Hazal Göksu, Merve Hoşgiz
Dedemin son zamanlarda durumu hiç iyi değildi. Kulakları ağır işitiyor, gözleri iyi görmüyordu. Son zamanlarda ise gerçekle rüyayı, hayali karıştırmaya başlamıştı. Sık sık eski günlerden bahsediyor, gençliğini anıyor ve arıyordu. Sabahları uyandığında eskiden yaşadığı olayları anlatıyordu. Bazen de televizyonda bir gün önce izlediği şeyleri kendisi yaşamış gibi anlatıyordu. Bunların çoğuna alışmıştım fakat yine neredeyse her gün dedemin andığı bir konu daha vardı: elmas. Bir yerlere gömülü elmastan bahsediyordu. Define hikayeleri anlatıyordu ve onun sohbetinde en çok dikkatimi çeken de bu idi.
Özellikle yalnız kaldığımız zamanlarda ona define hikayeleri anlattırıyor, köyümüzde, köydeki evimizde bir define olup olmadığını merak ediyordum. Sonunda dedem kimsenin olmadığı bir gün bana bir elmastan bahsetti. Bostanda gömülü bir elmastı bahsettiği. Senelerdir orada durduğunu söylüyordu. Her gün toprağın altında bulunan bu elmastan ara sıra bahsediyor merakımı daha da artırıyordu. Fakat o bu konudan bahsederken ottan, çöpten bahseder gibi anlatıyordu. Sıradan bir şeydi onun için bu konu. Bostanda, duvarların kenarında olduğunu söylüyor, sonra başka bir konuya geçiyordu.
Havalar düzelip bahar gelince dedemin köyü görmesi gerektiğine ailemi ikna ettim. Hep beraber köye gidecektik, dedem temiz hava alacaktı. Benimse asıl niyetim ona elmasların yerini sormak ve bu elmasları kazıp çıkarmaktı. Dedemin anlattığına göre az buz değildi bu elmas. Belki torbalara, leğenlere koymak bile gerekebilirdi.
Kısa bir yolculuktan sonra köyümüze ulaştık. Dedem çocuk gibi mutluydu. Her yere gitmeye çalışıyor, anılarını daha bir coşkuyla anlatıyordu.
Annem ve babam etrafı biraz toparlayıp yemek hazırlamaya başladılar. Ben de dedemle birlikte bostana gitmek istediğimi söyledim onlara. Elimize kürek, kazma, çapa gibi araçlardan da almıştı.
Bostana geldiğimizde dedem biraz duygusallaşmıştı. Burada eskiden yetişen meyvelerden, sebzelerden bahsetmeye başladı. Tam elmasın yerini soracaktım ki eliyle duvarlardan birinin dibini işaret ederek:
-Burası yer elması ile doluydu evlat, dedi.
-Şimdi burada mıdır onlar dede, dedim.
-Elbette, kazmayla duvarın dibini biraz eşelersen ortaya çıkar, dedi dedem.
Heyecanla ama usul usul kazmaya başladım duvarın dibini. Dedem halen sağa sola bakıyor, bir şeyler anlatıyordu. Kazdım, kazdım, kazdım. Elmasa benzeyen tek nesne yoktu. Etrafta kazılmış yerler vardı. Bu yerlerin kazılmış olması hiç hoşuma gitmemişti. Dedeme sordum:
-Buraları kim kazmıştır dede?
-Yer elmasının peşinde olan yabani tavşanlar zaman zaman böyle kazıyorlar, dedi dedem.
Bu sözden sonra kazmayı daha hızlı vurmaya başladım yere. Toprak içinde patates gibi küçük parçalar çıkıyordu ama halen elmas namına bir şeyler yoktu. Yorulduğumu gören dedem yanıma geldi ve topraktaki patatese ya da turpa benzeyen şeyleri eline aldı:
-Bu kadar yer elması yeter. Daha fazla kazma istersen.
Şaşkın şaşkın dedemin eline baktım. Yine bir şeyleri karıştırıyor galiba, diye düşündüm. Dedem elindeki nesneyi temizlemeye, soymaya başladı. Bunları eve götürüp yıkayalım. Lezzeti çok güzeldir, dedi ve ilave etti:
-Sen yoksa hiç yer elması yemedin mi daha önceden?
Dedemin “yer elması”nı yer elmas’ı olarak anlamıştım. Kimseye bir şey diyemedim. Dedeme bir süre üzgün üzgün baktım. Sonra topraktaki yer elmalarını topladım ve evin yolunu tuttuk.
Annem ve babam yemek hazırlamıştı. Sizlere elmas getirdim diye bağırdım. Yer elması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder