2 Kasım 2024 Cumartesi

SUDAN BİR KONU

 Kaan Erdoğan

su öyle bir şeydir ki saftır ve belki de bu yönüyle hayatın kendisidir. Bir bardak suya şeker kattığınızda şekerli su oluşur. O bardağa tuz kattığınızda tuzlu su olur. Önemli olan içine kattığınız şeydir. Tıpkı insan gibi yani. 
Su, berekettir. Belki de saf olduğu için bereketin temsilcisidir. Dünyadaki her şey hatta dünyanın kendisi bile suya muhtaçtır. İnsanlar milyonlarca kilometre uzaklarda hayat belirtisi bulabilmek için gezegenleri araştırıyor ve aradıkları tek şey aslında su. 
Su akar, yolunu bulur diye bir söz var. Belki de onun saflığını da karşılıyor bu söz. Saf su, erinde geçinde kendi saflığına ulaşıyor ve bir yol buluyor. 
Su, sadece içilen bir şey değildir. Temizlik, su varsa mümkündür. Huzur bile su varken mümkündür çünkü insanlar genellikle dinlenmek istediklerinde ya deniz kenarına gider ya da ırmak kenarına. Hatta yağmurun yağmasını bile insanlar bu yüzden sever. Yağmur, saf sudur. 
Suyun hep aktığına dair bir kabulleniş var ama su her zaman akmayabilir. Önüne bir baraj kurulmuş olabilir ya da dört tarafı kara parçası ile çevrili bir gölet akamaz. Su, her yerdedir. Bizim vücudumuzda bile. Evlerimizde sular kesildiğinde tedirgin oluruz. Barajlarda sular azaldığında canımız sıkılır. Dünya yüzeyinin dörtte üçü sudur. 
Su, sudan bir konu değildir. Hayati bir konudur. 

PANDALAR ARASINDA

Zeynep Yurttaş
 
Panda, yalnızca doğada yaşayan bir canlı türü değildir. Pandalar, yalnızca belgesellerde görebileceğimiz yaratıklar değildir. Farkına varmasak da pandalar bazen iyilik ve kötülüğü temsil ederler. 
Bambu yemekten hiç bıkmaz pandalar. Pandalar için hayat belki de sadece bambu demektir. Pandalar ömürlerinin çoğunu uyuyarak geçirirler. Bence biraz tembelliğin de sembolü olmaya müsaittir pandalar. Her ne kadar kaplumbağa ya da başka hayvanlara tembel, sıfatı yüklense de asıl tembel canlılar pandalardır. Bana öyle geliyor ki bambudan aldıkları lezzet olmasa tüm ömürlerini uyuyarak geçirecek kadar tembeller. Bu tembellik onların sevimliliğine gölge düşürmüyor. Bana göre pandalar çok tatlı ve can dostudurlar. Bu düşünce çoğu insanda da mevcut. Pandaları tehlikeli ve zararlı gören insan neredeyse yok gibi. 
En sevdiğim hayvan, pandadır. Onlar aklıma gelince üzgünsem bile mutlu olurum bir anlık. Hatta panda resimleri bulundururum çoğu yerde. Çünkü bir pandaya bakmak, mutluluğun resmine bakmak gibidir çoğu zaman. Her ne kadar onlar bana mutluluğu çağrıştırsa da bazen nesillerinin tükendiğini düşünüp onlar adına üzülüyorum. Mutlu olduğum zamanlarda bile bu gerçek aklıma gelince üzülüyorum. Sonra başka bir panda resmine bakıyorum. 
Sizler belki de pandaların çok uzaklarda yaşadığını zannediyorsunuz ve gerçek bir panda görmediğinizi düşünüyorsunuz. Bence şekli onlara benzemese de panda ruhlu insanlar aramızda. Dilerseniz etrafınıza şöyle bir bakın. 

YAZAMAMAK NASIL YAZILIR?

