Akın Eliş
Sıkıcı yaz tatili yine başlamıştı. Genelde sınıf ve mahalle arkadaşları yaz tatilinin gelmesini iple çekerdi çünkü ya tatile giderlerdi ya da başka şehirlerdeki akrabalarının yanına. Onun şehir dışındaki akrabaları ise Sivas’a gelirlerdi yazın. Üstelik onlarda kalırlardı haftalarca. Onunla aynı yaşlarda kuzenleri vardı fakat sohbetleri ve ilgileri çok örtüşmüyordu. Tatil için zaman yoktu ama bir şekilde tatil yapacak olsalar da anlamsız geliyordu ona bu tarz geziler, dinlenmeler. İnsanın evini bırakarak kilometrelerce öteye bir aylığına gitmesi, orada yaşamasının pek bir anlamı yoktu onun için. Yaz tatili onun için annesine yardım etmek, eve ekmek almak, evin çöpünü dökmek gibi uğraşlardan oluşuyordu. Hatta annesinin sofrayı kurmasına ve kaldırmasına da yardımcı oluyordu. Bir de zaman zaman güzel filmlere, kitaplara yolunun düştüğü oluyordu. Sıcak yaz günleri ve kocaman yaz tatili şimdiye kadar hep böyle geçmişti. Derslerinde olağanüstü bir sorun yoktu. Mükemmel bir öğrenci değildi ama vasat bir öğrenci de değildi ve bir üst sınıfa geçmişti işte her zamanki hâliyle. Sıkıcı yaz tatili yine başlamıştı.
Tatilin ilk günü annesinin hazırladığı güzel kahvaltının kokularıyla uyandı. Annesi, çöpü döküp, ekmek alıncaya kadar kahvaltının hazır olacağını söyledi. Daha tatilin ilk günüydü oysa. İstemeye istemeye yüzünü yıkadı, elbisesini giydi ve çöpü döküp ekmek almak üzere evden ayrıldı. Gözleri kapalı bile gidebilirdi bu yolu. Her gün aynı yol, aynı insanlar, aynı çöp bidonu…
Çöp poşetini atarken kendine sevgiyle bakan bir kediye:
-Üzgünüm seninle uğraşacak vaktim yok, tatil başladı bugün anlıyor musun, dedi.
Kedi onun söylediklerini anlamış gibi çöp kutusunun yanından uzaklaştı. Ayaklarını sürüye sürüye markete gitti. Yaz mevsiminde bu işler için ayakkabı giymez annesinin terlikleriyle yola çıkardı. Ekmekleri seçmeden aldı. Ekmeğin fişini bile almadan marketten çıktı. Aslında iyi olmuştu bu yürüyüş onun için. Daha da çok acıkmış, iştahı açılmıştı fakat kocaman yaz tatili boyunca yalnızca bu işleri yapacak olmak onu korkutuyordu. Galiba büyümüştü biraz. Önceki yıllarda böyle dertleri yoktu.
Kahvaltısını yaptı. Annesine teşekkür etti. Televizyon açarak kendine uygun program aradı, bulamadı. Akşama kadar evden çıkmadı bir daha. Hava sıcaktı. Sıradan bir yaz tatili başlamıştı. Demek ki insan böyle usanıyordu bazı şeylerden. Mahalledeki arkadaşlarıyla buluşmayı düşündü ama onlar da bir yerlere gitme telaşındalardı. Bir kısmı da yaz okuluna kayıt yaptırmışlardı.
Akşam, geç oldu. Zaman yavaşlamış gibiydi. Kuzenleri yola çıkmışlardı bile. Ertesi gün belki onlarla biraz açılırım, diye düşündü. Belki değişmişlerdir, büyümüşlerdir. Belki şimdiye kadar kuramadığım yakınlığı bu sene kurabilirim, diye aklından geçti. Gün bitti, güneş battı. Ay doğdu. Ay battı ve yeniden güneş doğdu.
