23 Kasım 2024 Cumartesi

DEĞİŞKENLER VE ETKENLER


Ezgi Budak



“Her şeyin bir nedeni var mıdır?” sorusu beni sorgulamaya itti. Gerçekten her şeyin bir nedeni var mıydı yoksa bazı şeyler nedensiz miydi?
Bu dünyada nedenleri arayan fakat en nedensiz şey insandır. Bu kısır döngü başımızı öylesine ağrıtıyor ki içinden çıkmak için kendi kendimize yalvarıyoruz. İnsan, neden var? 
İnsan ne ki? Bir canlı mı yoksa erdem mi? İnsanlık yalnızca insan diye adlandırdığımız canlıya ait bir olgu olabilir. Olabilir ancak her insan buna sahip olmayabilir. Tıpkı saygı gibi, tıpkı merhamet gibi, tıpkı vicdan gibi. O olgu neyi barındırıyor peki, insan deyince aklımıza ne geliyor? Zeka mı, sosyallik mi dayanışma mı; bencillik mi adaletsizlik mi, maymun iştahlılık mı? Belki de insan kelimesi abartıldığı kadar üstün değildir. Bu kelimeyi abartan yine insandı, ben demeye meyilli olan insan. Bu erdemin varoluşa ne katkısı var? Bir katkısı var mı? İnsan, bencilliği yaymak için var olamaz mı? Bencillik sayesinde fedakarlığı ortaya çıkarmak için. 
Varoluşumuzun sebebi iyi olmak mı, iyiyi var etmek mi? İyi ve kötü diye bir çelişki de olmayabilir, tüm bu ayrım bakış açılarından da ibaret olabilir. 
Doğru bakış açısı hangisi? İnsanın kendine göre uyarladığı mı yoksa topluma göre mi? İnsan yanlışsa bakış açısı da yanlış olur, toplum yanlışsa yine yanlış olur. Ne de olsa toplum yine insanlardan oluşur. 
Yanlış ve doğru arasında ince bir çizgi mi var? Biz yanlış perspektiften bakıyorsak ve aslında aralarında dağlar kadar fark varsa.
 insan vahşidir. Her şeye karşı savaş açar. Varoluşa, dünyaya, kendine, doğuma ve ölüme. Ölüme karşı açılmış ölümsüzlük savaşı öylesine anlamsızdır ki üç yüz bin yıldır kazanılamamıştır, beraberinde yalnız ölümü getirmiştir. 
İnsan neden kendine savaş açar? İnsan olduğu için. 
Belki de insan zıtlıklar dengesini sağlamak için vardır, belki de sorgulamak için. Var olduğumuz için mi sorguluyoruz yoksa var olmak için mi?
Aradığımız zaman her şeye bir neden bulabiliriz. Sadece bulduğumuz nedenler farklı olur. Bazılarımız yok olmak için var olduğumuzu söyle, bazıları iyi olarak kötülüğü ortaya çıkarmak için, bazılarımız ise kötü olarak iyiliği ortaya çıkarmak için var olduğumuzu savunur. 
Kimileri bunu dine bağlar, kimileri farklı olmak için olduğumuzu, kimileri ise bir amaç bulmak için var olduğumuzu düşünür. 
Bir cevap bulmakta zorlanıyoruz çünkü tam cevabı bulduğumuzda sorular değişiyor. Zorlanıyoruz çünkü bu soru çok fazla değişken ve etken içeriyor. 
Kim bilir belki de amacımız budur, herkes kendi cevabını bulsun diye varızdır?

