elif erva candan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
elif erva candan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Nisan 2024 Çarşamba

AY PEŞİNDE

 Elif Erva Candan

Sessiz ve durgun dalgaların hafif şırıltısı, kulağına ninni söylüyordu gecenin zifiri karanlığında. Penceresinden içeri sızan ay ışığı ise bu gecenin karanlığını bıçak gibi kesiyordu. Bu manzarayı görünce ay’ı görmek için dışarıya bakmaya karar verdi. Pencereyi açtı, başını dışarı uzattı. Serin bir rüzgâr, soğuk elleriyle yüzünü avuçlarına almış gibi üşüttü fakat bu serinlik onu rahatsız etmediği gibi ona huzur bile verdi. Her şey bu gece ne kadar da huzur verici, diye düşündü. Tek sorun hâlen uykusunun gelmemiş olmasıydı. Zaten uyumak da istemiyordu. Kararlıydı, bu huzur dolu gecede uyumayacaktı. Yaşadığı mekânın ruhuna tersti belki de uyumak. Burada kendinden önce yaşayan insanlar da ihtimal geceleri uyumamıştı pek. Bu düşüncelerle odayı andıran mekanın içinde birkaç daire çizdi.

Yeniden pencerenin önüne gitmeye karar verdi. Doğa, bu gece “beni oku” diyen bir kitap gibiydi. Ay, gecenin bağrında bir şiir gibi parlıyordu. Uzaktan gelen dalgaların sesi bazen ninni bazen şarkı gibiydi. 

Hava daha da karanlıktı sanki.  Aya baktı, yerinde yoktu ay. Ayın diğer tarafta kaldığı düşüncesiyle dışarı çıkmaya karar verdi. Ay, yerinde sabit duran bir şey değildi neticede. O da doğuyor, batıyordu. Askıdaki hırkasın aldı ve dönemeçli merdivenlerden indi. Dışarı çıktığında yine ay’ı aradı gözleri fakat ay yoktu. Deniz fenerinin çevresinde birkaç tur atıp etrafa iyice baktıktan sonra yorulup önündeki tabureye oturdu. Ay nereye gitmişti? Hem de böyle güzel bir gecede nereye saklanmıştı? Üstelik bulut da yoktu ardına saklanacağı. Yıldızlar yerindeydi fakat ay yoktu. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Belki de bulunduğu yerden görünmüyordu ay, yoksa nasıl olurdu ki yıldızlı ama aysız gece? 

Ani bir kararla ay’ı aramaya çıktı. Deniz fenerinin hemen önündeki küçük rıhtımda bağlı duran sandala doğru ilerledi. Dalgaların sesi daha da yakındı artık. Nihayet dalgaların damlacıkları yüzüne, eline çarpmaya başlamıştı. Dalgalar hayli büyüktü ama korkmuyordu denizin bu halinden. Ay’ın yerinde olmaması tüm huzurunu kaçırmış büyük bir endişe oluşturmuştu içinde. Dalgalarla kendince mücadele eden küçük sandala indi. Biraz uğraştıktan sonra sandalın halatını çözdü ve küreklere asılmaya başladı. Dalgalar yardımcı olduğu için aslında kürek çekmesine gerek kalmadığını fark etti. Kocaman denizde küçücük sandal bir ceviz kabuğu gibi bir o yana, bir bu yana sallanıyor, karanlığın içinde nereye gittiğini bilmeden ilerliyordu. Gözü hep gökyüzündeydi. Ay, hâlen görünmüyordu. İşlevini yitirmiş deniz feneri epey geride kalmıştı. Daha önceden burada yaşayanlar aysız gecelerde acaba ne yapardı? Onlar da ay’ı aramaya çıkarlar mıydı?

Dalgalar küçülmeye başladı. Deniz, sanki onu üzmemek için sakinleşmişti. Artık sandalı da hızlı ilerlemiyordu. Deniz fenerini göremez olmuştu. Tam bu esnada geriye dönüp bakmak geldi içinden. Geriye döndüğü anda karanlık birden azaldı. Deniz yüzeyi aydınlanmış gibiydi. Yakamoz, derlerdi bu ışıltıya. Ay yeniden görünmeye başlamıştı ve gecenin karanlığını bıçak gibi kesiyordu. Ne tarafa kürek çekeceğini bilmiyordu. Sandalı denizin tam ortasında, gecenin tam orta yerinde öylece kalmıştı. 


21 Şubat 2024 Çarşamba

KUMANDA

Elif Erva Candan


    Sürekli televizyon izliyordu. Hatta televizyon karşısında uyuyor, uyanır uyanmaz yeniden televizyon izlemeye başlıyordu. Kanal farkı yoktu Miray için. Yeter ki kendisini içine çekecek görüntüler, sesler olsun. Bazen bir çizgi film bazen dizi film bazen sinema filmi onu hayattan koparmaya yetiyor, reklam ve haber programı geldiğinde kanal değiştiriyor ve izlemeye devam ediyordu. Etrafındaki insanların kim olduğunu, ne konuştuğunu bilmiyordu çoğu zaman. Odadan çıkması gerektiğinde bile geri geri yürüyor, gözünü ekrandan ayırmıyordu.
    Önceleri bu bağımlılığın farkında değildi. Bir süre sonra hayatı yalnızca televizyon olan odadan ibaret hale geldi. 24 saat boyunca ekran başındaydı ve uyku düzeni de kalmamıştı. Gecenin bir saati uyanıyor, izlemeye devam ediyor, gündüzün bir saatinde uyuyakalıyordu.
Bir süre sonra garip rüyalar görmeye başladı. Rüyaları onun için sanki televizyon ekranında bir şeyler izlemek gibiydi. Bir kanaldan diğerine geçer gibi rüyadan uyanıyor ekrana bakıyor, ekran karşısında uyuyor rüyada gözünü açıyordu. Rüyalarında da hareketsizdi. İnsan rüyasında koşmaz, atlamaz, oynamaz, şarkı söylemez mi? Hiçbirini yapmıyordu. Rüyalarını bile sadece izlemekle yetiniyordu.
Bir süre sonra bu duruma da alıştı. Hayat onun için artık izlediği rüyalar ve izlediği televizyondan oluşuyordu.
    Rüya mı yoksa bir televizyon programı mı olduğunu bilmediği bir vakitte oturduğu yerden sıkıldığını hissetti. Çıkıp biraz nefes almak, dışarıya bakmak istiyordu. Belki de bunlar izlediği bir filmin kahramanının aklında geçen şeylerdi. Yine de usulca kalktı yerinden. Güneş doğmuş olmalıydı. Dışarısı aydınlıktı. Perdeleri açtı ve dışarıya baktı. Hava almalıydı. Balkona çıkmaya karar verdi. Balkonun kapısını araladı. Evinin balkonunun bu kadar uzun olduğunu bilmiyordu ve gün ışığı almayalı, görmeyeli kaç zaman olmuştu kim bilir? Gözlerini kısarak dışarıya bakıyordu. Bu balkonda birkaç tur atılabilir diye düşündü ve yürümeye başladı. Yürüdükçe balkon uzuyor, uzuyordu. Geri dönüş güç olacaktı yürüdüğü balkonda. Ayakları kaç zamandır bu kadar yere basmamıştı. Yorulduğunu hissettiği anda başı dönmeye başladı. Tutunacak bir duvar, parmaklık, balkon demiri arıyordu ki havada olduğunu hissetti. Ağır çekimde bir film kahramanı gibi diğer katların balkonlarını geçiyor, usul usul yere yaklaşıyordu. Kimi çamaşır asmıştı balkona kimi çiçek saksısı koymuştu. Düşerken arka fonda bir de müzik sesi duyuluyordu ve hoş bir müzik değildi bu. Eğilip aşağıya baktı, okula gitmek için servis bekleyen bir çocuk tam düşeceği yerde bekliyordu. Çocuğa seslenmeye çalıştı ancak sesi çıkmıyordu. Büyük bir gürültü ile çocuğun üzerine düştü. Yerinden kalkamıyordu. Çocuk sağlamdı ve şaşkın şaşkın kendisine bakıyordu. Miray çocuğa baktı:
    -Özür dilerim, bir şeyin var mı?
    Çocuk konuşmuyordu. O sırada siren sesleri duyuldu. Miray hareket etmek istiyordu ancak hareket edemiyordu. Kumandayı aradı yakınında ancak yoktu. Kanal değişmenin vakti gelmişti. Her yer simsiyah olmuştu. Sesler kesilmişti.
    Gözlerini tekrar açtığında üzerine doğru eğilen sağlık görevlilerini gördü. Eli, yine kumandayı aradı ama bulamadı. Yatıyordu. Yan tarafa döndüğünde az önce üzerine düştüğü çocuğu gördü. Çocuk da yatıyordu. Çocuğa doğru seslendi:
    -Özür dilerim. Çocuk başını hareket ettirdi ve:
    -Önemli bir şeyim yok ablacığım. Senin durumun daha ağır. Ben birazdan taburcu olacağım.
    Günlerdir kimseyle konuşmuyordu ve ilk kez bir çocukla konuşma ihtiyacı hissediyordu. Konuşmaya başladı. Kendisini, hayatını, rüyalarını, izlediği filmleri anlattı durdu. Artık bir arkadaşı vardı yaşı kendisinden küçük olsa bile.
    Öğleye doğru çocuk taburcu oldu. Ayrılırken:
    -Seni ziyarete geleceğim Miray abla, dedi. Miray’ın eli yine kumanda aradı, bulamadı.
    Kaç gün, kaç gece kaldı orada Miray, bilmiyordu. Sadece zaman zaman uyanıyor, uyuduğu anda yine rüyalarını seyretmeye devam ediyor fakat uyanınca hiçbirini hatırlamıyor, kumanda arıyordu.
Bir sabah uyandığında yine kumanda aradı, bulamadı. Başucunda birileri bir şeyler konuşuyordu. Onlara doğru bakarak:
    -Üzerine düştüğüm çocuk, hani yanımda yatmıştı öğleye kadar, geldi mi beni ziyarete, dedi.
    Kısa bir süre sessizlik oluştu.
    -Şurada yatıyordu ve siz onu gönderdiniz. Benim tek arkadaşım oydu hayatta. Mutlaka geleceğim, demişti. Gelmedi mi? Uğramadı mı?
    Sağlık görevlileri suskundu. Birbirlerinin yüzüne baktılar. Miray’a baktılar. Görevlilerden biri Miray’a yaklaştı:
    -Balkondan düştüğünden beri bir ay geride kaldı. Boş bir zemin üzerine düşmüştün. Yanında da kimse yatmadı senin hiç. Kimsenin üzerine düşmemişsin yani.
    Miray, olanları anlamakta güçlük çekiyordu. Eliyle kumanda aradı, yoktu.

