1. BÖLÜM
ZEHRA YILDIRIM
ZEYNEP KARAMAN
MERYEM KATIRCI
RUKİYE TOKGÖZ
HÜLYA DOĞANCIK
Yine olmuştu işte. Aniden oluyordu bu. Günün ortasında bir yerlerde, hiç ummadığı bir zamanda önce başı ağrıyor sonra pıt pıt pıt burnundan kan damlaları düşüyordu önüne. Ne yaparsa yapsın burnunun kanamasını durduramıyordu. Bir süre sonra kendiliğinden burun kanaması geçiyordu. Doktorlara gitmişti bu yüzden. Hastane hastane dolaşmıştı fakat muayene sonrası kesin teşhis konulamamıştı. Hayatının en güzel günleri hastane koridorlarında geçmişti. Artık teşhis konulacağından umudu kesmişti, kendisi de ailesi de.
Yine olmuştu işte. Artık alışmıştı bu duruma. Öğlen yemeği vaktiydi ve henüz birkaç lokma yiyebilmişti. Zaten yemek yemeyi de çok sevmezdi. İştahı kaçmıştı. Sessizce yanındaki peçeteye uzandı. Derin bir nefes aldı. Etraftaki insanlardan bazıları ona bakıyordu. Hatta biri gelerek:
-Yardıma ihtiyacın var mı, iyi misin, diye sordu.
Başıyla ve elleriyle iyi olduğunu ima etti ve suskunluğa büründü. Nasıl olsa biraz sonra duracaktı burnunun kanaması. Öyle de oldu. Kantinden kalkıp sınıfının bulunduğu kata doğru yöneldi. Öncesinde bir ayna bularak yüzünü, burnunu kontrol etti. Kan izi kalmadığını fark edince sınıfına geçmeye karar verdi.
Tam sınıfına yaklaşmıştı ki kapıda bir kalabalık gördü ve içerden gelen çığlıkları duydu. Adı Mebrure değildi ama şaşırmıştı. Şimdi bu manzara karşısında Mebrure de nerden çıkmıştı? Zihni karışıktı. Oysa her zaman yaşadığı gibi bir burun kanamasıydı yaşadığı sadece kan biraz daha sıcak ve fazlaydı.
Kalabalığın arasından ilerlemeye ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sınıf arkadaşlarından biri yerde yatıyordu. Önce bayılmıştır, diye düşündü fakat diğer arkadaşları nefes alıp vermediğini söylüyorlardı. Nihayet sağlık ekipleri geldi. Bir kenarda olup bitenleri seyrediyordu. Sağlık ekipleri yerde yatan arkadaşının kalbinin durduğunu söylediler ve müdahale için onu bir sedye ile alıp götürdüler.
O gün dersler iptal olmuştu.
İlk kez, burnunun kanamasından bir şeyler çıkarma çabasına girmişti o gün. Ertesi gün arkadaşının ölüm haberini alınca kendini çok kötü hissetti. Bu duyguya nereden saplanmıştı? Bir açıklaması yoktu bu düşüncelerin. Saçma geliyordu bu bağlantı ona. Arkadaşının ölümüne üzüleceği yerde zihninde kurduğu şeylerden utandı. Zaten kalp krizi demişlerdi arkadaşının ölümü için. Hem yıllardır burnu kanıyordu ve bu tarz bir düşünce aklının ucundan bile geçmemişti. Düşündü, düşündü… Tam kendisini bu düşüncelerden uzaklaştırmıştı ki üç sene önce kedisinin öldüğü gün de burnunun şiddetle kanadığını hatırladı.
Bu düşünce bağından kaçmak istedikçe aklına yeni yeni şeyler geliyordu. Dedesi rahmetli olduğu gün de burnu kanamıştı ama o zamanlar ailesi bunun stresten kaynaklandığını söylemişti. Öğrenciliğin çetin geçtiği yıllarda olmuştu bu olay. Sonra büyük depremi hatırladı. Depremin yaşandığı bölgeden çok uzaktalardı fakat gece uyandığında burnunun kanamasından yastığının kıpkırmızı olduğunu görmüştü.
Zihninden bunlar geçerken dudağının üstünde bir ılıklık hissetti ve yine başladı: pıt, pıt, pıt… Bu sefer farklı hissediyordu kendini. Etrafa baktı, yanından gelip geçen insanlara baktı. Bir felaket haberi bekledi. Çok kısa sürmüştü burnunun kanaması.
Beklediği kötü haberin gelmeyişi onu biraz rahatlatmıştı. Yüzünü, burnunu temizledi. Dışarıya çıkıp hava almak iyi gelir, diye düşündü ve apar topar bir yürüyüşe çıktı. Tam birkaç adım atmıştı ki önündeki kalabalığı gördü. Bir trafik kazası yaşanmıştı ve manzara çok kötüydü. Geri döndü. Yaşadıklarının bir kâbus olduğuna kendini inandırmaya çalıştı bir süre. Sonra yüzünü yıkamaya karar verdi. Olabildiğince soğuk suyla yüzünü yıkadı, yıkadı. Hırsını alamadı başını soğuk su musluğunun altında tuttu bir süre. Başının, beyninin soğuktan sızladığını hissedinceye kadar öylece kaldı.
