elvin erva koçyiğit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
elvin erva koçyiğit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mayıs 2024 Çarşamba

BİTMEYEN BAHAR

 
Elvin Erva Koçyiğit

Bazen defterlerimin arasında
Bazen kalabalık bir parkta
Bazen sessiz bir bahçede
Bazen odamın penceresinde
Seni görmek ne güzel
Sana rastlamak ne güzel
Leylekler gelince sen de geliyorsun
Leylekler giderken 
Bizi terk ediyorsun
Yalnızca resmin kalıyor duvarlarda
Senden bir hatıra kalıyor 
Balkonlarda, saksılarda

Sen olmasan dünya 
Ne kadar renksiz olurdu
Ve ne kadar kokusuz
Sen çiçeksin 
Bitmeyen baharları da
Sen bize getireceksin

16 Nisan 2024 Salı

GİZEMLİ ÇOCUK

 Elvin Erva Koçyiğit, Elif Masal Zontul

1. Bölüm: Gölge

Adını “Gölge” koymuştu tanıyanlar. Gerçek adını yalnızca sınıf arkadaşları biliyordu ama onlar da unutmuştu neredeyse. Öğretmenleri bile ondan bahsederken “Gölge” diyordu. Bir gölge kadar sessizdi. Varla yok arasıydı. Bazen bahçede görünüyordu bazen koridorun en sonunda. Bazen kütüphanede rastlayanlar vardı ona bazen sınıfın en arka sırasında eski püskü kalın defterine bir şeyler yazarken görenler. Bazı öğrenciler onun aynı anda birkaç farklı yerde göründüğüne inanıyorlardı ama bu doğru muydu? Kimsenin bir fikri yoktu. Onun göründüğü mekânda her şey birden buza kesiyordu. Korku muydu? Belki… Gizem miydi? Evet. Gizemli biriydi Gölge. Üstelik her gün değişen bir yüzü vardı. Tanıyanlar onun ruh haline göre yüzünün renginin değiştiğini söylüyorlardı. Neşeli olduğu gün daha sarı, üzgün olduğu gün esmer…

Herkesten önce okula gelmiş oluyordu. Bunun nasıl olduğunu bilen yoktu. Öğretmenlerden bile önce okuldaydı. Bu yüzden de bir dedikodu dolaşıyordu: Gölge, geceyi okulda geçiriyor. 

Bu okula geleli henüz birkaç ay olmuştu. Ailesine, geçmiş yaşantısına dair kimse bir şeyler bilmiyordu. Elindeki eski bez çantayı hiç yanından ayırmıyordu, bu çantanın içinde kalın, eski bir defter ve bir de ağaç kalemden başka bir şey yoktu. Defterin içinde neler yazılı olduğu da en az Gölge kadar merak konusuydu. Sınıf arkadaşları birkaç kez deftere bakmaya çalışmış ancak terslenmişlerdi. 

Gölge, sanki bütün okulun üzerine düşmüş bir gölgeydi ve en çok da ben merak ediyordum onun hayatına dair detayları. Aslında diğer arkadaşlarım kadar bir gizem görmüyordum onun hayatına dair. Hatta onun için üzülüyordum fakat arkadaşlarımla onun hakkında konuşunca ben de diğerleri gibi düşünmeye başlıyordum yeniden. Bir şekilde onu daha yakından tanımalıydım. Keşke aynı sınıfta olsaydık işim biraz daha kolay olurdu fakat aynı katta bile değildi sınıflarımız. En iyisi kütüphanede yanına gidip bir şeyler sormalı, iletişime geçmeliydim. 

Ertesi gün için planım hazırdı. Öğle arasında mutlaka Gölge kütüphaneye uğrardı. Ben de kütüphanede olacaktım ve ona yakın oturacaktım. Bir şekilde konuşmayı deneyecektim. 

