12 Ocak 2024 Cuma

BOŞ DÜŞÜ

   Üner Taha Aydemir

    Son yıllarda kış hep yağışsız geçiyordu. Aslında ara ara kar ya da yağmur yağıyordu ama eski kışlardaki gibi değildi yağışlar. Diz boyu yağardı kar eskiden ve bir kez toprağı tuttuğunda aylarca kalkmazdı. Yaz geldiğinde bile dağların kuytu yerlerinde, kuzeye bakan yerlerde mutlaka kar bulunurdu. Karın yağmasını izlemek, karda yürüyüş yapmak, yürürken ayaklardan çıkan seslere kendini kaptırmak başka bir histi ve özlemişti bunları. Saatlerce lapa lapa kar yağsa ve oturup izlesem pencereden, sonra çıksam dışarıya saatlerce yürüsem hiç adım atılmamış karda diye düşünüyordu son yıllarda. Oysa kar yağacak gibi değildi. 
    Yaşlıların kullandığı geleneksel takvime göre takip ediyordu son zamanlarda hava tahminlerini ve o takvime göre “sayılı gün” diye tabir edilen “zemheri” yakındı. Bu kez kar yağsın, hiç yağmadığı kadar yağısın, istiyordu. 
    Ocak ayının ortaları gelmişti ve hava tahmin raporları şiddetli yağışın yaklaştığına dair uyarılarla doluydu. Bunu her yıl yapıyorlar ancak tahminleri pek tutmuyordu son zamanlarda. Nihayet şiddetli yağış uyarısı yapılan bir günün sabahında kar yağışıyla uyandı. Lapa lapa yağıyordu. Uzun sürer miydi? Her yeri beyaz bir örtüyle kaplar mıydı?.. Telefonuna uzandı. Yoğun kar yağışı nedeniyle işe gitmemesine dair bilgilendirmeyi okudu. Sadece ilk cümlelere göz atmıştı. Uyarı hayli detaylıydı. Tipiden, sağanak yağıştan ve çığ felaketlerinden korunmayı öneriyordu uzmanlar. O sadece ilk cümleleri okumuştu yalnızca. Çok kar yağacak demek ki, dedi içinden ve yatağına yeniden uzandı. Dalmıştı. Rüyasında kar yağıyordu. Bembeyazdı her yer. Karların içinde yuvarlanıyordu. Gökler beyazdı, yerler beyazdı. Kimseler yoktu etrafında. Kaybolmuştu ıssızlığın ortasında. Nereye koşarsa koşsun çıkış yolu bulamıyordu. Kar yağıyor, nefes nefese sağa sola koşuyordu. Kan ter içinde uyandı. Durup dururken nereden çıkmıştı bu rüya şimdi. “Kış düşü, boş düşü” derdi annesi ve rüyada kar görüldüğü taktirde o rüyanın yorumlanmaması gerektiğini de söylerdi. Bunu hatırlayınca rahatladı. Pencereden dışarıya baktı. Kar epey yükselmişti. Saatine baktı, vakit öğle olmuştu bile. 
Senelerdir hayalini kurduğu kış işte gelmişti. Bu fırsatı iyi değerlendirmeliydi. Kahvaltısını dışarda, arazide bir yerlerde yapmalıydı. Hazırlıklara başladı. Kendisine atıştırmalık bir şeyler hazırladı ve termosla çay da almayı unutmadı. Çay yetmezdi, bir termosa da kahve koydu. Keyifle dışarıya çıktı. Kendisinden önce kimselerin çıkmadığını fark edince keyfi daha da arttı. İnsanlar, yapılan uyarıların etkisiyle dışarıya bile çıkmaya cesaret etmemişlerdi. Daha önceden hiç adım atılmamış karda keyifle yürüyor, geriye dönüp bıraktığı ayak izlerine bakıyordu. Bir ara ayak izleriyle yazı yazmayı da düşündü ama bir an önce şehirden uzaklaşmalı ve özlediği şeyleri yapmalıydı. 
