2 Kasım 2024 Cumartesi

UÇAK YOLCULUĞU

 Elif DAĞDEVİREN


Benim adım Eda. Bir gün Mercan, Ela, Ali, Arda ve Göktürk adında altı arkadaşımla bir parkur yarışmasını kazandığımız için yurt dışına çıkmaya hak kazandık. Bu haberi alan ilk kişi Arda oldu ve bizi her zaman oynadığımız parka çağırdı. 15 dakika sonra hepimiz bir aradaydık. Ela:
-Arda, bizi neden buraya çağırdın? dedi.
Arda:
-Arkadaşlar sizi buraya çağırmamın sebebi: geçen hafta kazandığımız parkur yarışının yan finalleri 2 hafta sonra başlıyor. Bu yüzden 1 hafta sonra Almanya'ya gideceğiz, dedi. Bunu duyunca hepimiz çok sevindik. 1 gün geçti, 2 gün geçti, 3 gün geçti... Hepimiz çok heyecanlıydık. Sanki zaman akmıyordu. Ve sonunda beklediğimiz an geldi. Eşyalarımızı hazırladık ve uyumaya gittik. Tabi hiçbirimiz heyecandan uyuyamadık. Gece 22.00'da Ela. Mercan'a mesaj atmış. Mesajda şöyle yazıyormuş "Mercan uyudun mu? Ben heyecandan uyuyamadım. Ama uyumam gerekiyor. Nasıl uyuyacağım?" Ela bu mesajı yazdıktan 2 dakika sonra Mercan da mesaj atmış. Mesajda şöyle yazıyormuş “Ben de uyuyamadım çok heyecanlıyım. Gözünü kapat belki uyursun. Ben de öyle yapıyorum." Ela ise “Teşekkürler. İyi geceler." Mercan da "iyi geceler.” demiş. Ben, Ali, Arda ve Göktürk ise 22.30 gibi uyumuştuk. Sabah hepimiz uykusuzduk. Ama heyecandan hepimiz uykusuz olduğumuzu unutmuştuk. 06.30'da hepimiz havalimanındaydık. Almanya'ya giden uçağı bulduk ve uçağın olduğu yöne doğru ilerlemeye başladık. Ancak yanımızda Arda'nın babası, Göktürk'ün babası ve Ela'nın babası da vardı. Uçak 15 dakika sonra kalkışa geçti. Ali haricinde hepimiz uçağa ilk defa biniyorduk. Bu yüzden hepimiz çok heyecanlıydık. Ali ise bir gezi için uçak aracılığıyla şehir dışına çıkmış, o yüzden Ali'nin 2. uçağa binişi ama yine de Ali de heyecanlanmıştı. Vaktimizi UNO vb. oyunlar oynayarak geçirdik. Sonunda Almanya'ya gelmiştik. Bir taksi ile kalacağımız otele gittik. Eşyalarımızı yerleştirdik, biraz atıştırdık, biraz kestirdik ve çevreyi keşfettik. Bunların hepsini bir buçuk saatte tamamlamıştık ve gezmeye gittik. Saat 14,00 civarında antrenmana gittik ve iki buçuk saatte orada vakit geçirdik. Almanya çok güzel bir ülkeydi. Çok sevmiştik. Sabah erken kalkmak için erkenden uyuduk. Ertesi gün saat 05.00'de hepimiz antrenman yapacağımız yere gittik. O gün orada 5 saat çalıştık. Çok yorulmuştuk. Akşam yine heyecanlıydım ama çok yorgun olduğum için hemencecik uyudum. Sabah kalktık, güzel bir kahvaltı yaptık ve antrenman yapacağımız yere gittik. O gün sabahtan akşama kadar çalıştık. Çünkü yarın yarışma vardı. Artık adım atacak halim kalmamıştı. Otele gidince üstümü değiştirdim ve uykuya daldım. Rüyamda 30 tane ambulans, 3 kız çocuğu ve 3 de erkek çocuğu vardı. 6 çocuğu sedye yardımıyla ambulanslara bindiriyorlardı. Çok sayıda yaralı ve ölü insan vardı. Bir uçak vardı ama parçalara ayrılmış bir uçak. Bir de tam olarak anlamadım ama kara gömülü bir kız vardı. O sırada uyandım. Çok korkmuştum. Hemen Mercan'ı uyandırdım ve rüyamı anlattım. Oda korkmuştu. Zaten saat de gelmişti. Hazırlandık ve yarışma alanına gittik. Orada tribünlere oturduk ve sıranın bize gelmesini bekledik. Ve sonunda sıra bize geldi. Çok heyecanlıydık. Yarışta Arda'nın babasının verdiği taktik ile 1. olduk. Hepimiz çok mutluyduk. Ödül töreninin ardından final turunun ne zaman ve nerede olduğunu öğrendik. 3 hafta sonra Amerika'da olacakmış. Buna göre bir plan kurduk. Plan şöyleydi, bu hafta da burda kalacak ve gezecektik. Haftaya Amerika'ya gidecektik. 