5 Ekim 2024 Cumartesi

SAHİL


Üner Taha Aydemir

Sonsuz maviliğin ortasında
Pusulalardan, yıldızlardan kaçan
Sahipsiz bir sandalsın
Hiç kimsenin umurunda

Tüm duygularını bağlamış olsan da
Seni burada
Bırakıp ayrılana
Düşlerinde sönmeyen yangınla
Kendi kendinin kalabalığısın
Kimsesiz varlığınla

ISSIZ LİMAN

Üner Taha Aydemir

İlk defa
Belki de son defa
Bilemiyorum
Bir şeyler hissetmiştim
Bu köhne dünyada
Anlamadığım
Anlatamadığım

Günler güneşli bekliyor muydu
Acaba beni bu hayatta
Ölüler özgürdür
Kalanlarsa muamma

Burada olmadıysa da
Belki başka bir hayatta
Yarım kalan rüyalarda
Ya da vehmimin ıssız limanında

ÇİÇEK RESİMLERİ



Ayşegül Yıldız



Çiçekler nerede olursa olsun
Süslemeye yetiyor dünyayı
Hayatı ve bakışlarımızı
Mesela çiçeksiz olsaydı parklar
Bu kadar sevebilir miydik
Ya da bahçeler
Belki de bu yüzden büyüklerimiz
Pencere önlerine diziyor saksıları

Çiçekler güzel, çiçekler rengarenk
Odamın her köşesini
Evimizin her yerini donatmak isterdim onlarla
Fakat çiçeğe alerjisi olan bir ağabeyiniz varsa evde
Çiçek resimleriyle yetinmek düşüyor
Size de

KARTAL

 

YUSUF KEREM ACAR

Gökyüzüne bakınca 
Kiminin aklına uçaklar geliyor
Kiminin aklına bulutlar
Benimse gözlerim
Kartalları arıyor
Göklerin krallarını

Her türlü kuşu besliyor insanlar
Kafeste, evde
Papağan, muhabbet kuşu, kanarya
Fakat güçleri yetmiyor bir kartalı
Kendilerine alıştırmaya



SİLGİ

 Aden Mira Kartal

Sınıf tahtasını birkaç hareketle temizlemek mümkün
Eğer iyi bir silginiz varsa
Ya da defterinizdeki bir yanlış yazıyı
Hemen silebilirsiniz 
Kalemliğinizdeki küçücük bir silgiyle

Keşke hayatın her aşamasında
Bir silgi olsa
Beğenmediğimiz şeyleri
Silebilsek bir çırpıda
Bazı insanları mesela
Bazı davranışları
Bazı günleri takvimlerden
Bazı seneleri ömrümüzden
Silebilecek kocaman
Bir silgimiz olsa

EKRAN KARTI

 Eymen Çam

Bir şiir yazmak istiyorum dakikalardır
Beynimi yokluyorum
Sonra kalbimi
Düşünüyorum bakarak sağa sola
Neyi yazacağımı bilmeden
Kelimeler geçiyor birer birer gözlerimin önünden

Sonra bir kelime duruyor orada öylece
Düşünüyorum bundan bir şiir çıkar mı diye
Aslında çıkmaz ama 
Yazıyorum yine de

Gözlerimin önünden şu anda geçen kelimeler çok garip
32 GB bir ekran kartı
Böyle bir şiir olur muydu bilmiyorum
Ama işte kendiliğinden yazıldı

BARIŞIN YURDU

Atakan Kıvanç Ağca

Her kitap farklı bir hayal
Farklı bir dünya
Farklı zamanlara ve dünyalara
Açılan bir kapılar
Kitaplar

Herkes bunun farkına vardığında
Ve kitap okuduğunda
Dünya barışın yurdu olur
Kitaplarla

