semih karataş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
semih karataş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2024 Çarşamba

HAFTA

 
Semih Karataş

Pazartesi
Seninle başlıyor hafta
Sevmese de insanlar seni
İyi günlerin de zor günlerin de
İlk durağısın
 
Salı
Senden önceki güne göre
Biraz daha iyisin
En azından
Günlerin geçtiğinin habercisisin
 
Çarşamba
Ortasındasın her şeyin
İyi giden ya da kötü giden günlerin
Seni geçtikten sonrası
Aslında Cuma
 
Perşembe
Cuma akşamı derler sana
Haklılar
Tam da yorgunluğun zirveye ulaştığı zamanda
Sen ve umut yetişiyor imdada
 
Cuma
Son bir çabayla sıkıyorum dişimi
Çünkü sen tatilin köprüsüsün
Tatilden önceki son günsün
 
Cumartesi
Yaşadığımı seninle anlıyorum
Uykumu senin sayende alıyorum
Ama bir de bitmesen keşke
Çabucak
 
Pazar
Aslında günlerin en güzelisin
Ama hemen ardındaki gün
Seni de yorucu yapıyor
Keşke bir sonrası boş olsa takvimde
Sen de güzelsin
Cumartesi kadar hem de

İSTASYON

    Semih Karataş

    Senelerdir çalıştığı ilden nihayet kurtuluyordu. Her yıl tayin istiyordu ama bir türlü tayini başka şehre çıkmıyordu. Yazları sıcak ve kışları soğuk geçen, insanların sürekli sinirli olduğu, yollarda başıboş köpeklerin rahatça gezebildiği bu şehirden kurtuluyordu. Bir daha gelir miydi, döner miydi bu şehre? Çok zor… O kadar usanmıştı ki…
    Nihayet resmî yazışmalar yapıldı ve yeni görev yeri olan şehre gitmek için hazırlıklara başladı. Zaten evi ve eşyaları kendisinin değildi. Bir türlü benimseyemediği bu şehirden ne ev almıştı ne de o ev için eşya. Hep eşyalı evlerde kiracı olmuştu. Diğer bütün eşyaları iki valizi ancak doldurdu. Taşıyamayacağı eşyalarını da evde bırakmaya karar verdi. Ertesi sabah ilk trenle yeni şehrine gidecekti ve gece boyu meraktan, heyecandan uyuyamadı. 
    Sabah trenin gelmesine bir saat kala istasyondaydı. İstasyon her zamanki gibi kalabalık ve telaşlı insanlarla doluydu. Yolcuların kocaman valizleri, çuvalları vardı. Nihayet tren büyük bir gürültüyle gara girdi ve kendi vagonunda, kendi koltuğunu bulduktan sonra yerine oturdu. Aslında otobüsle hatta uçakla da gidebilirdi bu şehre ancak yolculuk uzun sürsün istiyordu. Etrafı seyretmek, düşüncelere dalmak, geçmişi ve geleceği düşünmek istiyordu. 
    Neyse ki bindiği vagon tenhaydı ve yan koltuk da boştu. Trenin ahenkli tıkırtıları gece boyu uyumadığı için bir ninni gibi geliyordu ona. Bazen dalacak gibi oluyor, sonra bir sarsıntıyla yeniden etrafı seyretmeye başlıyordu. Dışarıyı seyrederken daldı… Bu kez sarsıntılar, molalar bile onu uyandıramıyordu. Dünyanın en güzel uykusunu uyuyan bir bebek yüzü gibiydi yüzü. Bazen tebessüm ediyordu uykuda bazen kaşlarını çatıyordu. Diliyle dişinin arasında konuştuğu da oluyordu. Ne kadar uyudu, hangi istasyonları geçti bilmiyordu. Saatler sonra bir sarsıntıyla uyandığında vakit akşama yanaşmıştı. 
    Şaşırdı. Bu kadar çok uyuyabileceğini hiç düşünmemişti. Aralıksız, saatlerce süren bir uyku… Üstelik bir tren koltuğunda… Ama kendisini iyi hissediyordu. Yeni şehir, daha ulaşmadan onun moralini, enerjisini yükseltmişti. Ayaklarının uyuştuğunu hissetti oturmaktan. Ayağa kalkarak şöyle bir sağa sola bakmak istedi. Uzun uzun esneyerek ve ağzını şapırdatarak sağa sola, öne arkaya baktı. Vagonda yalnızca kendisi kalmıştı. Bu iyi, diye düşündü. Kocaman vagon kendisine ait bir oda gibiydi. Ulaşacağı yere de yaklaşmış olmalıydı. Bir süre oyalandı, çantasından kitap ve bisküvi çıkardı. Biraz kitap okudu. Birkaç saat sonra tren önce yavaşladı, sonra da durdu. Trenin durmasına yakın tabelayı okuyabilmişti. Evet, burası tayininin çıktığı yeni hayat kuracağı şehirdi. 
    Hoşuma giderse burada ev bile alırım, diye düşündü. İçi kımıl kımıldı. Heyecanla valizlerini aldı ve trenden indi. Etrafta kimseler yoktu. Garda görevli bile yoktu. Sessizliği treninin düdüğü bozdu ve ardından tren uzaklaştı. Akşam olduğu için böyledir, diye düşündü. Kimsenin olmaması, sakin bir şehir olduğunun göstergesiydi belki de. İstasyondan ayrılarak şehrin içine doğru yürümeye başladı. Bu akşamı geçirecek bir yer bulmalıydı. Dakikalarca yürüdü ancak yolda ne bir araç gördü ne de canlı. Yavaş yavaş bu sessizlik kendisini huzursuz etmeye başlamıştı. Kuşlar yoktu, köpekler yoktu, kediler yoktu… 
    Evlerin pencerelerine baktı. Hiçbirinde hayat belirtisi yoktu. 
    Terk edilmiş bir şehir gibiydi burası. Kendisinin adımlarından ve kalp atış sesinden başka ses yoktu. Nefes alıp verişini duyuyordu kendisinin, damarlarında akan kanın sesini duyuyordu. 