1 hafta Almanya'da çok eğlendik. Artık Amerika'ya gitme vakti gelmişti. Amerika'ya giden uçağı bulduk ve bindik. Uçakta yine aynı şeyleri yaptık. Amerika'ya gittiğimizde ilk önce otele yerleştik, sonra biraz atıştırdık ve etrafı keşfettik. Amerika da güzel bir yerdi. Ama ülkemizi ve ülkemizdeki yemekleri de özlemiştim. Ertesi gün yine erkenden çalışmaya gittik. Ancak bu sefer 2, 3 saat çalıştık. Çok yoğun çalışmamıştık ama yine de yorulmuştuk. Bugün ise rüyamda arkadaşlarımı, arkadaşlarımın babalarını, kendimi ve bir de geçen gün rüyamda gördüğüm kara gömülmüş kız vardı. Ne yaptığımızı hatırlamıyorum ama kimi gördüğümü çok net bir şekilde hatırlıyorum. Sabah olunca rüyamı yine herkese anlattım. Mercan ile Ela dışında hiç kimse umursamadı. Ama Mercan ile Ela bir şeyler olduğuna emindi. Bende bir şeylerin olacağından korkuyordum. O kızı görmek istemiyordum. Çünkü eğer görürsem... İşte o zaman korkmalıydım. Ya ben gelecekte olacakları görebiliyorsam... Daha kötüsü bu olaydan dolayı verimli çalışamıyordum, yanlış yapıyordum. Bir an önce sakinleşmem gerektiğini biliyordum ama yapamıyordum. Antrenmanda derin bir nefes aldım ve ailemi düşündüm, kazanıp yanlarına gittiğimde nasıl gururlanacaklarını düşündüm. Biraz daha İyiydim. Bu gece rüyamda yine o kızı gördüm, korktum, uyanmaya çalıştım ama olmadı. Kız bana İngilizce bir şeyler söylüyordu. Türkçeye çevirince ortaya "Merhaba. Benim Adım Jane. 12 yaşındayım ve tek başıma yaşıyorum. Ben doğarken annem ölmüş, babam ise bir uçak kazasında öldü. Tek çocuğum, kardeşim yok. Çok hızlı ve atletik bir kızım ama asla içimdeki gerçek gücü ortaya çıkaramadım. Sizin dışınızda hiç arkadaşım olmadı." böyle bir şey çıkıyordu. Ondan sonrada uyandım. Mercan'ı uyandırdım ve ona bu sefer gördüğüm rüyayı anlattım. Kahvaltıda da herkese anlattım. Artık hepimiz korkuyorduk. Türkiye'ye gideceğimiz zamanı değiştirmeye karar verdik ama ya o zaman uçak parçalanırsa iyi düşünmeye çalıştık ama olmuyordu. Yarışmaya 2 gün kalmıştı. İşte o sırada aklıma bir şey geldi "Neden bu rüyaları ben görüyorum?" işte o zaman daha çok endişelenmeye başladım. Neyse ki Ali'nin babası bize dondurma ısmarladı. Yoksa bu olayı unutamazdım. Gece otele gidince uyumak istemedim, uyuyamadım da zaten. Yaklaşık saat 00.00 gibi uykuya daldım. Bu sefer rüyamda annemi ve babamı gördüm. Ama telaşlıydılar ve hastanedeydik. Acı hissediyordum. Sabah yine herkese anlattım. Hepimiz daha da korkmaya başladık. Arabayla veya gemiyle gitmek istedik ama okulumuz vardı. Erkenden gitmemiz gerekiyordu. Yarışmaya odaklanmaya çalıştık. O gün rüyamda çığlıklar duydum. Herkes "Yardım edin!" diye bağırıyordu. Bir anda uyandım. Saate baktığımda saat daha 03.00'tü. Gözümü kapattım ve uykuya daldım. Rüyamda kupalar ve madalyalarla uçağa biniyorduk. Mutluyduk. Saat 07.30 gibi Mercan beni uyandırdı ve hazırlanıp gittik. Yarışma vardı. Hepimizi ilk güldüren kişi Arda oldu. Arda: -Arkadaşlar az gülün yaa. Yarışmamız var ve biz bu yarışmayı kazanmaya gidiyoruz. Bir rüya gerçek mi olacak ki? Moralinizi bozmayın. Kötüyü aklınıza getirmeyin. İyi, güzel şeyler düşünün, dedi. Hepimiz güldük. Nedense içim biraz da olsa rahatlamıştı. Yarışma alanına gittik, karnımızı doyurduk ve sıramız gelene kadar diğer yarışmacıları izledik. Biz 10. sıradaydık. 1 yarıştı, 2. yarıştı, 3. yarıştı... Bir takım sonra biz yarışacaktık. Bu Türkiye İçin çok gururlandırıcı bir olay. Hakemler bizi yarışma alanına çağırdı. Derin bir nefes aldım ve ve bunu yapacağımıza inandım. Son gücümüzle yarıştık. O sırada gördüğüm rüyalar hiç aklıma gelmedi Yarışma alanından çıktık. Mutluyduk, çünkü kazanma olasılığımız vardı. Sonunda bütün takımlar yarışmasını bitirdi ve sonuçları açıkladılar. 