  TUNAHAN CEYLAN

Yazamamak bir borunun tıkanmasına benzer. Aslında gerisinde su vardır fakat önündeki engeli aşıp da o su, akması gereken yere akamaz. Yazamamak birdenbire önümüze çıkan bir engeldir. Yazamamak, bir yerden sonra aklının bağlanmasıdır. Düşünceler, fikir yürütmeler o bağı çözemez. 
Yazamamak, bozuk bir kurmalı oyuncak gibidir. Kursanız dahi çalışmaz. Boşu boşuna çevirirsiniz kurma kolunu. Yazamamak, yazabilmenin zıddıdır, farklılığıdır. Her an, herkes, her şeyi yazabilseydi yazmanın bir kıymeti kalmazdı. Demek ki yazamamak da önemli yazmak kadar. Tıpkı susuzluğun da su kadar önemli olması gibi. 
Yazamamak çok değerli bir cevheri işleyememektir bazen. Elinizde kesme aletleri vardır, elmas vardır fakat o cevhere işlem yapamazsınız. 
Fikirleri doğru kullanamamak da yazamamanın bir çeşididir fakat bazıları yazabilir. İşte fark yaratan onlardır. Mücevheri işleyenler yalnızca yazabilenlerdir. 

SIRTIMDAKİ DÜNYA

 Mehmet Zahid Ökten

Herkesin bir çantası var günümüzde. İnsanlar, çantalarla geziyor yanında. Benim de bir çantam var. Çantam, sanki evdeki çekmecem. O yanımda iken çekmecemi yanımda taşıyor gibiyim. 
Çanta aslında bir dünyadır. İçinde dünyalar saklıdır ya da dünyamızın bir parçasıdır çanta. Bir insanın çantasında olan şeylere bakarak onun dünyası hakkında yorum yapabilirsiniz. 
Çanta, insanın mesleğini ele veren bir semboldür aslında. Kimi gofret kutusu kadar küçüktür çantaların kimi ise bir fil kadar büyük. 
Ağzı açıksa bir çantanın sahibi tedirgin olur. Çünkü çantanın ağzı kapalı tutulmalıdır. Orası gizli bir dünya gibidir. Kimsenin çantamızı kurcalamasını sevmeyiz bu yüzden. 
Ben çantamı sıraya asarım, askıya asarım; çantam da diğer zamanlarda bana asılır. 
Bazen çantama yiyecek koyarım, çantam kokudan bayılır. Ağzını açar açmaz derin bir nefes alır. 
Ben çantama koyduğum yiyecekleri ezmemeye çalışırım, çantam da bana asılırken beni ezmemeye çalışır. 
Hepsi hepsi bir çanta, diye düşünmeyin. Çanta kocaman bir dünya, kimimizin elinde kimimizin sırtında. 

DEĞİŞMEYEN KADER

Miraç Kağan Güler

Yazılılar öğrencilerin başarılı olanları ile başarısız olanlarını ayırt etmek için yapılır. Kimi zaman zor olsa da yazılılar bazen kolayları da vardır. Aslında bize zor gelen bir yazılı, başkasına kolay gelebilir ya da bize kolay gelen bir yazılıda başkaları zorlanabilir. 
Yazılıları geçmenin yolu çalışmaktan geçer fakat bazıları çalışmak yerine kopya çekmeyi benimser. Yazılılar bazen tüm ülke çapında bazen ise sadece bizim bulunduğumuz okulda yapılır. Ülke çapındaki yazılılar “ortak sınav” adıyla bilinir. 
Yazılı sınav yapmanın farklı türleri vardır. Örneğin açık uçlu sorularla da yazılı yapılabilir, çoktan seçmeli sorularla da yazılı sınav yapılabilir. Öğrencilerin en sevdiği yazılı türü çoktan seçmeli yani “şıklı” olanıdır. 
Bir de yazılılardan ayrıca yapılan sınavlar vardır. Bunlara “deneme” denilir. Denemeler, şıklı sorulardan oluşur ve her derse ait sorular yer alır bu sınavda. Denemeler, bizim ortaokul son sınıfta gireceğimiz liseye geçiş sınavı için önemlidir. 
Çoğu öğrenci gibi ben de yazılıları pek sevmiyorum. Hatta başarılı olduğum, en yüksek notu aldığım yazılılar bile bir tedirginlik oluşturuyor bende. Yalnızca yazılılar değil, denemeler de ürkütücü. İnsanın tüm çabasının yalnızca bazı sorularla ölçülmesi ve sonuca göre öğrenciye bir değer verilmesi garip geliyor bana. 
Keşke yazılılar, testler hiç olmasa diye aklımdan geçiyor bazen fakat bu kez de çalışan öğrenci ile çalışmayanı ayırt etmek güç. Galiba yüzyıllardır öğrencilerin kaderi böyle. Yazılı ol, not al, sınıf geç, yeniden sınavlara gir. 