    Aracına binmeden küçük bir temizlik yaptı. Pencereleri ve aynaları açtı. Kar yağmaya devam ediyordu, malzemelerini bagaja yerleştirdi ve yola çıktı. 
    Yollar kısmen açıktı ve tek tük araca rastlamak mümkündü. Yolların tenhalığı da hoşuna gitmişti. Sürat yapamadan usul usul şehrin dışına doğru ilerlemeye başladı. Büyük yollar açıktı. Büyük yollardan çıkmadan şehrin dışına kadar ulaştı. Artık araçla ilerleyemeyeceğini anladığı bir noktada durdu. Bundan sonrasını yürüyerek ilerlemeliydi. Bagajdan sandalyesini ve kahvaltı malzemelerini alarak tepeye doğru yöneldi. Kar hayli yağmıştı ve yağmaya da devam ediyordu ama hava yumuşaktı. 
Her taraf bembeyazdı ve kendisine keyifli bir manzara yeri bulmak istiyordu. Bir tepeden diğerine bata çıka ilerliyor, beğenmiyor karşı tepeye gidiyordu. Sonunda yoruldu ve tepelerden birinde kendisine küçük bir alan oluşturdu. Sandalyesini yerleştirdi. Terlemişti ve acıkmıştı da epey. Çocukluğu aklına geldi, yerden bir avuç kar aldı ve yedi. Soğuk değildi yediği kar. Bir avuç daha, bir avuç daha… Sonra kahvaltısını ve çayını çıkardı. Kar, daha da yoğunlaşarak yağmaya devam ediyordu. Yakınlarda en azından ıslanmayacağı bir yer bulabilmek ve oraya eşyalarını taşımak için kahvaltıya başlamadan küçük bir keşif yapmaya karar verdi. Bir ağaç kenarı da olurdu bir kayalık dibi de… Şansı iyiyse mağara bile bulabilirdi. Yorulmuştu ama buna değerdi. 
    Eşyalarından küçük adımlarla uzaklaşmaya başladı. Kar yağmaya devam ediyordu. On, on beş dakika kadar sonra üç beş ağaç bulunan bir yer gözüne çarptı. Yaklaştı, burası uygundu kahvaltı için ancak kar daha da şiddetlenmişti. Bir an önce kahvaltısını yapıp dönmeliydi. Ağaçlara yanaştı, biri kurumuştu ağaçların, ondan bir düzgün dal kırarak eline sopa olarak aldı. Yürümeme yardımcı olur, dedi içinden. Eşyalarını alıp gelmek için ağaçların yanından uzaklaşmaya başladı ama artık göz gözü görmez haldeydi. Her tarafta sonsuz bir beyazlık vardı. Nereye bakarsa baksın yalnızca beyazlığı görüyordu. Ağaçların yanına gelişi on, on beş dakika sürmüştü ama saatine baktı, otuz dakika geçmesine rağmen sandalyesini ve eşyalarını bulamamıştı. Telaşlandı. Elindeki uzun sopayı karlar içine saplayarak bıraktı ve adımlarını hızlandırdı. Hiçbir şey görünmüyordu yakınlarda. Koşmaya başladı sonunda ama dizleri tutmuyordu. Birkaç kez bağırdı:
    -Sesimi duyan var mı?
    -Yakınlarda kimse var mı?
    Sesi kayboluyordu beyaz zeminde ve gökte. Kimseler yoktu. Artık koşamaz hale geldiğinde bir saat geçmişti ağaçların yanından ayrılalı. Düştü, karlar içinde eline bir cisim değdi. Sandalyesini ve eşyalarını bulduğunu zannederek sevindi. En azından sıcak çay, kahve ve yiyecek vardı. Güç toplar sonra da dönüş yoluna geçerdi. Ancak eline gelen cismi çektiğinde yarım saat önce karlar içine sapladığı uzun sopa olduğunu gördü. Kocaman beyazlıkta farklı renkte gördüğü son şeydi bu. Gözleri ağırlaştı, kanının damarlarında yavaşladığını hissetti, uykusu gelmişti. Sabah gördüğü rüyayı hatırladı.


10 Ocak 2024 Çarşamba

HAFTA

 
Semih Karataş

Pazartesi
Seninle başlıyor hafta
Sevmese de insanlar seni
İyi günlerin de zor günlerin de
İlk durağısın
 
Salı
Senden önceki güne göre
Biraz daha iyisin
En azından
Günlerin geçtiğinin habercisisin
 
Çarşamba
Ortasındasın her şeyin
İyi giden ya da kötü giden günlerin
Seni geçtikten sonrası
Aslında Cuma
 
Perşembe
Cuma akşamı derler sana
Haklılar
Tam da yorgunluğun zirveye ulaştığı zamanda
Sen ve umut yetişiyor imdada
 
Cuma
Son bir çabayla sıkıyorum dişimi
Çünkü sen tatilin köprüsüsün
Tatilden önceki son günsün
 
Cumartesi
Yaşadığımı seninle anlıyorum
Uykumu senin sayende alıyorum
Ama bir de bitmesen keşke
Çabucak
 
Pazar
Aslında günlerin en güzelisin
Ama hemen ardındaki gün
Seni de yorucu yapıyor
Keşke bir sonrası boş olsa takvimde
Sen de güzelsin
Cumartesi kadar hem de

GÜNLER

Meva Vural

En sevdiğim gün Cuma
En sevmediğim gün pazartesi
Aslında bir günahı yok
Cumartesinin pazarın
Ama diğer günler hep aynı

Diyorum ki takvimlerden
Silsek pazartesini, salıyı, çarşambayı
Perşembe kalabilir
Okula da gitmek lazım

KAR TATİLİ

Elif Erva Candan

Son yıllarda bize hiç gelmiyorsun
Oysa seni bekliyoruz bütün kış boyu
Gözümüz bulutlarda
Gözümüz haberlerde
Artık gelsen diyoruz
Mutlu etsen hepimizi

Oysa eskiden ne güzeldi
Kış geldiğinde mutlaka
Sen gelirdin
Ve 
Kar tatili verilirdi

İSTASYON

    Semih Karataş

    Senelerdir çalıştığı ilden nihayet kurtuluyordu. Her yıl tayin istiyordu ama bir türlü tayini başka şehre çıkmıyordu. Yazları sıcak ve kışları soğuk geçen, insanların sürekli sinirli olduğu, yollarda başıboş köpeklerin rahatça gezebildiği bu şehirden kurtuluyordu. Bir daha gelir miydi, döner miydi bu şehre? Çok zor… O kadar usanmıştı ki…
    Nihayet resmî yazışmalar yapıldı ve yeni görev yeri olan şehre gitmek için hazırlıklara başladı. Zaten evi ve eşyaları kendisinin değildi. Bir türlü benimseyemediği bu şehirden ne ev almıştı ne de o ev için eşya. Hep eşyalı evlerde kiracı olmuştu. Diğer bütün eşyaları iki valizi ancak doldurdu. Taşıyamayacağı eşyalarını da evde bırakmaya karar verdi. Ertesi sabah ilk trenle yeni şehrine gidecekti ve gece boyu meraktan, heyecandan uyuyamadı. 
    Sabah trenin gelmesine bir saat kala istasyondaydı. İstasyon her zamanki gibi kalabalık ve telaşlı insanlarla doluydu. Yolcuların kocaman valizleri, çuvalları vardı. Nihayet tren büyük bir gürültüyle gara girdi ve kendi vagonunda, kendi koltuğunu bulduktan sonra yerine oturdu. Aslında otobüsle hatta uçakla da gidebilirdi bu şehre ancak yolculuk uzun sürsün istiyordu. Etrafı seyretmek, düşüncelere dalmak, geçmişi ve geleceği düşünmek istiyordu. 
    Neyse ki bindiği vagon tenhaydı ve yan koltuk da boştu. Trenin ahenkli tıkırtıları gece boyu uyumadığı için bir ninni gibi geliyordu ona. Bazen dalacak gibi oluyor, sonra bir sarsıntıyla yeniden etrafı seyretmeye başlıyordu. Dışarıyı seyrederken daldı… Bu kez sarsıntılar, molalar bile onu uyandıramıyordu. Dünyanın en güzel uykusunu uyuyan bir bebek yüzü gibiydi yüzü. Bazen tebessüm ediyordu uykuda bazen kaşlarını çatıyordu. Diliyle dişinin arasında konuştuğu da oluyordu. Ne kadar uyudu, hangi istasyonları geçti bilmiyordu. Saatler sonra bir sarsıntıyla uyandığında vakit akşama yanaşmıştı. 
    Şaşırdı. Bu kadar çok uyuyabileceğini hiç düşünmemişti. Aralıksız, saatlerce süren bir uyku… Üstelik bir tren koltuğunda… Ama kendisini iyi hissediyordu. Yeni şehir, daha ulaşmadan onun moralini, enerjisini yükseltmişti. Ayaklarının uyuştuğunu hissetti oturmaktan. Ayağa kalkarak şöyle bir sağa sola bakmak istedi. Uzun uzun esneyerek ve ağzını şapırdatarak sağa sola, öne arkaya baktı. Vagonda yalnızca kendisi kalmıştı. Bu iyi, diye düşündü. Kocaman vagon kendisine ait bir oda gibiydi. Ulaşacağı yere de yaklaşmış olmalıydı. Bir süre oyalandı, çantasından kitap ve bisküvi çıkardı. Biraz kitap okudu. Birkaç saat sonra tren önce yavaşladı, sonra da durdu. Trenin durmasına yakın tabelayı okuyabilmişti. Evet, burası tayininin çıktığı yeni hayat kuracağı şehirdi. 
    Hoşuma giderse burada ev bile alırım, diye düşündü. İçi kımıl kımıldı. Heyecanla valizlerini aldı ve trenden indi. Etrafta kimseler yoktu. Garda görevli bile yoktu. Sessizliği treninin düdüğü bozdu ve ardından tren uzaklaştı. Akşam olduğu için böyledir, diye düşündü. Kimsenin olmaması, sakin bir şehir olduğunun göstergesiydi belki de. İstasyondan ayrılarak şehrin içine doğru yürümeye başladı. Bu akşamı geçirecek bir yer bulmalıydı. Dakikalarca yürüdü ancak yolda ne bir araç gördü ne de canlı. Yavaş yavaş bu sessizlik kendisini huzursuz etmeye başlamıştı. Kuşlar yoktu, köpekler yoktu, kediler yoktu… 
    Evlerin pencerelerine baktı. Hiçbirinde hayat belirtisi yoktu. 
    Terk edilmiş bir şehir gibiydi burası. Kendisinin adımlarından ve kalp atış sesinden başka ses yoktu. Nefes alıp verişini duyuyordu kendisinin, damarlarında akan kanın sesini duyuyordu. 