10 Ocak 2024 Çarşamba

KAR TATİLİ

Elif Erva Candan

Son yıllarda bize hiç gelmiyorsun
Oysa seni bekliyoruz bütün kış boyu
Gözümüz bulutlarda
Gözümüz haberlerde
Artık gelsen diyoruz
Mutlu etsen hepimizi

Oysa eskiden ne güzeldi
Kış geldiğinde mutlaka
Sen gelirdin
Ve 
Kar tatili verilirdi

4 Ocak 2024 Perşembe

ÇARESİZ

 
 Elif Erva Candan
 
Bazen çok isterim
Kafamdaki sesleri susturmayı
Bazen çok severim
Etraftaki sesleri duymayı
 
Bazen ise gıcık olurum
İkisine de
Uyumak isterim sadece
Ama uyurken de geliyorlar aklıma
O kurtulmak istediğim 
Binlerce düşünce

28 Aralık 2023 Perşembe

JAPONYA

 
Elif Erva Candan

Herkesin haritalarda
Baktığı bir yerler var
Kimi köyüne, kimi şehrine bakar
 
Bense görünce bir yerlerde dünya haritası
Doğrudan doğruya
Bakıyorum Japonya’ya
 
Japonya
Ah Japonya
 
Keşke bu kadar uzaklarda olmasan
Keşke bir sabah çıkıp yola
Akşama kalmadan sana varsam
Ya da bir hızlı tren olsa
Japonya’dan her gün Sivas’a

27 Aralık 2023 Çarşamba

BALIKSIZ BALIKÇI

     Elif Erva Candan, Meva Vural
    Bir gün Namra uyandıktan sonra göle gitmek istemiş. Balık tutacakmış Namra ve beklemeye başlamış. Balığı beklemiş beklemiş. Her gün bir balık tutmak için gidiyor hiçbir şey tutamadan dönüyormuş.  Günler böyle geçmiş halen oltasına balık düşmüyormuş. Yemlerinde bir sorun olduğunu zannetmiş ama yemini değiştirse de değişiklik olmamış. Yine balık tutamıyormuş. Bir gün yine balık tutmaya gelmiş. Bu sefer ilk defa oltasına bir şeylerin takılı olduğunu görmüş. Heyecanla oltasını çekmiş. Oltasını çekerken, epey büyük bir balık galiba bu diye içinden geçirmiş. Ancak oltayı tamamen çekince yakaladığının bir bot olduğunu görmüş. Çok üzülmüş. Hem de çok ama o da ne? Botun içinden elmas gibi parlayan bir balık fırlamış çimenlerin üzerine. Çok güzel bir balıkmış bu. Parıl parıl parlıyormuş. Namra şaşkın şaşkın balığa bakarken şaşkınlığı daha da artmış çünkü balık konuşmaya başlamış:
    -Eğer istediğim üç şeyi yaparsan dile benden ne dilersen.
    Namra, bu sırada bütün kelimeleri unutmuş. Ne dileyeceğini hatırlamaya çalışmış ama aklına bir şey gelmiyormuş. Balık bir yandan göle doğru zıplarken:
    -Sen dileğini şimdi düşünmeyi bırak ve benim istediğim şeylere bak.
    1- Yarın güneş doğmadan kuşa yem vereceksin.
    2- Aynı gün öğlen karşı dağdan üç parça düz odun getireceksin buraya koyacaksın.
    3- Oltayı buradan çıkaracaksın ve beni öyle bekleyeceksin.
    Bunları söyledikten sonra balık göle zıplamış ve kaybolmuş.
Namra balığın kendisinden istediklerini unutmuş bile. Bir an rüyadan uyanmış gibi hissetmiş kendisini. Hani insan rüyasını anlatmak ister de sabah hepsini unutur ya… Namra da öyle hissetmiş kendisini. Oltasına ve bota bakarken birden aklına birinci isteği gelmiş balığın. Kendi kendisine:
    -Galibaaaaa, yarın sabah iki serçeye yem vermem gerekiyordu. Bu tamam, bunu yaparım ancak ikincisi neydi?
    İkinci isteği hatırlamış, karşı dağa gidip gelmem zaten bir gün sürer, diye düşünmüş.
    Sonra bunun anlamsız olduğunu düşünmüş. Kimseye anlatmamaya karar vermiş. Zaten etrafındakiler ona garip bakıyormuş.
    Olanları unutmaya çalışsa da bir türlü kafasından atamıyormuş. En son evine gidip iki serçe için yem bırakırsa pencere önüne ve yola çıkarsa ertesi gün akşama tekrardan dönebileceğini. Bu esnada dileyeceği şeye de karar veririm, demiş içinden.
Pencerenin önüne iki serçeye yetecek kadar yem koyarak dağa doğru yollanmış. Saatlerce bir şeyler yemeden, içmeden dağa ulaşmış. Çabucak üç tane düz ağaç keserek inmeye başlamış. Bu esnada vakit öğleye yaklaşmış. Serçeler yemleri yemişlerdir, bu odunları da götürünce işim tamam, demiş kendi kendine.
    Yemeden, içmeden dinlenmeden akşama doğru oltasının olduğu yere gelmiş ve oltayı da kaldırmış. Bu kez daha büyük bir sorunu hatırlamış: dilek… Ne dileyeceğini bilemiyormuş bir türlü. Dakikalarca gözü gölde düşünmüş. Aklına gelen hiçbir şey yokmuş. Saatler böylece geçmiş. Hava kararmak üzereymiş. Dün gördüğü balık halen ortada yokmuş ve bir hayli de acıktığını hissetmiş. Balığın geleceğinden ümidi kesmiş ve son kez oltasını göle atmış. Bir iki dakika sonra oltaya bir şey takıldığını hissetmiş ve çekmeye başlamış. Nihayet yakaladığı şeyi akşamın ilk karanlığında uzaktan görmüş: yine bir bot. Hem sevinmiş hem üzülmüş. Çünkü balığın üçüncü isteğini yerine getirmediğini hatırlamış, üzülmüş. İçinde yine balık varsa ve kendisiyle konuşursa diye sevinmiş. Botu kenara almış. Heyecanla ters çevirmiş. İçi boşmuş botun. En ileriye bakmış eliyle… Yok. İçinde çamur ve yosundan başka bir şey yokmuş botun. Diğer botun yanına bu yeni botu da koyarak yorgunluktan oracıkta uyuyakalmış Namra.

20 Aralık 2023 Çarşamba

İSİMSİZ HİKAYE

 

Elif Erva Candan, Meva Vural

Saat gecenin üçüydü. Kazuha’yı nedense uyku tutmuyordu. Son zamanlarda böyle bir rahatsızlık gelişmişti kendisinde. Bir gün uyusa üç gece sabaha karşı ancak uyuyordu. Yine o gecelerden biriydi işte. Sabaha kadar korkular, hayaller, ümitler arasında debelenecek sabaha doğru yorgunluktan sızacaktı. Saat gecenin üçüydü.

    Pencerenin önüne geçti, perdeleri araladı ve önce sokağa baktı sonra gökyüzüne. Sokaklar bomboştu. En çok bu halini seviyordu sokakların. Şehir terk edilmiş gibiydi. Ağaçlar bile bir fotoğraf karesinde gibi titremeden duruyordu. Gökyüzünde ise bulut yoktu. Ay sabit duruyordu. Yıldızlar hafif kımıldıyordu. O sırada bir yıldızın kaydığını fark etti. Dilek tutmam lazım, diye düşündü ama gecenin üçünde aklına bir dilek gelecek gibi değildi. Yine de gözü kayan yıldızı takip etti. Yıldız arkasında ışıktan izler bırakarak gidiyordu bir yerlere doğru. Seneler önce duyduğu bir inanışı hatırladı. Yeryüzündeki insan sayısı kadar gökyüzünde yıldız vardı inanışa göre ve her yıldız kayışında yeryüzünde bir insanın öleceğini söylerlerdi. Düşündü, acaba bu saatlerde yani gecenin üçünde kim ölmüş olabilirdi. Etraftaki evlerin pencerelerine baktı. Işığı yanan bir yerler olacak mı, diye bekledi. Halen sokak sessizdi. Zaten bu sadece bir inanış diye düşündü. Gerçek olmak zorunda değildi. Zaten yorgun zihnini bu türden şeylerle de meşgul etmek istemiyordu. Uykusunun geldiğini sezdi.
        Pencereyi açtı, biraz oksijen teneffüs etti ve hafif üşüdü. Pencereyi kapatarak yatağına uzandı. Saat gecenin üç buçuğu olmuştu. Uykusu da gelmişti. Uyudu. Hiç rüya görmedi. Sabahın erken saatlerinde güneş yüzüne vurur vurmaz uyandı. Kazuha her gün olduğu gibi yine yorgun ve uykusuzdu. Kahvaltı yapmamayı da alışkanlık haline getirmişti. Ofisine gidince nasıl olsa bir kahve ve birkaç bisküvi ile açlığını yatıştırırdı. Kısa sürede hazırlandı ve yola çıktı.
        Gece uzaktan seyrettiği sokak hareketlenmişti. Ağaçlar renklenmiş yollar insan kaynıyordu. Büyük parkı geçtikten sonra birkaç adım ilerdeydi ofisi. Ayrıca taksi, otobüs, metro parası vermemek için iş yerinin yakınında bir ev bulmuştu kendisine yakın zaman önce. Evini seviyordu.
        Nihayet on dakika kadar içinden yürüyerek geçeceği parka girdi. Yorgundu ama parktan geçerken hep bir hayat enerjisine kapılıyordu. Adımları canlandı. Parkın tam ortasına geldiğinde büyük bir kalabalık, sağlık görevlileri ve ambulansı gördü. Tedirgin oldu bu kalabalıktan ve yaklaşarak durumu anlamaya çalıştı. Polisler ve vardı burada ve “olay yeri girilmez” bandı ile etrafı korumaya almışlardı. Bandı kaldırarak yaklaştı yine de. Ağaçlardan birinin altında bir genç yüzükoyun yatıyordu. Başucundaki sağlıkçılardan biri:
        -Saatler önce ölmüş, dedi. “Ölmüş” kelimesi herkeste bir soğukluk hissi oluşturdu. Polislerden biri söze girdi:
        -Kaç saat önce?
        Bu sorular üst üste çoğalınca Kazuha gece yaşadığı olayı hatırladı ve ortaya atıldı:
Gece saat üç civarında öldü bu genç, benim haberim var durumdan.
Tüm bakışlar Kazuha’ya çevrildi. Alana girmesi bile yasak olan bu genç şaibe uyandırdı herkeste. Polisler yaklaştı ve sordular:
        -Tanıyor musun? Neden öldü, biri mi öldürdü yoksa?
        Kazuha doğal davranışlarına devam ederek:
        -Gece üç gibi gökyüzüne bakıyordum ve bir yıldızın kaydığını gördüm. Demek ki bu garibanın yıldızıymış kayan, dedi. Herkes birbirinin yüzüne baktı. Sağlıkçılardan biri:
        -Evet, gece üç sıralarında ölüm gerçekleşmiş olabilir, epey zaman geçmiş üzerinden, dedi. Şüpheler iyice Kazuha’yı işaret ediyordu. Kazuha:
        -Yıldızları takip etseydiniz anlardınız o saatlerde birinin öleceğini. Sizlere kolay gelsin, diyerek olay yerinden uzaklaştı.
        Polisler, sağlıkçılar ve kalabalık Kazuha’nın ardından öylece baktı.
 