3. olmuştuk. Hepimiz çok mutluyduk. Artık eve geri dönme vakti gelmişti. O an çok korkuyordum ve korktuğum da başıma geldi. O kızı gördüm. O da uçağı bekliyordu ve İngiliz’di. Uçağımız gelmişti ve binmek zorundaydık. Gemiyle veya otobüsle gidemezdik. Çünkü nerdeyse tüm paramızı uçak biletine harcamıştık. Uçağa bindik ve eşyalarımızı yerleştirdik. Ben kızın yanına gittim ve: -Merhaba. Benim adım Eda. Arkadaş olalım mı? Kiminle geldin? Kaç yaşındasın? Hangi ülkeden geldin? Hangi dilleri biliyorsun? diye saymaya başardım. Tatbikî de hepsinin cevabını biliyordum ama o benim bildiğimi bilmiyordu. Jane de Türkçe konuşabiliyormuş Birlikte çok iyi arkadaş olduk. Ben Jane'in uçak kazasında öleceğini biliyordum ama ona söylemiyordum. Bir saat filan geçmişti ki bir anons duydum "Sayın yolcular gidiş rotamızda bir değişiklik olmuştur. Lütfen yanlış yöne gittiğimizi düşünmeyin. İyi yolculuklar." işte bu söz benim son duymak isteyeceğim ses olabilir. Saatler geçiyordu ama bir şey olmuyordu.
Yaklaşık bir buçuk saat geçti ve sonunda beklenen şey oldu; uçak acil inişe geçiyordu ama aşağısı karlıydı. Çok tedirgin olmuştum, çok korkmuştum ve en önemlisi arkadaşımı kaybedeceğim için çok üzgündüm. Oysaki Jane çok iyi bir arkadaştı. Düşerken bir yere çarpıp ortadan ikiye ayrıldı. Biz arka tarafta olduğumuz için bize çok bir şey olmamıştı ama ön taraf yani pilot, yardımcı pilot ve ön tarafta oturan kişiler uçurumdan aşağı düştü. Arka taraf ise yaralılarla doluydu ama sapa sağlam çıkanlar da vardı. Eşyalar arkada olduğu için rahatlık ama yiyecek sıkıntımız vardı. Bazıları uçağın içine soğuk hava girmesini engellerken bazıları ise üstlerine kalın bir şeyler giyinip yardım göndermeye çalıştılar. Ben, Jane, Göktürk ve Göktürk'ün babası da yaralılara yardım ettik. Çok fazla kişi vardı. Bu yüzden bir kaç kişi daha yardıma geldi. Günlerimiz böyle zor geçerken beni tek mutlu eden şey Jane'in ölmemesiydi. O gün bunu düşündükten bir saat sonra biri soğuktan donarak öldü. Hepimizin sonu böyle gözüküyordu. Ertesi gün on kişi daha öldü. Sayımız giderek azalıyordu. 3,4 gün böyle geçmişti. Gitgide ölenler artıyor, bizim sayımız da azalıyordu. Neredeyse bir hafta olmuştu ve 47 kişiydik. İşte o gün sayımızı 46 kişiye düşüren kişi Jane oldu. Çok üzülmüştük Gece donarak ölmüştü. Rüyam teker teker gerçekleşiyordu. Jane'i kara gömdük ve mezarını süsledik. Jane'i asla unutmayacaktım. Jane benim en iyi dostlarımdan biri oldu. Kazadan 8 gün sonra bizim hayatta olduğumuzu ve nerde olduğumuzu öğrendiler. Bize 2 gün sonra 30 tane ambulans göndereceklerini haber verdiler. Keşke Jane de bizimle birlikte eve dönebilseydi diye düşündüm. 2 gün sonra geldiler ve bizi kurtardılar. 860 kişi arasından sadece 30 kişi sağ çıkabilmişti. O sırada bayılmışım. Gözümü açtığımda yanımda annem ve babam vardı. Çok sevindim ve hemen annem ile babama sarıldım. Onları çok özlemiştim. Bütün yaşadıklarımızı ve gördüğüm rüyaları annem ile babama teker teker anlattım. Çok büyük bir macera atlatmıştık. Benim anlamadığım tek bir şey vardı, nasıl olmuştu da gelecekte göreceğim şeyleri rüyamda görmüştüm. Çok gizemli ve çok büyük bir macera yaşamıştım. Bir hafta sonra hepimiz kendimizi toparladık ve tekrar eski hayatımıza devam ettik. Okulda herkes bize ne olduğunu soruyordu ve herkes bizi konuşuyordu. Başarılı olmak çok güzel bir duyguydu.

