21 Mayıs 2024 Salı
OYUN
16 Nisan 2024 Salı
SON MAÇ
Eymen Arda Aydemir, Ahmet Kerem Şahin
Futbol, onun için her şeydi. Bütün sohbetleri, arkadaşlıkları, ilgisi, okudukları futbol üzerineydi. Bir marketin önünden geçerken açık bir televizyonda futbol maçı görse kapının önünde maç bitinceye kadar beklediği oluyordu. Bir parkta ya da okul bahçesinde maç yapan birilerini gördüğünde hemen yanlarına gidip oyuna dahil olmayı teklif ediyor, kabul edilmezse maç bitinceye kadar izliyordu. Evinde sekiz on tane futbol topu vardı. Biri balkonda, biri oturma odasında, biri mutfakta birkaçı kendi odasında… Mutfakta olan top biraz yumuşak ve hafifti çünkü hayli masraf açmıştı ailesinin başına mutfakta top oynarken. Odasının duvarları büyük futbol takımlarının oyuncularıyla ve formalarıyla süslüydü hatta odasının duvarlarını da tuttuğu takımın rengine boyatmak istemiş fakat ailesi izin vermemişti. Yalnızca odasının tavanına tuttuğu takımın bayrağını asmasına müsaade etmişlerdi. Okul çantasını tuttuğu futbol takımının renklerinde almıştı. Defterleri ve kitapları yine futbol takımının renklerindeydi. Evin anahtarlarını taktığı anahtarlık da tuttuğu takıma aitti. Çorapları, bilgisayarın kapağı, ekran koruyucusu, telefonunun arka planı hep futbolla ilgili şeylerdi.
Altıncı sınıf geride kalmak üzereydi. Arkadaşları usul usul lise hayalleri kurmaya, sınavlara hazırlanmaya başlamışlardı ancak onun bu tarz düşünceleri yoktu. Zaten dersleri de salmıştı iyice. Bazen zayıf not aldığı bile oluyordu, umursamıyordu. Nasıl olsa futbolcu olacaktı, iyi bir okulla, eğitimle ne işi vardı ki? Futbolcu olacak ve saatlerce ders çalışan, elinden kitap düşmeyen arkadaşlarına forma imzalayıp gönderecekti.
Top yuvarlaktı ve dünyada yuvarlaktı. Her ikisi de dönüyordu…
Her zamanki gibi okuldan çıkar çıkmaz önce okulun bahçesini kontrol etti. Üst sınıflar kendi aralarında maç yapacaklardı. Kalabalığı görünce doğrudan oraya yöneldi ve oyuncuya ihtiyaç olup olmadığını sordu. Önce gülüşmeler oldu ardından iri yarı olan biri:
-Seni benim takıma alacağım ancak hangi mevkide oynayacaksın, dedi.
Hiç düşünmeden:
-Sağ kanadı bana ver, gerisini merak etme, dedi. İri yarı çocuk, bu kendinden emin cevaptan hoşnuttu fakat ilave etti:
-Beklediğim oyunu sergilemezsen işin zor…
Kısa süre sonra maç başladı. Kendinden büyük çocuklarla ilk kez oynuyordu. Top ayağına ulaştığında aniden uzun bacaklarla yanında biten diğer takımın oyuncularından kaçamıyordu. Ne zaman top kendisine gelse hemen kaptırıyordu. Sahanın o tarafına koşuyor, bu tarafına koşuyor ancak istediği gibi oynayamıyordu. Sanki ayaklarına demirden ağırlıklar asılmış gibiydi ya da diğer çocuklar çok hızlıydı. Bu arada iteklemeler, bağrışmalar, kan ter içinde kaba sözler peş peşe sıralanıyordu. Bir ara sahaya arkasını dönmüştü ki büyük bir gürültüyle irkildi. Gol yemişti takımı. Bu sırada kendini takıma alan iri yarı çocukla göz göze geldi. Çocuğun gözlerinden kıvılcımlar saçılıyordu. Diliyle dişinin arasında kendine bir şeyler diyordu. Korkmaya başladı. İlk kez bir maçın sonunu beklemeden sahadan ayrılmak istiyordu fakat bu mümkün değildi.
Artık maç onun için bitmişti. Sadece öfkeli bakışları seyrediyordu. Zaten ayağına gelmeyen top, hiç uğramaz olmuştu. Derken takımı bir gol daha yedi, bir gol daha, bir gol daha… Artık tartışmalar, bağrışmalar futboldan daha ön plandaydı. Derin bir nefes aldı. Odası, hayatı, çorapları, anahtarlığı, çantası hepsini bir anda hatırladı. O, bir futbol çocuğuydu ve yarıda bırakılmazdı hiçbir maç. Aniden bulunduğu yerden fırladı. Kendinden büyük olsa da diğer oyunculardan hızlı koşmaya, onların ayağından topu almaya başladı. Birkaç teşebbüsten sonra nihayet takımının ilk golünü attı. Karşı takımdakiler dalga geçmişti onun attığı golle. Kendi takımındakiler ise bu golü bir yabancıya kaptırdıkları için sinirliydiler. Maç devam ediyordu. Sahada yalnızca kendisi varmış gibi oynuyordu. Beş on dakika geçmeden ikinci golünü de atmıştı karşı takıma. Kendi takımındakilerin de rakibiydi artık. Üç takımlık bir maç oynanıyor gibiydi. Umursamıyordu hiçbir şeyi. Kendine atılan sert bakışları, bağırışları umursamıyor ve yeni bir gol arıyordu. Nihayet üçüncü golü de attığında artık her iki takım da sanki kendine karşı ittifak etmiş gibiydi. Golleri saymıyordu ama birkaç tane daha atması gerektiğini biliyordu. Tüm oyuncular yorulmuş, vakit de biraz ilerlemişti. Bu esnada tam dördüncü golünü atmıştı ki kendini yerde buldu. Onu oyuna alan iri yarı çocuk kalenin tam önünde topu ayağından almaya çalışmış, alamayınca bir çelme ile yere yuvarlanmasına neden olmuştu. Yerinden kalkmaya çalıştı fakat ayağını kaldıramıyordu. Acıdan kıvranıyordu ama yanına gelen kimse yoktu. Bir süre yerde bekledi. Sürüne sürüne sahanın kenarına ulaştı. Gözlerini kapattı ancak ağrısı büyüyordu.
Gözlerini tekrar açtığında etrafında annesi, babası ve kardeşini gördü. Bir hastane odasıydı burası. Doğrulmaya çalıştı, ayağını fark etti. Kocaman bir alçı vardı ayağında ve ayağı yukarıya asılmıştı. Bir şeyler anlatmak istedi ailesine ama susmak daha iyiydi sanki. Konuşmadı. Bir şey soran da olmadı zaten kendine. Üç gün yattı hastanede. Hiçbir şey konuşmadan üç gün. Hiçbir arkadaşı gelmemişti ziyaretine. Arkadaşının olmadığını anladı. Duvarları boştu hastanenin. Ayaklarında çorap yoktu. Takımının renkleri silinmişti dünyasından sanki. Karşıdaki televizyonda spor kanalı açıktı ve kıran kırana bir maç vardı. Kumandayı aldı, televizyonu kapattı.
Futbol, artık onun için bitmişti.
19 Mart 2024 Salı
ÜÇ
Eymen Arda Aydemir
Kadir Çağan Aydın
Ahmet Kerem Şahin
Buraya geleli henüz üç ay olmuştu fakat şimdiden alışmıştı buranın insanlarına, yaşamına. İlk defa yaşadığı şehirden uzaklaşmış, daha önceden hiç tanımadığı insanlarla yaşamaya başlamıştı. Bulunduğu yerden ayrılmanın, uzaklaşmanın zor olacağını, üzüntü vereceğini söylemişlerdi hep, oysa öyle olmamıştı. Yaşadığı yerden tam ayrılacakken biraz üzüntü duyar gibi olmuş fakat birkaç saat sonra içine bir huzur dolmuştu. Yol uzadıkça hafiflemişti ve sonunda buraya gelmişti.
Buraya ulaşmasının normalde daha uzun bir süre alması gerekiyordu fakat üç saatte ulaşmıştı buraya. İnanamamıştı bu kadar çabuk ulaştığına. Saatinin durmuş olacağını bile düşünmüştü. Bu şehri seveceğine olan inancı ta o zamanlar başlamıştı yani ulaştığı ilk gün. Peki, ama o kadar uzun yol nasıl üç saate inmişti? Bunu bir türlü anlayamamıştı. Eskiden olsa bunu saatlerce, günlerce düşünürdü fakat bu şehirde düşünmeye gerek yoktu böyle şeyleri.
Üç çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuydu. Evin bütün işleri onun üzerindeydi buraya gelmeden önce. Marketten ekmek almak bile onun işiydi. Faturaları ödemek onun işiydi. Annesine yardımcı olmak için çamaşır serdiği, ütü yaptığı da oluyordu. Ramazan aylarında iftar sofrasını hazırlamak onun işiydi. Etli pide yaptırmak, kasaptan köfte almak, pazara gitmek, bahçedeki çiçekleri sulamak, kediye mama vermek, kışın kapının önündeki karları küremek, yazın ördeklerin yüzmesi için minik havuzu doldurmak onun işiydi. Kardeşlerinin yüzmesi için büyük havuzu doldurmak da onun göreviydi. Düşündükçe ne çok görevinin olduğu aklına geliyordu. Sadece bunlar değildi ki işi gücü: Dünyayı uzaylıların saldırılarına karşı kollayıp gözetmek, tarihin karanlıklarından günümüze gelmeye çalışan kahramanları yerinde tutmak ve daha da neler neler…
Üç Mart’ta doğmuştu ve şimdiye kadar yalnızca üç kez doğum günün kutlamıştı. Belki bu şehirde doğum gününü de kutlayacak dostları, arkadaşları olurdu. Hatta kendisi hatırlatmaz doğum gününü, ona sürpriz hazırlarlardı. Hediye bile alırlardı belki. Hiç hediye almamıştı. Düşündü bunu da… Tam üzülecekti ki zaten kimseye hediye vermediğini de hatırladı. Öyleyse üzülmeyi gerektirecek bir durum değildi bu. Bunları düşünürken gözü saate takıldı. Saat gecenin üçüydü.
12 Mart 2024 Salı
RAMAZAN MANİLERİ
Eymen Arda Aydemir, Ahmet Kerem Şahin
Saat işliyor tik tak
Dön de saatine bak
İftar vakti gelince
Kafaya bir takke tak
Midemde var savaşlar
Gelmiyor neden iftar
Ben beklerken lahmacun
Akşama pırasa var
Gökyüzünde buluttum
Acıktım oruç tuttum
Uzanırken tatlıya
Orucumu unuttum
SAAT
Ahmet Kerem Şahin
Bozuk bir saat gibiyim bazen
Duvar yerine
Bakışlarının boşluğuna asılmış
İstasyonlarda bekleyenlerin
Hastanelerde bekleyenlerin
Teneffüs bekleyenlerin
İftar bekleyenlerin
(2 Ramazan 2024)
ÖNCEKİ SALILARA BENZEMEYEN BİR SALI
Ahmet Kerem Şahin, Eymen Arda Aydemir, Elvin Erva Koçyiğit
Akşamın nasıl geldiğinin farkında değildi. Günlerden salıydı ama Cuma kadar yorulmuştu. Keşke Cuma olsaydı ve yarın hiçbir şey yapmadan, perdeleri kapatarak akşama kadar uyusaydı. Uyumak… Ne güzel bir kelimeydi ama yıllardır doya doya uyumaya hasretti. Cumartesi, Pazar, ara tatil, yaz tatili… Hiçbiri doyasıya uyumaya yeten bir fırsat sunmamıştı kendine. Günlerden salıydı. Akşam gelmişti gelmesine ama herkes akşam olunca evine gider, yemeğini yer, dinlenirken o ancak gece yarısı evine gidebiliyordu. Şikâyet etmeye hakkı yoktu bu ışıltısız hayatı kendisi seçmişti. Onu birtakım testlere tabi tutmuşlar, sınavlardan geçirmişler ve sonunda aydınlık bir gelecek vaadi ile bir programa dâhil etmişlerdi. Bu program bittiğinde artık dünya üzerindeki sayılı seçilmiş kişilerden biri olacaktı. Başlangıçta her şey güzeldi. O seçilmişliği yaşıyordu. Arkadaşlarıyla da uyum içindeydi ancak zaman geçtikçe seçilmemişlerin hayatı ona daha cazip gelmeye başlamıştı. Hayatını yorucu hale getiren şeylerden sadece birisiydi bu.
Kafasının içinde bu düşünceler dolaşırken kendini sistem binasının önünde buldu. Binanın içinde kendi gibi arkadaşları vardı ve kimse kimseye selam vermiyordu. Kimse kimsenin farkında da değildi. Sadece dolaşıyordu insanlar. Her zamanki odasına geçti ancak her zaman olmayan bir şey oldu. Odasında Tepegöz oturmuş Dede Korkut’la Yüzüklerin Efendisi’nin dedikodusunu yapıyordu. Bir süre kulak misafiri oldu. Lafı bölmemek için dışarı çıktı, bahçede dolaştı ve gördüklerinin bir hayal olduğuna karar verdi. Daha az çalışmalıydı. Böyle giderse daha neler neler görürüm, dedi içinden. Sistem binasının etrafında bir tur atıp yeniden odasına girmeye karar verdi. Tam odasının önünden geçerken pencereden içeriye baktı halen odasında Tepegöz oturmuş Dede Korkut’la Yüzüklerin Efendisi’nin dedikodusunu yapıyordu.
Bu kez biraz ürkerek girdi içeriye. Aslında birilerine durumu haber vermek istedi ancak kendisiyle alay edilmesinden korktu. Birkaç fotoğraf alıp bunu basına verebilirdi ama bu gerçek miydi ki? İçeriye girdiğinde bu kez Dede Korkut ona dönerek:
-Beyim hangi obadansın, Oğuz’un hangi boyundansın? Yüzyıllardır destan söylerim, efsane anlatırım seni buralarda hiç görmedim. Oğulcuğum kimlerdensin, dedi.
Bu esnada kapı gürültüyle açıldı ve Deli Dumrul nefes nefese içeri girdi, kendisini işaret ederek:
-Bre yiğit senin bana borcun var mıdır? Buraya gelirken hangi köprüden geçtin? Benim köprümden geçtinse 30 akçe borcun vardır, geçmedinse bir dayak ve 40 akçe borcun vardır, dedi.
Yaşadıkları artık ona normal gibi geliyordu. Düşündü. Bir köprüden geçmişti fakat bu Deli Dumrul’un değildi. Deli Dumrul’a yönelerek:
-Senin köprüden istesem de geçemem, benim atlar senin köprüyü yıkar Beyim, dedi. Deli Dumrul, dellendi. Üzerine doğru yürümeye başladı. O esnada Tepegöz araya girmeye hazırlanıyordu. Dede Korkut ise biraz endişeli gözlerle olanları seyrediyor bir yandan da:
-Gençler, size yakışıyor mu, diye müdahale etmeye çalışıyordu. O sırada zil sesini duydu. Zil sesi yaklaştıkça Deli Dumrul, Dede Korkut, Tepegöz dalgalanmaya başladılar. Birkaç sallantıdan sonra ortan kayboldular. Günlerden salıydı ama önceki salılara hiç benzemiyordu.
13 Şubat 2024 Salı
SÜT
Ahmet Kerem Şahin, Elvin Erva Koçyiğit, Zeynep Elif Kargı
Yine bir pazartesiydi. Beş gündür beklediği cumartesi ve Pazar göz açıp kapayıncaya kadar geride kalmıştı. Nasıl oluyordu, anlamıyordu. Sanki birileri cumartesi ve pazar günleri saati hızlandırıyordu. Altı senedir aynı şeyleri yaşıyordu. Kısacık bir yaz tatili, hiç yokmuş gibi ara tatiller… Millî ve dinî bayramlarda da tatil olduğunu söylüyorlardı ama o, hiç hatırlamıyordu bu günlerde tatil yaptığını. Hayat çok sıkıcıydı. Günün en güzel dakikaları yollarda, en güzel saatleri okulda geçiyordu. Aslında geçen çocukluğuydu.