8 Aralık 2023 Cuma

RÜZGÂR

    Elif Erva Candan

    Esiyordu, esiyordu rüzgar. İçimi ferahlatan o güzel serinlik geçiyordu bir hafiflikle sokaklardan. İlkbahar rüzgarıydı bu insanın kalbini okşayan. 

    O gün çok güzel başlamıştı. Okula gitmek İlk defa hoşuma gitmişti. Okula vardığımda ise o dört duvar beni sıkıntıya boğmuştu her zamanki gibi. Uzaktan göründüğü kadar hoş değildi duvarların ardı. Okula ilk ben gelmiştim. Bu sessizlikti belki de beni rahatsız eden. Okulda tek sevdiğim şey arkadaşlarım, arkadaşlarımla zaman geçirmekti. Resim dersini bekliyordum mutlu olmak için. Resim çizmek beni mutlu eden bir şeydi ama o gün resim dersi de yoktu.  

    Bu sessizliğin içinde yuvarlanırken birden öğretmenim sınıfa geldi. Çok seviyordum onu. O da şaşkındı çünkü benden başka öğrenci halen yoktu sınıfta. Sessizlik ve şaşkınlık kısa sürdü. Sınıfım birinci kattaydı ve penceresi açıktı. Birden bire içeriye pencereden bir kedi girdi. Çok sevimli bir kediydi bu ancak garipti. Derken olan oldu. Meğer ağzında bir fare varmış kedinin. Fareyi öğretmenimizin ayaklarının dibine bıraktı kedicik. Öğretmenim neye uğradığını şaşırdı, ben o esnada bastım çığlığı. Fare bir iki debelendikten sonra kaçıp gitmişti bile. İkimiz de kediye bakakaldık. Siyah gözlü, beyaz tüylüydü kedi. Biz ona bakarken bir arslan gibi kükreyiverdi. Çok korkmuştum bu sesten. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki her yer kapkaranlık oldu ve bunun bir rüya olduğunu ancak uyanınca anladım. Kendi kendime düşündüm: Her şey rüya ise rüzgar neden o kadar gerçekçiydi?

    Ah, okula geç kalmışım, gitmem gerekiyor şimdi.  


23 Kasım 2023 Perşembe

SESİNİ BEĞENMEYEN KAPLAN

 Elif Erva Candan


Küçük bir Kaplancık varmış. Çok tatlı minik bir Kaplancık. Herkes çok severmiş onu ama bir eksiği olduğunun farkındaymış. Yaşı gelmiş geçiyormuş. Tüm yaşıtları kükrüyor, ava bile çıkıyormuş ama o, yavru kediyi andıran sesiyle kükreyemiyormuş. Kükremeye kalkıştığında da etrafındakiler gülüyormuş ve tatlılığının sebebi de aslında buymuş. Gerçekten bu haliyle tatlıymış ama o tatlı olmak yerine güçlü ve asil olmak istiyormuş. 

Bir gün bu duruma bir çare bulmak gerektiğini anlamış. Bu konuda bir şeyler yapmalıymış. Ormanın bilginine gitmeye karar vermiş. Yolda bir tavşanla karşılaşmış. Korkmuş açıkçası tavşandan. Kükremeye kalkmış kedi gibi sesiyle. O anda tavşan kahkaha atmış:

-Demek sen meşhur tatlı kaplansın… İlk duyduğumda inanmamıştım, gerçekmiş meğer diyerek güle güle zıplayarak uzaklaşmış. Bizim Kaplancık daha da üzülmüş bu sözlere. Neyse, demiş içinden ve bilgenin yaşadığı ağaç kovuğuna ulaşmış. Orman bilgini bir sincapmış. Orman bilgini dikkatle Kaplancık’ı dinlemiş ve sonunda ona demiş ki:

-Tatlı kaplan, sen bu halinle de güzelsin ancak kendi türünde olanlar gibi olmak istiyorsun. İki tepe ilerde bir dere var. Yedi gün boyunca o dereden gün doğarken su içersen kendi türünün sesine kavuşabilirsin, demiş. 

