8 Şubat 2024 Perşembe

BİR HAYAL BİR KORKU

    Ezgi Budak

    Sınıfta bazı sesler duydum. 
    Ses değillerdi tam olarak, birer gürültüydüler. Bir anada bende dışarıya sessiz bir gürültüyle doldum. Hepsi farklıydı, görünüşte fakat yine de hepsi aynıydı, düşüncede. Konuştukları konu olsaydı keşke, o zaman daha kolay olacaktı anlatması. Yine de ben aykırı olmasın diye Türkçeye “konu” diyeceğim. Her neyse “kendi kendine konuşmak” ile ilgili laflıyorlardı zannedersem. “Delilikmiş” aynıcı zihniyete göre. Yani diğerleri ne diyorsa fazla yormamak için pek ham olmayan beyinlerini aynısını söyleyenlerden bahsediyorum. O zaman en büyük deli benmişim. Gerçi komiğime gitti rastgele konuşmaları. Çünkü zaten bu yüzden kendi kendime konuşuyordum ben de. Sonuçta benim açımdan göremeyen “tuğlasız” zihniyetlerle tartışamazdım her halde? Gerçi tartışmak yerine laflamak olurdu o. Havadan sudan bahsetmek dedikleri... 
    Dersteyken bazen kendi kendime konuşuyorum, el kol hareketleri falan yapıyorum. 
    Bana gülüyorlar. Tamam komik bir insan olmak hoş ama bu yaptığım haykırış benim. Derste neye mi isyan ediyorum? Söz hakkı vermezlerse, söylediğimi bir başkası benden sonra söyleyip o tebrikleri alırsa... da bunlar yalnızca gerçeği basitleştirmek. Büyük tabloya baktığımızda daha çok tartışılacak şey var “bir” tek başımıza “-la”. Yine de ben basit bir örnek vereyim, yapı taşı oturmamışlar için. Mesela Tilki ile Karga masalı var, bilir misiniz? İşte bu tilkinin peyniri karganın ağzından kapıp yediği fabl. Bu da bir “aynıcı zihniyet”. Bu hikayeden sonra tilkilere kurnaz gözüyle bakılmaya başlanmadı mı? 
    Pekâlâ “delilik” konusuna geri dönelim. Bana gülüyorlar demiştim. Farklılığım mı bir espri acaba, ben anlamıyorum.  
    Sonuçta zihnimde dönüp dolanan fare gibi düşüncelerim belki bir gün beynimin kıvrımlarını kemirir de kolaya kaçarım diye korkuyorum. Ya bir gün beni de esir alırsa Şubat'ın 15’indeki bir hayal? Gerçi bu dediğimin gerçekleşmesi, canlı beynimde gerçek, somut bir farenin dolaşması kadar mümkün... 

ARADIĞIM ŞİİR

Ezgi Budak

Bir şiir arıyorum 
Ufku olmayan gözlerinde 
Aynı zamanda bir çok şey görüyorum  
Minik kara lekende 
Biraz anlatsam ya seni 
Ne olduğunu bilmediğim  
Engin düşüncelere 
 
Soğuk rüzgarlar eserken aramızdan 
Senin bir farkının kalmadığı zaman 
Diğer düzlüklerden  
“Dokunuşundaki mesafeyi hissedebiliyorum” 
Anladım ki erimeye yüz tutuyor 
Aramızdaki buzlar 
Bazı toxic atıklar yüzünden 
Ayrılıyoruz birbirimizden 
Kutup ayılarının hazin sonu gibi 
Ve sanırım bu kıtaya Antarktika adını takacağım 
 
Gerçekten dengesiz olabiliyorsun bazen  
Ne zaman yağacağın belirsiz bir bulut gibi 
Bazen yalnızca geçip gidiyorsun 
Bazense gürlüyorsun  
Yurdunu terk etmiş bir kaplan gibi 
Ve sanırım bulutlar yağdığı zaman gitmek bilmiyor 
Üç ay falan 
Sel basıyor sular götürüyor  
Kıldan ince terazimizi  
Pirinç eksem boş tarlalarına  
Çok kazanır mıyım acaba? 
Gerçi bu sensin 
Başına sinekleri üşüştürmeyi en iyi sen bilirsin 
Asya’ya mı benzedin acep? 
 