İKİ ŞEHİR


Amirhossein Hamedıshahraki


Doğduğun yer mi vatanın
Doyduğun yer mi derler
Eğer doyduğu yer vatanı ise insanın
Sivas benim memleketim
İçinde yaşayanlardan, doğanlardan daha çok
Benim Sivas sevgim

Günün birinde gidersem bu şehirden
Biliyorum 
Çok üzüleceğim
Tıpkı İsfahan’ı özlediğim gibi
Sivas’ı da özleyeceğim

KORKU

Atakan Kıvanç Ağca

Ne hayaletlerden
Ne hastalıklardan korkuyorum
Korktuğum kadar bir köpekten

Hele bir de sessiz sessiz peşimden gelmişse
Döner dönmez ardımda onu gördüğümde
Hele bir de dişleri sivriyse
Donup kalıyorum olduğum yerde

Köpekler dost, diyorlar tamam
Köpekler insanları korurmuş 
Buna da tamam
Ama yabancı bir köpeği gördüğümde yaşadıklarımı
Size anlatamam

Bence nasıl çiçekler saksıda
Kırlarda, dağlarda güzelse
Köpekler de köylerde yaşasın
Bahçeli evlerde dolaşsın

Burada sana seslenmek istiyorum amca
Zalım senin dostun olsa da
Bana gösterme onu
Getirme yanıma

BAŞKA BİR SEVGİ

 

Agâh Taha Temizkan

Bazıları korksa da onlardan
Ben korkmak bir yana
Basasım geliyor onları bağrıma

Onlar
Yani köpekler
İrili ufaklı, rengârenk
Dişleri büyükmüş, küçükmüş fark etmez
Tüyleri kirliymiş, temizmiş fark etmez
Dokunmak bir köpeğe
Dokunmak gibi gerçek sevgiye
Ellerinle

Umurumda değil suların kesilmesi
Elektriklerin gitmesi
Bu şehri yaşanmaya değer kılan tek şey
Köpeklerin sesi

ARKADAŞIM

 



Ela Eyşan Polat

Okulda en sevdiğin arkadaşın kim
Diye sorulduğunda bana
Onu söylüyorum
Zil çalar çalmaz
Koşup bahçede onu buluyorum

Bazen bir şeyler getiriyorum ona
Aç kalmasın diye
Neyse ki o da beni seviyor
Benim onu sevdiğim kadar

Sevecen bakışlarıyla 
Sarı, beyaz tüyleriyle
İçimi ısıtıyor varlığı bile
Ah güzel kedicik
Sen bekle beni her sabah
Her teneffüs 
Okul kapısının önünde

KÜÇÜK BİR KARIŞIKLIK

FATMA BEREN KARATEPE
AGAH TAHA TEMİZKAN
ELA EYŞAN POLAT
AMIRHOSSEIN HAMEDISHAHRAKI
ELVİN RANA PELİT
ATAKAN KIVANÇ AĞCA
GAMZE SENA KUYUCU
ZÜMRA ŞAHİN