4 Ocak 2024 Perşembe

BALIK

     Semih Karataş
    
    Yakın çevremden bana sürekli çok çabuk sinirlendiğimi söylüyordu. Hatta yeni tanıyanlar bile, biraz sinirli gibisin, diyorlardı. Buna benzer sözleri duymaya alışmıştım ama abarttıklarını düşünüyordum. Hadi canım, sen de, diyordum bana bunları söyleyenlere. Zamanla onlara hak vermeye başladım. 
    Evet, sinirliydim galiba. Biraz, çok değil ama sinirliydim. Sinirimi nasıl yatıştırırım, nasıl sakin olabilirim diye araştırmaya başladım. Sinirli insanlar nasıl davranır, siniri yatıştırmanın yolları nelerdir, gibi başlıklara bakıyordum sürekli. Bu araştırmalarım sonucunda nedense verilen önerilerden balık tutmayı gözüme kestirdim. Balık tutmaya çıkacaktım ve sakinleşecektim. 
    Çarşıya indim, balıkçı malzemeleri satan bir yer buldum. Dükkana girdim:
    -Selamünaleyküm.
    -Aleykümselam...
    Doğrudan doğruya derdimi anlattım satıcıya. Satıcı:
    -Abicim, senin için şu malzemeleri öneririm, dedi. Deneyimim olmadığı için önerdiği malzemeleri aldım. Mevsim yazdı. İlk işim bir tekne kiralamak oldu. Tekneyi kiraladım ancak balıkçılık konusunda hiç bir şey bilmiyordum. Oturdum, bu konuyu da araştırdım. Yakınımda balık tutabileceğim yerleri keşfetmeye çalıştım. Balık tutma yöntemlerini de öğrendim.
    Artık kendimi hazır hissediyordum bu iş için. Çalıştığım yerden bir gün izim aldım. Teknemi de taşıyarak balık yakalayabileceğimi düşündüğüm yere ulaştım. Denize açıldım. Oltamı keyifle suya savurdum. Deniz durgundu. Etrafta da pek kimseler yoktu. Saatlerce bekledim oltamın başında. Öğrendiğim bütün teknikleri denedim ama bir türlü balık gelmiyordu. Bu esnada yanımdan arada tekneler geçmeye başladı. Bakıyordum, onlar balık tutmuş... Ben neden tutamıyordum?
    İyice sıkılmıştım. O sırada bir balığın sudan başını uzattığını gördüm. Bu nasıl oluyordu? Oltama takılmayan balık benimle alay edercesine suyun yüzünde bana bakıyordu. Üstelik bana doğru da ilerliyordu. İyice yaklaşan balık bana bakarak konuşmaya başladı:
    -Sana çok önemli bir şey diyeceğim. Ben senin ağabeyinim, dedi. Bana ne oluyordu? Sinirimi yatıştırmak için gelmiştim buraya. Artık ben de kendimi kaybetmiş gibiydim:
    -Evet, ben de Messi’yim, dedim ve bu geveze balığı yakalamak için hamle yaptım. Balık o anda kayboldu. Madem balık, ağabeyim olduğunu düşünüyor o halde onu yakalamanın anlamı yok, diyerek dönmeye karar verdim. 
    Yorulmuştum. Garip bir gündü yaşadığım. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum.
    Bir güzel uyku çektikten sonra ertesi gün iş yerime gittim. 
    Herkes yüzümdeki tebessümün sırrını merak ediyor ve soruyordu. Bense tebessümlü olduğumun farkında bile değildim. Sinirlisin, diyen de olmadı o günden sonra. Sanırım balık tutmaya gitmek işe yaramıştı. 