BÜYÜLÜ DÜNYA

 İsmet Çınar Altuntaş

Beden eğitimi dersi belki de çoğu futbolsever çocuğun en sevdiği derstir. Beden eğitimi dersi geldiğinde formalar giyilir, Fenerbahçe’sinden Galatasaray’ına, Real Madrid’inden Barcelona’sına… Ortalık bayram yeri gibi renklerle süslenir. Hele o teneffüs sahada futbol oynarken zil çaldığında nöbetçi öğretmen: “Hadi çocuklar, sınıfınıza” dediğinde “Öğretmenim, dersimiz beden eğitimi.” cümlesini kurmanın mutluluğu bir başkadır.  
Ders başladığında genelde öğretmen serbest bırakır ve bütün erkekler sahaya geçer. Takımlar “aldım-verdim” yöntemi ile kurulur. Bu yöntemi uygularken illaki iyi oynayan birilerini transfer etmek için sorun yaşanır çünkü her sınıfta çok iyi futbol oynayan bir öğrenci mutlaka vardır ve o öğrenci maçın kaderini belirler. Herkes iyi oyuncuların bulunduğu takımda olmak ister. 
Bu esnada bazıları ise köşede sessizce bekler. Takım kuran arkadaşın seni seçecek mi yoksa bir köşede bırakacak mı? Bu anın heyecanı sınavlarda bile yaşanmaz. Takımlar kurulduğunda ve maç başladığında mutlaka bir gol, diğerlerinden daha güzeldir, daha havalıdır. Herkes bu golün sahibi olmak için onlarca kez şut çeker ve yüzlerce adım atar çünkü maç bittiğinde kalan tek şey atılan o güzel goldür. Maç bitse de konuşulmaya devam eder bu gol. 
İstemesek de maçın sonunda beden eğitimi dersi bitmiş olur. Bu gerçekle yüzleşmek maçı kaybetmek kadar üzücüdür. Zil çalar ve orada kurulan büyülü dünyadan çıkarır bizleri. Yeniden sınıflara döneriz ve derslere devam ederiz. Bazen yapılan maçlara dair yorumlar teneffüslerde devam eder. Beden eğitimi dersi belki de çoğu futbolsever çocuğun en sevdiği derstir.

BİZ KİMİZ


Eymen Çam

On altı yıl uzunluğunda, 5632 hafta genişliğinde, “günaydın” ile yatıp “iyi dersler” ile kalkan, tost ile beslenen, çanta ile süslenen, ceket ile kravat arasına sıkıştırılmış “bir gün okul bitecek” diye kandırılmış, yedi ders altı teneffüs gücünde öğretmenin fırçası, sınavların stres saldırısı altında yaşayan okulun en çaresiz insanıdır öğrenci. 
Büyüklere sorsanız, hayatın yükü sırtlarına binmemiş, ekmek elden su gölden yaşayan, her ihtiyacı kendiliğinden hazırlanan, başarısızlık gibi bir lüksü olmayan, sırtı kalın, karnı tok olduktan sonra başka bir şeyi düşünmemesi gereken bir canlıdır öğrenci. 
Şimdilik öğrenciyim ve ilk öğrenci tanımı bana daha yakın. Kim bilir, bir gün büyüdüğümde belki ben de aşağıdaki ruhsuz tanımı kabullenirim. 