Hayri, Eren, Dudu, Merve ilkokuldan beri aynı sınıfa devam eden dört arkadaştı. Başka arkadaşları da olmuştu fakat onlar ilerleyen sınıflarda yolları ayırmışlardı. Bazıları başka okullara bazıları başka illere gitmişlerdi. Evet, başka illere gitmişlerdi çünkü yaşadıkları şehirde büyük bir doğal afet yaşanmış, evlerin yarıdan fazlası kullanılmaz hale gelmişti. Aslında yaşadıkları şehrin nüfusu da azalmıştı epey. Şehir, savaştan çıkmış bir kasabayı andırmıştı aylarca. Şimdilerde ise her şey geride kalmıştı. Değişmeyen tek şey Hayri, Eren, Dudu ve Merve’nin dostluğuydu. 
Bir sene sonra üniversite sınavına gireceklerdi ve 11. sınıftaydı bu dört arkadaş. Yıllar süren bu birlikteliği üniversite hayatı ile devam ettirmek istiyorlardı. Aynı şehirde, aynı üniversitede ve aynı bölümde okumak gibi bir hayalleri vardı. Artık aileleri de bu dört kişilik arkadaş grubuna alışmışlar ve çocuklarının arkadaşları ile birlikte iken güvende olduklarına inanır olmuşlardı. Bu dört kişinin aslında kişilik olarak birbirine benzeyen bir yönü yoktu. Her birinin kişisel özellikleri ve ilgi alanları farklıydı. 
Hayri; arabesk dinler, kitap okumayı çok sevmez, garip diziler izlerdi. Dersleri çok iyi değildi ve okula yalnızca arkadaşları için geliyordu. Arkadaşları olmasa okulu çoktan bırakmıştı. 
Eren ise hayli düzenli bir çocuktu. Genellikle rap dinlerdi. Yabancı dili çok iyiydi. Derslere ilgisi vardı fakat matematikten fazlaca anlamıyordu. Yine de okulu seviyor ve eğitim hayatına devam etmek istiyordu.
Dudu, içlerinde okumayı ve konuşmayı seven tek öğrenciydi. İşi gücü kitap okumak, ilginç kelimeler bulmak ve bunları arkadaşlarına anlatmaktı. Derslerinde hayli başarılıydı. Öğretmenleri ondan ümitliydi. 
Merve, içlerinde en sessiz olanıydı. Çoğu zaman sorulmadan konuşmazdı çünkü bütün enerjisini evinde ailesi ile harcıyordu. Evde ne kadar hareketli ise dışarda o kadar sessizdi. Hatta Merve birkaç kez okula devamsızlık yapmış fakat devamsızlığı kayıtlara geçmemişti. Öğretmenleri bile fark etmemişti Merve’nin okula gelmediğini. Öğretmenler, veli toplantılarında en çok Merve’yi hatırlamakta zorlanıyordu. Ailesi bu duruma alışmış olmalıydı ki veli toplantılarına Merve’nin fotoğrafını götürüyorlardı. Merve, müzik dinlemezdi. Kitap da okumazdı. Dersleri umursamazdı ama nasıl oluyorsa sınavlardan hep yüksek notlar alıyordu. Merve ayrıca oyun bağımlısıydı. Arkadaşları ile birlikte iken pek oyunlara dalmasa da evde boş kaldığı zamanların tümünü oynayarak geçiriyordu. 
Bunca farklılığa rağmen nasıl bir arada kalmışlardı senelerce, hiçbiri bilmiyordu. Hatta bunu düşünmemişlerdi bile. 
On birinci sınıf, biraz farklı olacak gibiydi. Öğretmenler değişmiş, dersler biraz ağırlaşmıştı. Dudu’nun durumu iyiydi fakat arkadaşları adına her geçen gün umutsuzluğa kapılıyordu. Bir gün öğlen yemeği vakti Dudu arkadaşlarına:
-Arkadaşlar, şayet bundan sonraki hayatımızda da birlikte olacaksak biraz derslere asılmanız gerekiyor. Aksi durumda 12. sınıftan sonra yolları ayıracak gibiyiz, dedi.
Dudu’nun söylediklerinden en çok Hayri alındı. Hayri:
-Şimdiye kadar nasıl geldikse bundan sonra da devam ederiz. Aynı bölüm olmasa bile aynı şehirde, aynı okulda devam edebiliriz bence, dedi. 
Kısa bir sessizlikten sonra Eren:
-Bence Dudu haklı. Kendimize bir program yapalım ve haftanın dört günü birlikte çalışalım. Her gün bir arkadaşımızın evinde olalım, dedi. 
Bu fikir hepsi tarafından onaylandı. İlk olarak Merve’nin evinde buluşacaklardı ve yoğun bir tempo ile ders çalışacaklardı. Dudu, bir kaynak listesi oluşturdu ve tüm arkadaşlarının bu kitapları temin ederek ertesi gün Mervelerde olmaları gerektiğini söyledi. İster istemez hepsi bu fikri benimsedi. 