YALNIZLIK NEDİR Kİ

Elif Naz Özden

Yalnızlık nedir ki insanı korkutan? Tek başıma kalacağım diye olmayacak şeyler yaptıran. Ama niye korkuyoruz ki bu yalnızlıktan. Belki de gerçekten yalnız kalmamız gerekiyordur. Bir gün tek başımıza kalıp, tek başımıza yemek yiyip, tek başımıza dolaşmamız lazım belki de. Belki de hikayenin sonunda zaten yalnızlık var. 

Yalnızlığa yürüyoruz yaşadığımız her adımda belki. Yolların sonu oraya taşıyacak bizi. Yalnızlıktan korkmamalıyız çünkü yalnızlık, bize iyi gelecek şeylerden biri. Yalnızlığa alışmak gerek çünkü bir gün yalnız kaldığınızda tek başınıza yanınıza gelecek tek dost, arkadaş; yalnızlıktır. 

Eğer yalnızlık arkadaşınız olursa başka bir arkadaşa, dosta ihtiyacınız kalmaz. Yalnızlık da bir arkadaştır üstelik kimse yokken yanınızda duran tek kişi odur. Tek kalmaktan korkmayın, arkadaş bulmak için kendinizi paralamayın, değiştirmeyin. Zararlı bir kalabalıkla yaşamaktansa yalnızlığıyla dost olması insanın daha soylu bir tercihtir. Beş çürük elmayı arkadaş saymak zamanla sizin de altıncı çürük elma olmanızı sağlar. Yalnızlıktan bu kadar korkmak insanı kendi benliğinden koparır. Yolun sonu çöp kutusundan başka bir yer değildir. Yalnızlıktan korkmayın. 


