MEVA VURAL
İnsanlardan sıkılmıştı. Kimseden gösterdiği ilginin, dostluğun, yakınlığın karşılığını görememişti ama yalnız da yaşamak zordu onun için. Evinde bir can şenliği olsun diye evcil hayvan sahiplenmişti. Küçük bir köpekti sahiplendiği ve gerçekten de sahibini seven bir canlıydı bu. Her akşam onu kapıda karşılıyordu. Sabahları evden ayrılırken üzüldüğünü hissediyordu. Oturup onunla televizyon izliyor, müzik dinliyor hatta konuşuyordu. Evet, konuşuyordu. Tek taraflı bir konuşmaydı bu ama oluyordu. Hayatına bir renk gelmişti artık insanlara ihtiyaç duymuyordu.
Birkaç ay bu mutlulukla geçti ancak yeniden her şey sıradan hale gelmişti. Evde bir canlı beslemenin bazı sorumlulukları vardı. Bakımı zordu mesela. Eğlenceli oluyordu ama git gide güçleşiyordu bir hayvanla aynı evi paylaşmak. Bir süre sonra köpeğini ihmal etmeye başladı. Akşamları eve geldiğinde köpeği onu yine kapıda karşılıyordu ama ona karşı bir sevgi gösterisinde bulunmuyordu. Televizyon izlerken, müzik dinlerken evde sanki köpeği yokmuş gibi davranıyordu. Köpek de bu durumdan mutsuz olmaya başlamıştı. Hatta çoğu zaman mamasını bile geciktiriyor, temizliğine dikkat etmiyordu. Konuşmayı da kesmişti artık köpeği ile.
Hayat onun için başa dönmüştü fakat bu kez insanlar yüzünden değil kendi yüzünden. Kendisini seven, kendisine değer veren bir canlıyı göz göre göre ihmal ediyordu.
Her akşamki gibi evine doğru yorgun ve mutsuz dönerken yolda, çöp bidonunun kenarında iki kedi gördü. Kedilerin kendi aralarında konuştuklarını işitti. Büyük beyaz kedi biraz daha kendisinden küçük sarı kediye:
-Bugün hiçbir şey yiyemedim düzgün. Halen açım, diyordu. Diğer kedi de ona cevap veriyordu:
-Birazdan akşam çöpleri dökülmeye başlar, doyarız umarım.
İşittiklerinin bir hayal olduğunu zannederek yürümeye devam etti fakat bu kez de önünden geçtiği ağacın üstündeki kuşların konuşmalarını duydu. Serçeler, leyleklerin dedikodusunu yapıyordu. Hangisinin konuştuğu belli değildi, sayıları çok fazlaydı ancak şöyle bir cümle duydu:
-Yakında gidecek bizim yazlıkçılar. Niye geliyorlarsa her bahar buralara? Sanki biz çok mutluyuz da bir de onlar paylaşıyor bizimle bu ağaçları, mekanları.
Şaşkındı. Evine ulaşmıştı. Birazdan köpeği kapının önünde onu karşılayacak ve ona sevgi gösterileri yapacaktı. Sıkılmıştı bu yılışık hayvandan. Belki de geri vermeliydi aldığı yere. Kapıyı açtı. Köpeği yoktu kapının önünde. Şaşırdı. İçeriye girdiğinde köpeğini koltuğun üzerinde kendisine bakarken gördü. Köpeğine sordu:
-Hayrola beyefendi? Niçin beni karşılamadın bugün?.. Köpeği sahibine bakarak:
-Artık sen de benden usandın, farkındayım. Vereceksen başka yere ver beni ve rahatla, dedi. Sahibi orada bir süre öylece kaldı.
Kedilerin ne konuştuğunu duymuştu, kuşların dedikodularına şahit olmuştu. Şimdi de evindeki köpeği konuşuyordu kendisiyle. Bu rüya mıydı?
Yerine oturdu ve köpeği ile konuşmaya devam etti:
-Demek sen konuşmayı biliyorsun. O zaman haftalardır neden benim tek başıma konuşmama göz yumdun? Keşke cevap verseydin de karşılıklı konuşsaydık. Köpek oturduğu yerden devam etti:
-Ben hep konuştum fakat sen yeni öğrendin bizim dilimizi. Hiçbir zaman ne dediğimi anlamadın benim şimdiye kadar. Artık yeni bir dil öğrendin. Artık bütün hayvanların ne konuştuğunu anlayabilirsin. Bravo sana.
Bu durum, sahibinin hoşuna gitmişti. Sordu:
-Aç mısın? Köpek cevap verdi:
-Kurtlar gibi…
İkisi de tebessüm etti. Köpek mamasını yedi, genç kız da kendisine hazırladığı yemeği.
Ertesi gün işe giderken kapıda kargaların konuştuklarını duydu, yolda kedilerin konuştuklarını. Artık bütün canlıların ne konuştuğunu anlıyor, dahası onların konuşmalarına dâhil oluyor, onlara cevaplar veriyordu.
Komşuları, iş arkadaşları bir süre sonra bu durumdan rahatsız olmaya başladı. Kendileriyle konuşmayan, kendilerine selam vermeyen kız etraftaki tüm hayvanlarla konuşuyordu. Daha doğrusu konuştuğuna inanıyordu. Bu durum herkes tarafından fark edildiğinde artık tedavi edilmesi gerekli bir hal aldığına kanaat getirildi. Bir gün iş yerine gelen sağlık görevlileri tarafından hastaneye götürüldü ve önce aylar, sonra yıllar bu hastanede geçti.
Beş yıl aradan sonra “artık iyileştin” dediler. Artık hayvanlarla konuşmayacaksın, onların ne söylediklerini anlamayacaksın. Oysa kendisi bu durumdan memnundu.
Evine döndüğünde köpeğini merak etti. Köpeği yoktu. Gerçekte hiç olmuş muydu? Onu da hatırlayamadı. Uzun bir rüyadan uyanmış gibiydi. Dışarıya çıkıp, temizlik malzemeleri alarak evini temizlemesi gerekiyordu. Çok kötü kokuyordu evi.
Dışarıya çıktı, markete doğru ilerlerken iki kedinin konuştuğunu duydu:
-Aaa, nerelerdeydi bu kız? En son beş sene önce görmüştük değil mi? Diğer kedi lafa devam etti:
-Epey yaşlanmış, zayıflamış da… Acaba neredeydi?
meva vural etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
meva vural etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21 Şubat 2024 Çarşamba
BEŞ YIL ARA
8 Şubat 2024 Perşembe
BEYAZ ÖNLÜK
Meva Vural
Doktor olmak istiyorum eğitim sürecimin sonunda. Beyaz önlüğümle, güler yüzümle bir bir ilgilenerek hastalarla ve onların dertlerini dinleyerek bir doktor olmak istiyorum. Belki bir ücra kasabada belki uzak şehirlerden birinde ama hep o beyaz önlüğümle…
Neden mi doktor olmak istiyorum? Günümüzde insanlar hep hasta. Kime halini sorsam hep ağrıyan bir yerlerinden bahsediyor. Hangi kalabalık ortamda bir sohbet açılsa hep bir hastalık ve hasta mutlaka sohbette geçiyor. Dünya hasta ve hastalıkların pençesinde sanırım. Ben de en çok bu yüzden doktor olmak istiyorum, o beyaz önlüğümle.