SALGIN


Elif Serra Yıldırım
Son yüzyıldır böyle soğuk bir kış yaşanmamıştı. En azından hava durumu sunucuları böyle diyordu. Rüzgâr buz gibi esiyor, kar gündüz gece demeden yağıyordu. Kimseler sıcacık evinden çıkmıyordu ihtiyaç olmadıkça. Okullar ve iş yerleri tatil edilmişti. Etrafta o kadar çok olmasına rağmen çocuklar kartopu oynamaya, kardan adam yapmaya çıkmıyordu çünkü hava çok soğuktu. 
Yine böyle bir günde uyandı Tuğçe. Okula geç kaldığını düşünerek aceleyle yataktan doğruldu. Neyse ki sonra okulun tatil edildiğini hatırladı. Gözü geçen yılki doğum gününde anneannesinin hediye ettiği saatte takılı kaldı. Saatin kaç olduğunu görünce ağzından küçük bir hayret nidası çıktı. Saat altıydı. Yani her zaman uyandığı saatten saatlerce erken. Üstelik Tuğçe önceki gece ertesi günün tatil olduğunu düşünerek çok geç yatmıştı. Nasıl olup da böyle erken kalktığına bir türlü anlam veremiyordu. Şimdi ne yapacağını düşündü. Hiç böyle erken kalkmamıştı. En iyisi kardeşini uyandırmaktı. Evet kardeşiyle hiç anlaşamazdı ama bu sinir bozucu sessizliğin bozulması için her şeye katlanabilirdi. Koşarak kardeşinin odasına girdi:
-Uyan hadi, uyan hadi, dedi. 
Kardeşi horluyor fakat bir türlü uyanmıyordu. Tuğçe korkmaya başladı. Annesi, babası, kardeşi Mert ve anneannesiyle yaşadığı eski, küçük ve ahşap konağın merdivenlerini hızla çıktı. Ebeveynlerinin odasına girince derin bir nefes aldı ve hızla odaya daldı. Bağırarak:
-Anne, baba, Mert uyanmıyor! Ne kadar denesem de başaramadım. 
Fakat ne annesinden ne de babasından bir ses çıkıyordu. İkisinin de uyuduğundan emindi çünkü ikisi de her zamanki uyudukları pozisyonda uyumuşlardı. Onları da uyandıramayınca anneannesinin odasına (aslında misafir odası olması gerekiyor) gitti. O da uyuyordu. Tuğçe’nin ayaklarının bağı çözüldü. Elleri titredi. O an ne yapması gerektiğini anladı. Beren’e ulaşmalıydı. Beren, en yakın arkadaşı, ne zaman giderse gider ona kapıyı açardı. Hazırlanıp sıkı sıkı giyindi. Atkısını örterken:
-Umarım o da uyumuyordur, dedi kendi kendine. Bu sözüne güldü hiç komik olmasa da. Aslında bunu düşünüp duruyor, içten içe itiraf etmekten korkuyordu. Giyindi, yanına evin anahtarını alacaktı ki durdu ya o yokken ailesi uyanır ve Tuğçe’yi bulamazlarsa. Bir not yazmaya karar verdi ve notu yatağına koyarak evden çıktı.
Dışarıda gördüğü manzara Tuğçe’ye yeniden şok duygusu yaşattı. İnsanlar, arabalarında, kaldırımlarda, banklarda uyuyup kalmışlardı. Acaba zaman durdu da sadece ben mi hareket edebiliyorum, diye düşündü. Ama bu fikrinden hemen vaz geçti çünkü zaman dursa gökyüzünden yağan lapa lapa kar da havada asılı kalırdı. Bunları düşünerek hızlı hızlı yürürken karşısına bir kedi çıktı. Daha doğrusu Tuğçe kedinin karşısına çıktı çünkü kedi de uyuyordu. Gördükleri sayesinde aklına bir fikir geldi. Yaşadıklarının ne olduğunu anladı. Bir uyku salgınıydı bu ve herkes bu salgına yakalanmıştı. Lütfen, dedi Tuğçe lütfen. Beren de salgına yakalanmasın. Beren e Tuğçe ilkokul birinci sınıftan beri arkadaştılar. Dile kolaydı tabi yedi yıl ama ikisi de yedinci sınıfa gelene kadar ne çok anı biriktirmişti. Tuğçe berenin çok hareketli ve enerjik kişiliğinden dolayı berenin salgına yakalanmamış olmasını diliyordu. Köşeyi dönüp Berenlerin evini gördü. Merdivenleri hızla üçer beşer çıktı. Neyse ki beren ve ailesi apartmanın 4. Katında oturuyordu ve 13 katı yürüyerek çıkmasına gerek yoktu. Telaşla zili hızlı hızlı arka arkaya çaldı ve bekledi. On saniye olmuş kimse kapıyı açmamıştı. Sonra otuz saniye, bir dakika, beş dakika… Tuğçe inatla zili çalmaya devam ediyordu fakat en ufak bir hareket yoktu kapıda. Allah’ım, nereye düştüm ben diye ağlamaya başladı kontrolünü tamamen yitirmiş bir halde. Bir rüya mı bu neredeyim ben?
O anda yer ve gök sallanmaya başladı. Sanki biri onu dürtüyor gibi geldi Tuğçe’ye ve sonra etrafından bir ses yükseldi. Ses giderek artıyor ve anlaşılır hale geliyordu. Tuğçe etrafına baktı, kimse yoktu. Oysa ses her yerden geliyor gibiydi. Zemin, tavan, duvarlar, pencereler, merdiven… Hepsinden Tuğçe, sesi çıktı. Uyan kızım bak saat kaç olmuş, gece geç yatarsan sabah kalkamazsın işte. Bak hala yatıyor. Kızım saat on iki kalk artık. 

4 Ekim 2024 Cuma

ZAMANIN KİTABI

 

Akın Eliş


1. Bölüm: İlk Sayfaların Tedirginliği

Okul onun için sıkıcı bir yer olmaya başlamıştı. Belki de okul sıkıcı değildi de arkadaşının olmamasıydı ona okulu sevimsiz gösteren. Yalnızdı. Onlarca sınıfı, yüzlerce öğrencisi bulunan bu okulda yalnızdı. Sınıfın arka sıraları tenha olduğu için genelde arka sıralardan birinde ve tek başına oturuyordu. Tek başına oturmak güzel bir şeydi ama teneffüslerde rahatsızlık başlıyordu. Herkes birileriyle konuşurken, okul bahçesinde dolaşırken, kantine ikişer, üçer kişi inerken o yalnızdı. 

Okul onun için bir eziyete dönüşmüştü. Son ders zilini bekliyordu. Okulda yaptığı tek iş buydu aslında. Zilleri saymak… Evine gitmek için can atıyordu. Okula devam etmesi gerektiğini söylüyordu tanıdığı herkes. Zaten devam etmese ne yapacaktı ki? Çalışmasına ailesi müsaade etmezdi. Yapabileceği bir iş de yok gibiydi. 

Günler böyle eziyetle geçiyordu. Bir başkasının hayatını yaşıyor gibi yaşıyordu. Kendi hayatını uzaktan seyrediyordu. Sıkıcı bir film gibiydi hayatı, bir türlü ilerlemeyen bir roman gibiydi. 

Kısa cumartesi ve pazar tatili sona ermiş, yeniden pazartesinin boğuculuğu başlamıştı. Hafta sonlarının nasıl geçtiğini anlamıyordu bir türlü. Sanki saatler hızlanıyordu okul olmadığı zamanlar. Okul olduğunda ise saatleri yavaşlatan bir sistem kurulmuştu dünyaya. 

Pazartesiydi. Çoğu insanın hayatındaki en zor günlerden biri olan pazartesi. Az sonra kalkacak, okul yoluna düşecek ve zilleri saymaya başlayacaktı. Hangi derslerin olduğu önemli değildi. Derslerin hepsi aynıydı. Arkadaşlarının çok sevdiği beden eğitimi, müzik gibi dersler bile onun için matematik dersinden farksızdı. Programa göre çantasını ayarlamak, kitaplarını yerleştirmek gibi tuhaf alışkanlıkları yoktu. İçinde tüm kitaplarının bulunduğu kocaman çantayı her gün getirip götürüyordu ve çantanın kulpu kopmak üzereydi. 