Sabah, annesi erkenden uyanmış, bir yandan evi toparlıyor bir yandan yine kahvaltı hazırlıyordu. Beklenen misafirler öğleden sonra gelmiş olacaktı. Yol yorgunu olacaklardı, aç olacaklardı. Kalktığını fark eden annesi yine ekmek almasını söyledi. Üstelik çöp de hayli çoğalmıştı. Annesinin terliklerini giydi, çöpü de alarak asansöre bindi. Çöp poşeti çok ağırdı ve elini acıtıyordu ama yakındı çöp kutusu. Dün gördüğü kediyi hatırladı. Kediler acaba insanların konuştuklarını anlıyorlar mıydı? Bugün farklı şeyler söylemeyi düşündü kediye.
Çöp kutusunun yanına geldiğinde kedi yoktu. Tam çöpü atmıştı ki kediyi arayan gözlerine bir duvar ilişti. Kırmızıya yakın tuğlalardan özenle örülmüş eski bir duvardı bu. Yeni olamazdı ama neden şimdiye kadar görmemişti bu duvarı. Görmek ve bakmak arasındaki farkı düşündü. Demek ki hep görmüş ama ilk kez bakmıştı duvara. Umursamadı, marketten ekmeği alarak evin yolunu tuttu. İştahı yoktu. Keyfi de yoktu. Sıkıcı yaz tatili yine başlamıştı.
Kahvaltıdan sonra annesine yardımcı oldu. Misafirlerin odalarını ayarladılar. Onlar için yemek hazırladılar. Annesi pek şikayetçi değildi misafirden çünkü genelde evde yalnız oluyordu kış boyu. Misafir gelince hiç değilse eve hareket geliyordu onun için.
Çabucak öğlen saati oldu ve nihayet beklenen misafirler gelmişti. Hasretle aileler sarıldı, konuştu, anlattı. Kuzenlerden yalnızca biri gelmişti. Diğer kuzenler başka şehirlerdeki akrabalara gitmişlerdi. Gelen kuzeni ise onunla en az iletişimi olan, sessiz ve garip bir tipti.
Misafirler, yolda yemek yediklerini söylediler. Akşama kadar yemek ihtiyaçlarının olmayacağını belirttiler. Nasıl olsa yemekler hazırdı.
Akşam da çabucak oldu o gün. Hava kararmak üzereydi. Annesi mutfağa geçerek sofrayı hazırlama çabasına düştü ve ekmek alması için markete gitmesi gerektiğini hatırlattı. Genelde sabahları ekmek alırdı. Bu saatte ekmeğin kalmamış olma ihtimali de vardı. Yine de çıktı dışarıya. Kuzeni de birlikte gelmek istedi ama ona:
-Sen misafirsin, yol yorgunusun. Yarından sonra bu kutsal görev ikimizin, dedi tebessüm ederek.
Bu kez çöp yoktu elinde. Alışkanlık olduğu için çöp kutusunun önünden geçerken yine durdu. Sabah baktığı duvar geldi aklına. Ne güzel bir duvardı. Acaba kim, hangi tarihte örmüştü bu duvarı? Çöp kutusuna sırtını döndü ve duvarı izlemeye başladı. Yarısı göçmüş bir bahçe duvarıydı bu. Bahçenin ardında senelerdir boş duran terk edilmiş bir ev vardı. Bu evin bahçesinde kocaman ağaçlar vardı ve genelde kedilerin mekânıydı burası. Eve çok kısa süre baktı, sonra yeniden duvara baktı. Hava kararmak üzereydi. Dikkatlice bakınca duvarda yazıların olduğunu fark etti. Sabah nasıl görmemişti bu yazıları? Hava aydınlıktı sabah oysa. İyice yaklaştı duvara ve okumaya başladı:
“Bu duvar 1940’ta, Çetin Usta tarafından…” devamını okuyamadı yazının. Hava sanki daha da kararmıştı. Az önce okuduğu yerler bile görünmez olmuştu sanki. O esnada misafirleri hatırladı. Ekmek alması gerektiğini hatırladı. Koşar adım markete gitti. Kalan son ekmekleri alarak eve döndü. Sıkıcı yaz tatili başlamıştı yine fakat bu duvar daha önceki senelerden farklı bir tatil yaşayacağının habercisi gibiydi.