Ertesi gün geldi çattı ve kütüphanedeki yerimi aldım. Gölge’yi bekliyordum. Bir yandan kitap okuyormuş gibi yapıyordum ama dakikalardır aynı sayfa önümde açıktı. Düzyazı ve şiirlerden oluşan bir kitaptı bu. Önümdeki sayfada Hayatın Hayali ve Kendini Yazan Şiir adlı iki şiir vardı. Kitabın kapağına baktım: O Kapının Ardında Akşamüstü Yazılanlar. Kitabın adı güzeldi. Kapıyı merak ettim, neden akşamüstü yazılmış bunlar, diye düşündüm. Bir gözüm sürekli kütüphanenin kapısındaydı. Gölge’nin gelmeyeceği tutmuştu. Daha fazla oturmak anlamsızdı. Kitabı kütüphanedeki en güzel yere bıraktım çünkü okunmayı hak eden bir kitaptı bu. Toparlandım ve tam kapıdan çıkarken Gölge ile göz göze geldik. İlk kez bu kadar yakınındaydım. Savuşup gidecek, diye bekledim fakat o da bana bakıyordu. Gözlerinin ardında kocaman bir karanlık var gibiydi. Kısa bakışmadan sonra Gölge, içeri girdi ve benim bıraktığım kitaba uzandı. O esnada Gölge’ye karşı içimde bir sevgi oluştu ve gizem, merak gibi şeyler uzaklaştı ona dair. İstemsizce ona doğru gittim ve kütüphane boş olmasına rağmen yanına oturdum. Hangi sayfayı okuduğuna bakarken birdenbire Gölge’nin kütüphanede olmadığını fark ettim. Az önceki hislerim yeniden değişti ona karşı. Yine allak bullak olmuştu zihnim. Hangi sayfayı okuduğunu anlamak için kitabı elime aldım. Okuduğu hikayenin adı Gölge’ydi. 

2. Bölüm: Harita

Gün boyu bu şaşkınlıkla dolaştım. Birdenbire nasıl da kaybolmuştu ortadan Gölge ve bunu nasıl yapmıştı? Acaba peşinde olduğumu anlamış mıydı? Artık ikna olmuştum, o bir gölgeydi. 

Şaşkınlığım, dersler bitinceye kadar devam etti fakat ders zili ile yeni bir plan yapmam gerektiğini fark ettim. Takip edecektim onu. Servise binmeyecektim. Merak duygusu içimi kemiriyordu. Bu yüzden her şeyi göze alabilirdim. Yeter ki Gölge’nin sırrını çözeyim, yeter ki artık zihnimde ona dair olan sorular bir cevap bulsun. 

Zil çaldı ve öğretmenin bile sınıftan çıkmasına fırsat vermeden çantamı kaptığım gibi Gölge’nin sınıfının önüne gittim. Gölge, sınıftan hatta okuldan en son çıkan kişiydi genelde. Sınıfın kenarında kendimce oylanmaya, panolara bakmaya başladım. Bir yandan da Gölge’yi arıyordu gözlerim sezdirmeden. Sınıfta kimse kalmadığını görünce uzaktan baktım. Gölge’nin önünde eski defteri vardı ve bir şeyler yazıyordu. Sabırla bekledim. Nöbetçi öğretmenler de gitmişti. Sınıfı temizlemek için gelen görevlileri görünce Gölge defterini topladı ve sınıftan ayrılmak üzere harekete geçti. O anda sırtımı döndüm ve öğretmenler odasına gidiyormuş gibi yaptım. Gölge, yanımdan geçer geçmez düştüm peşine. Çok hızlı yürüyordu. Onu takip etme uğruna nefes nefese kalmıştım. Nasıl bu kadar hızlı yürüyebiliyordu? Defteri elindeydi. O defteri elime geçirebilsem çok şey öğrenecektim onun hayatına dair, emindim. Bu düşüncelerle Gölge’nin peşinden koşuştururken birdenbire defterin arasından bir sayfa rüzgârın etkisiyle havalandı. O sayfayı mutlaka yakalamalıydım. Rüzgâr bir anlığına durdu, sayfa yere düştü. Gölge, bunun farkında değildi. Yerdeki sayfayı aldım. Heyecanla baktım fakat yazı yoktu bu sayfada. Değişik çizimler ve şekiller vardı. Bunun bir harita olduğunu anladığımda Gölge kaybolmuştu gözden. Hangi sokakta olduğumu, nereye gideceğimi bilemeden öylece birkaç dakika kaldım kaldırım ortasında. Eve ne kadar uzaklıktaydım, yürüyerek dönebilir miydim? Aileme haber de vermemiştim. Telefonumu çıkardım ve önce annemi aramaya karar verdim. Annem, benden önce davranmış ve beni yedi kez aramıştı. Bahane bularak aramalıydım annemi. Kütüphane, iyi bir bahaneydi. Annemi aradım ve:

-Anneciğim, telefon sessizdeydi duymamışım. Benim kütüphaneye uğramam gerek, o yüzden servisle dönemedim. Biraz gecikeceğim, dedim. 

Annem beni dinledikten sonra:

-Yeni mi aklına geldi kütüphane? Dün akşam söylemedin bari sabah okula giderken söyle. Haydi o zaman da söylemedin, öğlen arasında işinin adı neydi? Tamam, öğlen arasında telefonun elinde yoktu diyelim, bir öğretmeninden rica edebilirdin bize haber vermesini. Bizim burada kırk türlü senaryo geldi aklımıza, yüreğimize mi indirmek istiyorsun, diyerek telefonu kapattı. Bir anlığına da olsa Gölge’yi unutmuştum fakat telefon kapanır kapanmaz yeniden aklıma geldi. Telefondan nerede olduğuma bakmak istedim. Konumuma baktığım harita, elimde tuttuğum kâğıda ne kadar benziyordu? Kardeşler Mahallesi’ne gelmişim meğer. Annemi daha fazla üzmemek için eve dönmek zorundaydım. Elimdeki kâğıt bir haritaydı ve işaretli bir yer vardı haritada. Burasının Gölge’nin evi olduğundan emindim. 



12 Mart 2024 Salı

ÖNCEKİ SALILARA BENZEMEYEN BİR SALI

 Ahmet Kerem Şahin, Eymen Arda Aydemir, Elvin Erva Koçyiğit

 
Akşamın nasıl geldiğinin farkında değildi. Günlerden salıydı ama Cuma kadar yorulmuştu. Keşke Cuma olsaydı ve yarın hiçbir şey yapmadan, perdeleri kapatarak akşama kadar uyusaydı. Uyumak… Ne güzel bir kelimeydi ama yıllardır doya doya uyumaya hasretti. Cumartesi, Pazar, ara tatil, yaz tatili… Hiçbiri doyasıya uyumaya yeten bir fırsat sunmamıştı kendine. Günlerden salıydı. Akşam gelmişti gelmesine ama herkes akşam olunca evine gider, yemeğini yer, dinlenirken o ancak gece yarısı evine gidebiliyordu. Şikâyet etmeye hakkı yoktu bu ışıltısız hayatı kendisi seçmişti. Onu birtakım testlere tabi tutmuşlar, sınavlardan geçirmişler ve sonunda aydınlık bir gelecek vaadi ile bir programa dâhil etmişlerdi. Bu program bittiğinde artık dünya üzerindeki sayılı seçilmiş kişilerden biri olacaktı. Başlangıçta her şey güzeldi. O seçilmişliği yaşıyordu. Arkadaşlarıyla da uyum içindeydi ancak zaman geçtikçe seçilmemişlerin hayatı ona daha cazip gelmeye başlamıştı. Hayatını yorucu hale getiren şeylerden sadece birisiydi bu.
Kafasının içinde bu düşünceler dolaşırken kendini sistem binasının önünde buldu. Binanın içinde kendi gibi arkadaşları vardı ve kimse kimseye selam vermiyordu. Kimse kimsenin farkında da değildi. Sadece dolaşıyordu insanlar. Her zamanki odasına geçti ancak her zaman olmayan bir şey oldu. Odasında Tepegöz oturmuş Dede Korkut’la Yüzüklerin Efendisi’nin dedikodusunu yapıyordu. Bir süre kulak misafiri oldu. Lafı bölmemek için dışarı çıktı, bahçede dolaştı ve gördüklerinin bir hayal olduğuna karar verdi. Daha az çalışmalıydı. Böyle giderse daha neler neler görürüm, dedi içinden. Sistem binasının etrafında bir tur atıp yeniden odasına girmeye karar verdi. Tam odasının önünden geçerken pencereden içeriye baktı halen odasında Tepegöz oturmuş Dede Korkut’la Yüzüklerin Efendisi’nin dedikodusunu yapıyordu.
Bu kez biraz ürkerek girdi içeriye. Aslında birilerine durumu haber vermek istedi ancak kendisiyle alay edilmesinden korktu. Birkaç fotoğraf alıp bunu basına verebilirdi ama bu gerçek miydi ki? İçeriye girdiğinde bu kez Dede Korkut ona dönerek:
-Beyim hangi obadansın, Oğuz’un hangi boyundansın? Yüzyıllardır destan söylerim, efsane anlatırım seni buralarda hiç görmedim. Oğulcuğum kimlerdensin, dedi.
Bu esnada kapı gürültüyle açıldı ve Deli Dumrul nefes nefese içeri girdi, kendisini işaret ederek:
-Bre yiğit senin bana borcun var mıdır? Buraya gelirken hangi köprüden geçtin? Benim köprümden geçtinse 30 akçe borcun vardır, geçmedinse bir dayak ve 40 akçe borcun vardır, dedi.
Yaşadıkları artık ona normal gibi geliyordu. Düşündü. Bir köprüden geçmişti fakat bu Deli Dumrul’un değildi. Deli Dumrul’a yönelerek:
-Senin köprüden istesem de geçemem, benim atlar senin köprüyü yıkar Beyim, dedi. Deli Dumrul, dellendi. Üzerine doğru yürümeye başladı. O esnada Tepegöz araya girmeye hazırlanıyordu. Dede Korkut ise biraz endişeli gözlerle olanları seyrediyor bir yandan da:
-Gençler, size yakışıyor mu, diye müdahale etmeye çalışıyordu. O sırada zil sesini duydu. Zil sesi yaklaştıkça Deli Dumrul, Dede Korkut, Tepegöz dalgalanmaya başladılar. Birkaç sallantıdan sonra ortan kayboldular. Günlerden salıydı ama önceki salılara hiç benzemiyordu.