DENGE

 Yusuf Kerem Acar

Okul, hem iyi hem kötü bir zindan gibidir. Okul, fen öğretmenleri ile gıcık, sosyal öğretmenleri ile eğlenceli, Türkçe öğretmenleri ile şakalaşılan bir yerdir. Okul, müebbet hapis hayatı gibidir ama bu hapis hem iyidir hem de kötü. Okul, en başta haz veren tostlarla başlar. Sonradan tostun sertliğini fark eden öğrenciler okul dışında bir yerlerde başka tostlar aramaya başlarlar. Okullar bize sağlıksız gıdalar sunan kantinlerle doludur. Nöbetçi öğretmen stresi, beden eğitimi dersinde maç yapmanın keyfi ile eşitlenir. 
Okul, İngilizce öğretmenleri ile merhamet sahibi insanların bulunduğu cennet, çok fazla ödev verip hepsini birkaç günde bitirmemizi isteyen matematik öğretmenleri ile bir zindan gibidir. Okul müdürünün üzerimizdeki etkisi, yardımcılarının bize verdiği tedirginlik de ayrı bir konu. 
Okul, bir dengedir. Bir yanda idareciler ve öğretmenler, bir yanda farklı farklı dersler… Kimi sıkıcı kimi eğlenceli geçen vakitler. Hepsini topladığımızda stres ve neşe, huzur ve huzursuzluk, mutluluk ve mutsuzluk birbirini dengeler. 

UZAKLARA YELKEN AÇMAK

Gamze Sena Kuyucu

Herkes kitabın tanımını bilir. Okuma kitapları, boyama kitapları, ders kitapları… sürüyle kitap çeşidi vardır ama kitap benim için tüm düşünceleri unutup farklı dünyalara yelken açmaktır. Tüm kitapların tanımı benim için yolculukla eş değerdedir. Öğrenmek için vardır kitap, bilgili olmak, hayal dünyamızı geliştirmek için vardır. Bazıları sevmez kitabı. Onları hiç anlamıyorum. Kitap sevgisi nedir, bilmiyorlar. Oysa kitap sevgisi o kadar farklı ki… Bir ilaç gibi kitaplar. Kitap okuyunca düzelir moralim. Bilgisiz ve kitap okumayı sevmeyen insanlar, kitapları da sevmez. Onlar, kitabın değerini bilmezler. 
Büyülü bir kapıdır kitap. Başka dünyalara gitmek, bir kitabın kapağını aralamakla başlar. Ne kadar kitabın varsa o kadar bilgilisindir, tabii kitap okuyorsan. Diyorlar ya bazıları “kitabı ne yapacaksın” diye. “Okuyacağım” diyorum. “Sizin yapmadığınız işi yapacağım, bol bol kitap okuyup kendimi geliştireceğim, sizin gibi ön yargılı olmayacağım. Özellikle kitaplara karşı. “

SUSKUNLARIN DİLİ



Aden Mira Kartal

Susmak, bir konuda fikir sahibi olmak ama onu içine atmaktır. Niçin içine atar insan? Anlaşılmamak endişesiyle, korkuyla ya da çekingenlikten. Kimi zaman kaybettirse de suskunluk çoğu zaman kazandırır çünkü “Söz gümüşse sükut altındır.” Şeklinde bir söz var. Sükut, yani suskunluk altın değerindedir çoğu zaman. 
Susmak, bir dağın zirvesidir. Kimselerin ulaşamadığı bir dağın zirvesi. O dağda yalnızca siz varsınızdır. Kalabalıklar o dağa ulaşamaz. Zirvede suskunluğun zevkini çıkarırsınız kimselerin haberi olmadan. 
Susmak, içindeki güçtür insanın. Konuşan kaybeder, kendi ele verir, sınırlarını gösterir karşısındakine. Oysa suskunların gücünü kimse tahmin edemez. 
Aynı zamanda susmak, seni kötülüklerden koruyan bir kalkandır. Susan kişiyseniz size kötülüğün okları, mermileri isabet etmez. 
Konuşmanın bittiği yerde başlar bilgelik. Bilgeler geveze değildir. Geveze olan bilgisiz olandır. 
Başarıya ulaşanların çoğu suskun insanlardır. Hem konuşup hem iş yapan insan yeryüzünde yok denecek kadar azdır. Tarihte bile bu gerçek, bu şekildedir. Kahramanlar hep suskundur. 
Kendine güvenmek ve bunu belli etmemektir susmak. Susan insanlar cesaretsizliğinden değil yapılacak işleri hafife aldığından konuşmazlar. 
Susmak, kimileri için sesin çıkmamasıdır ama sadece dışarıya çıkmaz ses. Susan kişinin içinden neler konuştuğunu kimse anlayamaz. O bambaşka bir dildir ve harflerle yazılamaz, kelimelerle anlatılamaz.