Her zaman aşırıya kaçmıyorsun  
Bazen bile olsa orta yolu bulmayı başarıyorsun 
Tamam  
Tamamıyla sıcak değilsin  
Yalnızca tanışıyormuşuz gibi tavırların 
Soğukluğunda pek yok aslında 
Bazen olması gerektiği gibi 
Yağıyorsun 
Pek bir şey söyleyemem bu konuda 
Ne de olsa mesafeliyiz  
Çok tanımıyorum seni 
Avrupa’m gibi 
Anlamını bir kenara bırakacak olursak 
İki arada bir derede kalmışsın 
 
Su sızmıyor aramızdan 
Neden mi? 
Az önce saydığım onca şeye rağmen  
Dostumsun sen 
Tabii ki bunlarda olacak 
Her ne kadar garip bir sürü ikliminde olsa 
En büyük nehir bile geçse ortandan 
Sıcak ikliminde sızacak bir damlan bile yok güzelim 
Haliyle dikenlerini sıktığımda biraz suyun çıkıyor ama 
Haklısın 
Bu sıcak tavırların arada sırada kurutsa da bizi 
Uçsuz bucaksız filizlenmeyi bekleyen çorak topraklarımızda çatlatsa  
Sıkı fıkı olmak yakışıyor bize 
Hem 
“Güneş batmadan önce 
Kim kurtaracak beni?..” 
Senin yoldaşlığın 
Sonsuza uzanan kalbin 
 
O topraklar içinse endişelenme 
İkimiz yeşillendireceğiz  
Senin soğuk rüzgarların 
Benimse yağmurlarım  
Güzel bir orman yazacak 
Can bekleyen arazimize  
Biraz zaman ver yalnızca 
Henüz olmamış olsada  
Saydıklarımın hepsi 
Afrika galiba aradığım  
Kıtanın ta kendisi 
 
Seviyorum seni böyle  
Benim de kıtalarımı   
Sayacak olursak eğer 
Dünya’dır aradığımız şiir... 
 
Biri mahvetmeden önce 
Korumamız gereken bir şiir 
Lekelenmesin  
Balta girmesin ormanlarımıza  
Bırak dünyamız bize kalsın 
Evrense onlara... 

6 Şubat 2024 Salı

FARKLI YOL

Ahmet Kerem Şahin

Hep aynı olması her şeyin çok sıkıcı
Yüzlerimiz farklı
Seslerimiz farklı
Adı aynı olsa bile
Günler farklı

Farkları fark ettiğimde
Kendime ait
Benzemeyi bıraktım başkalarına
Kendim olmak için çıktım yola
Baktım kimsenin yoluna bezemiyor
Beni yolum da

HAYALİN HAYATI

Elvin Erva Koçyiğit
 
Hayat kelimesi benim aklıma
Hep güzel şeyler getiriyor
Sevinç
Mutluluk
Umut…
 
Hayal hayatın dışında
Ama ben
Hayali de hayattan sayıyorum
Çünkü hayat dediğimiz şey de
Değil mi zaten kendisi hayalin