28 Aralık 2023 Perşembe

O UYUDU

 

Semih Karataş

                             Aydın Çınar Yıldırım için
Yorgundu
Durgundu
Her halinden belliydi uykusuzluğu
Başını koyduğu masada
Birden bire geçti başka bir boyuta
 
Seslendim
Duymadı
Hatta birkaç kez küçük küçük horladı
Artık uyuduğunu anladım
 
Kim bilir şimdi o
Hangi rüya ülkesinde
Hangi bilinmezlikte
 
Beni terk eden uyku
Galiba şimdi onu tuttu

27 Aralık 2023 Çarşamba

ÜÇLER DESTANI

 

Semih Karataş

Yılı hatırlamıyorum ama eskiydi
Çok eskiydi o zamanlar küçücük bir çocuktum
 
Dağlar sıra sıra uzanıyordu önümüzde
Yol yoktu sadece patikalar vardı
Yorgundu atlar her gün taşımaktan sahiplerini
Sahipleri de yorgun yapmaktan her işi
Gökyüzünde yalnızca kartallar vardı
Dağların sahibi yalnız kurtlardı
Dediler bir çocuk geldi dünyaya
Bu çocukta bambaşka bir şeyler var
Onu görmeye koştu obadaki insanlar
 
Çocuk doğar doğmaz konuşmuş, koşmuş
Onu böyle gören her insan şaşmış
Ben de merak edip yanına vardım
Bir hafta onunla cirit oynadım
Derken zaman geçti o büyüdü çabucak
Adını İltay koydular bu çocuğun
 
Ben onun gibi değildim
Çabucak büyümedim
 
O başka biriydi
Koşunca rüzgar dururdu
Yürüyünce titrerdi toprak
Konuşunca susardı herkes
O kılıcı eline alınca bütün kılıçlar kınına girerdi
O yayını alıp ok atınca
Vurulmayan hedef kalmazdı
Dağa çıktığında kurtlar başka dağa giderdi
Göğe baktığında kartallar yuvalarına dönerdi
İltay bambaşka biriydi
Hep yalnız gezerdi
  
İltay başka illere gitti bir zaman
Haber alınamadı aylarca
O gider gitmez geldi bir kara bela
Çaresiz kaldı obamız
Bu bela nasıl olmuş nerden gelmişti
Hepimizi esir alan koca bir devdi
Üç başı vardı devin her başında üç gözü
Üç günde köyün bitirmişti bütün hasadını
Devi görüp gelenler konuşamadı üç gün
Üç gece uyumadı deve gidip görenler
Bazıları üç gün ancak yaşadı onu görünce
Günler geçti böylece
Otuz üç yiğit oldu kurban edilen
Analar ağladı, çocuklar ağladı
Herkesin tek umudu İltay’da kaldı
İltay gelmiyordu gittiği yerden
Anlamıyordu oba, İltay gelmiyordu neden
Bir sabah at kişnemesiyle uyandı herkes
Gelen İltay’dı şükretti herkes
İltay duymuştu obasının başına gelenleri
Hemen harekete geçmeyi yeğledi
Sabah gün doğarken vardı devin yanına
Uzaktan ok attı deve ama bir işe yaramadı
Kayalar fırlattı deve ama bir işe yaramadı
Kılıcıyla yürümek kalmıştı üstüne
Ancak devin üç başında üç göz vardı
Her yeri görüyordu
İltay nasıl kurtaracaktı obasını
 
Bir süre düşündü kayaların arasında
Devi peşinden sürüklemek yattı aklına
Deve giderek iyice yaklaştı
Duymak istemeyeceği şeyleri ona haykırdı
Dev öfkeden döndü deliye
Düştü İltay’ın peşine
İltay koşmuyor sanki uçuyordu
Ama dev ona yetişiyordu
Sonunda girdi İltay küçük bir mağaraya
Öfkeli dev peşinden tek başını soktu oraya
İltay kılıcıyla tek başını aldı devin
Geriye kalmıştı iki başı alınacak
Dev bağırıyordu dışarda acıyla
İltay kalmıştı içerde sessizce
Üçte biri gitmişti devin
Kalmıştı üçte ikisi
Dev intikamını almak için ikinci başını soktu içeri
Ancak içeriye girer girmez diğer başı gibi oldu kaderi
Dev artık ayakta zor duruyordu
İltay kendisiyle gurur duyuyordu
Çığlık çığlığa kıvranırken dev
İltay hamle etti çıktı dışarı
Son bir darbe bitirdi yarım kalanı
 
Oba çığlıkları duydu geldi
İltay söylemeden gördüler olan biteni
İltay bir şey söylemedi atına bindi kayboldu
Yıllar yıllar geçti geri gelmedi
Kimse onu görmedi
Devin öldürüldüğü dağ ziyaret yeri oldu
 
Yılı hatırlamıyorum ama eskiydi
Bana anlatmak kaldı yalnızca yaşananı
Ben de görmedim bir yerde bir daha hiç İltay’ı

20 Aralık 2023 Çarşamba

VEDASIZ AYRILIK

 

