6 Mart 2025 Perşembe
İFTARA DOĞRU YAKLAŞIRKEN
12 Aralık 2024 Perşembe
BOŞ ZAMAN
28 Kasım 2024 Perşembe
ASLINDA
HASRET
21 Kasım 2024 Perşembe
DEDEMİN ELMASI
19 Eylül 2024 Perşembe
GERÇEĞİN AYNASI
28 Mayıs 2024 Salı
ÇUVAL
Okuldan evlerine dönen bir grup öğrenci, yolda şakalaşırken karşılarına düşen bu genci görür görmez içlerinde anlamsız bir korku oluştu. Tişörtünün üzerindeki lekeler kırmızıydı ve şüpheli bir tavrı vardı. Öğrencilerden biri diğerlerine:
-Sizce bu çuvalın içinde ne olabilir, diye sordu fısıltıyla.
Diğerleri, akıllarına gelen şeyi söylemeye ürktüler. Sadece biri:
-Çuvalda ne var bilmiyorum ama tişörtünde kan lekeleri var bu adamın, dedi yine fısıltıyla.
O anda öğrenciler oldukları yerde kaldılar ve birilerine haber verme ihtiyacı hissettiler. Hemen ilerde, otobüs durağında bekleyen birini gözlerine kestirerek yanına gittiler:
-Beyefendi, şu sırtında çuvalla gezen genç… Çok korkunç değil mi? O çuvalda ne taşıyor olabilir? Üstelik elbisesi de kan içinde, dedi.
Adam da fısıltıyla:
-Sabah beri ben de onu takip ediyorum, bir şeyler yapmalıyız, gerçekten çok kötü şeyler geliyor aklıma, dedi.
Gençler ve durakta bekleyen adamın konuşmalarını duyan yaşlı bir teyze hemen söze dahil oldu:
-Bence bu bir katil. Derhal polise haber vermeliyiz. Şunun suratına bakınsana Allah aşkına. Hiç meymenet yok.
Duraktaki küçük kalabalığı ve konuşmaları gören herkes birer ikişer oraya yanaştı. Bu sırada sırtında çuval taşıyan genç de çuvalı yere bırakmış, kalabalığa doğru sert sert bakıyordu.
Kalabalıktan biri:
-Kaçabilir, bir şeyler yapmamız gerek, diye devam etti. Herkesin gözü genç adamda ve yanında duran çuvaldaydı.
Herkesin düşüncesi aynı yöndeydi. Kimse aklına gelen şeyi tam olarak söylemiyor ancak bu genci azılı bir suçlu, hatta katil olarak düşünüyordu. Küçük tartışmalardan sonra nihayet kalabalığın en yaşlılarından biri:
-Siz de beni takip edin. Ben bu genci yakalayacağım, bana yardım edin yeter, dedi.
Kalabalık bir anda cesaretlenmişti. Öğrenciler, çantalarını durağa bırakarak yaşlı adamın peşine düştü. Yaşlı adam bastonunu bir kılıç gibi ileri doğru tutuyordu. Kalabalığın kendi üzerine doğru geldiğini gören genç önce telaşlandı. Çuvalı yeniden eline almıştı ki omzuna inen baston darbesi ile şaşkına döndü. Birdenbire yüzündeki o sert ifade yerini tebessüme bıraktı:
-Dede, iyi misin? Ne yapıyorsun, dedi.
Yaşlı adam:
-Nerden senin deden oluyorum hadsiz, diyerek bastonla bir kez daha vurdu.
Ondan cesaret alan teyzelerden biri gencin kafasına çantasını indirmeye başladı. Bağrışmalar, çağrışmalar, olay yerine güvenlik ekiplerinin gelmesi ile sona erdi. Memurlar, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kalabalık ısrarla çuvalı işaret ediyor, gencin azılı bir katil olduğu yönünde imada bulunuyorlardı. Kendisine ilk kez söz hakkı verilen genç:
-Bir çuval pizzayı mahvettiniz. Beni işimden ettiniz. Üstelik bir de dayak attınız. Ben size ne yaptım ki, diyerek duygusallaştı.
Kalabalıktan biri:
-Yalan söylemeden önce tişörtündeki kan lekelerini açıkla, dedi.
