldırdım. Kaşığı ağzıma götürürken bir yandan oruç olduğum aklıma geldi ama kendime dur, diyemiyordum. Hızla bir kase cacığı bitirdim. Kimseler farkında olmadan oturma odasına süzüldüm ve televizyonda maç açtım. Kendimi biraz suçlu hissediyordum. Ağzımdaki cacık bulaşığını silmeyi unutmuştum. Şimdi bir peçete ile suç delillerini kaybetmek gerekiyordu. Mutfağa gittim, son delili yok ederken peçete elimde annem ağzımı silerken gördü. Göz göze geldik. Annem:
-Oğlum, sen cacık mı yedin, dedi. Yalan söyleyemezdim. Zaten içime koca bir öküz oturmuştu. Suçlu hissediyordum. Ağlayacak gibiydim. Sessiz kalma hakkımı kullandım. Annem:
-Oğlum, sen oruçtun, dedi. Ben de:
-Halen oruçluyum anne, nasıl olduğunu anlamadım, kendime geldiğimde cacık bitmişti. Galiba bana melekler yedirdi bu cacığı dedim. Annem:
-Kasenin hepsini mi melekler yedirdi, ne kadar da seni severlermiş, dedi. Tebessüm etti. Bu sırada herkes sofradaydı, dışardan gelen ezan sesi ile bardak, çatal, kaşık, su sesleri birbirine karıştı. Zaten ezana birkaç dakika kalmış, aslında sabretsem daha iyi olurmuş, diye içimden düşündüm. Ne yapabilirdim ki?.. Onlar da masaya cacık koymasaydı. 

KÜÇÜK BUĞDAY BAŞAĞI

 Merve Sena Öztürk
Bir varmış bir yokmuş, uzak diyarlarda bir ormanın kıyısında üç kardeş buğday başağı yaşarmış. Buğday başaklarının ikisi hep güzellikleri konusunda kavga ederlermiş ama üçüncü ve küçük olan başak onlara karışmazmış. Diğerlerinden daha güzelmiş ve parlakmış oysa. Ama nedense onların kavgalarına hiç mi hiç katılmazmış. Diğer kardeşleri onu çok kıskanırmış ve onunla alay ederlermiş. Küçük buğday başağı onlara karşı çok iyi kalpliymiş. Üç kardeş yanlarında ağaçlarla beraber yaşıyorlarmış ama bir gün açlıktan neredeyse ölecek bir çocuk görmüşler. Çocuk bir deri bir kemik kalmış. Buğday başaklarını görünce ağzı sulanmış. Üçü de çok korkmuşlar. Çocuk küçük buğday başağına yönelmiş. Koparmadan onu, yere yatmış ve yemeye başlamış. Tam yarısına geldiğinde başka insanların sesleri gelmiş. Bir süre sonra çocuğun annesi ve babası gelmiş. Annesi:
-Hadi gel, bilmediğin bitkileri yeme, demiş. Babası:
-O kadar acıktıysan yemek hazır, demiş.
Hemen çalılıkların arasından dışarıya çıkmışlar. Buğday başakları çok şaşırmışlar. Kaç yıldır insan görmemişler. Kısa ve üzücü bir şey vardı. Küçük buğday başağının tam yarısını çocuk yemişti. Birkaç dakika sonra bunu fark eden kardeşler hemen alay etmeye başlamıştı. Küçük buğday başağı çok üzülmüş ve sessizce ağlamaya başlamıştı. Kendini topraktan sökmeye çalışmış. Ama böyle büyümek zorundaymış. Aradan birkaç yıl geçmiş ve büyük bir fırtına başlamış. Buğday başakları bir o yana bir bu yana sallanmışlar. Neredeyse köklerinden kopacaklarmış. Kardeşleri bir yandan kendilerini korumaya çalışıyor bir yandan da alay ediyorlarmış.

Aradan epey zaman geçmiş. Artık kardeşlerin toprağa tohumlarını saçma vakitleri gelmiş ama küçük buğday başağının tam zamanı gelmemiş. Fırtınadan sonra kurak olan topraklar verimli topraklarla buluşmuş. Rüzgar kurak toprağa doğru esmiş. İki kardeşin tohumları rüzgarda uçup kurak toprağa düşmüş bu duruma kardeşler üzülmüş.
Kardeşlerini gören küçük buğday başağı da çok üzülmüş. Yenmiş tarafıyla tohumları toplamış, kendisini verimli toprağa giden rüzgarın kollarına bırakmış. Onu örnek alan kardeşleri de o günden sonra iyi birileri olmuşlar ve mutlu yaşamışlar.