Belki çok çalışmam gerekecek kalan sürede doktor olabilmem için. Belki gecemi gündüzüme katmam gerekecek. Güzel bir üniversitede başladım diyelim eğitim almaya burada bitmeyecek sorunlar. Belki günlerce uykusuz kalacağım okulumu bitirmek için ama en sonunda doktor olacağım, o beyaz önlüğümle.
Yalnızca ilaçlarla tedavi etmek için değil, yalnızca ameliyatlarla iyileştirmek için değil ben insanların dualarını, gönüllerini almak için doktor olmak istiyorum, o beyaz önlüğümle.
ALIŞMAK
Meva Vural
Alışmak en kötüsü alışkanlıkların
Mesela alışınca bir arkadaşa
İnsan istiyor ki her zaman olsun yanında
Ama olmayınca olamayınca
Derin bir yalnızlık hissi
Mesela alışınca bir arkadaşa
İnsan istiyor ki her zaman olsun yanında
Ama olmayınca olamayınca
Derin bir yalnızlık hissi
Aslında değil bu yalnızlık
Elini uzattığında çantana kalemini bulamamak gibi
Ya da uzandığında suya
Şişenin boş olması gibi
10 Ocak 2024 Çarşamba
GÜNLER
Meva Vural
En sevdiğim gün Cuma
En sevmediğim gün pazartesi
Aslında bir günahı yok
Cumartesinin pazarın
Ama diğer günler hep aynı
En sevmediğim gün pazartesi
Aslında bir günahı yok
Cumartesinin pazarın
Ama diğer günler hep aynı
Diyorum ki takvimlerden
Silsek pazartesini, salıyı, çarşambayı
Perşembe kalabilir
Okula da gitmek lazım
4 Ocak 2024 Perşembe
BİR YIL BÖYLE GEÇTİ
2023 belalarla gelmişti. Şubat ayının hemen başında yaşadığımız büyük facianın üzerinden bir yıl geçti neredeyse. Sadece deprem değildi yaşadığımız sorunlar, sıkıntılar… Savaşlar, iklim felaketleri, hep kötü haber, hep kötü haber...
2023’te bizi mutlu eden olaylar neler diye düşünsem bulmak, zor.
Düşünmek bile yorucu.
Üstelik bunların tümü salgından sonrasının yorgunluğu üzerine yaşadıklarımız. Bir yılda geride bıraktığımız felaket sayısı on yılda yaşanabilecek kadar fazla aslında.
Şimdi temiz bir sayfa açıldı takvimlerde. 2023 geride kaldı ve 2024 başladı.
O kadar olumsuzluk
yaşandı ki geride kalan süreçte artık iyimser düşünmek bile çok güç.
Kar
yağmıyor, çoğu bölgemiz kurak. Şimdiden yaz mevsiminin nasıl olacağını düşünmek
ürkütücü. Bir yandan da başka felaket yaşamayalım diye dua etmekten başka bir
şey elimizden gelmiyor.
Tez vakitte bolluk, bereket, huzur ve sağlık gelsin artık yaşadığımız coğrafyaya.
Tez vakitte bolluk, bereket, huzur ve sağlık gelsin artık yaşadığımız coğrafyaya.
27 Aralık 2023 Çarşamba
ARKADAŞIM
Meva Vural
Resim çiziyor arkadaşım durmadan
Ders kitaplarını kenarına
Test sayfalarına
Boş bulduğu her yere
Bazen bir civciv
Sonra bırakıp onları masada
Bırakıp onları kitapta
Sayfada
Dönüyor dersine
Onun gibi şeyler
Çizebilseydim ben de
BALIKSIZ BALIKÇI
Elif Erva Candan, Meva Vural
Bir gün Namra uyandıktan sonra göle gitmek istemiş. Balık tutacakmış Namra ve beklemeye başlamış. Balığı beklemiş beklemiş. Her gün bir balık tutmak için gidiyor hiçbir şey tutamadan dönüyormuş. Günler böyle geçmiş halen oltasına balık düşmüyormuş. Yemlerinde bir sorun olduğunu zannetmiş ama yemini değiştirse de değişiklik olmamış. Yine balık tutamıyormuş. Bir gün yine balık tutmaya gelmiş. Bu sefer ilk defa oltasına bir şeylerin takılı olduğunu görmüş. Heyecanla oltasını çekmiş. Oltasını çekerken, epey büyük bir balık galiba bu diye içinden geçirmiş. Ancak oltayı tamamen çekince yakaladığının bir bot olduğunu görmüş. Çok üzülmüş. Hem de çok ama o da ne? Botun içinden elmas gibi parlayan bir balık fırlamış çimenlerin üzerine. Çok güzel bir balıkmış bu. Parıl parıl parlıyormuş. Namra şaşkın şaşkın balığa bakarken şaşkınlığı daha da artmış çünkü balık konuşmaya başlamış:
-Eğer istediğim üç şeyi yaparsan dile benden ne dilersen.
Namra, bu sırada bütün kelimeleri unutmuş. Ne dileyeceğini hatırlamaya çalışmış ama aklına bir şey gelmiyormuş. Balık bir yandan göle doğru zıplarken:
-Sen dileğini şimdi düşünmeyi bırak ve benim istediğim şeylere bak.
1- Yarın güneş doğmadan kuşa yem vereceksin.
2- Aynı gün öğlen karşı dağdan üç parça düz odun getireceksin buraya koyacaksın.
3- Oltayı buradan çıkaracaksın ve beni öyle bekleyeceksin.
Bunları söyledikten sonra balık göle zıplamış ve kaybolmuş.
Namra balığın kendisinden istediklerini unutmuş bile. Bir an rüyadan uyanmış gibi hissetmiş kendisini. Hani insan rüyasını anlatmak ister de sabah hepsini unutur ya… Namra da öyle hissetmiş kendisini. Oltasına ve bota bakarken birden aklına birinci isteği gelmiş balığın. Kendi kendisine:
-Galibaaaaa, yarın sabah iki serçeye yem vermem gerekiyordu. Bu tamam, bunu yaparım ancak ikincisi neydi?
İkinci isteği hatırlamış, karşı dağa gidip gelmem zaten bir gün sürer, diye düşünmüş.
Sonra bunun anlamsız olduğunu düşünmüş. Kimseye anlatmamaya karar vermiş. Zaten etrafındakiler ona garip bakıyormuş.
Olanları unutmaya çalışsa da bir türlü kafasından atamıyormuş. En son evine gidip iki serçe için yem bırakırsa pencere önüne ve yola çıkarsa ertesi gün akşama tekrardan dönebileceğini. Bu esnada dileyeceği şeye de karar veririm, demiş içinden.