UYDURMA

 Ezgi Budak

Uydurma, derler ya… 
Sanki kendileri uydurmuyormuş gibi. 
Sonuçta dilleri ve harfleri de bulan bir uydurukçu değil mi? 
Uydurma bir şeyi hayatımıza ilke edinmişiz aslında. 

ART/IK DÜŞÜNCELER

    Ezgi Budak

     “Artmak” ve “artık” eş sesli sanıyorum ki. Artık, bir şeyden geriye kalan -bir ekmekten örneğin- anlamına geliyor veya hayatta aldığınız kararları temsil ediyor. Bundan sonra yapacağınız ya da yapmayacağız şeyler…
    “Artık ekmek yemeyeceğim.” Bu bir karar cümlesi mi yoksa anlamdan hareketle yaptığımız bir türetmece mi? burada bahsedilmek istenen şey “bundan sonra artık ekmek yenmeyeceği” mi, yoksa “artakalan ekmek yenmeyeceği” mi? Aaah, evet başka bir ironi daha. Artık kelimesinin kökü “art”mak a dayanıyor. Artakalan ekmek az kaldığı için “artık” denir fakat aynı zamanda bir ekmekten fazla geriye kalan manasına da gelir? Yani bir ekmeği bu günden yarına artırırsak artık ama aynı durumda ekmek az kalmış olur. 





KAÇIŞ


Zeynep Karaman

İnsan korkar korkmaktan
İnsan korkar ölümden
İnsan küçüklüğünü korkularla geçirir
Fakat büyüdüğünde de bir şey değişmez


İnsan kaçar herkesten
Şiirler ve kitaplara sığınır
Bazen şiirler ve kitaplar
İnsanın tek kaçış yoludur

TÖREN


Zeynep Karaman

Herkes yaşıyor
Her yer yürüyen cesetlerle dolu
Hayat nefes almaktan ibaret değil
Hayat sadece görmek ve duymak değil
Herkesin bir kalbi var
Aslında yok
İnsanları kalpleri yok sayıyor
Ya da var ama kendileri yok etti
Ben yaşıyorum
Aslında ölüyüm
Nefes alıyorum, yürüyorum
Ama duygularım ölü
Kimse beni anlamıyor
O zaten ölmüştü dediğimde
Kimse beni anlamıyor
Cenaze törenlerinin gereksiz olduğunu söylediğimde