Yine bir pazartesiydi ve uykusunu alamadan yine okul yoluna düşmüştü. Kahvaltı yerine süt içmişti. Zaten süt ve peynir dışındaki yiyeceklere çok ilgisi yoktu. Yol sanki kısalmış gibiydi. Adımları adeta birbirine dolaşıyordu. Okula yaklaştığında bir sokak kedisinin kendisine kızgın kızgın baktığını gördü. Kedi aniden üzerine atıldı ve kolunda küçük bir tırmık izi bıraktı. Nereden çıkmıştı bu kedi şimdi sabahın bu saatinde? Tuhaf, dedi içinden. Çok tuhaf…
Okul bahçesinden hızla içeri girdi, arkadaşları sıra olmuşlar, İstiklal Marşı söylenmek üzereydi. Öğretmenler de bayrak yanındaki yerlerini almışlar, kendi aralarında konuşuyorlardı. Tören alanındaki sırasına girer girmez arkadaşları gülüşmeye, kendisine sevgi gösterisinde bulunmaya başlamışlardı. Şaşkındı. İstiklal Marşı bitti ve öğrenciler sınıflarına geçmeye başladılar. Sıradan ayrılmadan arkadaşlarıyla beraber okul girişine gelmişti ki öğretmenlerden biri ensesinden tutarak kenara çekti. Bu davranış karşısında çok üzülmüştü. Kıyafetim mi uygun değil, saçlarım mı uzun, diye içinden geçirdi. Bir açıklama bekledi ancak müdür yardımcısı ona doğru yaklaşarak:
-Sen de mi derse geldin ufaklık, dedi. Olanları anlamıyordu. Matematik öğretmeni tebessümle yaklaşarak:
-Hangi sınıfta öğrenci bu, diye sordu.
-6/C, dedi sessizce. Kimse duymadı bile.
Bir başka öğretmen ise:
-Belki de karnı açtır, bir şeyler verelim uzaklaşır, dedi. Bu kadarı artık fazlaydı. Sesini biraz da yükselterek:
-Süt içtim gelirken, dedi. Ancak anlayan yok gibiydi. Bahçede artık öğrenci kalmamıştı. Öğretmenler de içeriye girdiler ve kapıyı kapadılar. Kapıya vurdu, pencerelerden seslendi. Kimse onu ciddiye almıyordu. Bir ara bunların hepsinin bir kabus olduğunu düşündü. Çünkü rüyalarda da böyle olurdu. Konuşursun sesin duyulmaz, düşersin bir yerin ağrımaz… Ama rüya değildi bu.
Yine bir pazartesiydi ama değişik bir pazartesiydi. 6 senedir yaşamadığı şeyler yaşıyordu bu pazartesi. Evet, hayatı sıkıcıydı ama bugün yaşadıkları çok anlamsız, hatta saçmaydı. Bütün bunlar kendisine yapılan kötü bir şakaydı belki de. Öğretmenler bile alet olmuştu bu şakaya. Madem beni okula almıyorsunuz, ben de bu günü değerlendireyim, dedi kendi kendine ve okul bahçesinden uzaklaşarak parka doğru ilerledi. Park tenhaydı. Yalnızca bebeğini gezdirmeye gelmiş bir anne vardı. Tam onların önünden geçerken bebek ağlamaya başladı. Bunun üzerine anne:
-Korkma kızım, o küçücük sevimli bir canlı. Sana bir şey yapamaz. Üstelik açtır şimdi. Bunları duyunca döndü ve:
-Sabah süt içtim, dedi. Kadın duymadı bile. Salıncaklar boştu. Bu fırsatı değerlendirmesi gerekiyordu ancak çok yüksek göründü gözüne salıncaklar. Bir türlü çıkamadı. Hemen yan taraftaki kaydırağa koştu. Merdivenleri zıplayarak çıktı ve kaydıraktan kendisini bıraktı ancak tam kaydırağın bittiği yerdeki su birikintisini hesap etmemişti. Bu birikintiyi fark edince yavaşlamaya çalıştı ancak olmadı, suya düştü. Her yanı ıslanmıştı. Kendisini ağırlaşmış gibi hissediyordu. Yüzü gözü ıslanmıştı. Bu esnada su birikintisinde bir kedi yansıması gördü. Kedi kendisine bakıyordu. Elini uzattı, kedi de kendisine elini uzattı. Yine olaylar karmaşık bir hâl almıştı. Kesin bir kabustu bu ama bitmek bilmiyordu. Suya elleriyle hızlıca vurdu. Su küçük dalgacıklarla sağa sola sıçradı. Durgunlaştı. Kedi halen kendisine bakıyordu.
Yine bir pazartesiydi.
6 Şubat 2024 Salı
FARKLI YOL
Hep aynı olması her şeyin çok sıkıcı
Yüzlerimiz farklı
Seslerimiz farklı
Adı aynı olsa bile
Günler farklı
Farkları fark ettiğimde
Kendime ait
Benzemeyi bıraktım başkalarına
Kendim olmak için çıktım yola
Baktım kimsenin yoluna bezemiyor
Beni yolum da