Kafasında bu düşünceler dolaşırken evden çıktığının, servise bindiğinin farkında bile değildi. Servis şoförünün açtığı müzikle kendine geldi. Yan koltuk boştu. Diğer koltukların tümü doluydu. Bu esnada koltuğunun önündeki cepte bir kitap gözüne ilişti. Normalde kitaplara karşı ilgisi yoktu. Bu kitabı da önceleri görmezden geldi. Belki üzerinde sahibinin ismi yazılıdır düşüncesiyle kitabı aldı ve sayfaları çevirmeye başladı. Bir isim arıyordu kitabın üzerinde fakat yoktu. Kitabı tam yerine koyacaktı ki arka sayfada bir isim gördü: Talha Yavaş. Bu kendisinin adıydı. Kitapta kendi adını görmek onu tedirgin etmişti. Yazıya dikkatle baktı, kendi el yazısıydı bu ismi yazan. Kitabı yerine istese de bırakamazdı artık. Kitabı çantasına koydu, zaten okula da ulaşmışlardı. 

Okulun kalabalık manzarası bir süreliğine bulduğu kitabı unutturmuştu ona. İçeriye girdi ve sessizce sınıfına, arka sıralara geçti. Tam çantasını yerine koyuyordu ki kitabı hatırladı. Kitabı çıkardı ve masanın üzerine bıraktı. Okumak içinden gelmiyordu fakat yapacak bir şey de yoktu. Belki de birileri şaka yapıyordu ona bu kitaba adını yazarak. Bunu düşünmekten vaz geçti çünkü kitaptaki yazı kendisinin el yazısıydı. 

İlk ders başlamıştı ve o da kitabın ilk sayfasını çevirmiş, okumaya başlamıştı bile. Kitabın kahramanının adı da Talha’ydı. Bütün bu yaşadıkları tesadüf olamazdı. Kitap adeta onu içine çekiyordu. Kitap bir pazartesi başlıyordu. Tıpkı içinde olduğu gün gibi. Kitapta da saat sekiz otuz civarıydı. Tıpkı içinde bulunduğu saat gibi. Kitapta da öğretmen sınıfa girmiş ve ders anlatmaya başlamıştı ve Talha arka sırada bir kitap okuyordu. Tıpkı kendisi gibi. Daha fazla okuyamayacak kadar gerilmişti. Kitabı kapatıyordu ki öğretmen hırsla seslendi:

-Talha Bey bu konuları zaten bitirmiş olduğundan açmış kitap okuyor. Değil mi Talha? Senin bu konulara ihtiyacın yok?

Tüm sınıf kahkaha atıyordu. Öğretmen de onlara katılıyordu. Bir an sınıftan çıkıp gitmek istedi fakat kalkamadı. 

Kısa bir süre sonra öğretmen Talha’ya sınıfın kapısını gösterdi ve çıkıp elini yüzünü yıkamasını kendisine geldikten sonra sınıfa girmesini söyledi. 

Talha dışarıya çıktı. Gerçekten de elini yüzünü yıkamaya ihtiyacı vardı. Biraz da dışarda dolaştı. Aslında derse girmeye hiç niyeti yoktu fakat kitap onu çok etkilemişti. Gitmeli ve kitaba devam etmeliydi. Yoksa bu yaşadıkları bir rüya mıydı? Rüya olsa yüzünü yıkadığında hissettiği serinliği hissetmezdi. Gökyüzüne baktı, okulun etrafına baktı ve yeniden sınıfına gitmeye karar verdi. İçeriye girdiğinde arkadaşları hafifçe tebessüm ettiler. Öğretmen de tebessümlü bir yüzle sırasına geçebileceğini işaret etti. Sırasına oturdu ve kitabını bu kez masanın üzerine çıkarmadan okumaya başladı. Kitaptaki kahraman da dersten dışarıya çıkmış, elini yüzünü yıkamış ve yeniden sırasına geçerek oturmuştu. Artık bu kitap onu tedirgin etmeye başlamıştı fakat heyecanlı ve meraklı bir tedirginlikti bu. Kitaba sınıfta devam etmenin anlamı yoktu. En iyisi eve gidince sakin kafa ile okumalıydı kitabın kalan sayfalarını. Kitabını usulca çantasına koydu. Bu esnada ders zili çalmıştı.