Kaplancık o gün geceyi uyumadan geçirmiş. Sabahın ilk saatlerinde ilk suyunu içmiş. Daha sonraki kalan altı gün için ise derenin kenarında uyumayı tercih etmiş. Bu durum ihmale gelecek gibi değilmiş kendisi için. İki, üç, dört, beş derken sonunda yedinci güne ulaşmış ve yedinci gün suyu içtikten sonra göğsüne derin bir nefes çekip kükremiş. Öyle kükremiş, öyle kükremiş ki ormanda ağaçlardan kuşlar havalanmış. Uçurumlardaki taşlar, topraklar yuvarlanmış sesinin gürültüsünden.  Az kalsın, sesinden kendisi bile korkacakmış. Çok mutlu olmuş. 

Artık eski mekânına dönmenin zamanı gelmiş. Sesi gürleşince yürüyüşüne bile bir asalet geldiğini seziyormuş. Dönüş yolunda daha önce kendisiyle alay eden tavşana rastlamış. Tavşan, dişlerini göstererek gülecek gibiyken Kaplancık derin bir nefes almış ve basmış kükreyişi.  


22 Kasım 2023 Çarşamba

NEON IŞIKLAR

Elif Erva Candan

Güneş battığında hava karardığında
Gözlerimi kamaştıran neon ışıklar
Bilmiyorum sizde nasıl bir büyü var

Bazen yıldızlar gibi parlıyorsunuz
Ama sönünce gündüzleri
Çok sevimsiz görünüyorsunuz

Bir neon ışığını yaşatan
Yalnızca karanlıktır
Onu öldüren 
Işığını kaybeden
Yalnızca aydınlıktır

25 Ekim 2023 Çarşamba

SÜRPRİZ

Elif Erva Candan, Meva Vural
    Her gün okulda bir şeyler kayboluyordu ve bir daha asla bulunamıyordu.  Önce silgiler kaybolmaya başladı birer birer. Yenisi alınıyordu ama yine kayboluyordu. Nasıl oluyordu, kimse bilmiyordu. Sonra fosforlu kalemler kaybolmaya başladı. Her gün, her sınıfta birileri eve döndüğünde fosforlu kaleminin olmadığını fark ediyor, okuldadır ümidiyle okula geliyor ancak sorduğu arkadaşları da aynı şeyi söylüyordu:
    - Fosforlu kalemim kaybolmuş.
Günler geçiyor ve okulda bir şeyler kaybolmaya devam ediyordu. Bir süre sonra suluklar mekaybolmaya başladı, daha sonra kalemlikler, çantalar…
Öğretmenler bu durum karşısında çaresiz kalmışlar, toplantı üstüne toplantı yapıyorlardı. Veliler de artık kaybolan eşyaları yenilemekten usanmışlardı. Artık her akşam eve dönen her öğrenci çantasına bakıyor -tabi çantasını kaybetmedi ise- ve o gün neyi kaybettiğini hatırlamaya çalışıyordu.
Bu durum sadece o okulda oluyordu. Diğer okullarda bu tarz bir sorun, haber yoktu henüz.
Öğretmenler önce hırsızlıktan şüphelendiler ama kim ne yapsındı o kadar kalemi, silgiyi, suluğu, kaşkolü, defteri, çantayı hatta gözlüğü.
    Gözlük derecesi epeyce büyük olan bir çocuk, gözlüğünü kaybettiği gün evine gidememişti ve gözlüğünün nasıl kaybolduğunu da hatırlamıyordu. Sadece birdenbire iyi göremediğini fark etmişti. Soranlara şöyle diyordu:
    -Gözlerimi kapattım ve açtığımda gözlüklerim yoktu. Bazı veliler olayın üzerine gitmeye başladı ve sonunda okuldaki bu durum haberlere kadar yansıdı. Gazeteler manşet atıyordu: O OKULDA BİR ŞEYLER KAYBOLMAYA DEVAM EDİYOR!
    Bir süre daha kayıplar devam etti, büyükler bu kayıpların nedenini anlayamıyordu. Bir gün evine dönen bir öğrenci test kitabının kaybolduğunu fark etti. En acı kayıp onun için buydu. Her yeri aradı ama bulamadı. Ertesi gün okuluna geldiğinde herkes aynı şeyi söylüyordu:
    -Test kitabım kayboldu…
    Önce büyük bir boşluk oluştu test kitaplarının kaybolması ile beraber. Defterler daha önce kaybolmuştu. Kalemleri artık unutmuşlardı bile. Öğretmenlerin çaresizliği daha da artmıştı. Ödev veremiyorlardı, soru çözemiyorlardı. Bu durumdan en çok şikâyet eden matematik öğretmenleriydi. Beden eğitimi ve müzik öğretmenleri henüz mutsuz değildi çünkü kaybolan eşofman ya da flüt olmamıştı.
    Öğrenciler dışında herkes durumdan şikâyetçiydi, öğrenciler ise sonsuz bir tatile başlamış gibilerdi.
Bütün yetkililer okulda eğitimin devam etmesi için toplantılar düzenliyor, ha bire okula erzak, kitap gönderme kampanyaları düzenliyorlardı ama gönderilen malzemeler daha kargoda kayboluyordu.
Şubat tatiline kadar büyüklü, küçüklü kayıplar devam etti. En azından öğrenciler kaybolmuyordu, öğretmenler ve idareciler de…
    Şubat tatili boyunca büyükler ve küçükler tatil dönüşünde işlerin yoluna gireceğini umuyorlardı. Hatta okulu boyatmayı, güvenlik kameralarıyla donatmayı da düşünüyorlardı ilk fırsatta.
Tatil bitti ve tatili takip eden ilk pazartesi okulu açmak için gelen okul müdürü okulu yerinde bulamadı. Sağa baktı, sola baktı. Bu bir rüya mıydı? Bir filmin içine mi düşmüştü yoksa bir hikayenin mi? Kocaman bahçede okula dair yalnızca bir bayrak vardı. Başka hiçbir şey yoktu. Sessizce arkasını döndü, bahçe kapısına doğru yürüdü, döndü bir kez daha, bir kez daha baktı.
Okul kaybolmuştu.