Pencerenin önüne iki serçeye yetecek kadar yem koyarak dağa doğru yollanmış. Saatlerce bir şeyler yemeden, içmeden dağa ulaşmış. Çabucak üç tane düz ağaç keserek inmeye başlamış. Bu esnada vakit öğleye yaklaşmış. Serçeler yemleri yemişlerdir, bu odunları da götürünce işim tamam, demiş kendi kendine.
Yemeden, içmeden dinlenmeden akşama doğru oltasının olduğu yere gelmiş ve oltayı da kaldırmış. Bu kez daha büyük bir sorunu hatırlamış: dilek… Ne dileyeceğini bilemiyormuş bir türlü. Dakikalarca gözü gölde düşünmüş. Aklına gelen hiçbir şey yokmuş. Saatler böylece geçmiş. Hava kararmak üzereymiş. Dün gördüğü balık halen ortada yokmuş ve bir hayli de acıktığını hissetmiş. Balığın geleceğinden ümidi kesmiş ve son kez oltasını göle atmış. Bir iki dakika sonra oltaya bir şey takıldığını hissetmiş ve çekmeye başlamış. Nihayet yakaladığı şeyi akşamın ilk karanlığında uzaktan görmüş: yine bir bot. Hem sevinmiş hem üzülmüş. Çünkü balığın üçüncü isteğini yerine getirmediğini hatırlamış, üzülmüş. İçinde yine balık varsa ve kendisiyle konuşursa diye sevinmiş. Botu kenara almış. Heyecanla ters çevirmiş. İçi boşmuş botun. En ileriye bakmış eliyle… Yok. İçinde çamur ve yosundan başka bir şey yokmuş botun. Diğer botun yanına bu yeni botu da koyarak yorgunluktan oracıkta uyuyakalmış Namra.
Bir gün Namra uyandıktan sonra göle gitmek istemiş. Balık tutacakmış Namra ve beklemeye başlamış. Balığı beklemiş beklemiş. Her gün bir balık tutmak için gidiyor hiçbir şey tutamadan dönüyormuş. Günler böyle geçmiş halen oltasına balık düşmüyormuş. Yemlerinde bir sorun olduğunu zannetmiş ama yemini değiştirse de değişiklik olmamış. Yine balık tutamıyormuş. Bir gün yine balık tutmaya gelmiş. Bu sefer ilk defa oltasına bir şeylerin takılı olduğunu görmüş. Heyecanla oltasını çekmiş. Oltasını çekerken, epey büyük bir balık galiba bu diye içinden geçirmiş. Ancak oltayı tamamen çekince yakaladığının bir bot olduğunu görmüş. Çok üzülmüş. Hem de çok ama o da ne? Botun içinden elmas gibi parlayan bir balık fırlamış çimenlerin üzerine. Çok güzel bir balıkmış bu. Parıl parıl parlıyormuş. Namra şaşkın şaşkın balığa bakarken şaşkınlığı daha da artmış çünkü balık konuşmaya başlamış:
-Eğer istediğim üç şeyi yaparsan dile benden ne dilersen.
Namra, bu sırada bütün kelimeleri unutmuş. Ne dileyeceğini hatırlamaya çalışmış ama aklına bir şey gelmiyormuş. Balık bir yandan göle doğru zıplarken:
-Sen dileğini şimdi düşünmeyi bırak ve benim istediğim şeylere bak.
1- Yarın güneş doğmadan kuşa yem vereceksin.
2- Aynı gün öğlen karşı dağdan üç parça düz odun getireceksin buraya koyacaksın.
3- Oltayı buradan çıkaracaksın ve beni öyle bekleyeceksin.
Bunları söyledikten sonra balık göle zıplamış ve kaybolmuş.
Namra balığın kendisinden istediklerini unutmuş bile. Bir an rüyadan uyanmış gibi hissetmiş kendisini. Hani insan rüyasını anlatmak ister de sabah hepsini unutur ya… Namra da öyle hissetmiş kendisini. Oltasına ve bota bakarken birden aklına birinci isteği gelmiş balığın. Kendi kendisine:
-Galibaaaaa, yarın sabah iki serçeye yem vermem gerekiyordu. Bu tamam, bunu yaparım ancak ikincisi neydi?
İkinci isteği hatırlamış, karşı dağa gidip gelmem zaten bir gün sürer, diye düşünmüş.
Sonra bunun anlamsız olduğunu düşünmüş. Kimseye anlatmamaya karar vermiş. Zaten etrafındakiler ona garip bakıyormuş.
Olanları unutmaya çalışsa da bir türlü kafasından atamıyormuş. En son evine gidip iki serçe için yem bırakırsa pencere önüne ve yola çıkarsa ertesi gün akşama tekrardan dönebileceğini. Bu esnada dileyeceği şeye de karar veririm, demiş içinden.
Pencerenin önüne iki serçeye yetecek kadar yem koyarak dağa doğru yollanmış. Saatlerce bir şeyler yemeden, içmeden dağa ulaşmış. Çabucak üç tane düz ağaç keserek inmeye başlamış. Bu esnada vakit öğleye yaklaşmış. Serçeler yemleri yemişlerdir, bu odunları da götürünce işim tamam, demiş kendi kendine.
Yemeden, içmeden dinlenmeden akşama doğru oltasının olduğu yere gelmiş ve oltayı da kaldırmış. Bu kez daha büyük bir sorunu hatırlamış: dilek… Ne dileyeceğini bilemiyormuş bir türlü. Dakikalarca gözü gölde düşünmüş. Aklına gelen hiçbir şey yokmuş. Saatler böylece geçmiş. Hava kararmak üzereymiş. Dün gördüğü balık halen ortada yokmuş ve bir hayli de acıktığını hissetmiş. Balığın geleceğinden ümidi kesmiş ve son kez oltasını göle atmış. Bir iki dakika sonra oltaya bir şey takıldığını hissetmiş ve çekmeye başlamış. Nihayet yakaladığı şeyi akşamın ilk karanlığında uzaktan görmüş: yine bir bot. Hem sevinmiş hem üzülmüş. Çünkü balığın üçüncü isteğini yerine getirmediğini hatırlamış, üzülmüş. İçinde yine balık varsa ve kendisiyle konuşursa diye sevinmiş. Botu kenara almış. Heyecanla ters çevirmiş. İçi boşmuş botun. En ileriye bakmış eliyle… Yok. İçinde çamur ve yosundan başka bir şey yokmuş botun. Diğer botun yanına bu yeni botu da koyarak yorgunluktan oracıkta uyuyakalmış Namra.
20 Aralık 2023 Çarşamba
İSİMSİZ HİKAYE
Elif Erva Candan, Meva Vural
Saat gecenin üçüydü. Kazuha’yı nedense uyku tutmuyordu. Son zamanlarda böyle bir rahatsızlık gelişmişti kendisinde. Bir gün uyusa üç gece sabaha karşı ancak uyuyordu. Yine o gecelerden biriydi işte. Sabaha kadar korkular, hayaller, ümitler arasında debelenecek sabaha doğru yorgunluktan sızacaktı. Saat gecenin üçüydü.