2. Bölüm: Kitabın Esrarı

Talha, günün kalan kısmını derslerin bitmesini, akşamın olmasını bekleyerek geçirdi. Yavaş da olsa zaman geçti ve dersler bitti. Okul çıkışında servisine bindi. Her şey, daha önceki günler gibiydi. Yalnızdı yine. Konuşabileceği ya da yanına oturabileceği kimse yoktu. Aynı koltuğa ve yine tek başına oturdu. Dışarıyı izlemek istedi fakat ezberlemişti bu yolları. İzlemenin bir anlamı yoktu. Servis şoförünün çaldığı şarkıları bile istemsizce ezberlemişti. Günlerdir yaşadığı dümdüz hayatın ilk kez dışına çıkmıştı bu sabah.  Bir ara gözleri kitabı bulduğu yere kaydı. Bu kez bir şey göremedi. Kitabını çıkarıp eve gidinceye kadar okumak istediyse de vaz geçti. Korkuyordu sanki kitapta yeniden kendisine ait olayları okumaktan. Zaten akşamüzeri sindire sindire okumayı planlamıştı. Evine ulaştı. Akşam yemeğini yedikten sonra odasına kapandı. Masasına oturdu ve çantasından kitabını çıkardı. Odasına çay getiren annesi Talha’yı masa başında görünce çok sevindi. Duygulandı. Üstelik önünde bir kitap vardı Talha’nın. Daha fazla rahatsız etmemek için sessizce odadan ayrıldı. 

Yalnız kalan Talha kitabı incelemeye başladı. Önce kaldığı yerden devam etmek istiyordu fakat ilerleyen sayfaları da merak etti. Okuduğu sayfaların ilerisinin boş olduğunu gördü. Sabah buna dikkat etmemişti. Yalnızca o yaşadıkça, başından olaylar geçtikçe sayfaların dolduğu düşüncesine kapıldı. Sayfaları inceledikten sonra kapağına bakmaya başladı kitabın. Arka kapağında bir sağa ve sola hareket edebilen bir düğme gördü. Parmağı ile yokladı, düğme gerçekten hareket edebiliyordu ve sol tarafta çekilmiş durumdaydı. Düğmeyi parmağıyla sağa çekti. Bunun ne işe yaradığını anlamamıştı ama kitabın sayfalarına tekrar döndüğünde boş sayfaların da dolduğunu fark etti. Bu, inanılmaz bir şeydi. Yeniden düğmeyi sola çekti ve sayfalara baktı. Az önce yaptığı işlemler hatta annesinin odasına giriş çıkışı bile kitaba eklenmişti. 

Kitabı kapattı, gözlerini de kapattı. Eğlenceliydi bu kitap lakin biraz da endişe vericiydi. Düşündü, galiba kitabın arka sayfasındaki düğmeyi sola getirdiğinde geçmişte yaşadığı şeyler kitap sayfalarına kaydoluyordu. Demek ki düğmeyi sağa aldığında gelecekte yaşayacakları kitapta yazıyordu. Bu tüyler ürperticiydi. Bir insanın geleceğini sayfa sayfa okuyabilecek olması korkunç bir şeydi. Buna cesareti yoktu. Düğmeyi tam ortaya aldı ve kitabı kapattı. Gözünün önünde durmasın da rahatsız olduğu için kitabı yatağının altındaki boşluğa itti. 

3. Bölüm: Kilit

Gece boyu bir sağa döndü bir sola. Sağa sola dönerken bile kitabın arkasındaki düğmenin yönleri geliyordu aklına. Düşünmekten yorulduğu vakit uyumamış da sızmıştı adeta. Rüya görmemişti. Aklında dün bulduğu kitapla uyandı. Yataktan kalkmadan elini yatağın altında gezdirdi. Kitap orada duruyordu. Aslında yaşadıklarının bir rüya olmasını çok istiyordu. Kitabı bulamayacaktı ve bunun bir rüya olduğuna kendini ikna edecekti fakat kitap orada öylece duruyordu. Yaşadıklarını, yaptıklarını okumak anlamsızdı. Zaten yaşadığı, gördüğü sıkıcı hayatı bir kez de sayfalarda okumanın ne anlamı vardı ki? Belki de kitabın asıl işlevi gelecekte yaşanacaklarla ilgiliydi. Hayatına bir yön verebilir, kaderini bile değiştirebilirdi. Kitabı bunun için kullanabilirdi. Arka kapaktaki düğmeyi sağa kaydıracak ve gelecekteki tüm hayatını okuyacaktı. Buna göre bir plan yapıp kendi kaderini değiştirecekti. Bu fikir güzel ama bir o kadar da korkutucuydu. Kitabın belki de bilmediği başka özellikleri de vardı. Sadece kapağına, iç sayfalara bakarak böyle bir karar vermişti ama başına gelecekleri düşündükçe ürperiyordu. 