MERDİVEN

Ekin Akçay


Ah bu
Merdivenler
Hep var hayatımızda
İnişli, çıkışlı, kavisli, dik.
Hayat bir merdivendir aslında
Sınıflar basamağı okul merdivenin
Çıkıyoruz durmadan birer birer yukarı
Büyümek de bir merdiven, aldığımız her yaş 
Bir basamak, biz farkında olsak da olmasak da.
Yaşamak, bitmeyen merdivenlerde yürümekmiş aslında
Kimseler bunu söylemese de bize, anlıyorum attığım adımlarda. 

PAZARTESİ

Elif Serra Yıldırım 


Maalesef / pazartesi / bugün     / yine
Pazartesi / bugün     / maalesef / yine
Bugün    / maalesef / pazartesi / yine
Yine       / yine        / yine        / yine 

ZAMAN

Doğa Uzunpınar



 Sonsuz, kocaman bir döngüden oluşur daima zaman. 
kimi için hızlı kimi için yavaş olan. 
bazen akan bazen akmayan. 
sonsuz bir döngüden
 oluşur zaman.
bitmek 
bilmeyen bir
 şeydir zaman. bazen mutlu 
bazen hüzünlü kılan. insanları güldüren 
bazen de ağlatan. hiçbir zaman ne olduğu 
anlaşılmayacak olan, bitmek bilmeyen bir şeydir zaman. 

1 Kasım 2024 Cuma

AYDINLIĞI FARK EDİŞ

İdil Karaman


Karanlık, hayattayım sanmaktır. Karanlık sevdiği kişi tarafından görülmez olmaktır. Aydınlığı beklemektir karanlık. Karanlık, ümidi bırakmamaktır. Karanlık, beynin ve kalbin uyuşmamasıdır. Bazen karanlık hep iyi insan olmaktır. Yaşama mahkûm olmak da karanlığın başka bir türüdür. Baskıyı hissetmenin rengi de siyahtır. Kurtulma çabası, karanlıktır. Ölüme duyulan merak da karanlıktan alır büyüsünü. Hangi inanca yöneleceğine karar verememek büyütür karanlığı. 
Başkasının hayatını yaşamak zorunda olmak, karanlıktır. Hayallerin, hayal olarak kalması karanlığa sürükler insanı. İhtiyaç olandan korkmak da karanlıktır. Üzüntüyü dışarıya yansıtmamak içimizdeki karanlığı büyütür. Yenilgiyi kabul etmek, karanlığa gömülmektir biraz da. Karanlık, hayallere âşık olmaktır belki de. Aslında ışığı fark etmektir karanlık. Karanlık, aydınlığı da kapsayan sonsuzluktur. 

AĞAÇ GÖLGESİ

Akın Eliş

Bardağa dolu tarafından bakmaktır ümit. Karanlık bir ormanda ışığı yanan bir kulübedir. Oyun oynarken arkadaşlarını çevrimiçi görmektir. Ümit, yaz mevsiminde ağaçta unutulmuş son elmayı görmektir. Yağmurdan sonra oluşan gökkuşağıdır, bir hikâye yazmaya başlamadan önce bizi çevreleyen ilhamdır ümit. Bir yıldır giymediğimiz kıyafetimizi giymek için çıkardığımızda cebinde para bulmaktır. Diktiğimiz bir fidanın yeşermesi, dal budak atması ve meyve vermesidir. Bir matematik sorusunun sonucuna ulaştığımızda o sonucu şıklarda görmektir bazen. Mutfakta kalan son çikolatayı görmektir ümit. Yazın sokaklarda, güneşin altında gezerken bir ağaç gölgesine rastlamak da ümittir. Yani her zaman vardır ümit, her yerde vardır. Sadece bakmayı ve onu görmeyi istemek gerekir. 