Pencerenin önüne geçti, perdeleri
araladı ve önce sokağa baktı sonra gökyüzüne. Sokaklar bomboştu. En çok bu
halini seviyordu sokakların. Şehir terk edilmiş gibiydi. Ağaçlar bile bir
fotoğraf karesinde gibi titremeden duruyordu. Gökyüzünde ise bulut yoktu. Ay
sabit duruyordu. Yıldızlar hafif kımıldıyordu. O sırada bir yıldızın kaydığını
fark etti. Dilek tutmam lazım, diye düşündü ama gecenin üçünde aklına bir dilek
gelecek gibi değildi. Yine de gözü kayan yıldızı takip etti. Yıldız arkasında
ışıktan izler bırakarak gidiyordu bir yerlere doğru. Seneler önce duyduğu bir
inanışı hatırladı. Yeryüzündeki insan sayısı kadar gökyüzünde yıldız vardı
inanışa göre ve her yıldız kayışında yeryüzünde bir insanın öleceğini
söylerlerdi. Düşündü, acaba bu saatlerde yani gecenin üçünde kim ölmüş
olabilirdi. Etraftaki evlerin pencerelerine baktı. Işığı yanan bir yerler
olacak mı, diye bekledi. Halen sokak sessizdi. Zaten bu sadece bir inanış diye
düşündü. Gerçek olmak zorunda değildi. Zaten yorgun zihnini bu türden şeylerle
de meşgul etmek istemiyordu. Uykusunun geldiğini sezdi.
Pencereyi açtı, biraz oksijen teneffüs etti ve hafif üşüdü. Pencereyi kapatarak yatağına uzandı. Saat gecenin üç buçuğu olmuştu. Uykusu da gelmişti. Uyudu. Hiç rüya görmedi. Sabahın erken saatlerinde güneş yüzüne vurur vurmaz uyandı. Kazuha her gün olduğu gibi yine yorgun ve uykusuzdu. Kahvaltı yapmamayı da alışkanlık haline getirmişti. Ofisine gidince nasıl olsa bir kahve ve birkaç bisküvi ile açlığını yatıştırırdı. Kısa sürede hazırlandı ve yola çıktı.
Gece uzaktan seyrettiği sokak hareketlenmişti. Ağaçlar renklenmiş yollar insan kaynıyordu. Büyük parkı geçtikten sonra birkaç adım ilerdeydi ofisi. Ayrıca taksi, otobüs, metro parası vermemek için iş yerinin yakınında bir ev bulmuştu kendisine yakın zaman önce. Evini seviyordu.
Nihayet on dakika kadar içinden yürüyerek geçeceği parka girdi. Yorgundu ama parktan geçerken hep bir hayat enerjisine kapılıyordu. Adımları canlandı. Parkın tam ortasına geldiğinde büyük bir kalabalık, sağlık görevlileri ve ambulansı gördü. Tedirgin oldu bu kalabalıktan ve yaklaşarak durumu anlamaya çalıştı. Polisler ve vardı burada ve “olay yeri girilmez” bandı ile etrafı korumaya almışlardı. Bandı kaldırarak yaklaştı yine de. Ağaçlardan birinin altında bir genç yüzükoyun yatıyordu. Başucundaki sağlıkçılardan biri:
-Saatler önce ölmüş, dedi. “Ölmüş” kelimesi herkeste bir soğukluk hissi oluşturdu. Polislerden biri söze girdi:
-Kaç saat önce?
Bu sorular üst üste çoğalınca Kazuha gece yaşadığı olayı hatırladı ve ortaya atıldı:
Gece saat üç civarında öldü bu genç, benim haberim var durumdan.
Tüm bakışlar Kazuha’ya çevrildi. Alana girmesi bile yasak olan bu genç şaibe uyandırdı herkeste. Polisler yaklaştı ve sordular:
-Tanıyor musun? Neden öldü, biri mi öldürdü yoksa?
Kazuha doğal davranışlarına devam ederek:
-Gece üç gibi gökyüzüne bakıyordum ve bir yıldızın kaydığını gördüm. Demek ki bu garibanın yıldızıymış kayan, dedi. Herkes birbirinin yüzüne baktı. Sağlıkçılardan biri:
-Evet, gece üç sıralarında ölüm gerçekleşmiş olabilir, epey zaman geçmiş üzerinden, dedi. Şüpheler iyice Kazuha’yı işaret ediyordu. Kazuha:
-Yıldızları takip etseydiniz anlardınız o saatlerde birinin öleceğini. Sizlere kolay gelsin, diyerek olay yerinden uzaklaştı.
Polisler, sağlıkçılar ve kalabalık Kazuha’nın ardından öylece baktı.
Pencereyi açtı, biraz oksijen teneffüs etti ve hafif üşüdü. Pencereyi kapatarak yatağına uzandı. Saat gecenin üç buçuğu olmuştu. Uykusu da gelmişti. Uyudu. Hiç rüya görmedi. Sabahın erken saatlerinde güneş yüzüne vurur vurmaz uyandı. Kazuha her gün olduğu gibi yine yorgun ve uykusuzdu. Kahvaltı yapmamayı da alışkanlık haline getirmişti. Ofisine gidince nasıl olsa bir kahve ve birkaç bisküvi ile açlığını yatıştırırdı. Kısa sürede hazırlandı ve yola çıktı.
Gece uzaktan seyrettiği sokak hareketlenmişti. Ağaçlar renklenmiş yollar insan kaynıyordu. Büyük parkı geçtikten sonra birkaç adım ilerdeydi ofisi. Ayrıca taksi, otobüs, metro parası vermemek için iş yerinin yakınında bir ev bulmuştu kendisine yakın zaman önce. Evini seviyordu.
Nihayet on dakika kadar içinden yürüyerek geçeceği parka girdi. Yorgundu ama parktan geçerken hep bir hayat enerjisine kapılıyordu. Adımları canlandı. Parkın tam ortasına geldiğinde büyük bir kalabalık, sağlık görevlileri ve ambulansı gördü. Tedirgin oldu bu kalabalıktan ve yaklaşarak durumu anlamaya çalıştı. Polisler ve vardı burada ve “olay yeri girilmez” bandı ile etrafı korumaya almışlardı. Bandı kaldırarak yaklaştı yine de. Ağaçlardan birinin altında bir genç yüzükoyun yatıyordu. Başucundaki sağlıkçılardan biri:
-Saatler önce ölmüş, dedi. “Ölmüş” kelimesi herkeste bir soğukluk hissi oluşturdu. Polislerden biri söze girdi:
-Kaç saat önce?
Bu sorular üst üste çoğalınca Kazuha gece yaşadığı olayı hatırladı ve ortaya atıldı:
Gece saat üç civarında öldü bu genç, benim haberim var durumdan.