12 Ocak 2024 Cuma

BOŞ DÜŞÜ

   Üner Taha Aydemir

    Son yıllarda kış hep yağışsız geçiyordu. Aslında ara ara kar ya da yağmur yağıyordu ama eski kışlardaki gibi değildi yağışlar. Diz boyu yağardı kar eskiden ve bir kez toprağı tuttuğunda aylarca kalkmazdı. Yaz geldiğinde bile dağların kuytu yerlerinde, kuzeye bakan yerlerde mutlaka kar bulunurdu. Karın yağmasını izlemek, karda yürüyüş yapmak, yürürken ayaklardan çıkan seslere kendini kaptırmak başka bir histi ve özlemişti bunları. Saatlerce lapa lapa kar yağsa ve oturup izlesem pencereden, sonra çıksam dışarıya saatlerce yürüsem hiç adım atılmamış karda diye düşünüyordu son yıllarda. Oysa kar yağacak gibi değildi. 
    Yaşlıların kullandığı geleneksel takvime göre takip ediyordu son zamanlarda hava tahminlerini ve o takvime göre “sayılı gün” diye tabir edilen “zemheri” yakındı. Bu kez kar yağsın, hiç yağmadığı kadar yağısın, istiyordu. 
    Ocak ayının ortaları gelmişti ve hava tahmin raporları şiddetli yağışın yaklaştığına dair uyarılarla doluydu. Bunu her yıl yapıyorlar ancak tahminleri pek tutmuyordu son zamanlarda. Nihayet şiddetli yağış uyarısı yapılan bir günün sabahında kar yağışıyla uyandı. Lapa lapa yağıyordu. Uzun sürer miydi? Her yeri beyaz bir örtüyle kaplar mıydı?.. Telefonuna uzandı. Yoğun kar yağışı nedeniyle işe gitmemesine dair bilgilendirmeyi okudu. Sadece ilk cümlelere göz atmıştı. Uyarı hayli detaylıydı. Tipiden, sağanak yağıştan ve çığ felaketlerinden korunmayı öneriyordu uzmanlar. O sadece ilk cümleleri okumuştu yalnızca. Çok kar yağacak demek ki, dedi içinden ve yatağına yeniden uzandı. Dalmıştı. Rüyasında kar yağıyordu. Bembeyazdı her yer. Karların içinde yuvarlanıyordu. Gökler beyazdı, yerler beyazdı. Kimseler yoktu etrafında. Kaybolmuştu ıssızlığın ortasında. Nereye koşarsa koşsun çıkış yolu bulamıyordu. Kar yağıyor, nefes nefese sağa sola koşuyordu. Kan ter içinde uyandı. Durup dururken nereden çıkmıştı bu rüya şimdi. “Kış düşü, boş düşü” derdi annesi ve rüyada kar görüldüğü taktirde o rüyanın yorumlanmaması gerektiğini de söylerdi. Bunu hatırlayınca rahatladı. Pencereden dışarıya baktı. Kar epey yükselmişti. Saatine baktı, vakit öğle olmuştu bile. 
Senelerdir hayalini kurduğu kış işte gelmişti. Bu fırsatı iyi değerlendirmeliydi. Kahvaltısını dışarda, arazide bir yerlerde yapmalıydı. Hazırlıklara başladı. Kendisine atıştırmalık bir şeyler hazırladı ve termosla çay da almayı unutmadı. Çay yetmezdi, bir termosa da kahve koydu. Keyifle dışarıya çıktı. Kendisinden önce kimselerin çıkmadığını fark edince keyfi daha da arttı. İnsanlar, yapılan uyarıların etkisiyle dışarıya bile çıkmaya cesaret etmemişlerdi. Daha önceden hiç adım atılmamış karda keyifle yürüyor, geriye dönüp bıraktığı ayak izlerine bakıyordu. Bir ara ayak izleriyle yazı yazmayı da düşündü ama bir an önce şehirden uzaklaşmalı ve özlediği şeyleri yapmalıydı. 
    Aracına binmeden küçük bir temizlik yaptı. Pencereleri ve aynaları açtı. Kar yağmaya devam ediyordu, malzemelerini bagaja yerleştirdi ve yola çıktı. 
    Yollar kısmen açıktı ve tek tük araca rastlamak mümkündü. Yolların tenhalığı da hoşuna gitmişti. Sürat yapamadan usul usul şehrin dışına doğru ilerlemeye başladı. Büyük yollar açıktı. Büyük yollardan çıkmadan şehrin dışına kadar ulaştı. Artık araçla ilerleyemeyeceğini anladığı bir noktada durdu. Bundan sonrasını yürüyerek ilerlemeliydi. Bagajdan sandalyesini ve kahvaltı malzemelerini alarak tepeye doğru yöneldi. Kar hayli yağmıştı ve yağmaya da devam ediyordu ama hava yumuşaktı. 
Her taraf bembeyazdı ve kendisine keyifli bir manzara yeri bulmak istiyordu. Bir tepeden diğerine bata çıka ilerliyor, beğenmiyor karşı tepeye gidiyordu. Sonunda yoruldu ve tepelerden birinde kendisine küçük bir alan oluşturdu. Sandalyesini yerleştirdi. Terlemişti ve acıkmıştı da epey. Çocukluğu aklına geldi, yerden bir avuç kar aldı ve yedi. Soğuk değildi yediği kar. Bir avuç daha, bir avuç daha… Sonra kahvaltısını ve çayını çıkardı. Kar, daha da yoğunlaşarak yağmaya devam ediyordu. Yakınlarda en azından ıslanmayacağı bir yer bulabilmek ve oraya eşyalarını taşımak için kahvaltıya başlamadan küçük bir keşif yapmaya karar verdi. Bir ağaç kenarı da olurdu bir kayalık dibi de… Şansı iyiyse mağara bile bulabilirdi. Yorulmuştu ama buna değerdi. 
    Eşyalarından küçük adımlarla uzaklaşmaya başladı. Kar yağmaya devam ediyordu. On, on beş dakika kadar sonra üç beş ağaç bulunan bir yer gözüne çarptı. Yaklaştı, burası uygundu kahvaltı için ancak kar daha da şiddetlenmişti. Bir an önce kahvaltısını yapıp dönmeliydi. Ağaçlara yanaştı, biri kurumuştu ağaçların, ondan bir düzgün dal kırarak eline sopa olarak aldı. Yürümeme yardımcı olur, dedi içinden. Eşyalarını alıp gelmek için ağaçların yanından uzaklaşmaya başladı ama artık göz gözü görmez haldeydi. Her tarafta sonsuz bir beyazlık vardı. Nereye bakarsa baksın yalnızca beyazlığı görüyordu. Ağaçların yanına gelişi on, on beş dakika sürmüştü ama saatine baktı, otuz dakika geçmesine rağmen sandalyesini ve eşyalarını bulamamıştı. Telaşlandı. Elindeki uzun sopayı karlar içine saplayarak bıraktı ve adımlarını hızlandırdı. Hiçbir şey görünmüyordu yakınlarda. Koşmaya başladı sonunda ama dizleri tutmuyordu. Birkaç kez bağırdı:
    -Sesimi duyan var mı?
    -Yakınlarda kimse var mı?
    Sesi kayboluyordu beyaz zeminde ve gökte. Kimseler yoktu. Artık koşamaz hale geldiğinde bir saat geçmişti ağaçların yanından ayrılalı. Düştü, karlar içinde eline bir cisim değdi. Sandalyesini ve eşyalarını bulduğunu zannederek sevindi. En azından sıcak çay, kahve ve yiyecek vardı. Güç toplar sonra da dönüş yoluna geçerdi. Ancak eline gelen cismi çektiğinde yarım saat önce karlar içine sapladığı uzun sopa olduğunu gördü. Kocaman beyazlıkta farklı renkte gördüğü son şeydi bu. Gözleri ağırlaştı, kanının damarlarında yavaşladığını hissetti, uykusu gelmişti. Sabah gördüğü rüyayı hatırladı.