Ertesi gün okul çıkışı hep birlikte Merve’nin evinde toplandılar. Merve’nin annesi güzel yemekler hazırlamıştı. Yemeğin hemen ardından ders çalışmak için evin salonuna geçtiler. Merve’nin annesi, durumdan hayli memnundu. Sürekli çay, pasta servisi yapıyor, bir ihtiyaçları olup olmadığını soruyordu. Hayri bile ortamdan etkilenmişti. Anlamadığı konuları sürekli soruyor, bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Tek mutsuz vardı: Merve. 
Bir saatlik ders sürecinden sonra küçük bir mola vermişlerdi ki Merve’nin yanlarında olmadığını fark ettiler. Bir süre beklediler fakat Merve dönmüyordu. Bunun üzerine Merve’nin annesine sordular Merve’yi. Annesi üç arkadaşını da yanına alarak Merve’nin odasının önüne geldi:
-Buyurun çocuklar, Merve ihtimal içerde şu an. 
Kapıyı açan arkadaşları Merve’yi bilgisayar başında buldu. Merve, arkadaşlarının odaya girdiğinin farkında bile değildi. Dünyadan uzaklaşmış bir vaziyette habire bir şeyler yapıyordu. Kocaman bir kulaklık takmıştı başına. Masayı yumrukluyor bazen tekme atıyor bazen de bağırıyordu. Yine kızdığı bir an sandalyeden kalkar kalkmaz arkadaşları ile göz göze geldi. Herkes suskundu. Merve, usulca sandalyesine oturdu. Kulaklığı çıkardı:
-İşte ben buyum, benim hayatım bu. Benim yapmaktan zevk aldığım tek şey bu. Evdeki hayatım bundan ibaret anlıyor musunuz, dedi ve ağlamaya başladı. 
Üç arkadaş sessizce bekliyordu. Annesi, öfkeli bir biçimde odayı terk etti. Dudu, Eren ve Hayri odada boş buldukları yerlere oturdular ve yerdeki halının desenlerini izlemeye başladılar. 
Sessizliği Dudu bozdu:
-Biz, senelerdir birlikteyiz ve ortak hedeflerimiz var. Yalnızca senin değil bu hatalı durum, biz de suçluyuz galiba. Neden şimdiye kadar farkına varmadık ki bu yaşantının?
Eren:
-Benim de durumum çok iyi değil ama bir yola girdik ve verdiğimiz sözleri yerine getirmemiz lazım.
Hayri bu esnada bilgisayara doğru yaklaştı ve fişini çekti. Daha sonra kabloları sökmeye başladı. 
-Bu günden sonra artık bu cihazla arkadaşlığın bitti. Ya bu cihaz ya da biz. Tercih senin.
Dudu:
-Ya bu odada sonsuza kadar küfleneceksin ya da bizimle birlikte güzel anılar biriktirmek için çalışacaksın. 
Merve, bulunduğu yerden kalktı. Hep birlikte ders çalıştıkları odaya yeniden geçtiler. Sessizdiler fakat anlamadıkları yerleri birbirlerine sormaya devam ediyorlardı. 
Birkaç hafta içinde çalışma sistemleri artık oturmuştu ve hepsinin derslerinde gözle görülür bir yükseliş vardı. Öğretmenler de aileler de durumdan memnundu. 
Büyük gün gelmişti. Sınav günü hepsinde de bir heyecan ve gerginlik vardı fakat sınavdan sonra hepsinde büyük bir huzur oluştu. Şimdi sınav sonuçlarını beklemek ve aynı şehirde okumak için plan yapmak zamanıydı. 
Kısa bir süre sonra sınav sonuçları da açıklandı. Merve, ara verdiği bilgisayar işlerine daha rahat devam edebilmek için bilgisayarla ilgili bir bölüm istiyordu. Dudu’nun tek amacı tıp fakültesiydi. Eren, hukuk fakültesinde okumak istiyordu. Hayri ise mühendislik bölümünün kendisi için uygun olduğunu düşünüyordu. 
Sınav sonuçlarının ilan edilmesinden sonra hepsi hepsinin aynı üniversitede okuyabileceği tek şehir vardı: Ankara.
Tercihlerini önce aynı üniversiteden yaptılar sonra da Ankara’daki başka üniversitelerden. Geriye yalnızca beklemek kalmıştı. Bir yandan da gidecekleri şehre dair araştırmalar yapıyorlardı. 
Yerleştirme sonuçları geldiğinde Dudu dışındaki herkes hayatının en büyük hayal kırıklığını yaşamıştı. Dudu, Ankara’da bir tıp fakültesine yerleşmişti fakat Merve; Antalya’da, Eren; Amasya’da, Hayri ise Adana’da istedikleri bölüme yerleşmişlerdi. İllerin nasıl böyle karıştığını anlamıyorlardı. Yollar ayrılmıştı fakat hepsi de bir üniversiteye yerleşmişti. Şehirlerin nasıl karıştığını kimse anlayamadı. İtiraz etmek için vakit de yoktu. 

21 Kasım 2024 Perşembe

DEDEMİN ELMASI



Hazal Göksu, Merve Hoşgiz

Dedemin son zamanlarda durumu hiç iyi değildi. Kulakları ağır işitiyor, gözleri iyi görmüyordu. Son zamanlarda ise gerçekle rüyayı, hayali karıştırmaya başlamıştı. Sık sık eski günlerden bahsediyor, gençliğini anıyor ve arıyordu. Sabahları uyandığında eskiden yaşadığı olayları anlatıyordu. Bazen de televizyonda bir gün önce izlediği şeyleri kendisi yaşamış gibi anlatıyordu. Bunların çoğuna alışmıştım fakat yine neredeyse her gün dedemin andığı bir konu daha vardı: elmas. Bir yerlere gömülü elmastan bahsediyordu. Define hikayeleri anlatıyordu ve onun sohbetinde en çok dikkatimi çeken de bu idi. 
Özellikle yalnız kaldığımız zamanlarda ona define hikayeleri anlattırıyor, köyümüzde, köydeki evimizde bir define olup olmadığını merak ediyordum. Sonunda dedem kimsenin olmadığı bir gün bana bir elmastan bahsetti. Bostanda gömülü bir elmastı bahsettiği. Senelerdir orada durduğunu söylüyordu. Her gün toprağın altında bulunan bu elmastan ara sıra bahsediyor merakımı daha da artırıyordu. Fakat o bu konudan bahsederken ottan, çöpten bahseder gibi anlatıyordu. Sıradan bir şeydi onun için bu konu. Bostanda, duvarların kenarında olduğunu söylüyor, sonra başka bir konuya geçiyordu. 
Havalar düzelip bahar gelince dedemin köyü görmesi gerektiğine ailemi ikna ettim. Hep beraber köye gidecektik, dedem temiz hava alacaktı. Benimse asıl niyetim ona elmasların yerini sormak ve bu elmasları kazıp çıkarmaktı. Dedemin anlattığına göre az buz değildi bu elmas. Belki torbalara, leğenlere koymak bile gerekebilirdi.  
Kısa bir yolculuktan sonra köyümüze ulaştık. Dedem çocuk gibi mutluydu. Her yere gitmeye çalışıyor, anılarını daha bir coşkuyla anlatıyordu. 
Annem ve babam etrafı biraz toparlayıp yemek hazırlamaya başladılar. Ben de dedemle birlikte bostana gitmek istediğimi söyledim onlara. Elimize kürek, kazma, çapa gibi araçlardan da almıştı. 
Bostana geldiğimizde dedem biraz duygusallaşmıştı. Burada eskiden yetişen meyvelerden, sebzelerden bahsetmeye başladı. Tam elmasın yerini soracaktım ki eliyle duvarlardan birinin dibini işaret ederek:
-Burası yer elması ile doluydu evlat, dedi.
-Şimdi burada mıdır onlar dede, dedim.
-Elbette, kazmayla duvarın dibini biraz eşelersen ortaya çıkar, dedi dedem.
Heyecanla ama usul usul kazmaya başladım duvarın dibini. Dedem halen sağa sola bakıyor, bir şeyler anlatıyordu. Kazdım, kazdım, kazdım. Elmasa benzeyen tek nesne yoktu. Etrafta kazılmış yerler vardı. Bu yerlerin kazılmış olması hiç hoşuma gitmemişti. Dedeme sordum:
-Buraları kim kazmıştır dede?
-Yer elmasının peşinde olan yabani tavşanlar zaman zaman böyle kazıyorlar, dedi dedem. 
Bu sözden sonra kazmayı daha hızlı vurmaya başladım yere. Toprak içinde patates gibi küçük parçalar çıkıyordu ama halen elmas namına bir şeyler yoktu. Yorulduğumu gören dedem yanıma geldi ve topraktaki patatese ya da turpa benzeyen şeyleri eline aldı:
-Bu kadar yer elması yeter. Daha fazla kazma istersen. 
Şaşkın şaşkın dedemin eline baktım. Yine bir şeyleri karıştırıyor galiba, diye düşündüm. Dedem elindeki nesneyi temizlemeye, soymaya başladı. Bunları eve götürüp yıkayalım. Lezzeti çok güzeldir, dedi ve ilave etti:
-Sen yoksa hiç yer elması yemedin mi daha önceden?
Dedemin “yer elması”nı yer elmas’ı olarak anlamıştım. Kimseye bir şey diyemedim. Dedeme bir süre üzgün üzgün baktım. Sonra topraktaki yer elmalarını topladım ve evin yolunu tuttuk. 
Annem ve babam yemek hazırlamıştı. Sizlere elmas getirdim diye bağırdım. Yer elması. 

AKŞAM

Emir Subaşı

Gün bitip de akşam olunca
Garip bir yorgunluk çöküyor üstüme
Uyusam uykum yok
Uyanık dursam açamıyorum gözlerimi
Galiba akşam olunca en iyisi
Yatmak
Ama uyumamak
Yalnızca tavana bakmak
Elbette yemekten sonra

Cumhuriyet 101 Yaşında

Merve Hoşgiz

Hepimizin özüdür özgürlüğüdür
Aydınlığın doğruluğun yönüdür
Yüz bir yıldır milletimin düğünüdür
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

Karanlıkta bir güneştir asla sönmez
Cehalete düşmandır aman vermez
Yüz bir yıldır geleceğe ümittir hiç bitmez
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

Dört yanımız düşmanla çevrildiğinde
Ata’m durma ileri, diye seslendiğinde
Doğdu yüce milletimin kutsal ellerinde
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

Yüz bir yaşında bir yıldızdır şanlı Türk tarihinde
Bilimdir, ilerlemedir aydınlık zihinlerde
Işıktan bir taçtır gençliğimin geleceğinde
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

BİR KAYBEDİŞ ÖYKÜSÜ

 
Emir Aras İmirhan

1. Bölüm: Hakkımı Geri Verin

Suyuf Azpara kartının işlem ücreti kesmesinden bıkmıştı. Hem neden bu kartı aldığını dahi bilmiyordu. Televizyonda Kuvvetlikart ve sağladığı kredinin fırsatlarını gördü. Bu karttan da almıştı ve eski kartını atmıştı. Reklamlarda sayılan fırsatların, ayrıcalıkların hepsi yalandı. Aslında yeni kartını daha etkinleştirememişti bile. Bu duruma bir çözüm arıyordu. Kuvvetlikart’ını etkinleştirmeliydi. Bu düşünce 1, 2, 3, 5, gün hatta 1 hafta boyunca devam etmişti. Suyuf bu düşünceyi durduramıyordu.
Sonradan öğrendiği bir bilgi onu rahatlatmıştı, kartını aktifleştirmesi için bir uygulama gerekiyordu.  Ama içinde hâlâ bir endişe, bir kaygı vardı. Söz konusu bu uygulama modluydu ve uygulama risk demekti. Risk, telefonun çöp olması demekti. Telefon çok paraydı. Para ise Suyuf'un asıl derdiydi.
Suyuf, borcunu ödemek için yeni kartı kullanmalıydı ve bu çaresizlikle modlu uygulamayı indirdi. Kuvvetlikart Kredi Mobil’i indirince şaşırtıcı bir şey olmamıştı. Ta ki uygulamayı açıncaya kadar. Uygulamayı açtığı anda telefonu bildirim yağmuruna tutulmuştu. Adeta çıldırmış gibiydi telefon ve bu esnada telefonun yanında duran kredi kartı küçük bir şiddetle patladı. Suyuf:
- Kart patladı!, diye bağırdı.
Çok korkmuştu. Bu bol reklamlı ve ucuz kartın uygulaması yüzünden elinde bir kart patlamıştı. Allah korumuş ki vücudunda hiçbir yara bere ve hasar yoktu. Evinde de çok fazla hasar yoktu. İnternette bu kart ve marka hakkında arama yapmış ancak mobil uygulamasından başka bir şey bulamamıştı. Hiçbir yorum da görünmüyordu. 