Tüm bakışlar Kazuha’ya çevrildi. Alana girmesi bile yasak olan bu genç şaibe uyandırdı herkeste. Polisler yaklaştı ve sordular:
-Tanıyor musun? Neden öldü, biri mi öldürdü yoksa?
Kazuha doğal davranışlarına devam ederek:
-Gece üç gibi gökyüzüne bakıyordum ve bir yıldızın kaydığını gördüm. Demek ki bu garibanın yıldızıymış kayan, dedi. Herkes birbirinin yüzüne baktı. Sağlıkçılardan biri:
-Evet, gece üç sıralarında ölüm gerçekleşmiş olabilir, epey zaman geçmiş üzerinden, dedi. Şüpheler iyice Kazuha’yı işaret ediyordu. Kazuha:
-Yıldızları takip etseydiniz anlardınız o saatlerde birinin öleceğini. Sizlere kolay gelsin, diyerek olay yerinden uzaklaştı.
Polisler, sağlıkçılar ve kalabalık Kazuha’nın ardından öylece baktı.
13 Aralık 2023 Çarşamba
OKULDA SIRADAN BİR GÜN
Meva Vural
Yazdan kalma bir sonbahar günüydü. Hava yaz günlerindeki gibi sıcak ancak yapraklar sarıydı. Vakit öğleyi bulmuştu ve sıcaklık daha da artmıştı. Yollar öğlen yemeği yemek için telaşla bir yerlere giden memurlar ve öğrencilerle doluydu. Öğlen yemeği alışkanlığını kaybedeli seneler olmuştu. Günde üç kez yemek onun için anlamsız geliyordu. Üstelik yemek yedikten sonra bir uyku bastırıyor, öğleden sonraki derslerden verim de alamıyordu.
Arkadaşları sınıfta bir şeyler atıştırırken ya da siparişleri beklerken okulun bahçesine çıktı. Güzel havalarda hep bunu yapıyordu. Bahçe büyük olduğu için kimileri top oynuyor, kimileri ip atlıyor, koşuyor, kimileri de kol kola bir şeyler atıştırarak iştahlı iştahlı konuşuyorlardı. Ne konuşuyorlardı? Ya derste yaşadıkları sıra dışı bir olay ya sınavlar, yazılılar ya da başka arkadaşlarıyla yaşadıkları sorunlar… Bir öğrencinin başka ne gibi gündemi, derdi olabilirdi ki?
İzlemeyi seviyordu, insanları doğal halleriyle gözlemlemeyi, onlara dair çıkarımlar yapmayı. Yalnızca öğrencileri değil bahçedeki öğretmenlerini de izliyordu. Nöbetçi oldukları gün öğretmenler bir başka oluyordu. “Koşma! Yavaş! Dikkat et! O tarafa gitmeyin!” gibi ünlemler sık sık duyuluyordu uzun teneffüslerde ve öğlen arasında.
Bu düşüncelerle dalmışken kendisinden alt sınıflardaki çocukların her zamankinden çılgın olduğu gözüne çarptı. Bir dakika yerinde duramayan birkaç öğrenci göz açıp kapayıncaya kadar bahçenin bir ucundan diğerine geçiyordu. Üstelik dikkatsiz de koşuyorlardı ve kendilerini kaptırmışlardı kovalamacaya. Etraflarındaki kimseyi duymuyor, görmüyor, öğretmenlerin uyarıları yetersiz kalıyordu. “İnşallah başlarına bir şey gelmez.” Dedi içinden. Tam bu cümle zihninden geçtiği anda arkasında bir çığlık duydu. Dönüp baktığında az önce önünden geçen çocuklardan birinin yere kapanmış vaziyette olduğunu gördü. Etrafına arkadaşları toplanmıştı. Nöbetçi öğretmenler telaşla bahçenin bir ucundan koşuyordu. Oturduğu yerden kalkarak olayın olduğu yere ulaştı. Öğrencilerden yerde yatan ayağını tutuyor, bir yandan da acı acı sesler çıkarıyordu. Öğretmenler de aynı anda geldiler ve kalabalığı dağıtarak ambulans çağırılması gerektiğini söylediler. Öğretmenlerden biri de çocuğun ailesine haber vermek gerektiğini söylüyordu. Çocuktan ailesinden birinin telefon numarası istendi. Çocuk numarayı vermemek için ailesinin çalıştığını ve onları rahatsız etmek istemediğini söylüyordu. Arkadaşlarının yardımıyla yerden kalkmaya çalıştı. Bir arkadaşı su uzattı. Diğer arkadaşı kolunun altına girdi. Nöbetçi öğretmenlerden biri ambulansı aramıştı bile. Beş altı dakika sonra çığlık çığlığa bir ambulans okula doğru yaklaşıyordu. Ambulansın sesini duyan öğrenciler daha da tedirgin olmuştu. Sağlık görevlileri olay yerine gelerek çocuğun dizlerini incelediler. Küçük sıyrıklar vardı ve üzerinde yürüyebiliyordu. Birkaç müdahaleden sonra: “Şayet canın çok yanıyorsa gidelim hastaneye.” dediler. Çocuk bir anda arkadaşlarının desteğinden sıyrılarak iyi olduğunu söyledi. Çok az ağrısının olduğunu belirtti. Sağlık ekipleri toplandı ve dönüş yoluna geçti.
Öğlen arası bitmek üzereydi, birazdan zil çalacak ve herkes derslerine gidecekti. Kalabalık dağılmıştı. Zil çaldığında baktı, sanki az önceki olay hiç yaşanmamış gibi öğrenciler yine koşarak, birbirlerini iterek merdivenlere doğru ilerliyordu. Hava sıcaktı, acıkmamıştı zaten ama susadığını hissetti. Kantinden bir su alarak sınıfına geçme vakti gelmişti. Acele etmeden kantine doğru ilerledi. Aldığı suyun yarısını sınıfa varıncaya kadar içmişti. Koridorlar uğultulu, bahçe biraz daha sakin ve sınıf yemek kokularıyla doluydu.
Arkadaşları sınıfta bir şeyler atıştırırken ya da siparişleri beklerken okulun bahçesine çıktı. Güzel havalarda hep bunu yapıyordu. Bahçe büyük olduğu için kimileri top oynuyor, kimileri ip atlıyor, koşuyor, kimileri de kol kola bir şeyler atıştırarak iştahlı iştahlı konuşuyorlardı. Ne konuşuyorlardı? Ya derste yaşadıkları sıra dışı bir olay ya sınavlar, yazılılar ya da başka arkadaşlarıyla yaşadıkları sorunlar… Bir öğrencinin başka ne gibi gündemi, derdi olabilirdi ki?
İzlemeyi seviyordu, insanları doğal halleriyle gözlemlemeyi, onlara dair çıkarımlar yapmayı. Yalnızca öğrencileri değil bahçedeki öğretmenlerini de izliyordu. Nöbetçi oldukları gün öğretmenler bir başka oluyordu. “Koşma! Yavaş! Dikkat et! O tarafa gitmeyin!” gibi ünlemler sık sık duyuluyordu uzun teneffüslerde ve öğlen arasında.