YARA BANDI

 Elif Erva Candan

Kendi kendimize bir şeyleri tamir etmeye çalışırken ya da mutfakta açlığımızı gidermek için bir şeyler kesmeye kalktığımızda veya küçük bir kaza anında bir yaralanma varsa aklımıza ilk gelen şeydir yara bandı. Hemen hemen her evde, her markette bulunan bu küçük nesne kullandığımız andan itibaren kendimizi iyi hissettirir. Hatta bazılarımız yanında, çantasında, cüzdanında, kalem kutusunda bile yara bandı taşır çünkü yaranın nerde, nasıl açılacağı belli olmaz.
Yara bandı, aslında çok işlevsel bir nesne değil ancak küçük yaraların mikrop kapmasını önleyerek hayati bir değere sahip olabilir.
Ben de yanında yara bandı taşıyanlardanım ve bir olumsuzlukla karşılaştığımızda en azından kendimce faydalı olmaya çalışıyorum. Yara bandı kimi zaman yerine göre en kuvvetli ağır kesiciden bile etkili olabiliyor psikolojik olarak. Bir yarayı kapatmak insanın kendisini iyi hissetmesi için ilk adımdır.
Bir de bantla kapanmayan, saklanamayan, iyileşmeyen yaralar vardır elbette. Bunlar konumuzun dışında büyük şeyler.



19 Ekim 2023 Perşembe

FARK EDİLMEYEN BEN

Elif Erva Candan

Geçtim yanından fark etmedi beni
Belki de dikkatsizdi
Göremedi
Uğursuzum ben
Demek ki
Görse elbet fark ederdi
 
Görülmek istiyorum galiba
Beni kim umursar ki ama
Baksana herkes kendi halinde
Farklı hayallerde birbirinden
Kimin umurundayım ben

11 Ekim 2023 Çarşamba

YONCA GONCA

 Elif Erva Candan
Gezerken yolda gördüm
Dört yapraklı bir yonca
Aldım elime dedim
Bu nasıl nasıl yonca
 
Şanslı derler bulana
Değersiz bulmayana
Nerde buldun nerede
Diye sorarlar bana
Bilsem derim onlara
 
Ha bulmuşum bir yonca
Ha bulmuşum bir gonca



4 Ekim 2023 Çarşamba

ÖLÜMÜN KELEBEĞİ

 

Elif Erva CANDAN


Uçtu geçti önümden bir küçük kelebek
Yakalamaya çalıştım ama yetişemedim
Aniden kaçtı benden
Belki de ölümünden
 
Derlerdi bana kelebeklerin ömrü kısa
İnanmazdım onlara kızardım biraz da
Ah küçük kelebek
Mutluluğun için ne gerek
Gitmek mi başka diyarlara
Kavuşmak mı ölümün
Sıcacık
Kucağına


27 Eylül 2023 Çarşamba

BENİM SONUM


 









Elif Erva Candan

Bilgisayarım da açık telefonum da
Uykum var yatmak istemiyorum ama
Ne bu oyunlar ne uygulamalar
Hepsi sonsuz ve sınırsızlar
 
Bazen sıkıyor bazen eğlendiriyor
Dost mu düşman mı anlamadım
İyi mi kötü mü bilemedim
Bilgisayarım, telefonum
Hep yanımda teknolojik araçlar
Ne olacak benim sonum