13 Şubat 2024 Salı

SÜT

 Ahmet Kerem Şahin, Elvin Erva Koçyiğit, Zeynep Elif Kargı

 
    Yine bir pazartesiydi. Beş gündür beklediği cumartesi ve Pazar göz açıp kapayıncaya kadar geride kalmıştı. Nasıl oluyordu, anlamıyordu. Sanki birileri cumartesi ve pazar günleri saati hızlandırıyordu. Altı senedir aynı şeyleri yaşıyordu. Kısacık bir yaz tatili, hiç yokmuş gibi ara tatiller… Millî ve dinî bayramlarda da tatil olduğunu söylüyorlardı ama o, hiç hatırlamıyordu bu günlerde tatil yaptığını. Hayat çok sıkıcıydı. Günün en güzel dakikaları yollarda, en güzel saatleri okulda geçiyordu. Aslında geçen çocukluğuydu.
    Yine bir pazartesiydi ve uykusunu alamadan yine okul yoluna düşmüştü. Kahvaltı yerine süt içmişti. Zaten süt ve peynir dışındaki yiyeceklere çok ilgisi yoktu. Yol sanki kısalmış gibiydi. Adımları adeta birbirine dolaşıyordu. Okula yaklaştığında bir sokak kedisinin kendisine kızgın kızgın baktığını gördü. Kedi aniden üzerine atıldı ve kolunda küçük bir tırmık izi bıraktı. Nereden çıkmıştı bu kedi şimdi sabahın bu saatinde? Tuhaf, dedi içinden. Çok tuhaf…
    Okul bahçesinden hızla içeri girdi, arkadaşları sıra olmuşlar, İstiklal Marşı söylenmek üzereydi. Öğretmenler de bayrak yanındaki yerlerini almışlar, kendi aralarında konuşuyorlardı. Tören alanındaki sırasına girer girmez arkadaşları gülüşmeye, kendisine sevgi gösterisinde bulunmaya başlamışlardı. Şaşkındı. İstiklal Marşı bitti ve öğrenciler sınıflarına geçmeye başladılar. Sıradan ayrılmadan arkadaşlarıyla beraber okul girişine gelmişti ki öğretmenlerden biri ensesinden tutarak kenara çekti. Bu davranış karşısında çok üzülmüştü. Kıyafetim mi uygun değil, saçlarım mı uzun, diye içinden geçirdi. Bir açıklama bekledi ancak müdür yardımcısı ona doğru yaklaşarak:
    -Sen de mi derse geldin ufaklık, dedi. Olanları anlamıyordu. Matematik öğretmeni tebessümle yaklaşarak:
    -Hangi sınıfta öğrenci bu, diye sordu.
    -6/C, dedi sessizce. Kimse duymadı bile.
    Bir başka öğretmen ise:
    -Belki de karnı açtır, bir şeyler verelim uzaklaşır, dedi. Bu kadarı artık fazlaydı. Sesini biraz da yükselterek:
    -Süt içtim gelirken, dedi. Ancak anlayan yok gibiydi. Bahçede artık öğrenci kalmamıştı. Öğretmenler de içeriye girdiler ve kapıyı kapadılar. Kapıya vurdu, pencerelerden seslendi. Kimse onu ciddiye almıyordu. Bir ara bunların hepsinin bir kabus olduğunu düşündü. Çünkü rüyalarda da böyle olurdu. Konuşursun sesin duyulmaz, düşersin bir yerin ağrımaz… Ama rüya değildi bu.
Yine bir pazartesiydi ama değişik bir pazartesiydi. 6 senedir yaşamadığı şeyler yaşıyordu bu pazartesi. Evet, hayatı sıkıcıydı ama bugün yaşadıkları çok anlamsız, hatta saçmaydı. Bütün bunlar kendisine yapılan kötü bir şakaydı belki de. Öğretmenler bile alet olmuştu bu şakaya. Madem beni okula almıyorsunuz, ben de bu günü değerlendireyim, dedi kendi kendine ve okul bahçesinden uzaklaşarak parka doğru ilerledi. Park tenhaydı. Yalnızca bebeğini gezdirmeye gelmiş bir anne vardı. Tam onların önünden geçerken bebek ağlamaya başladı. Bunun üzerine anne:
    -Korkma kızım, o küçücük sevimli bir canlı. Sana bir şey yapamaz. Üstelik açtır şimdi. Bunları duyunca döndü ve:
    -Sabah süt içtim, dedi. Kadın duymadı bile. Salıncaklar boştu. Bu fırsatı değerlendirmesi gerekiyordu ancak çok yüksek göründü gözüne salıncaklar. Bir türlü çıkamadı. Hemen yan taraftaki kaydırağa koştu. Merdivenleri zıplayarak çıktı ve kaydıraktan kendisini bıraktı ancak tam kaydırağın bittiği yerdeki su birikintisini hesap etmemişti. Bu birikintiyi fark edince yavaşlamaya çalıştı ancak olmadı, suya düştü. Her yanı ıslanmıştı. Kendisini ağırlaşmış gibi hissediyordu. Yüzü gözü ıslanmıştı. Bu esnada su birikintisinde bir kedi yansıması gördü. Kedi kendisine bakıyordu. Elini uzattı, kedi de kendisine elini uzattı. Yine olaylar karmaşık bir hâl almıştı. Kesin bir kabustu bu ama bitmek bilmiyordu. Suya elleriyle hızlıca vurdu. Su küçük dalgacıklarla sağa sola sıçradı. Durgunlaştı. Kedi halen kendisine bakıyordu.
    Yine bir pazartesiydi.


6 Şubat 2024 Salı

HAYALİN HAYATI

Elvin Erva Koçyiğit
 
Hayat kelimesi benim aklıma
Hep güzel şeyler getiriyor
Sevinç
Mutluluk
Umut…
 
Hayal hayatın dışında
Ama ben
Hayali de hayattan sayıyorum
Çünkü hayat dediğimiz şey de
Değil mi zaten kendisi hayalin