Bu düşüncelerle dalmışken kendisinden alt sınıflardaki çocukların her zamankinden çılgın olduğu gözüne çarptı. Bir dakika yerinde duramayan birkaç öğrenci göz açıp kapayıncaya kadar bahçenin bir ucundan diğerine geçiyordu. Üstelik dikkatsiz de koşuyorlardı ve kendilerini kaptırmışlardı kovalamacaya. Etraflarındaki kimseyi duymuyor, görmüyor, öğretmenlerin uyarıları yetersiz kalıyordu. “İnşallah başlarına bir şey gelmez.” Dedi içinden. Tam bu cümle zihninden geçtiği anda arkasında bir çığlık duydu. Dönüp baktığında az önce önünden geçen çocuklardan birinin yere kapanmış vaziyette olduğunu gördü. Etrafına arkadaşları toplanmıştı. Nöbetçi öğretmenler telaşla bahçenin bir ucundan koşuyordu. Oturduğu yerden kalkarak olayın olduğu yere ulaştı. Öğrencilerden yerde yatan ayağını tutuyor, bir yandan da acı acı sesler çıkarıyordu. Öğretmenler de aynı anda geldiler ve kalabalığı dağıtarak ambulans çağırılması gerektiğini söylediler. Öğretmenlerden biri de çocuğun ailesine haber vermek gerektiğini söylüyordu. Çocuktan ailesinden birinin telefon numarası istendi. Çocuk numarayı vermemek için ailesinin çalıştığını ve onları rahatsız etmek istemediğini söylüyordu. Arkadaşlarının yardımıyla yerden kalkmaya çalıştı. Bir arkadaşı su uzattı. Diğer arkadaşı kolunun altına girdi. Nöbetçi öğretmenlerden biri ambulansı aramıştı bile. Beş altı dakika sonra çığlık çığlığa bir ambulans okula doğru yaklaşıyordu. Ambulansın sesini duyan öğrenciler daha da tedirgin olmuştu. Sağlık görevlileri olay yerine gelerek çocuğun dizlerini incelediler. Küçük sıyrıklar vardı ve üzerinde yürüyebiliyordu. Birkaç müdahaleden sonra: “Şayet canın çok yanıyorsa gidelim hastaneye.” dediler. Çocuk bir anda arkadaşlarının desteğinden sıyrılarak iyi olduğunu söyledi. Çok az ağrısının olduğunu belirtti. Sağlık ekipleri toplandı ve dönüş yoluna geçti.
Öğlen arası bitmek üzereydi, birazdan zil çalacak ve herkes derslerine gidecekti. Kalabalık dağılmıştı. Zil çaldığında baktı, sanki az önceki olay hiç yaşanmamış gibi öğrenciler yine koşarak, birbirlerini iterek merdivenlere doğru ilerliyordu. Hava sıcaktı, acıkmamıştı zaten ama susadığını hissetti. Kantinden bir su alarak sınıfına geçme vakti gelmişti. Acele etmeden kantine doğru ilerledi. Aldığı suyun yarısını sınıfa varıncaya kadar içmişti. Koridorlar uğultulu, bahçe biraz daha sakin ve sınıf yemek kokularıyla doluydu.
6 Aralık 2023 Çarşamba
GÖK GÜRÜLTÜSÜ
Meva Vural
Çoğu insan ürker senin sesini duymaktan
Özellikle geceyse
Yalnızsa
Sessiz bir yerdeyse
Bir de yağmur bulutları yaklaşmışsa
Yeryüzüne
Senin sesini duymak
Korkutucu bir şeyler fısıldar insanlara
Özellikle geceyse
Yalnızsa
Sessiz bir yerdeyse
Bir de yağmur bulutları yaklaşmışsa
Yeryüzüne
Senin sesini duymak
Korkutucu bir şeyler fısıldar insanlara
Oysa sen
Rahmetin habercisi
Bereketin müjdecisi
Oysa sen
Az sonra başlayacak temizliğin
Temsilcisi
Gök gürültüsü
Kimseler sevmese de seni
Benim sevgim sana yetmez mi
29 Kasım 2023 Çarşamba
ÇİLE
Meva Vural
Ne yapacağım Allah’ım
Her gün bir yenisi çalıyor kapımı
Her gün bitmeyen bir çile
Her gün bir yenisi çalıyor kapımı
Her gün bitmeyen bir çile
Hayat bir yanda akarken sessiz bir nehir gibi
Bakamadan başımı kaldırıp göğe
Bakamadan karla kaplı dağlara
Gelip geçiyor günler
Gelmemek üzere bir daha
Yığınla ders, yığınla konu
Hiç gelmiyor sonu
Yetmiyor yirmi dört saat
Bir hafta
Bir ay
Bir yıl
İster ayıl
İster bayıl
Bense oturmuş boş bir sayfaya
Şekiller çiziyorum
Desenler çiziyorum
Hepsinin ortasında durup
Ne yapacağım Allah’ım diyorum
Şekiller çiziyorum
Desenler çiziyorum
Hepsinin ortasında durup
Ne yapacağım Allah’ım diyorum
8 Kasım 2023 Çarşamba
KARANLIK AYDINLIK
Meva Vural
Her yer karanlık olsa diyorum bazen
Baktığımız, yaşadığımız, gördüğümüz
Ve olmasa yıldızlar, olmasa mehtap
Karanlık dökülse dağların ardından
Sabahları gün yerine
Anlaşılır aydınlığın değeri
Ve o zaman aydınlanır kararmış kalpler
Bakışında, düşünüşünde
Keşke aydınlık çoğalsa
Karanlık yok olsa
CAN DOSTUM
Meva Vural
Elif Erva Candan için...