Hızlıca giyindi fakat kitabı yerinden almaya cesareti yoktu. Çantasını hazırlarken kitabı yerinden aldı. Biraz tozlanmıştı. Arka kapağındaki düğme tam ortadaydı. Sayfalara baktı hızla. Dün geceden beri birkaç sayfa ilave olunmuştu sadece. Düşünceleri ve endişeleri yazmıyordu sayfalarda. Kitabın kapağındaki düğmeyi sağa alarak kendi geleceğini okumaktan başka bir şey aklına gelmiyordu. Okul saati gelmişti ve servis kapının önünde kornaya basıyordu. Telaşla evden ayrıldı. Servisine bindi. Nasıl olsa yanında kimse yoktu ve yaklaşık bir saat serviste geçecekti. Kitabın kapağındaki düğmeyi sağa çekmenin tam zamanıydı. Kitabı eline aldı ve düğmeyi sağa çekmeye çalıştı. Düğme sağa gitmiyordu. Epeyce zorladı düğmeyi hareket eder gibi olmuştu fakat kilitlenmiş gibiydi. Ters yöne çekerek sıkışmayı gidermeye çalıştı, başaramadı. Çantasından anahtar, kalem gibi nesnelerle düğmeyi çekmeye çalıştı, yine olmadı. Hiç hesaba katmadığı bir durumdu bu. Hem endişenin hem de merakın zirvesindeydi. O kadar çok uğraştı ki düğmeyle okula geldiğinin farkında bile değildi. Servis şoförü:

-Talha Bey, sabah beri neyle uğraşıyorsun sen? Okula gitmeye niyetin yok mu? İnmeyeceksen ben diğer okulların servisini yapmaya gidiyorum, haberin olsun, dedi. 

Talha, kitaptan başını kaldırdı ve yıldırım hızıyla sınıfına doğru koştu. Kitap elindeydi. 

Her zamanki yerine geçti. Kitabını açtı, yeni sayfalar dolmuştu kitabında. Ne kadar sıkıcıydı kendi hayatını okumak bir kez daha. Akşama kadar elinde kitapla dolaştı. Bulduğu her nesne ile düğmeyi oynatmaya çalıştı. Belki de paslanmıştı düğme. Yağ veya pas sökücü işe yarayabilirdi. Akşam eve gidince bunu denemeyi düşündü fakat bu düğme metal değildi. Üstelik kitaba da zarar verebilirdi. Çaresizlikten düşünüyordu böyle şeyleri. Yardım isteyebileceği kimse de yoktu. Mesela arkadaşlarından birinden yardım istese önce kitabın hikayesi sorulacak sonra da sınıfta alay konusu olacaktı. Ailesine anlatsa bu yaşadıklarını kesinlikle tüm akrabalara rezil olacak, üstüne üstlük psikoloğa, psikiyatriye bile götüreceklerdi Talha’yı. Bu sorunu kendisi çözmeliydi. 

Tıpkı serviste olduğu gibi okulda da zaman çok çabuk geçmişti. İlk kez bu kadar çabuk bitmişti gün. Evine döndüğünde Talha’nın ilk işi bu düğmeyi hareket ettirmek olacaktı. Yemek bile yemeden odasına geçti. Daha sonra babasının alet çantasını aldı. Tornavida, pense, çekiç, falçata… ne bulduysa hepsiyle düğmeyi oynatmaya çalıştı fakat olmuyordu bir türlü. Düğme kilitlenmişti bir kez ve ilerlemiyordu ne sağa ne sola. Kitabın arka kapağını kesip parçalamayı düşünmüştü ki bu düşüncesinden utandı. Bir kitaba bu şekilde davranış hiç hoş değildi. Belki de düğmeye söylemesi gereken bazı sihirli sözler vardı. Masallarda öyle olmuyor muydu? Nefes aldı, gözlerini kapadı ve:

-Açıl düğme açıl, dedi. 

Sonra yaptığının aptalca olduğunu düşündü. Çaresizlik neler yaptırıyordu insana? 