Semih Karataş

    Son günlerde sadece arkadaşlarıyla zaman geçirirken mutluydu. Arkadaşlarından ayrıldığı anda bir boşluğa düşüyordu. Yirmi yaşına kırk gün sonra girecekti. Yirmi yaşından sonra neler değişecekti ki hayatında. Yaşlar sadece bir zamansal bir semboldü onun için. Gerçek olansa artık büyüdüğü, çocuk olmadığıydı. Ailesiyle çok zaman geçiremiyordu. Sekizinci sınıfta başlayan sınav maratonu onu çevresinden, ailesinden uzaklaştırmıştı. O yıllarda başlayan tempo hiç azalmamıştı. Kütüphaneler, sınavlar, dersler, mezuniyetler hep peş peşe gelmişti. Yine bir mezuniyete doğru yaklaşıyordu. Staj aşamasındaydı. Arkadaşları da zaten hep okul çevresinden kişilerdi. Sekizinci sınıftan beri bu böyleydi. Akraba çocuklarını bile bayramdan bayrama ya görür ya görmezdi. Onun dünyası hep dört duvar arasındaydı. Bu yüzden arkadaşları varken yanında yaşadığını hissediyordu.
    Bu düşüncelerle evine doğru ilerlerken sağından solundan geçen insanları sadece bir görüntü olarak düşünüyordu. Bu telaşlı insanlar ve kendisi var mıydı, yok muydu? Birden takip edildiği hissine kapıldı. Durdu ve geriye döndü. Yaşlı bir kangal köpeğiydi peşinden gelen. Önce korktu ancak zarar verecek gibi görünmüyor, köpek de kendisinden korkuyordu. Umursamamaya çalışarak yoluna devam etti. Bir süre yürüdükten sonra geri döndü ve durdu. Köpek de durdu. Yine aynı gözlerle bakıyor, düşmüş kuyruğunu sallıyordu. Kulakları kesilmiş bu köpeğin boynunda eski bir tasma vardı. Burnunun hemen üzeri ise iyileşmeye dönmüş yaralarla doluydu. Dili dışardaydı ve korkunç dişleri görünüyordu ama nedense korkmadı ondan. Döndü, yine yoluna yürümeye devam etti.
    Evine iyice yaklaşmıştı. Köpek de kapının önüne kadar gelmişti onunla. Hep aradaki mesafeyi koruyarak gelmişti. İçeriye girer girmez pencereye koştu. Köpek halen orda duruyor mu diye merak etti. Köpek, kapının önünde dört ayağının üzerine çökmüş bekliyordu. Ne bulmuştu kendisinde, neden onca insan arasından kendisini takip etmeyi tercih etmişti? Belki de başka biri vardı bu mahallede köpeğin tanıdığı… Perdeyi çekti ve derslerine, işlerine baktı. Birkaç saat sonra da zaten zihninden silinmişti köpek.
    Ertesi gün dışarıya çıktığında hatırladı köpeği. Neyse ki görünmüyordu ortalıkta. Staj yerine doğru ilerlerken birden yine takip edildiği hissine kapıldı. Döndüğünde yine aynı köpeği gördü. Artık rahatsız oluyordu bu durumdan. Köpeğe dönerek:
    -Dostum, senin sorunun ne? Neden beni takip ediyorsun? Tanışıyoruz da benim mi haberim yok, diye sordu.
    Köpek sorulardan bir şey anlamamış gibi mahzunca bakmaya devam etti ama ayırılmadı da peşinden. İlerde parkın kenarından geçerken bir bank üzerine oturdu genç, köpek de tam karşısına oturdu. Öğlen yemeği olarak hazırladığı sandviç aklına geldi. Onu köpeğe verirsem belki peşimi bırakır, diye düşündü. Sandviçini çıkardı, bir parçasını kopararak köpeğin önüne koydu. Köpek sevinçle ve iştahla verilen parçayı yuttu ve biraz daha yaklaştı gence. Bu yakınlık ve sevgi gösterisi hoşuna gitti gencin. Bir parça daha, bir parça daha derken tüm öğlen yemeğini köpeğe yedirdi. Köpek her parçada biraz daha yaklaşmıştı. Nihayet köpeğin başı ellerine değecek kadar yakındı. Temiz olup olmadığını bilmediği bu köpeğin başını okşayamazdı. Elini uzattı, geri çekti. Geri çekince köpek mahzunlaştı. Bunun üzerine tüm riskleri alarak köpeği sevmeye başladı. Artık köpeğin onun peşini bırakması imkansız gibiydi. Ardında değil, yanında yürüyordu.
    Yola yeniden çıktı ve staj yerine geldi. Pencereden baktı, köpek kaybolmuştu. Hem sevindi, hem üzüldü. Akşama kadar arada bir pencere önünü yokladı. Akşam çıkarken de köpek ortalıkta yoktu ama bir süre sonra yeniden yanına geldi ve eve kadar eşlik etti. Yol boyu konuştu köpekle:
    -Senin yüzünden öğlen yemeği yiyemedim, mutlu musun, dedi. Köpek umursamadı bile. Evin önüne gelince köpek yine kapının önünde oturdu ve genç evine girdi.
Pencereye koştu, köpek orada oturuyordu. Şimdi mevsim yazdı ama kışın bu köpek ne yapacaktı kapı önünde. Sabah yine staj yoluna düştü genç. Yaşadığının farkındaydı. Arkadaşları olmadan da yaşadığını fark edebiliyordu. Az sonra yoldaşı yanına gelmişti bile. Bu kez tedbirliydi ve ona ayrı yiyecek almıştı. Parka gelince onu beslemeyi ve onunla sohbete devam etmeyi ihmal etmedi. Bir ay kadar sürdü bu dostluk ve arkadaşlık.
    Bir sabah kalktığında köpeği göremedi. Telaşlandı, sağa sola baktı. Yoktu yoldaşı. Nereye gitmişti? Bir başkasının yanında mı dolaşıyordu artık. Ona bir kez bile kötü söz söylememişti ki… Neden gitsindi? Büyük bir boşluk oluştu içinde. Düşünceler içinde parka ulaştı. Bir banka oturdu. Köpek için hazırladığı sandviçi çıkardı. Gözleri doldu. O sırada az ilerde ağaçların arasında bir hareketlilik gördü. Belediye çalışanları bir şey taşıyordu. Koştu, yaklaşınca bunun bir köpek olduğunu fark etti. Telaşla sordu?
    -Ne olmuş, neyi var? Ölmüş mü?
    Çalışanlardan birisi başını bile kaldırmadan:
    -Zaten çok yaşlıymış, gece burada ölmüş, kaldırmaya geldik, dedi.