Genç şaşkın şaşkın tişörtüne bakarak:
-Üzerimi değiştirmeye vakit bulamadım, siparişler acildi. Bunlar da ketçap lekesi, dedi.
Kalabalık sessizleşmişti. Öğrenciler durağa doğru yöneldi. Çantalarını alarak yola devam ettiler. Güvenlik görevlileri genci teselli etmeye çalışıyordu. Bastonlu ihtiyar ortadan kaybolmuştu. Şehir, yeniden eski haline dönmüştü. Üzerinde yıpranmış bir kot pantolon ve kırmızı lekelerle kaplı bir mavi bir tişörtle hüzünlü bir genç kocaman bir çuvalın yanında üzgün üzgün oturuyor, boşluğa bakıyordu.
27 Nisan 2024 Cumartesi
TABLO
Her gün görüyorum seni
Bakmasam da her zaman sana
Her gün süslüyorsun bulunduğun yeri
Karşımda duran o soluk duvarda
Olmasan yerinde
Arar mıyım seni bilmiyorum
Ama ne zaman baksam yüzüne
Küçük bir huzurla doluyorum
Cansız, kokusuz olsan da
Benim için önemlisin galiba
Duvardaki tablo
İYİ MİSİN SEN?
Yusuf Çağrı Ekici, Emir Aras İmirhan, Emir Subaşı, Hazal Göksu
Her şeye karşı çıkıyordu. Günün 24 saat olduğunu söyleyen birine:
-Ama zaman; kişiye göre değişir, bazen bir saat bir yıl gibi geçebilir, diyordu.
En yüksek notu aldığı için sevinen arkadaşına:
-100’den büyük sayılar da var, farkında mısın? Bunun en yüksek not olduğuna inanmıyorum, diyordu.
Sık sık arkadaşları tarafından yalnızlığa itilse de ailesi tarafından çok sevildiğini hissediyordu çünkü ailesi sık sık onu gezmeye gönderiyor, eve geç kaldığında “neredesin” diye sormuyor hatta erken geldiğinde üzülüyorlardı.
Bakkala, markete, maça, konsere, sinemaya… istediği her yere, saat ve gün sınırı olmaksızın gidebilirdi. Okulda bile yatabilirdi. Ailesi ona işte bu kadar güveniyordu. Arkadaşları gibi değildi onlar. Onun değerini anlıyorlardı.
Hayatı hep böyle cins düşünerek, cins şeyler yaparak, cinslikle mi geçecekti? Aslında cins kelimesi bazen yetmiyordu, “gıcık” kelimesi daha uygun oluyordu onu tarif etmek için. Çoğu arkadaşı ona “gıcıksın” diyordu ve çok mutlu oluyordu bu kelimeyi duymaktan.
-Bir daha söyler misin, diyordu kendine “gıcık” diyene. Üstelik bir de teşekkür ediyordu çünkü sıradan olmak istemiyordu. Farklı olmak hoşuna gidiyordu. Gıcık olmak da bir farklılıktı.
Gün boyu tuhaflıklar yapmış -aslında tuhaflık demeyelim, sıra dışı şeyler diyelim- yorulmuştu. Son günlerde kendini normalleşmiş hissediyordu. Eskisi kadar farklı karşılanmadığı için daha çok “cinslik” yapması gerekiyordu. Yoksa sıradan bir çocuk olacaktı. Sıradan çocuk olmak onun için pazarda çürük domates olmak gibi bir şeydi. Gerçi çürük domatesten de bir şeyler yapmak mümkündü. Mesela, salça. Salçalı ekmeği çok severdi fakat market ekmeği olmayacak. Annesinin yaptığı ekmeklerden olacak ve salçayı bu ekmeğin üzerine sürecek, sokağa çıkacak ve bu ekmeği yiyerek okulun basket sahasına kadar ulaşacaktı. Okul bahçesi ona hep İstiklal Marşı’nı ve okul müdürünün değerli konuşmasını hatırlatırdı. Okul müdürünün konuşmasını ne öğrenciler beğenir ne öğretmenler beğenirdi. Hatta çoğuna göre “boş” konuşurdu. Hava çok sıcaksa genelde okul müdürü konuşmayı iki kat daha uzatırdı. Öğrenciler ve öğretmenler bundan çok şikâyet ederdi ama aslında okul müdürünün çabası, sıcaktan mayışmış öğretmen ve öğrencilerin zihinsel potansiyelini artırmak içindi. Neden sadece bunu o anlıyordu? Bunu, yani müdürün yaptığı bu hizmeti, faydalı işi… İşte bunu anlamıyordu.