HÜZÜN MEVSİMİ (akrostiş)

 Sude Gökçe Çelen

O gün geldi
Neden geldi
Kasım ayı
Atam hasta oldu
Sonbahar sabahıydı
Islandı hep gözlerimiz
Mavi gökyüzü siyaha büründü

RAHAT UYU (akrostiş)

 Sude Gökçe Çelen

Atam canım atam
Temiz kalbinle
Anlatırsın bize
Tüm yurdu korumayı
Ülkemizi sevmeyi
Rahat uyu Atam
Koruruz biz vatanı

SEVMEYİ ÖĞRENDİM (akrostiş)

Sude Gökçe Çelen


Sen öğrettin
Ellerinle sevmeyi
Ve özlemeyi
Gözlerinle sev bir de
İyilik et bizlere

GERÇEK CANAVARLAR

Tayfun Tabuk

Siz hiç canavarları duydunuz mu? Hani fazladan kolları, ayakları, gözleri olan şu hayali varlıklar. Ben duydum hatta gördüm de. Nasıl diye soracaksınız. Çok normal bir şey aslında. Bence herkes canavar görmüştür. Hatta canavarlar hemen hemen her yerde. Yine nasıl, dediğinizi duyar gibiyim. Her yerde gördüğünüz, naylon atıklar, poşetler, kâğıtlar, tenekeler kısacası bütün çöpler birer canavar. Dünyamız düşünülmeden atılan çöpler yüzünden kirleniyor. Sadece dünyamıza değil hayvanlara hatta bize bile zarar veriyor bu çöpler. Çöpler yüzünden birçok bitki, hayvan ölüyor, nesli tükeniyor. İçecek içtiğiniz şişeyi eğer: “Dünyayı sadece benim geri dönüşüme attığım çöp mü kurtaracak.” Demeyin ve çöplerinizi geri dönüşüme atın. Geri dönüşüme atamıyorsanız en azından çöp kutularına atın. Dünyayı kurtarın. Dünyayı kurtarmak sizin elinizde, bizim elimizde. Küçücük bir duyarlılık yeter güzelliklerin kapısını aralamak için, dünyayı canavarlardan kurtarmak için.

YENİ KOMŞU

 Zeynep Göktaş
Okuldan eve gelirken
Kapıda birini gördüm
Tuz istiyormuş meğer
Eve girdim, ona tuz verdim
 
Nereden geldiklerini sordum
Anlattı biraz kısa
Yeni geldik buralara dedi
Bakarak tuz uzattığım tasa
Yaşımı sordu sekiz dedim
Onun da varmış çocuğu
Hem de sekiz yaşında
Biraz sonra kapı çaldı
Açtım kapıyı baktım bir çocuk
Benimle aynı boyda
Üstelik aynı yaşta
Adı da Yüsra

Artık yalnızlıktan kurtuldum
İçimde büyük bir sevinç 
Baştan başa
Hoş geldiniz komşular
Hoş geldin Yüsra

EMANET

 Yiğit İbrahim Karain
Kahramanlarız bize emanet etmiş
Bu gülden, çiçeklerden ülkeyi
Savaşmışlar uğruna bu toprakların
Yaşatmak için milleti, bizleri
 
Binlerce can kalmış toprağın bağrında
Binlerce yetim, öksüz kalmış geride
Yokluk yoksulluk sürmüş senelerce
 
Kolay olmamış bir ülke kurmak
Ve o ülkeyi yeni nesillere
Armağan bırakmak

ATAMANLI DEVLETİ (Akrostiş)

 Umut Pekyiğit

Atamanlı Devleti
Tabi ki onu severim
Ama o yıkıldı
Maalesef bu kötü oldu
Atatürk ardından Cumhuriyet’i kurdu
Ne güzel oldu
Laleler gibi ılık
Irkların en onurlusu
 
Türkler çok cesurlar
Ülkeleri çok geniş
Resimler kalmış bize onlardan
Keşke hep yaşasaydılar 
Laleler gibi kokan
Eski zamanlar
Resmen çok eski
İnanıyorum yine şahlanacak Türk milleti
 
Ne mutlu Türküm diyene

OKUL GEZİSİ

Aysel Zümra Yuvacı
Bir gün okula geldiğimde öğretmenimiz:
-Yarın okul gezisi var, dedi. Ben çok sevindim. O gün geldi nihayet. Gezi için sıra olduk. Sınıftan sıralı halde çıktık. Öğretmene sordum:
-Nereye gideceğiz. Öğretmen:
-Sinemaya, dedi. Bu kez de filmin ismini sordum.
-Renkli Dünya, dedi.
Çok merak etmiştim filmi. Film çok kısaydı. Başladı ve bitti. Okula geldiğimde çok değişik şeyler düşünüyordum. İlk düşüncem şuydu:
-Bu kısa film ne anlatıyordu?