6 Aralık 2023 Çarşamba

BULUŞMA

   Semih Karataş

    Sabahın ilk serinliği yavaş yavaş geride kalıyordu. Sokaklar hareketlenmeye başlamış, insanlar uykularından uyanmış, günlük telaşın peşine düşmüşlerdi. Hava yaz günlerine has bir hızla öğleye doğru ilerledikçe ısınıyordu. O, alışkındı erken uyanmaya ama yollar boş olduğu için dışarıya erken çıkmıyordu. Şimdi kahvaltısını yapmış, çıkmak için hazırlanıyordu. Senelerdir dizlerinin, gözlerinin, belinin ağrısı bitmeyen eşi ona eşlik edemezdi. Tek başına dışarıya çıkıyor, birkaç tur atıyor mahallede sonra öğlen namazını büyük bir camide kılmaya özen gösteriyor, akşam yemeği için ekmek alıyor ve dönüyordu. Üç çocuğu vardı ve üçü de çalışıyordu, üstelik çocuklarının eşleri de çalışıyordu. Torunları olmasa çoktan silmişti onları dünyasından. Torun başkaydı… O istiyordu ki torunları hep yanında olsun, en azından her hafta onları görebilsin, onlarla parka gitsin, onlara kendi gençliğini anlatsın… Oysa onlar ayda en fazla bir kez gelebiliyordu ziyarete. O da çabucak biten bir ziyaret. 
    Hayat nasıl da hızla geçmişti. Çocukluk, gençlik yıllarında bir gün yaşlanacağı ve evde yalnız kalacağı aklının ucundan bile geçmiyordu. Hele dede olacağını düşünmemişti hiç. Şimdi dedeydi ve onu hayata bağlayan tek şey torunlarıydı. Bu düşüncelerle ilerlerken başının ağrıdığını hissetti. Zaten arada yokluyordu bu ağrı. Birazdan geçer, diye düşündü ve yine geçmişin aydınlık sokaklarında hayali gezintiye devam etti. Birkaç adım daha attı ama ağrı azalmıyor, artıyordu. Nefes almakta da güçlük çekmeye başladı. Çaresiz bir yere oturmak zorundaydı. Birkaç adım ötede bir ağaç gölgesi gözüne kestirdi ve kendisini oraya zor attı. Nefesi iyice sıklaşmış, göğsü daralmaya başlamıştı. Baş ağrısı dayanılmaz hale gelmişti. Ağacın altına istemsizce oturdu ve uzandı. Yoldan geçenler ihtiyar adama sadece bakıyor, kimsecikler durup da yardımcı olmak gibi bir niyet taşımıyordu. Yoldan geçen gençlerden biri hızla yanına koştu ve sordu:
    -Amcacığım iyi misin, neyin var? İhtiyarın gözleri kapalıydı ve derin nefes almaya çalışıyor ama alamıyordu. Genç sağa sola baktı, gelip geçenlerden yardım istedi:
    -Lütfen bana yardım edin. Ambulans çağırın! 
    Birkaç dakika sonra ağacın etrafında küçük bir kalabalık oluştu. İnsanların elinde cep telefonu kimileri bir yerleri arıyor, kimileri video çekiyor, kimileri de kolonya, su gibi şeyler olup olmadığını soruyordu etraftakilere. Bir süre sonra çığlığı andıran sesiyle ambulans geldi. İhtiyara ilk müdahale yapıldı. Tansiyonu ve nabzı yüksekti. Kalp krizi riski taşıyordu. Sedye ile hastaneye götürülmesi gerekiyordu. Kalabalıktan ihtiyarı tanıyan birinin olup olmadığı soruldu. Kimse tanımıyordu. Ambulans ihtiyarı da alarak uzaklaştı. 
    İhtiyar uyandığında hastanedeydi. Vücuduna bağlı cihazların sesleri kulak tırmalıyordu. Ne olmuş, nasıl olmuş, buraya nasıl gelmişti? Eşi aklına geldi. Haberi var mıydı olanlardan? Panikledi. Onun uyandığını gören görevliler yaklaşarak:
    -Ebubekir amca, geçmiş olsun. Kalp krizi atlattın ama şimdi iyisin, dediler. 
İhtiyar, bir şeyler soracak, söyleyecek oldu, görevlilerden bir diğeri:
    -Üzerindeki kimlikten adını ve yakınlarını tespit ettik. Endişe etme, her şey geçti ve şimdi gayet iyisin, dedi. Bilinci yerine geldiğinde kapının önünde bir kalabalık gördü. Eşi, çocukları ve torunlarının birkaçı da oradaydı. Tebessüm etti. Eşine doğru bakarak:
    -Sen evden dışarıya çıkabiliyor muydun? Nasıl geldin buralara kadar, diye sordu. Eşi, Ebubekir amcanın sesini duyduğuna sevinmişti. Çok endişe ettiği hatta ağladığı yüzünden belliydi kadıncağızın. Sadece titrek bir sesle:
    -Çocuklar getirdiler, dedi ve içeriye adım attı. Yandaki boş yatağa güç bela oturuverdi. 
    Onun ardından çocuklar ve torunlar da içeriye geldi. Çocuklarıyla göz göze gelmemek için direk torunlarına uzattı elini. Özellikle beş yaşındaki Selim’i çok severdi. Onu kolundaki kabloları kenara çekerek yakınına aldı. Semih:
    -Dedeciğim, seni çok özledim. İyi misin şimdi, diye sordu. Yaşlı adam iyi görünüyordu. 
    -İyiyim yavrucuğum, sizleri gördüm hiçbir şeyim kalmadı, dedi. Ardından çocuklarına küskün bir bakış attı:
    -Burada mı görüşecektik sizinle, torunlarımı burada mı görecektim, dedi. Çocuklar hatalarını anlamış olmanın utancıyla bakışlarını yere diktiler. 