Başını kaldırdığında aynada kendi yüzünü gördü. İlk kez gördüğü bir yüz gibiydi. Burnuna dokundu, yüzüne, kaşlarına dokundu. Bu düşünceden sıyrılmanın bir yolu olmalıydı çünkü mantıklı bir tarafı yoktu bu düşüncenin. Birinin burnunun kanaması ve yeryüzünde bir canlının o esnada ölmesi… Bu düşüncesini ailesine anlatsa ihtimal yine hastane süreci başlardı fakat bu kez psikiyatri. Kendine bir kurtuluş yolu arıyordu. Karıncalar, sinekler geldi aklına. Hatta böcekler… Madem böyle bir bağlantı var, burnumun kanının hiç durmaması gerek, diye içinden geçirdi. Her saniye bir yerlerde böcekler, sinekler, karıncalar ölüyordu. Vahşi doğada büyük hayvanlar küçükleri öldürüyordu, denizlerde büyük balıklar küçükleri yutuyordu. Hatta sokak hayvanları da ölüyordu etrafında. Neredeyse birkaç ayda bir mutlaka ezilmiş bir kedi, köpek cesedi görüyordu sağda solda.
Kendine bir çıkış yolu bulmuş olmanın verdiği rahatlıkla uzanmayı, dinlenmeyi düşündü. Burnunun kanadığı bir gerçekti. Henüz bunun nedeninin bulunmadığı da bir gerçekti. Geriye kalan her şey onun kurgusuydu.
Uzandı, rahatlamış hissediyordu kendini. Kaç vakittir beynini kemiren düşüncelerden uzaklaşmıştı. Huzurluydu. Hayat, bunları düşünecek kadar uzun değildi. Bir an önce okulunu bitirmeliydi, başka ülkeler görmeliydi. Belki de yurt dışında burun kanamasına teşhis koyabilecek doktorlar da vardı. Uyudu…
2. BÖLÜM
Ertesi sabah uyandığında yeniden doğmuş gibiydi. Beynini kemiren düşüncelerden uzaklaşmıştı. Burnunun kanamasına zaten alışkındı. Önünde uzayıp giden hayata dahil olmalıydı. Gelecek hayalleri kurmalıydı. Öğrenciliği gereği gibi yaşamalıydı. Yaşıtı olan gençler gibi düşünmeli, hayata onlar gibi bakmalıydı. Müzik dinlemeli, film izlemeli, pikniklere katılmalıydı. Doğum günü yakındı. Güzel bir doğum günü partisi vermeliydi. Hazırlıklara başlaması gerektiğini düşündü ve başladı. Bir hafta sonrası için bütün arkadaşlarını doğum gününe davet etti. Pastalar, balonlar aldı. Normalde doğum günlerini kutlamayı sevmezdi. Davetlere de gitmezdi. Bu doğum günü aynı zamanda sembolik bir değer taşıyordu. Onun yeniden doğduğu gün olmalıydı. Hayata yeni bir gözle bakmaya başladığı günlerin içinden geçiyordu. Normalde arkadaşları ona hediye almalıydı fakat o, şimdiye kadar hediye almadığı, doğum gününe gitmediği arkadaşları için de özenle hediyeler aldı. Bu günü ölümsüzleştirmek için yeni bir fotoğraf makinesi bile aldı. Odasının her yanını süsledi.
Nihayet doğum günü gelmişti ve doğum gününe kadar da burnu hiç kanamamıştı. Belki bu sorunu da aşıyordu. Yeni biri olmuştu. Mutluydu, hayatı seviyordu. Hayata derin anlamlar yüklemiyordu artık. Soruları, sorguları, şüpheleri, vesveseleri geride kalmıştı. Evet, yaşadığı her şey vesveseydi. Keşke söylenişi kadar güzel bir kelime olsaydı bu. Vesvese, vesvese… Birkaç kez tekrar etti bu kelimeyi ve saate baktı, aynı anda kapı çaldı. Kutlama saati gelmişti. Arkadaşları birer ikişer gelmeye başlamıştı. Sonunda doğum günü pastası masaya konulmuştu. Mumlar yakıldı. Müzik aleti çalmayı bilen arkadaşları yanında çalgılarını da getirmişlerdi. Mumlara üflemek için yaklaştı, bir değil birkaç dilek tutmuştu içinden. Daha önce kutlamadığı doğum günlerinin dileklerini de dilemenin zamanıydı. Buna hakkının olduğunu düşünüyordu. Arkadaşları bir yandan şarkılar çalmaya, söylemeye başlamışlardı. Gözlerini kapatıp mumlara üfleyeceği anda yanaklarında ılık bir ıslaklık hissetti. Gözlerini kapattığında bu ıslaklık daha da artmıştı. Kalp atışı hızlanmış, elleri titremeye başlamıştı. Gözlerini açmak istiyor fakat açamıyordu. Mumlara arkadaşlarının alkışları arasında üfledi. Gözlerini açtı, annesini yanı başında gördü. İstemsizce yanaklarına götürdü parmaklarını. Elinin tersiyle de gözlerinin altını sildi. Ellerinin üzerindeki kırmızılığı gördüğünde annesine endişeyle baktı. Herkes sessizdi. Herkesin yüzünden düşen bin parçaydı. Burnu kanamamış ama bu kez de gözlerinden kanlı damlalar gelmeye başlamıştı. Hâlen annesine bakıyordu. Kendisinden bir cevap beklendiğini gören annesi:
-Hiç zamanı değil biliyorum ama bir an önce kutlamayı bitirelim. Üzücü bir haberim var, dedi.
Zihninde yeni bir senaryo, vesvesenin gücüne yaslanmış dolaşıyordu. Vesvese, sanki beyninde halay çekmeye başlamıştı. Annesine döndü:
-Söyle anne. Söyle… Dinliyorum.
Annesi elini uzattı ve ellerinden tuttu, gözlerinin içine bakarak fısıldadı:
-Benzine müthiş bir zam gelmiş hem de yirmi beş kuruş.