UÇAK KAZASI

 
    Emir Kaan Şimşek, Muhammed Uğur Bulut
    Dünyadaki inek ve koyun sayısı her geçen gün azalıyordu. Nereye gidiyordu bu canlılar, neden azalıyordu bilen yoktu. Çiftçiler her sabah uyandıklarında ahırlarında ya da ağıllarında üçer beşer hayvanın azaldığını fark ediyordu ama kimin ya da kimlerin bu hayvanları aldığı bulunamıyordu. Sonunda bu sorun tüm dünyanın başına bela olmaya başladı. Önce kırmızı et fiyatları sonra da süt ve süt ürünleri satın alınması güç bir fiyata ulaştı. Artık sadece hali vakti yerinde insanlar yoğurt, peynir, süt ürünlerini tüketebiliyordu ama onlar bile sınırlı miktarda temin edebiliyorlardı bu ürünleri. 
Birkaç yıl daha geçti artık marketlerde dondurma, süt, peynir gibi ürünler satılamaz oldu. İnsanlar artık ayranı, cacığı, sütlacı sadece rüyalarında ya da eskiden çekilmiş filmlerde, fotoğraflarda görebiliyorlardı. Dünyada büyükbaş ve küçükbaş olarak hiçbir canlı kalmamıştı artık. 
    Çocukların, bebeklerin daha sağlıksız beslenmeleri anlamına geliyordu bu. 
Dünyanın büyük devletleri bu soruna çözüm bulmak için yapay süt, yoğurt ve et üretme çabasına giriştiler ancak çok başarılı olamadılar.
    Önce birer ikişer sonra da hepten kaybolan bu hayvanlar dünyanın neresinde toplanıyordu, en son bunu bulmak için bütün ülkeler çalışmalara başladı. Bazı ülkeler ise bu çalışmaların içinde gibi görünüyor ancak çok da çözüm üretmiyordu. 
    Dünya haritası üzerinde yaşam alanı olan her bölge ülkeler tarafından paylaşıldı ve didik didik aranması kararı alındı. Bir ay gibi kısa bir süre içinde dünya karış karış aranmış ancak sonuç elde edilememişti. En azından dünyanın her noktasının arandığı düşünülüyordu. Bu sorun artık insanlığın sorunu haline gelmişti. Buharlaşıp uçmamıştı ya bütün bu hayvanlar? Herkes kendi çapında bir çözüm arıyor ya da hayvanları bulabilecekleri yerlere dair yorum yapıyorlardı. 
    Uluslararası uçuş yapan bir pilot bir kıtadan diğerine uçarken zaman zaman alçaktan uçuşlar yapıyor, yaşam alanı olmayan arazileri yukardan gözüyle taramayı ihmal etmiyordu. Bu uçuşlardan birinde okyanusun ortasında haritalarda kayıtlı olmayan bir ada gördü. Uçuş esnasında adaya iyice yaklaşarak gözlemlemeyi düşündü. Çok fazla alçaktan uçuyordu ve dağların, ağaçların arasında bir hareketlilik görüyordu. Yolcuların canları ağzına gelmişti. Uçak birden kontrolden çıktı. Yolcuların çığlıkları, duaları, bağırmaları arasında her şey birkaç dakikada oldu. Uçak, bir dağın tepesine çakılarak düşmüştü. Yolculardan ölen ya da yaralı olan yoktu ama öfkelilerdi. Uçağın pilotu böyle bir hatayı nasıl yaptığına anlam verememişti. Aslında haritada yer almaması asıl sebebiydi bu kazanın. 
    Yolcular uçaktan tahliye edilmeye başlandı. Pilot bu esnada iletişim cihazlarının çalışıp çalışmadığına baktı. Cihazlar çalışıyordu. Koordinatlarını bildirerek yardım istedi ve tüm yolcular yardım uçağını beklemeye başladı. 
    Haber hızla tüm ülkelerin haber kanallarına ulaşmıştı. 
    Pilot ve yolcular kurtarma ekibi gelinceye kadar etrafı biraz araştırmak için yürüyüşe çıktı. Daha birkaç adım atmışlardı ki sığır sürülerini gördüler. Çok heyecanlanmış ve sevinmişlerdi. Sağlıklı ve iri sığırlardı bunlar. Bir süre daha ilerledikten sonra dağın yüzünde otlayan koyun, keçi sürüleriyle karşılaştılar. Bu istenmeyen kaza büyük bir güzellikle sonuçlanmıştı.
    Pilot yeniden uçağa dönerek kendilerini kurtarmaya gelecek uçak sayısının artırılmasını istedi.