29 Kasım 2023 Çarşamba

AĞIR YÜK

    Semih Karataş

    Akşam karanlığı şehre çökmüştü. Sırtında ağır çantası ile şehrin kenarına doğru ilerliyordu. Bir süre kalabalıkların, gözlerini kamaştıran araç ışıklarının arasından tedirginlikle yürüdü. Sırtında taşıdığı çantayı arada eliyle yokluyordu. Çok zordu bu çantayı taşımak hem ruhuna hem bedenine. Bir süre sonra yollar tenhalaştı. Araçlar azaldı. Akşam karanlığı iyice koyulaştı. Sokak lambaları bile önceki semtlerdeki kadar canlı yanmıyordu. 
    Biraz önce ruhunu daraltan egzoz kokularının ve dumanlarının yerini bu kez odun ve kömür kokusu, yakılmış lastik kokuları almıştı. Şehrin merkezinden iyice uzaklaştığını fark ettiğinde arada bir geriye dönerek bakıyor, ardından gelen biri olup olmadığından emin olmak istiyordu. 
    Nihayet evler seyrekleşti. Derme çatma, boyaları solmuş ya da badanalı, pencereleri ahşap çerçeveli bahçeli evler arasında yürüyordu. On dakika kadar yürüdükten sonra gözüne ilerde bir ev kestirdi. Yükünü artık taşıyamayacak kadar yorulmuş, hava soğuk olmasına rağmen terlemişti de. 
    Arada bir köpek sesi duyuyor ya da yanından geçen bir kedinin sessiz adımlarıyla irkiliyordu. Gözüne kestirdiği eve doğru ilerledi. Tek ışık yanıyordu bu evde ve oldukça cılız bir ışıktı bu. Sağında solunda başka bir ev yoktu. Bahçesi de yoktu. Eve birkaç eskimiş basamakla çıkılıyordu. Evin önünde küçük bir sundurma vardı ama onun da sacları perişan halde görünüyordu. İyice yaklaştı, birkaç eski ayakkabı, bir çift terlik ve çocuk ayakkabıları vardı kapıda. İçeriyi düşündü, içerde yaşayanları. Kaç çocuk vardı içerde… Evin babası acaba çalışıyor muydu, yoksa hasta mıydı? Evde hasta olan birileri vardır belki diye düşündü. Sefalet evin içinden dışına doğru sızıyor adeta kendisini kuşatıyordu. Akşam yemeği yemişler miydi? Sobaları var mıydı ve yanıyor muydu? Kafasında sorular uçuşurken bir yandan da kimseye görünmemeye dikkat ediyordu. Evin kapısı önüne geldiğinde bir gölge gibi hareket etmek zorundaydı. Çantasını sırtından indirdi. Elini dibine kadar daldırdı ve tomar tomar para çıkardı. Paraları koyacak bir yer bulması gerekiyordu. Pencere önüne koyamazdı. Kapı önüne bırakmazdı. Ya başkaları görür ya da rüzgar uçurabilirdi. O sırada kapının solunda eski peynir tenekesine benzeyen bir kutu gördü. Paraları içine koymayı düşündü ama ya üzerine çöp atılır ve paranın hiç farkına varılmazsa, diye düşündü. En iyisi tenekenin altına koymaktı paraları. Teneke ses çıkarabilirdi, dikkat etmeliydi. Tenekeyi kaldırdı ve altına özenle paraları dizdi. Tenekeyi yeniden üzerine koyarken küçük bir tıkırtı olmuştu. Görünmemesi, kendisini fark ettirmemesi gerekiyordu. Olanca hızıyla boş çantayı yeniden sırtına aldı ve ardına bakmadan bir süre koştu. Görünmeyecek karanlık bir mekan bulunca kendisine geriye döndü ve eve baktı. Evin dış kapı lambası yine cılız bir biçimde yanıyordu. Ayakları yalınayak bir çocuk tenekeyi kaldırıyordu. Heyecanlandı uzaktan. Çocuk bir süre tenekenin altındaki paralara baktı ve içeriye doğru çığlık çığlığa bağırdı:
    -Anne, baba! Koşun, para buldum burada… Çok para!
    Yeniden şehrin merkezine doğru yöneldi, varoşlara sırtını döndü. Uzaktan araç lambaları parlamaya başlamıştı. İçinde ve sırtında hafifleyen şeyleri düşünüyordu. Adımları yavaştı. 