Yemeğini yedi, ara sıra odasından çıktı. Çok uğraştı fakat olmuyordu, kitap kendini kilitlemiş gibiydi. Yorgundu. Kitabı yastığının kenarına bıraktı ve uykuya daldı. 

Ertesi sabah yorgun uyandı Talha. Hiç uyumamış gibiydi. Hazırlığını yaptı, dışarıya çıktı ve servise doğru yürüdü. 

Yalnızlığını unutturmuştu kitap ona. Zihni hep bu kitapla doluydu birkaç gündür. Yerine oturdu. Kitabı bulduğu ilk gün geldi aklına. Kitaptan kurtulmalı ve hayata dönmeliydi. Kitabı bulduğu yere doğru uzattı. Geriye çekildi, kitaba yeniden baktı. Son sayfasında adı yazıyordu, kendi el yazısıyla adı yazıyordu. Burada bırakması belki de uygun değildi. En azından o sayfayı karalamalı ya da yırtıp almalıydı. Kitaba uzandı, sayfaya baktı ancak ismi silinmişti. Bir emaneti uzatır gibi asıl sahibine kitabı yerine koydu. İçinde küçük bir burukluk vardı. Adını koyamadığı his… Kaybetmiş miydi? Neyi kaybetmişti ki? Olması gereken bu muydu? Böyle mi bitmeliydi bu macera? Belki de en iyisi böyle bitmesiydi. 

Servisten inerken kitaba el salladı. Servis şoförü kendisine el sallandığını düşünerek:

-İyi dersler Talha Bey, dedi.  





3 Ekim 2024 Perşembe

HÜZÜNSÜZ KÜÇÜK BİR VEDA

Zehra Yıldırım, Zeynep Karaman, Meryem Katırcı

Eren’le tanıştığımızda yaz mevsiminin en sıcak günleriydi ve bir gece yarısıydı. Önce sesini duydum, sonra kendisini gördüm. Onu tanıdığım için mutlu değildim aslında çünkü özellikle geceleri huzursuzluk veriyor, uyutmuyor, habire bağırıp çağırıyordu. Sinir bozucuydu Eren ve bunun farkındaymışçasına davranıyordu. Her yerde karşıma çıkma ihtimali vardı. Bazen salonda, bazen mutfakta bazen kendi odamda. Sarı, bir canlıda ancak bu kadar itici durabilirdi. Baştan ayağa sapsarı ve gevezeydi Eren. 
Aslında Eren günün belli saatlerinde bana musallat olan bir kâbus gibiydi. Aradığımda ya da boş zamanımda karşıma çıkmazdı hiç. Ya çok dersim olduğunda ya da uykum geldiğinde karşıma çıkardı. Herkesin hayatında mutlaka onun gibi birilerine rastladığı dönemler olmuştur. Sesi sanki kulağımdan bir iğne gibi ilerliyor ve beynimde inliyordu. Onun kadar çelimsiz, küçük biri bu kadar büyük bir rahatsızlığa nasıl sebep oluyordu, anlamıyordum bunu. Boş bir vaktimde karşıma çıksa ben çözümü biliyordum fakat boş zamanlarımda özellikle saklanıyordu sanki benden. 
Onun iyi bir eğitimle düzelebileceğine, faydalı bir canlıya dönüşeceğine inandığım zamanlar bile vardı. İyi kötü bir mevsim başımın belası oldu Eren. Sonbaharla birlikte artık onun sesini duymaz oldum, yüzünü görmez oldum. Üzüldüm diyemem yokluğuna ama demek ki alışmışım varlığına da. 
İyi ki diyorum onun yüzünden katil olmadım. Buna gerek kalmadı yani. Bir sabah uyandığımda pencerenin önünde ölüsünü gördüm. Sırtüstü yatmış ve hareketsizdi. 
Odamdaki saksının toprağına küçük bir katkıda bulunur belki diyerek çiçeğimin dibine gömdüm onu. Üstelik gömerken onun çıkardığı vızıltıya benzer vızıltılar çıkardım ben de. Küçük bir tören de yaptım kendimce ve şöyle dedim:
-Seni sevmemiştim hiç sivrisinek fakat yine de yokluğunu şimdi hissediyorum. Işıklar içinde uyu.