SAKURA YAPRAĞI

            Meva Vural, Elif Erva Candan, Elif Reyyan Küçüktepe

Gezegenler arası ilk yolculuğuydu ve çok heyecanlıydı. esMea evreni çok merak ediyor, her köşesine gitmek istiyordu. Dünyaya dair çok şey duymuştu ama hiç görmemişti. Çok kalabalık olduğu ve insanların yaşadığı söyleniyordu. Hiç insan görmemişti ama kendileriyle benzer yanlarının olduğunu duymuştu. Güneş sistemine yaklaştıkça heyecanı daha da artıyordu. Göktaşlarının arasından geçtikçe kendisini rüyada gibi hissediyordu. Sahi insanlar da rüya görür müydü? Sorular veri bankasında sıralanıyor, heyecanı artıyordu. Nihayet dünya görünmüştü. O sırada aniden önünden geçen göktaşı aracında büyük bir hasar oluşturdu ve savrulmaya başladı. Aracı kontrolden çıkmış, Dünya’ya doğru savrulmaya başlamıştı. Korkuyordu, ya uzayda kaybolursa… Savruluşu uzun sürmedi ve atmosfere büyük bir hızla girdi. Aracı ısınıyor sanki bir ateş topuna dönüşüyordu. Birdenbire sert bir zemine düştüğünü hissetti ve sesler duymaya başladı. Bu sesi ilk kez duyuyordu. Şırıl şırıl bir sesti bu. Bir süre veri bankasını taradı. Gezegenindeki bilgenin anlattığı su sesiydi bu. Nihayet aracı soğudu ve kapağını açarak dışarıya çıkmak istedi ki tüm vücudu ilk kez gördüğü bir sıvıyla kaplandı: su…

Dünyada havadan önce suyla temas etmişti. Sudan kurtulmak için yukarıya doğru hareket etti nihayet suyun yüzünde durdu. Yine ilk kez oksijeni hissetti. Eliyle havayı tutmaya çalıştı, tutamadı. Yukarıya baktığında gördüğü beyaz kümelerin ne olduğunu anlamaya çalıştı. esMea Dünya’ya düştüğü için mutluydu ancak aracının sular altında kalması onu korkutuyordu. Ya hep dünyada kalırsa?

Bu sırada Japonya’da sabah olmaya başlamış, insanlar büyük gürültünün ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Her zamanki göktaşlarından biri olduğunu düşünerek çok da merak etmediler.

esMea, suyun bulunduğu yerden ayrılarak karaya ayak basmıştı. Burnuna düşen hafif pembe renkli yaprağın nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Her yerde kocaman pembe ağaçlar vardı ve yaprağın onlardan düştüğünü fark etti. Yaprağı parmaklarının arasında inceledi. Bunun enerjiye çevrilip çevrilemeyeceğini düşündü ancak çok hoşuna gitmişti, kıyamadı.

İlerledikçe değişik şekilde yapılar görüyordu. Güneş’in ısısını ve ışığını da ilk kez hissediyordu. Ayaklarının altında bazen toprak bazen yeşil bitkiler hışırdıyordu.

Burası Tokyo’ya yakın bir köydü. Yıl, 2050’nin ilkbahar aylarıydı. Çok az insan yaşıyordu ve yaşayanlardan sadece biri çocuktu.

Küçük Emu’nun büyüklerin yanında hep canı sıkılıyor, oynayacak, vakit geçirecek birilerini arıyordu. Çok yalnızdı. Sayısı iyice azalan hayvanlarla Emu’nun oynamasına izin verilmiyordu.

Büyükler gündelik işlerine başlamıştı Emu sıkılmış bir şekilde camdan bakarken ilk kez farklı bir şey gördü. İnsana benzeyen bir şey evlerine doğru yaklaşıyordu. Yaklaşan şeyi yakından gördükçe Emu korkmaya başlamıştı. Emu esMea’dan ne kadar korkuyorsa onu pencere önünde gören esMea’da ondan korkmaya başladı. esMea’nın elinde halen pembe sakura yaprağı vardı. Pencereye doğru onu uzattı, Emu tebessüm etti. O andan itibaren ikisinden de korkular bir kuş olup uzaklaştı. Emu evdekilere bir şey söylemeden dışarı çıktı ve bir süre esMea ile bakıştılar. Emu, esMea’yı süzdü. İnsana çok benziyordu ancak metalik bir yapısı vardı. Kaşları, kirpikleri yoktu ama saçları vardı. Hareketleri de çok hızlıydı. esMea da kendi gezegeninde yaşayanlara benzetmişti Emu’yu ama Emu daha güzeldi.

Emu sevimli bir üslupla:

- Ben Emu, sen kimsin? Dedi. esMea, Emu’dan gelen sesleri anlamadı. Veri bankasını taradıktan sonra bunun bir iletişim dili olduğunu anlayarak ona cevap verdi:

-   Ben esMea. Jb550 adlı gezegenden geliyorum.

Bu cümlelerle başlayan dostluk uzadı. Artık Emu’nun da bir arkadaşı vardı. Emu, esMea’yı ailesiyle de tanıştırdı. Tüm köylülerin gönlünü fetheden esMea, bir süre sonra gezegenini özlemeye başladı. Geceleri gökyüzüne bakıyor, Jb550’den ne kadar uzakta olduğunu hesaplamaya çalışıyordu.

Günler, haftalar böyle geçti. Bir sabah Emu uyandığında esMea’yı göremedi. Tüm köyü aradı ama nafile… Köydeki en büyük sakura ağacının yanına yorgun argın oturduğunda ağacın kenarında bazı izler gördü. Bu izler esMea’nın ayak izlerine benziyordu. Ağacın dalına asılı bir gri bir metal parçası farketti, esMea bu metal parçası üzerine küçük bir mektup yazmıştı:

Ailem beni aramaya çıkmış ve beni burada buldular. Seni unutmayacağım Emu. Bir yolun Jb550’ye düşerse mutlaka beni bul. Allah’a emanet olasın.