22 Kasım 2023 Çarşamba

DUVARLAR

 
Semih Karataş
Her yerde duvarlar var
Şehirde köyde kasabada
Tarihi mekanlarda
Say say bitmez aslında
 
Duvarlar türlü türlü
Taş duvar, beton duvar, kerpiç duvar
Süslü olsun diye kimilerini boyarlar
 
Bir de görünmeyen duvarlar var
İçimizden ördüğümüz
Dünyaya, kişilere, insanlara karşı
Onların soğukluğuna karşı
 
Duvarlar
Her yerde var

1 Kasım 2023 Çarşamba

BARIŞ NEREDE

 Semih Karataş
 
İnsanoğlu binlerce savaş vermiş
Yine de bir dur diyen olmamış
Tarih dersinde anlatırlar ama
Okudukça derim
Birçoğu da gereksizmiş
 
Madeni olan topraklar sömürülür
Petrolü olan topraklara tanklar sürülür
Kötülüğü kendine rehber edinenler
Ellerine geçince kanlı paralar
Mutluluktan ağlarlar
 
Savaşın şiddetiyle masumların yüreği sızlar
İnsanların vahşice öldürüldüğünü görünce
Neden neymiş diye insanlar araştırırlar
Oysa bütün savaşların sebebi
Bir iki yaşlı insanın husumeti

Barış ise şimdilerde
Yalnızca çocukların isimlerinde

19 Ekim 2023 Perşembe

GEÇMİŞİNİ İYİ BİL

 Semih Karataş

Durmadan tekrar eder 
Keşke tekrar etmese
Yüz yılda aynı şeyler
Yine başa gelmese

Kuruldu ve yıkıldı
Nice ülke ve devlet
Onlardan ne mi kaldı
Ne kültür ne de millet

Tarihi eserler de 
Olmasa yeryüzünde
Eski uygarlıkların
İzi yoktu bir yerde

Geçmişini iyi bil
Geleceğine inan
Binlerce sene yaşar
Tarihine yaslanan

11 Ekim 2023 Çarşamba

HER ŞEY SAYAR

Semih Karataş
 
Küçücük bir kutuya
Sığdırmışlar her şeyi
Buluruz arayınca
İstenilen bilgiyi
 
Oyun için değildir
Ama oyunsuz olmaz
Çok vakit alsa bile
Fakat onsuz da olmaz
 
Eskiden kocamandı
Küçüldü cebe girdi
İlerledikçe yıllar
Sanki hep kilo verdi





4 Ekim 2023 Çarşamba

EN ÇOK ÖZLENEN

 


Semih KARATAŞ

Gün boyu dolaşsam da sokaklarda
Ya da tatillerde gitsem de uzaklara
Hep seni arıyorum
Ve senin huzurunu
 
Seninle paylaşıyorum
Mutluluğumu, suskunluğumu sevincimi
Seninleyken güvende olduğumu biliyorum
Seninleyken uyuyorum uykuların en güzelini
 
Evim güzel evim
Yuvamız, yurdumuz, ocağımız
Sensin uzak kalınca en çok özlediğim




27 Eylül 2023 Çarşamba

VAKTİNDE GEL

 



Semih Karataş
Geldiğinde sen unuturum her şeyi
Sabah saatleridir seni benden götüren şey
 