Tam bunları düşünürken kartı aldığı dükkânı hatırlamıştı. Bu kartı, merdiven altı bir dükkândan almıştı.  Neden tanıdık bir marka olmayan Kuvvetlikart’ı almıştı ki? Daha kötüsü neden merdiven altı bir dükkândan almıştı? Hatta dükkânın ismi “Merdiven Altı Shop”du. Bu saçma adı kim koyar ki? Hatta kim alır ki diyecekken hatırladı, bu dükkândan bu kartı kendisi almıştı.
Şimdi bunları düşünmenin zamanı değildi. Bir çözüm bulmalı ve haklarını aramalı, mağduriyetini ilgili yerlere iletmeliydi ama bunu nasıl yapacaktı? Karşısında kendisini muhatap alacak hiçbir kurum, site yoktu. Yalnızca kart aldığı dükkan vardı. Son zamanlarda her şeyi unutuyordu. Kafası hep bu işlerle meşgul olduğu için oluyordu bunlar. Dükkanın adını güç bela hatırlamıştı ama yerini hatırlamıyordu. Yine de dükkanı aramak için yola çıktı. Çoğunlukla gezdiği güzergâha ulaştı lakin etrafta hatırladığı hiçbir şey yoktu. Başka bir şehre gitmiş gibiydi. Bir an kaybolduğunu düşündü. Nerede olduğunu bulmak için telefonuna bakmak istedi fakat telefonu cebinde yoktu. Telaşla evden ayrıldığı için telefonu unutmuştu. Biraz ilerde ankesörlü bir telefon gördü. Buradan birileriyle iletişim kurabilir ve nerede olduğumu anlayabilirim, diye düşündü. Telefon kabinine girdi fakat aklında ne bir arkadaşının adı vardı ne de telefon numarası.  Çıldırmak üzereydi ki bir arkadaşının telefon numarasını hatırladı. Cüzdanında kart olarak ne varsa hepsini birer birer denedi görüşme yapmak için. Kartların hiçbiri işe yaramıyordu. 
Çaresizce dışarıya çıktı. Akşam, yaklaşıyordu. Az ilerde bir alışveriş merkezi gördü ve oraya doğru yöneldi. Amacı halen kendisini mağdur eden dükkanı bulmaktı. Alışveriş merkezine girdi, bir süre dolaştı. Artık hava kararmıştı. Alışveriş merkezi de tenhalaşmıştı, kapanmak üzereydi ki o esnada bir mağaza dikkatini çekti. Mağaza, binanın en alt katındaydı. Burada genelde oto yıkamacı vb dükkanlar olurdu. Böyle bir dükkanı ilk kez -1. katta görüyordu. Bir korku filminin içine düşmüş gibiydi. Dükkanın üzerinde Kuvvetlikart, yazıyordu. Tüm cesaretini topladı ve hakkını aramak için dükkana girmeye karar verdi. Dükkan boştu. Kapı açıktı. Tüm ışıklar yanıyordu. Etrafta kağıtlar, afişler, ilanlar vardı. Hepsinde de büyük fırsatlardan bahsediliyordu. Bunlara artık kanmam, hakkımı geri verin, diye bağırdı. Etrafta halen kimse yoktu. Cesareti iyice artmıştı. Bağırıyor, çağırıyor, boş masaları tekmeliyordu. Bu esnada omzunda sert bir el hissetti, ürkmüştü. Kalın bir ses:
-Beyefendi, bugün burada bağıran kaçıncı kişisiniz bilmiyorum ama burada kimse yok. Alışveriş merkezi kapanmak üzere. Sizi dışarıya alalım.
Suyuf, çaresizce dışarıya çıktı. Nerde olduğunu bilmiyordu ama evine gitmeliydi. Bilmediği bir yola girdi ve dümdüz yürümeye başladı. Nasıl olsa bir yerde ulaşırdı yolun sonu.  

DEVAM EDECEK...