Anlamadığı başka şeyler de vardı. Maç izlemeye gittiği bir gün dayak yemekten son anda kurtulmuştu. Galatasaray-Fenerbahçe maçına güçlükle bilet bulmuş, keyifle maçı izlerken tuhaf bir olay yaşamıştı. Koyu Fenerbahçeliydi. Maçta bir ara Galatasaray, Fenerbahçe’ye gol atmak üzereyken herkes tepki gösterip yuhalamaya başlamıştı. O ise bu esnada üzerindeki Fenerbahçe tişörtünü çıkarmış ve altındaki Galatasaray forması ile bağırmaya başlamıştı:
-Galatasaraaaaay, Galatasaraaay!
Bu duruma tepki gösteren diğer seyircilerden güç bela kaçabilmişti. Oysa futboldu bu. İyi oynayan takımı tebrik etmek ve ona tezahüratta bulunmak gerekliydi. Koyu Fenerbahçeliydi ama aynı zamanda yerine göre koyu Beşiktaşlı, koyu Galatasaraylı, Ümraniye Sporlu da olabilirdi. Hatta Koyu Zeytinburnu Sporlu bile olabilirdi. İnsanların bir futbol takımını ölesiye sevmesini anlayamıyordu. Başka insanlar bunu “gıcıklık” olarak düşünse de.
Kafasından bunlar geçerken eve ulaşmıştı bile. Yoksa sıradanlaşmış mıydı? Hiçbir tepki almamıştı arkadaşlarından. Galiba normalleşiyordu. Bu durum üzücüydü. Kapıyı açtı, içeriye girdi. Ailesi, onu bu saatlerde evde görmeye alışık değildi. Üstelik üzgün görmeye hiç alışık değildi. Sessizce odasına geçti. Yemek saatine kadar bekledi. Yemek saati geldiğinde sofraya geçti. Normalde evde çok az yemek yerdi. Sofraya oturdu ve önce tatlıdan yemeye başladı. Sonra pilavı bitirdi. Üzerine de çorbayı içti. Çorbayı içtikten sonra besmele çekerek odasına döndü. Ailesi onu tanıdığı için tepki vermemişti bu beslenme sıralamasına. Bir şeyler yanlış gidiyordu. Kimsenin tepki vermemesi sorun haline gelmişti. Ertesi günü “gıcıklık günü” olarak planladı. Şimdiye kadar yapmadığı gıcıklıkları yapacaktı.
Sabah bu düşünceyle okula gitti. Arkadaşları sıra halinde bekliyordu. Sıraya girmedi ve bayrak direğinin yanına geçti. Kimse onu sıraya geçmesi için ikaz etmedi. Okul formasını giymemişti. Kimse ona okul formasının nerede olduğunu sormadı. İlk dersleri Türkçeydi. Derste matematik kitabını çıkardı ama öğretmeni hiçbir şey demedi. Son derse kadar bütün gıcıklıkları yaptı fakat kimsenin sesi çıkmıyordu. Son ders geldiğinde sırasının yönünü duvara çevirdi ve öyle bekledi öğretmeni. Öğretmen ders boyu hiçbir şey söylemediği gibi gıcıklık olsun diye söz hakkı istediğinde konuşması için söz hakkı bile verdi. Bu kadarına da pes, dedi içinden ve alakasız şeyler konuştu fakat öğretmen:
-Aferin sana, dedi. Bugün derste çok iyiydin. Keşke hep böyle olsan.
Dersler bitmişti. Çok yorulmuştu, evine gidip dinlenmek istiyordu. Yolda aklına başka bir şey daha geldi. Ters yürümeye başladı. Sırtını evin yönüne verdi ve geri adımlarla ilerledi. Bazen düşecek gibi oluyor, insanlar ona yardım ediyordu. Kimse bir şey demiyordu.