10 Ocak 2024 Çarşamba

HAFTA

 
Semih Karataş

Pazartesi
Seninle başlıyor hafta
Sevmese de insanlar seni
İyi günlerin de zor günlerin de
İlk durağısın
 
Salı
Senden önceki güne göre
Biraz daha iyisin
En azından
Günlerin geçtiğinin habercisisin
 
Çarşamba
Ortasındasın her şeyin
İyi giden ya da kötü giden günlerin
Seni geçtikten sonrası
Aslında Cuma
 
Perşembe
Cuma akşamı derler sana
Haklılar
Tam da yorgunluğun zirveye ulaştığı zamanda
Sen ve umut yetişiyor imdada
 
Cuma
Son bir çabayla sıkıyorum dişimi
Çünkü sen tatilin köprüsüsün
Tatilden önceki son günsün
 
Cumartesi
Yaşadığımı seninle anlıyorum
Uykumu senin sayende alıyorum
Ama bir de bitmesen keşke
Çabucak
 
Pazar
Aslında günlerin en güzelisin
Ama hemen ardındaki gün
Seni de yorucu yapıyor
Keşke bir sonrası boş olsa takvimde
Sen de güzelsin
Cumartesi kadar hem de

GÜNLER

Meva Vural

En sevdiğim gün Cuma
En sevmediğim gün pazartesi
Aslında bir günahı yok
Cumartesinin pazarın
Ama diğer günler hep aynı

Diyorum ki takvimlerden
Silsek pazartesini, salıyı, çarşambayı
Perşembe kalabilir
Okula da gitmek lazım

KAR TATİLİ

Elif Erva Candan

Son yıllarda bize hiç gelmiyorsun
Oysa seni bekliyoruz bütün kış boyu
Gözümüz bulutlarda
Gözümüz haberlerde
Artık gelsen diyoruz
Mutlu etsen hepimizi

Oysa eskiden ne güzeldi
Kış geldiğinde mutlaka
Sen gelirdin
Ve 
Kar tatili verilirdi