KAYNAĞINDAN AYRIŞTIRILAN EĞİLİM

Ezgi Budak


Boş bir sayfaya baktığımızda gördüğümüz tek şey, hiçbir şeydir. Oysa orası hiçbir insanın sahip olamayacağı bilgilerle doludur. Çünkü insan sürekli bir şeyler üretme eğilimindedir ve o eğilime ulaştığı zaman sayfalara gizlenmiş yeni eğilimler ortaya çıkaracaktır. Biz o eğilimlere bilgi deriz. Bu yüzden boş sayfalar müthiş bilgilerle doludur, yalnızca ortaya henüz çıkmamışlardır. Sayfayı tüm şeffaflığıyla okuyabilenler, yazarlardır. Yazar ve okur olmak arasındaki o ince nüans okuduğunu açıklayabilme yetisidir. 
O boş kâğıt, evrendir. Evren, içinde heplik barındıran bir hiçliktir. Bazıları hiçlik, der. Bazıları hepliği görür. Bazıları ise hepliği kullanabilir, açıklayabilir. Aslında bizim somut olarak gördüğümüz çevre. Bilgiler barındırır. O bilgiler, tıpkı genler gibi anlamlı nükleotidlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan bilmem kaçta birlik bir kısımdır. Kenarda, köşede duran ufak bir toz tanesinin oluşabilmesi için evrenden alınan eğilim -bilgi- kaynağının yanında o toz tanesinden farksızdır. Herhangi bir şeyin -yağmurun, ağacın, kum tanesinin, çiçeğin en ufak poleni gibi- oluşumu için diğer her şeyden farklı bir bilgi gerekir. Beşeri ya da doğal fark etmeksizin var olan onca şey için bir araya gelen onca bilgi karşısında insan da anlama yetisinin ne kadar kısıtlı olduğunun farkına varır. 
O farkındalık hissi insanın bilginin kaynağından bir şeyler koparma arzusunu ateşler. 
İnsanlar, seçicidir. Bir kesim, o arzuya kulak verir; bir kesim ise o arzuya kulak vermiş olanlara kulak verir. Dünyada sekiz milyar insan olduğunu da hesaba katarsak aynı bilgiler, farklı dillerde tekerrür eder. O bilgiyi tekrarlayanlar bekçilerdir, bilgilerin bekçileri. Bu kulağa doğru gelse bile, aynı zamanda birçoğumuz bunu yapıyor olsak bile doğru yol onun hemen yanındadır. Bilginin sahibi. Bilginin bekçileri bu evrende o bilgiyi aktarmaya yararlar fakat bilgiyi kullanamazlar. Bilginin sahipleri bilgiyi kullanmayı bilir. Bekçiler, yağmurun; suyun buharlaşması ile oluştuğunun farkındadır. Sahipler, bunu suyun döngüsüne bağlayabilir. 
Bilginin varoluş sebebi, oluşumdur. Oluşumun varoluş sayesi, bilgidir. 
Bizler insanız, bilgiyi kullanabiliriz. Metale şekil verirsek onunla ağaç kesebiliriz ve bu alete testere deriz. Maymunlar da bunu yapabilir. Testereyi görüp, gayesini anlayıp bir benzerini yapabilirler. Maymunlar bilgilinin taklitçisidir. Görüp yapar -taklit eder- fakat insanlar sahiptir, bilip -metalin keskin oluşunu- yapar. 
Bizlere bir bilgi kaynağı sunulur, kullanalım diye. Eğer biz öncü olmayacaksak maymunlardan ne farkımız kalır ki?
İnsanı hayvanlardan ayrı tutan zihniyet, insanın ilişkilendirme yeteneğine güvenmiştir. Ne iletişim kurabilmesine ne de bilgiyi paylaşabilmesine. 