Bu şekilde eve kadar geldi. Evleri zaten giriş kattaydı. Pencereyi açık gördü ve şimdiye kadar kapıyı kullanmakla ne büyük hata yaptığını anladı. Eve girmek için bu kadar kısa bir yol varmış ve ben hep kapıyı kullanmışım, diye içinden geçirdi. Pencereden içeri girdi. Mutfağa girmişti. Bir bardağa su doldurdu sonra sürahideki suyu içti. O sırada mutfağa giren annesi kızgın bir sesle:
-Oğlum, niye böylesin? Neden bunu yapıyorsun, dedi. Kendisini en çok tanıyan kişilerin ailesi olduğunu düşünmüştü hep. Demek ki onlar halen tanımamıştı ve eve giriş tarzı ile günün tek gıcıklığını yapmıştı. En azından öyle düşünüyordu ki annesi devam etti:
-Sürahiden su içmek de ne? Burada kocaman damacana var. Niye kendini zora sokuyorsun? Damacanayı buraya boşuna mı koyduk, dedi.
Yaşadıkları bir rüya olmalıydı. Bu kadarı olamazdı.
İnsanlara bir şeyler olmuştu. Belki de insanlara değil kendine bir şeyler olmuştu. Odasına gitti. Artık kendini hiçbir özelliği olmayan bir çocuk olarak görüyordu. Çırpınmak anlamsızdı. Belki de baştan beri yanlış yapmıştı. Arkadaşları gibi olmalıydı. Onlar gibi her şeye uyum sağlamalı, itiraz etmemeliydi. Yeni hayat onun için biraz zor olacaktı ama eskisine göre belki de bu daha kolaydı.
Uyandı; gıcıklık ve cinslik kelimeleri hafızasından silinmişti. Yüzünü yıkadı, su içti ama bardaktan. Kahvaltısını yaptı. Çantasını düzenledi ve okulun yolunu tuttu. İlk kez okula gidiyor gibiydi. Sakindi. Hava açıktı. Okula yanaştığında bazı arkadaşlarının oyunda olduğunu gördü. Sıraya geçti. Herkes şaşkındı. Konuşmadı, kimseyi eleştirmedi. Nöbetçi öğretmenler ve okul müdürü öğrencilerin önünde durmuştu. Müdür konuşmaya başladı. Arkadaşları, müdür konuştukça dikkatlice onu dinliyor hatta bazıları arada alkışlıyordu. Bu sıkıcı konuşmayı niye alkışladıklarını anlamadı. Çok canı sıkılmıştı. Sınıfa girdiğinde tüm sıraların duvara dönük olduğunu gördü. Kendi sırası kürsüye bakıyordu. Öğretmen sınıfa girdi ve sordu:
-İyi misin sen?
20 Nisan 2024 Cumartesi
BOŞ KÂĞIT
Hazal Göksu
Boş bir kâğıt
Boş bir kâğıt değildir çoğu zaman
Bir öğretmenin masasında
Ya da bir öğrencinin çantasında
Bekler sessizce yazılmayı
Kâğıtlar da düş görür belki
İnsanlar gibi
Düşünürler boş olduklarında
Başlarına gelecek şeyleri
Boş bir kâğıt gibi bazı insanlar
Otururlar sıralarda
Doldururlar dolmuşları, otobüsleri
Akıllarından bile geçmez
Kelimeler, cümleler
Bomboş beklerler
16 Mart 2024 Cumartesi
ŞİMDİLİK SOĞUK BİR HİKAYE
Yusuf Çağrı Ekici, Emir Aras İmirhan, Emir Subaşı, Hazal Göksu
1.BÖLÜM
Soğuk bir kış günüydü. Hava kararmaya başladıkça soğuk daha da artmış, soğuktan kaçan insanlar yüzünden caddeler, sokaklar bomboş kalmıştı. Sokak hayvanları bile kendilerine saklanacak, ısınacak bir yerler bulmuş olmalıydılar ki ortada ne bir kedi vardı ne bir köpek.