Akşam yemeği sonrası kuzeniyle aynı odada kalacak olmanın sıkıntısı başlamıştı. Bu kuzeniyle daha önce aynı odayı paylaşmamıştı. Aslında fena çocuğa benzemiyordu. Yemekler yendi, çaylar içildi, laf lafı açtı. Her şeyi konuşuyordu büyükler. O ise susuyordu sadece. Arada bir duvar geliyordu aklına ve yine susuyordu. Sabah ilk işi duvara bakmak olacaktı.
Uyku vakti gelince kuzeniyle odasına geçti. Kuzeni:
-Bu sene seni biraz daha sessiz ve durgun gördüm. Büyümüşsün de epeyce. Arkadaşlarınla tanışır, oynar mıyız? Ben çok sıkıldım okul boyunca, dedi.
Bu cümleler, sohbet isteyen birinin cümleleri gibi geldi ama sohbet etmeye niyeti yoktu. Ne konuşabilirdi ki onunla:
-Sen de büyümüşsün epey. Ben okuldan değil tatillerden sıkılıyorum. Arkadaşlarım tatilde burada olmaz, bilmiyor musun? Ben sizi hiç tanıştırdım mı arkadaşlarımla, dedi.
Yatağına uzandı ve uyuyormuş numarası yaptı. Bir yandan yine duvarı düşünüyordu.
Gece boyu bazen uyudu bazen uyanarak kuzenine baktı. Kuzeni taş gibi uyuyordu. Sabah olur olmaz annesine giderek kaç ekmek alınacağını sordu. Kuzeni ile gitmek istemiyordu ekmeğe. Belki duvardaki yazıyı daha iyi görürüm diye de düşünüyordu. Annesi, alınması gereken başka şeyler de ilave etti listeye. Kapıyı açtı, kapının önünü ayakkabı doluydu. Kendi ayakkabılarını bulmakta zorlandı yine annesinin terliklerini giydi. Kahvaltı hazırlanmadığı için çöp de vermemişti annesi. Markete doğru giderken çöpün önünde durdu yine ve duvara baktı. Duvar sanki biraz geriye doğru gitmişti. Birkaç adım daha atarak yaklaşması gerekti. Fazla oyalanmadan yazıları görmeye çalıştı:
“Bu duvar 2050’de, Metin Usta’nın çırağı tarafından onarılmış ve dayanıklılığı artırılmıştır.” Gözlerini sildi. Yüzünü yıkamadan evden çıkmıştı. Bir daha baktı, 2050 yazıyordu. Metin Usta yazıyordu. Oysa dün akşam Çetin Usta yazıyordu burada. Tarih de 1940’tı. Duvarın ardındaki eve baktı. Ev yerindeydi fakat ağaç yoktu hiç. Kafası karışmıştı. Bu kafa karışıklığının nedeni yaz tatiliydi belli ki. Çok fazla düşünmemeliydi böyle şeyleri.
Ekmeği ve diğer alacaklarını aldı. Eve döndüğünde annesi:
-Bir şey mi oldu, neden böyle suskunsun? Üstelik rengin de değişmiş senin, dedi.
-Yok anneciğim, gece boyu pek uyumadım, diyerek geçiştirdi.
Kahvaltıda onun dışında herkes neşeliydi. Bu yaşta düşüne düşüne sağlığımdan olacağım, diye düşünmeye devam ediyordu. Kahvaltı bitmişti ve annesine yardım etmeden odasına doğru yürümeye başlamıştı ki kuzeni seslendi ardından fısıltıyla:
- O duvar Milattan Önce 1940’ta Tekin Usta tarafından kale surlarına katkı olsun diye yapılmıştı.