Çağırdığımda gelmezsin
Gelmemen gerektiğinde sarılırsın kollarınla
Gece olunca çalmadan kapımı
Dalarsın ayakucumdan
 
Diyorlar ki boyun uzamış
Bilmiyorlar senin sayende
 
Unutturuyorsun her şeyi
Ve bambaşka bir dünyaya götürüyorsun beni
Uyku,
Bazı zamanlar bana çok lazımsın

UNUTULAN MAÇ


       Aydın Çınar, Semih Karataş

        Yağmur yüklü gri bulutlar iyice şehre yaklaşmıştı ama bir gün önceden kararlaştırdıkları maç için okuldan çıkmış Semihlerin mahalleye doğru ilerliyordu. Kafasında binbir düşünce vardı. Okul son günlerde çok tatsız bir hâl almıştı. Arkadaşları tarafından dışlandığını hissediyordu. Hiç kimse geçen sene okuldan ayrıldığı gibi değildi. Yaz boyu gezmişler, yeni arkadaşlar bulmuşlar üstelik büyümüşlerdi. Neyse ki semih vardı. Aydın bir yandan yürüyor bir yandan bunları düşünüyordu. Birdenbire burnuna düşen yağmur damlası ile irkildi yağmur, geliyorum, diyordu. Başını kaldırdı ve uzaklara baktı, uzaklarda bir gökkuşağı oluşmuştu bile. Hafif bir rüzgar esiyordu ama soğuk değildi. Bu sırada tek katlı ahşap eski püskü evlerden birinin duvarının dibinde titreyerek miyavlayan yavru bir kedi dikkatini çekti. Kediye yaklaştı. Kedi Aydın’ı görünce korkuya kapılarak kaçmak istedi ancak bedenine gücü yetmiyordu. Cılız sesiyle miyavlamaya devam ediyordu. İşin kötü yanı Aydın kedilerden hoşlanmaz, kedisi olan arkadaşlarından bile uzak dururdu. Kediyi o halde bırakmak da istemiyordu. Kedinin yaralı olup olmadığını anlamak için ona yaklaştı. Sol ön patisi ağır bir şekilde yaralanmıştı kedinin. Sokaktan geçen birilerinden yardım istemeyi düşündü ancak kimsecikler yoktu ortalıkta. Kedi miyavlıyor, Aydın düşünüyor, yağmur yaklaşıyor, Semih ve arkadaşları Aydın’ı beklemeye devam ediyordu. Aydın hipnotize olmuş gibi kediyi izlerken birden yanında kocaman bir başka kedi belirdi. Yaralı kedinin annesiydi bu. Aydın’ın zarar vermeyeceğini anlayınca onun ayaklarına sürünmeye ve o da miyavlamaya başlamıştı. Aydın irkildi. İlk kez bir kedi kendisine dokunuyordu. Vücudu buza kesmişti.

Semih ve arkadaşları Aydın’ı merak ettiler ve Semih onun geleceği yolu bildiği için arkadaşına doğru yola çıktı. Bu esnada yağmur başlamıştı. Aydın, saçak altına durmak istiyor ancak anne kediden dolayı hareket edemiyordu. Yağmur kendisini ıslatmaya başlamış zaten maç için hayli ince giyinmişti. Üşümeye de başlamıştı. O sırada Semih uzaktan Aydın’ı gördü ve ona doğru koşmaya, seslenmeye başladı. Aydın, suskundu. Anne kedi kaçmıştı ama yavru kedi halen oradaydı. Semih, gelince durumu anladı ve Aydın’ı sarstı:

-Aydın, sana ne oldu? Boş gözlerle bakan Aydın kekeleyerek:

-Bi.. bii.. bilmiyorum.

Kısa süre sonra Aydın kendisini toparladı ve yağmurdan kaçınmak için duvarın dibine sığındı. Semih yerde kıvranan kediyi görünce durumu daha iyi anladı. Kedinin sol ön bacağının kırık olduğunu eliyle yoklayarak fark etti. Yağmur azalmıştı.

Beklemekten usanan diğer arkadaşları evlerine dağılmıştı ama semih ve aydın’ı da merak ediyorlardı.

             Semih, Aydın’a maçı hatırlatmaya çalıştı, Aydın:

-Aaa… Ben maçı da unuttum, sizleri de… dedi. Kediyi burda bırakamayız, diye ilave etti.

O sırada ahşap evin kapısı korkunç bir gıcırtıyla açıldı. Semih ve Aydın o yöne baktılar. Kapının hemen ardında kalın kaşlı, kirli sakallı, beyaz önlüklü, saçları dağınık, burnu patates büyüklüğünde, iri kulaklı yaşlı bir adam belirdi. Semih ve Aydın’a ters ters baktıktan sonra yavru kediyi alarak hiçbir şey söylemeden kapıyı kapattı ve içeri girdi. Kedi, yalvarır gibi miyavlayarak Aydın ve Semih’e son kez baktığında kapı kapanmıştı…