Canımsın sen canım benim
Aradığımsın yokluğunda, yanımda olmayınca
Neden bugün gelmedin
Aradığımsın yokluğunda, yanımda olmayınca
Neden bugün gelmedin
Dostum can dostum benim
Ortada bir şey yokken sevdiğim
Sensiz geçmiyor saatler, dakikalar
Tatsız tuzsuz bütün yiyeceklerim, içeceklerim
Umarım yarın görürüm seni
Mademki yanımda değilsin şimdi
GÜNLER
Meva Vural
Vardır günler isimleri farklı farklı
Yedi gün diyorlar ama bence daha çok
İsimleri ne olursa olsun
Hepsi bence birbirinden beter
Yedi gün diyorlar ama bence daha çok
İsimleri ne olursa olsun
Hepsi bence birbirinden beter
Olmasa keşke bu günler
Bıktım artık takvimlerde isimlerini görmekten
Üstelik gelmiyor bir türlü tatiller
Gelse bile bitiyor hemen
İsimleri aynı olsa da bazı günler
Öncekinden farklıdır
Belki size göre değişiktir ama
Benim için hepsi de aynıdır
Yan yana gelip günler
Oluyorlar bir hafta
Sonra onlar da gidiyor
Başlıyor yeni hafta
Aslında bir gün var özel
Ötekilerden çok başka
O da benim doğum günüm
Biter güzümü açtığımda
1 Kasım 2023 Çarşamba
GAZZE AĞIDI
Meva Vural
Orada bir yerde
Bir yangın var o ilde
Herkes acı içinde
Bu zulmün adı Gazze
Her gün orda yüzlerce şehit
Biter bu savaş umarım
Bitmiyor kan ve gözyaşı
Akıyor damarda kanım
İnsanlar perişan, yaralı
Orda yalnızca acı var
Şehitler sıra sıralı
Ağlıyor her gün çocuklar
Orada bir yerde
Bir yangın var o ilde
Herkes acı içinde
Bu zulmün adı Gazze
Biter bu savaş umarım
Bitmiyor kan ve gözyaşı
Akıyor damarda kanım
Orda yalnızca acı var
Şehitler sıra sıralı
Ağlıyor her gün çocuklar
25 Ekim 2023 Çarşamba
SÜRPRİZ
Elif Erva Candan, Meva Vural
Her gün okulda bir şeyler kayboluyordu ve bir daha asla bulunamıyordu. Önce silgiler kaybolmaya başladı birer birer. Yenisi alınıyordu ama yine kayboluyordu. Nasıl oluyordu, kimse bilmiyordu. Sonra fosforlu kalemler kaybolmaya başladı. Her gün, her sınıfta birileri eve döndüğünde fosforlu kaleminin olmadığını fark ediyor, okuldadır ümidiyle okula geliyor ancak sorduğu arkadaşları da aynı şeyi söylüyordu:
- Fosforlu kalemim kaybolmuş.
Günler geçiyor ve
okulda bir şeyler kaybolmaya devam ediyordu. Bir süre sonra suluklar mekaybolmaya
başladı, daha sonra kalemlikler, çantalar…
Öğretmenler bu durum karşısında çaresiz kalmışlar, toplantı üstüne toplantı yapıyorlardı. Veliler de artık kaybolan eşyaları yenilemekten usanmışlardı. Artık her akşam eve dönen her öğrenci çantasına bakıyor -tabi çantasını kaybetmedi ise- ve o gün neyi kaybettiğini hatırlamaya çalışıyordu.
Bu durum sadece o okulda oluyordu. Diğer okullarda bu tarz bir sorun, haber yoktu henüz.
Öğretmenler önce hırsızlıktan şüphelendiler ama kim ne yapsındı o kadar kalemi, silgiyi, suluğu, kaşkolü, defteri, çantayı hatta gözlüğü.
Gözlük derecesi epeyce büyük olan bir çocuk, gözlüğünü kaybettiği gün evine gidememişti ve gözlüğünün nasıl kaybolduğunu da hatırlamıyordu. Sadece birdenbire iyi göremediğini fark etmişti. Soranlara şöyle diyordu:
-Gözlerimi kapattım ve açtığımda gözlüklerim yoktu. Bazı veliler olayın üzerine gitmeye başladı ve sonunda okuldaki bu durum haberlere kadar yansıdı. Gazeteler manşet atıyordu: O OKULDA BİR ŞEYLER KAYBOLMAYA DEVAM EDİYOR!
Bir süre daha kayıplar devam etti, büyükler bu kayıpların nedenini anlayamıyordu. Bir gün evine dönen bir öğrenci test kitabının kaybolduğunu fark etti. En acı kayıp onun için buydu. Her yeri aradı ama bulamadı. Ertesi gün okuluna geldiğinde herkes aynı şeyi söylüyordu:
-Test kitabım kayboldu…
Önce büyük bir boşluk oluştu test kitaplarının kaybolması ile beraber. Defterler daha önce kaybolmuştu. Kalemleri artık unutmuşlardı bile. Öğretmenlerin çaresizliği daha da artmıştı. Ödev veremiyorlardı, soru çözemiyorlardı. Bu durumdan en çok şikâyet eden matematik öğretmenleriydi. Beden eğitimi ve müzik öğretmenleri henüz mutsuz değildi çünkü kaybolan eşofman ya da flüt olmamıştı.
Öğrenciler dışında herkes durumdan şikâyetçiydi, öğrenciler ise sonsuz bir tatile başlamış gibilerdi.
Bütün yetkililer okulda eğitimin devam etmesi için toplantılar düzenliyor, ha bire okula erzak, kitap gönderme kampanyaları düzenliyorlardı ama gönderilen malzemeler daha kargoda kayboluyordu.
Şubat tatiline kadar büyüklü, küçüklü kayıplar devam etti. En azından öğrenciler kaybolmuyordu, öğretmenler ve idareciler de…
Şubat tatili boyunca büyükler ve küçükler tatil dönüşünde işlerin yoluna gireceğini umuyorlardı. Hatta okulu boyatmayı, güvenlik kameralarıyla donatmayı da düşünüyorlardı ilk fırsatta.
Tatil bitti ve tatili takip eden ilk pazartesi okulu açmak için gelen okul müdürü okulu yerinde bulamadı. Sağa baktı, sola baktı. Bu bir rüya mıydı? Bir filmin içine mi düşmüştü yoksa bir hikayenin mi? Kocaman bahçede okula dair yalnızca bir bayrak vardı. Başka hiçbir şey yoktu. Sessizce arkasını döndü, bahçe kapısına doğru yürüdü, döndü bir kez daha, bir kez daha baktı.
Okul kaybolmuştu.
Her gün okulda bir şeyler kayboluyordu ve bir daha asla bulunamıyordu. Önce silgiler kaybolmaya başladı birer birer. Yenisi alınıyordu ama yine kayboluyordu. Nasıl oluyordu, kimse bilmiyordu. Sonra fosforlu kalemler kaybolmaya başladı. Her gün, her sınıfta birileri eve döndüğünde fosforlu kaleminin olmadığını fark ediyor, okuldadır ümidiyle okula geliyor ancak sorduğu arkadaşları da aynı şeyi söylüyordu:
- Fosforlu kalemim kaybolmuş.
Öğretmenler bu durum karşısında çaresiz kalmışlar, toplantı üstüne toplantı yapıyorlardı. Veliler de artık kaybolan eşyaları yenilemekten usanmışlardı. Artık her akşam eve dönen her öğrenci çantasına bakıyor -tabi çantasını kaybetmedi ise- ve o gün neyi kaybettiğini hatırlamaya çalışıyordu.
Bu durum sadece o okulda oluyordu. Diğer okullarda bu tarz bir sorun, haber yoktu henüz.
Öğretmenler önce hırsızlıktan şüphelendiler ama kim ne yapsındı o kadar kalemi, silgiyi, suluğu, kaşkolü, defteri, çantayı hatta gözlüğü.