AĞIR YÜK

Akın Eliş


Her şey üstüme üstüme geliyordu. Benim dahil olmadığım konu, benim dahil olmadığım bir toplantı yok gibiydi. Üstümden tonla evrak, tonla karar geçmişti. Yıllardır işim gücüm buydu. Bulunduğum yerden birkaç kez hava almak için çıktığımı hatırlıyorum, onun dışında hep aynı yerde bıraktılar beni. Bazılarını tanıyordum insanların ama bazen hiç tanımadığım kişilerle yüz göz olmak zorunda kalıyordum. Bazılarından şiddet gördüğüm de oldu, bazıları tarafından kibar davranıldığım da. İnsanlar hep bana yükledi kendilerinin taşıyamayacağı şeyleri. 
Artık yorulduğumu hissediyorum. Karşımda duran aynadan kendime baktığımda rengimin ne kadar solduğunu, derimin soyulduğunu görebiliyorum. 
Yalnızca kararlar, evraklar, toplantılar benim üzerimden dönmüyor burada. Çaylar, yemekler, pastalar, doğum günü kutlamalarının yükünü de ben çekiyorum. Usandım şahit olmaktan bunca şeye. 
Arkadaşlarım benim kadar yorgun değil çünkü benim kadar iş düşmüyor onlara. Belki de küçük olduklarından onları ara sıra dışarıya götürüp getiriyorlar. Neredeyse her gün yerleri değişiyor ve akşam olduğunda ancak yeniden yan yana gelebiliyoruz. Fakat ben öyle değilim. Yıllardır aynı yere basıyor ayaklarım. Yıllardır hareketsiz çekiyorum bu kahrı. 
Üzerimden o kadar çok şey geçti ki hiçbiri benimle ilgili değildi. Sadece bir şiir vardı beni anlatan. Aslında şiirde anlatılan ben değildim ama benim adım da geçiyordu. Şöyle bitiyordu yanlış hatırlamıyorsam:
Masa da masaymış ha  
Bana mısın demedi bu kadar yüke

ŞİZOFRENİ

İdil Karaman


Romanlara, filmlere, efsanelere çok ilgi duyan biriydi. Ergen muhabbetlerinin yapıldığı  ortamlarda o, hayali kahramanlardan bahsederdi. Arkadaşları onu pek dinlemez, anlattıklarını ilginç bulmazdı ama kendisi bundan rahatsız da değildi. Onun için bu konular çok daha ilgi çekiciydi. En azından kendisine ayrı bir dünya kurmuş ve o dünyada farklı şeyler düşünür, yaşar olmuştu. Âşık olduğu karakterlerin gerçek olmaması onun için normal bir durumdu çünkü bu dünyayı o kurmuştu. 
Her gece olduğu gibi o gece de romanını okuyup yatağa uzanmıştı. Okumadan geçen gün onun için karanlık demekti.  Üzerinde bir kurgusal karakter bulunan yaklaşık bir metre uzunluğundaki yastığına sarılıyordu. Bu da her gece uykuya dalmadan önce yaptığı eylemlerden biriydi. Perdesi kenara doğru sıyrılmış pencereden yıldızları, ayı seyrediyordu bir yandan. Uykuya dalacaktı ta ki pencerenin ardında ilgi çekici bir şey görünceye kadar. Pencerenin ardında hareketli bir figür vardı. İzlediği filmlerden, okuduğu kitaplardan gördüğü, bildiği bir karakterdi bu resmen. Odası kadar kanatları olan, upuzun kuyruklu bir şey… Pencereden çok uzaktaydı gördüğü bu figür ama büyükçe olduğu belliydi. Bu gördüğü şeyi yalnızca bir ejderhaya benzetebiliyordu. Dikkatlice bakmaya çalıştı; evet, matlaşmış yeşile çalan gözleriyle bu bir ejderha olmalıydı. 
Artık sohbet esnasında arkadaşlarına anlatacağı yeni bir şey vardı. Ejderhayı izledi, izledi. Bir süre sonra ejderha, yerini karanlığa bırakarak kayboldu. Ejderha gözden kaybolduğunda hâlen onu düşünüyordu fakat sonunda bunu bir sır olarak saklamaya ve çevresindekilere anlatmamaya karar verdi. Ona inanmayacaklarını ve iyice kafayı bozdun sen, diyeceklerini biliyordu. 
Bu anıyı kendisine sakladı. Gördüğünün gerçekliğini sorgulamaya başlamıştı ki derin bir uykuya daldı.