Her zaman olduğu gibi iş yerinde yalnızca o kalmıştı ama çıkmalıydı ve evine gitmeliydi artık. Dışarda soğuğun bu kadar artmış olacağını düşünmüyordu bile. Kabanını, atkısını, şapkasını, eldivenini giyerek iş yerinden dışarıya çıktı. Soğuk yüzüne jilet gibi çarpmıştı. Yollarda kimsecikler yoktu üstelik bir de rüzgar başlamıştı. Evi hayli uzaktı. Daha yolun başındaydı ve soğuk onu şimdiden etkilemişti. Kulağının, burnunun fırtınada kopup gideceğinden korkuyor arada bir yokluyordu. Fırtına üzerine kar da yağmaya başlamıştı. Gözünü açamıyor, hangi sokakta olduğunu göremiyor, evine ne kadar yaklaştığını tahmin edemiyordu. Bir süre böyle devam ettikten sonra güç bela etrafına baktı. Evler vardı ama hiçbirinin ışığı yanmıyordu. O kadar üşümüştü ki artık evine ulaşabileceğinden endişe duyuyordu. Bir an önce herhangi bir kapıyı çalmalıydı. Evlere bakıyor, kapıları çalıyordu ama hiçbir kapı açılmıyordu. Zaten içerde birilerinin yaşadığı da hatta bu sokaklarda evlerde birilerinin yaşadığı belli değildi. Başka bir şehre düşmüş gibiydi. Bu sokakları daha önce hiç görmemişti. Evleri hiç görmemişti. Kaldırımları hiç görmemişti. Sendeleyerek yürüyor, arada kapılara vuruyor ancak hiçbiri açılmıyordu. Siyah beyaz bir fotoğrafın ya da filmin içine düşmüş bir yabancıydı. Zaman donmuştu fakat kar yağıyor, fırtına devam ediyordu. Büyük bir uğultu duyunca önce önüne sonra ardına bakma ihtiyacı hissetti. Uğultu git gide büyüyordu. Adım atacak gücü kalmamıştı. Olduğu yere yığıldı ve gözlerini kapadı.
-2 BÖLÜM
-
Gözlerini tekrar açtı. Müzik sesleri geliyordu uzaklardan. İnsanlar etrafından dolaşarak geçiyor, kahkahalar atıyorlardı. Hava çok aydınlıktı ve gözlerini tam olarak açamıyordu. Üstelik çok da sıcaktı. Yanından gelip geçen insanlar onu görmüyor gibiydi. Toparlandı, gözlerini kısarak etrafı yokladı, süzdü. Bu sokağı tanımıyordu, bu insanları tanımıyordu, bu müziği hiç duymamıştı daha önceden. Yürümek istedi. Yürüyebiliyordu. Hızlandı, hızlandı. Sanki ayakları kendisinden bağımsız gibi, havada gibiydi. Koşmaya başladı. Hızlandıkça hızlanıyordu fakat ne terliyordu ne de yoruluyordu.
Yolun sonuna ulaşmış gibiydi. Burada da insanlar eğlence içindeydi. Birilerine yaklaşarak sordu:
-Buralarda kelle paça içebileceğim, katmer, çörek alabileceğim bir yerler var mı?
Sorduğu kişi cevap vermek şöyle dursun, dönüp yüzüne bile bakmadı. Belki de soruyu değiştirmeliydi. Başka bir adamın yanına yaklaşarak:
-Af edersiniz bayım, stadyum buralara yakın mı? Nasıl gidebilirim?
Sorduğu kişi cevap vermek şöyle dursun, dönüp yüzüne bile bakmadı.
Son kez birine daha yaklaştı ve sordu:
-Adınız Aras mı? Daktilo ile yazmaya ne zaman ara vereceksiniz?
İlk kez soru sorduğu biri dönüp yüzüne bakmıştı. Tebessüm ederek:
-Evet, adım Aras. Nerden bildiniz?
Tam bu garip ortamdan kurtulacağını ya da buraya dair bir şeyler anlayacağını düşünürken ismi Aras olan kişinin aslında başka biriyle konuştuğunu ve ona cevap verdiğini anladı. Tüm bu yaşadıkları başını döndürmüştü. Bulunduğu yere oturmak, bir şeyler içmek, dinlenmek istedi. İnsanlardan uzakta bir yer bulmalıydı kendine. Sol tarafında uzanan çölü fark etti. Orası tenha görünüyordu. Çöle, insanların olmadığı yerlere gitmeli ve kendine bir gölge bulmalıydı. Dinlenmeliydi. Belki de bir rüyaydı yaşadıkları. Kum fırtınası başlamıştı. Gözlerini kapadı.
DEVAM EDECEK