Gözlük derecesi epeyce büyük olan bir çocuk, gözlüğünü kaybettiği gün evine gidememişti ve gözlüğünün nasıl kaybolduğunu da hatırlamıyordu. Sadece birdenbire iyi göremediğini fark etmişti. Soranlara şöyle diyordu:
-Gözlerimi kapattım ve açtığımda gözlüklerim yoktu. Bazı veliler olayın üzerine gitmeye başladı ve sonunda okuldaki bu durum haberlere kadar yansıdı. Gazeteler manşet atıyordu: O OKULDA BİR ŞEYLER KAYBOLMAYA DEVAM EDİYOR!
Bir süre daha kayıplar devam etti, büyükler bu kayıpların nedenini anlayamıyordu. Bir gün evine dönen bir öğrenci test kitabının kaybolduğunu fark etti. En acı kayıp onun için buydu. Her yeri aradı ama bulamadı. Ertesi gün okuluna geldiğinde herkes aynı şeyi söylüyordu:
-Test kitabım kayboldu…
Önce büyük bir boşluk oluştu test kitaplarının kaybolması ile beraber. Defterler daha önce kaybolmuştu. Kalemleri artık unutmuşlardı bile. Öğretmenlerin çaresizliği daha da artmıştı. Ödev veremiyorlardı, soru çözemiyorlardı. Bu durumdan en çok şikâyet eden matematik öğretmenleriydi. Beden eğitimi ve müzik öğretmenleri henüz mutsuz değildi çünkü kaybolan eşofman ya da flüt olmamıştı.
Öğrenciler dışında herkes durumdan şikâyetçiydi, öğrenciler ise sonsuz bir tatile başlamış gibilerdi.
Bütün yetkililer okulda eğitimin devam etmesi için toplantılar düzenliyor, ha bire okula erzak, kitap gönderme kampanyaları düzenliyorlardı ama gönderilen malzemeler daha kargoda kayboluyordu.
Şubat tatiline kadar büyüklü, küçüklü kayıplar devam etti. En azından öğrenciler kaybolmuyordu, öğretmenler ve idareciler de…
Şubat tatili boyunca büyükler ve küçükler tatil dönüşünde işlerin yoluna gireceğini umuyorlardı. Hatta okulu boyatmayı, güvenlik kameralarıyla donatmayı da düşünüyorlardı ilk fırsatta.
Tatil bitti ve tatili takip eden ilk pazartesi okulu açmak için gelen okul müdürü okulu yerinde bulamadı. Sağa baktı, sola baktı. Bu bir rüya mıydı? Bir filmin içine mi düşmüştü yoksa bir hikayenin mi? Kocaman bahçede okula dair yalnızca bir bayrak vardı. Başka hiçbir şey yoktu. Sessizce arkasını döndü, bahçe kapısına doğru yürüdü, döndü bir kez daha, bir kez daha baktı.
Okul kaybolmuştu.
NE SENİNLE NE SENSİZ
Meva Vural
Kimine göre derslerin en sıkıcısı kimine göre ise çok zevkli. Mesele aslında sıkıcı olması ya da zevkli olması değil. Mesela ben matematiği çok seviyorum ama problem çözmek pek hoşuma gitmiyor. Çünkü problemler matematiğin içinde ayrı dünya gibi. Sanki farklı bir dili var problemlerin, önce o dili bilmek gerekiyor.
Matematikle özel bir sorunum yok çünkü hayatın içinde matematik aslında. Marketten alışveriş yaparken, derslerin notlarını hesaplarken, yaşımızı bile hesap ederken hep matematiğe çıkıyor kapı.
Matematik her yerden çıkıyor. Türkçeden bile çıkıyor. Kitapların sayfa numaraları, içindekiler bölümleri, konu başlıklarının önü rakamlarla dolu. Hele bir de şiirde hece ölçüsü var ki tamamen matematiksel işlem.
Bunları düşünürken saate bakıyorum, rakamlar var. Sonra takvime bakıyorum yine rakamlar var. Hastaneye gidiyorum, sıra veriyorlar rakamla. Eczaneye gidiyorum, ilaç veriyorlar kimlik numarası ile. Kütüphaneye gidiyorum, kitaplar numaralandırılmış. Eve dönüyorum kapının üzerinde numara, rakamlar…
Rakamlarla, matematikle dolu bir dünyada matematikten zevk almak çok da mümkün görünmüyor ama matematiksiz de olmuyor.
19 Ekim 2023 Perşembe
GÖKYÜZÜNÜN RENGİ
Meva Vural
Gökyüzünün başka rengi de varmış
Dese de şair
Ben henüz görememiştim başka rengi
Ne zaman baktıysam göğe
Mavi
Sonra bir gün
Tüm perdeler kalktı gözümden
Gördüm taştaki sertliği
Yaktı ateş
Benim de elimi
Her geçen gün artık
Benim için
Çok daha
Kederli
Gökyüzünün başka rengi de varmış
Dese de şair
Ben henüz görememiştim başka rengi
Ne zaman baktıysam göğe
Mavi
Tüm perdeler kalktı gözümden
Gördüm taştaki sertliği
Yaktı ateş
Benim de elimi
Benim için
Çok daha
Kederli
11 Ekim 2023 Çarşamba
TAKVİM YAPRAKLARI
Meva Vural
Yaprak diyorlar
Ağaçta da var takvimlerde de var
İkisi de savrulur vakti geçince
Savrulan yapraklardan kimlerin haberi var
Düşen her
takvim yaprağı
Geçen bir gün demektir
Bir gün daha büyümek
Bir gün daha eskimektir
Takvimler saatte
masada duvarda
Üzerinde günler aylar sayılar
Biz dikkat etmesek de her zaman
Sessiz sessiz durmadan ilerliyorlar
Eski takvim
yaprağı gibi
Yanıyor geçen günler bir bir
Geride kalan zaman
Nerede saklanıyor kim bilir
Yaprak diyorlar
Ağaçta da var takvimlerde de var
İkisi de savrulur vakti geçince
Savrulan yapraklardan kimlerin haberi var
Geçen bir gün demektir
Bir gün daha büyümek
Bir gün daha eskimektir
Üzerinde günler aylar sayılar
Biz dikkat etmesek de her zaman
Sessiz sessiz durmadan ilerliyorlar
Yanıyor geçen günler bir bir
Geride kalan zaman
Nerede saklanıyor kim bilir
4 Ekim 2023 Çarşamba
BEYAZ
Meva VURAL
İnsanlar çoğunlukla baharları sever
Kimileri ilkbaharı kimileri sonbaharı
Benim mevsimim kış biraz
Üşümeyi seviyorum mesela
Portakalı ve mandalinayı
Kardan adam yapmayı, kartopu oynamayı
Şımarık arılar dolaşmasa tepemde
Her adımımda bir böceğe denk düşmese yolum
Kış kadar değilse de
Sevebilirdim onu da
Mesela seviyorum kirazı
Seviyorum ağaçların yeşil yapraklarla donanmasını
Güneşin her sabah bizleri selamlamasını
Çünkü kışın her yer beyaz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)