İSTASYON

    Semih Karataş

    Senelerdir çalıştığı ilden nihayet kurtuluyordu. Her yıl tayin istiyordu ama bir türlü tayini başka şehre çıkmıyordu. Yazları sıcak ve kışları soğuk geçen, insanların sürekli sinirli olduğu, yollarda başıboş köpeklerin rahatça gezebildiği bu şehirden kurtuluyordu. Bir daha gelir miydi, döner miydi bu şehre? Çok zor… O kadar usanmıştı ki…
    Nihayet resmî yazışmalar yapıldı ve yeni görev yeri olan şehre gitmek için hazırlıklara başladı. Zaten evi ve eşyaları kendisinin değildi. Bir türlü benimseyemediği bu şehirden ne ev almıştı ne de o ev için eşya. Hep eşyalı evlerde kiracı olmuştu. Diğer bütün eşyaları iki valizi ancak doldurdu. Taşıyamayacağı eşyalarını da evde bırakmaya karar verdi. Ertesi sabah ilk trenle yeni şehrine gidecekti ve gece boyu meraktan, heyecandan uyuyamadı. 
    Sabah trenin gelmesine bir saat kala istasyondaydı. İstasyon her zamanki gibi kalabalık ve telaşlı insanlarla doluydu. Yolcuların kocaman valizleri, çuvalları vardı. Nihayet tren büyük bir gürültüyle gara girdi ve kendi vagonunda, kendi koltuğunu bulduktan sonra yerine oturdu. Aslında otobüsle hatta uçakla da gidebilirdi bu şehre ancak yolculuk uzun sürsün istiyordu. Etrafı seyretmek, düşüncelere dalmak, geçmişi ve geleceği düşünmek istiyordu. 
    Neyse ki bindiği vagon tenhaydı ve yan koltuk da boştu. Trenin ahenkli tıkırtıları gece boyu uyumadığı için bir ninni gibi geliyordu ona. Bazen dalacak gibi oluyor, sonra bir sarsıntıyla yeniden etrafı seyretmeye başlıyordu. Dışarıyı seyrederken daldı… Bu kez sarsıntılar, molalar bile onu uyandıramıyordu. Dünyanın en güzel uykusunu uyuyan bir bebek yüzü gibiydi yüzü. Bazen tebessüm ediyordu uykuda bazen kaşlarını çatıyordu. Diliyle dişinin arasında konuştuğu da oluyordu. Ne kadar uyudu, hangi istasyonları geçti bilmiyordu. Saatler sonra bir sarsıntıyla uyandığında vakit akşama yanaşmıştı. 
    Şaşırdı. Bu kadar çok uyuyabileceğini hiç düşünmemişti. Aralıksız, saatlerce süren bir uyku… Üstelik bir tren koltuğunda… Ama kendisini iyi hissediyordu. Yeni şehir, daha ulaşmadan onun moralini, enerjisini yükseltmişti. Ayaklarının uyuştuğunu hissetti oturmaktan. Ayağa kalkarak şöyle bir sağa sola bakmak istedi. Uzun uzun esneyerek ve ağzını şapırdatarak sağa sola, öne arkaya baktı. Vagonda yalnızca kendisi kalmıştı. Bu iyi, diye düşündü. Kocaman vagon kendisine ait bir oda gibiydi. Ulaşacağı yere de yaklaşmış olmalıydı. Bir süre oyalandı, çantasından kitap ve bisküvi çıkardı. Biraz kitap okudu. Birkaç saat sonra tren önce yavaşladı, sonra da durdu. Trenin durmasına yakın tabelayı okuyabilmişti. Evet, burası tayininin çıktığı yeni hayat kuracağı şehirdi. 
    Hoşuma giderse burada ev bile alırım, diye düşündü. İçi kımıl kımıldı. Heyecanla valizlerini aldı ve trenden indi. Etrafta kimseler yoktu. Garda görevli bile yoktu. Sessizliği treninin düdüğü bozdu ve ardından tren uzaklaştı. Akşam olduğu için böyledir, diye düşündü. Kimsenin olmaması, sakin bir şehir olduğunun göstergesiydi belki de. İstasyondan ayrılarak şehrin içine doğru yürümeye başladı. Bu akşamı geçirecek bir yer bulmalıydı. Dakikalarca yürüdü ancak yolda ne bir araç gördü ne de canlı. Yavaş yavaş bu sessizlik kendisini huzursuz etmeye başlamıştı. Kuşlar yoktu, köpekler yoktu, kediler yoktu… 
    Evlerin pencerelerine baktı. Hiçbirinde hayat belirtisi yoktu. 
    Terk edilmiş bir şehir gibiydi burası. Kendisinin adımlarından ve kalp atış sesinden başka ses yoktu. Nefes alıp verişini duyuyordu kendisinin, damarlarında akan kanın sesini duyuyordu. 

UYDURMA

 Ezgi Budak

Uydurma, derler ya… 
Sanki kendileri uydurmuyormuş gibi. 
Sonuçta dilleri ve harfleri de bulan bir uydurukçu değil mi? 
Uydurma bir şeyi hayatımıza ilke edinmişiz aslında.