ZEYNEP AYTEN
Yaralıydı. Hem de ağır yaralı. Kimse farkında değildi yaralarının verdiği acının. Kimse farkında değildi kaybettiği kanın. Durmadan ona geliyorlardı tedavi olmak için. Hastalar, hastalar, hastalar… Aslında gelenlerin çoğu hasta değildi, sadece ona ihtiyaçları vardı. Onunla konuştuktan sonra yüzlerinde bir tebessüm oluşuyordu gelenlerin. Gelirken beton gibi bir yüzle gelen insanlar, onun yanından ayrılırken çiçek bahçesini andıran bir yüzle dönüyorlardı.
Günler böyle geçiyordu. Kimse ona derdini sormuyordu. Kimse ona, yaralı mısın, demiyordu. Ona gelen her kişi bir yara bırakarak oraya geri dönüyordu. Bu kadar yaranın bir yararı yoktu ona. Bu kadar yarayı artık taşıyamayacağını da düşünüyordu. Neyse ki bazı yaralar kendiliğinden iyileşiyordu birkaç gün içerisinde. Bazıları ise anında iyileşiyordu.
Kimse onun da hislerinin olabileceğini düşünmüyordu. Yara bere doluydu her yanı. Acı çeke çeke kurumaya yüz tutmuştu her yanı. Yıllardır bir yudum su getiren olmamıştı. Cansız bir iskelet gibi kalan gövdesine yıllardır bir kuş konmamıştı. Vücuduna kazınan anlamsız şekillerden, harflerden ve dallarına bağlanan renkli bez parçalarından acı damlıyordu. Hemen önüne yakılıp giden mumlar da canını yakıyordu. Böyle bir hayat düşünmemişti. Diğer arkadaşlarının fısıltılarını duyuyordu rüzgârdan, fırtınadan. Neşeli fısıltılardı bunlar.
Yaralıydı ve gitme zamanının çoktan geldiğini biliyordu. Bir sabah onu alacaklar ve götüreceklerdi bilmediği bir yere.
Daha önce hiç duymadığı bir acıyla selamladı son günü. Toprağın altında gömülü ayakları bile sızlıyordu. Rengârenk dalları titriyordu. Duyabileceği en büyük acıyı, sızıyı duymuştu artık ve bitmişti hepsi. Hepsi geride kalmıştı. Çok sürmedi, kendini yerde buldu. Toprağa hiç bu kadar yakın olduğunu hatırlamıyordu. Ayrılırken köklerine baktı, baktı… Bütün yaralarını orada bırakmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder