elif naz özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
elif naz özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2025 Cumartesi

OKULUN İLK GÜNÜ

Elif Naz Özden

Birinci sınıfa yeni başlamıştım. Lavaboya gitmek için öğretmenden izin aldım. Lavabodan çıkarken iki arkadaşıma rastladım. Bu arkadaşlarımı anasınıfından tanıyordum. Bana
-Elif Naz, gel sana gizli yerimizi gösterelim, dediler. 
Ben de derste olduğumuzu unutup onların peşine takıldım. Okuldan birlikte çıktık ve okulun arkasına doğru yürüdük. Küçük bir merdiven vardı ulaştığımız yerde. Merdivenden inince küçücük bir odayla karşılaştık. Burada bir kablo vardı. O kabloya asıldık, çekiştirdik. Hemen yan tarafta duran kapıyı açmaya çalıştık ve tekmeledik. Bir anda isimlerimizle bize seslenildiğini duyduk. Oradan çıktıktan sonra aklıma derste olduğumuz geldi ve arkadaşlarımın sınıf öğretmeniyle benim öğretmenimin bizleri aradığını fark ettik. Okulun önüne ulaştığımızda öğretmenim beni kolumdan tutarak sınıfa götürdü. Sınıfa girince bana biraz kızdı. Haklıydı aslında. Bana orasının kazan dairesi olduğunu söyledi. Yaptığım şeyin düşüncesizce olduğunu o anda anladım. Bilmediğim bir yere üstelik ders saatinde lavaboya gitmek için izin alarak gitmiştim. Arkadaşlarımın aklına uymuştum. 
Arkadaşlarım, orasının gizli yerleri olduğunu düşünüyordu, demek ki sürekli gidiyorlardı oraya. Onların öğretmeni nasıl bir tavır sergiledi bilmiyorum ancak okulun daha ilk gününde yaşadığım bu anıyı hiç unutmuyorum. 

4 Ocak 2025 Cumartesi

OYUNCAK

Elif Naz Özden


Zamanın değerini kim anlayabilir ki? 
İki hecelik bu kavramı kim tanımlayabilir ki?
Onun kölesi olmuşuz farkında bile değiliz
Peşinden koşuyoruz zamanın, bunu bile anlayamıyoruz

Onu yakalamaya çalışsak beceremeyiz
Durdurmayı denesek başaramayız
Akışına bıraktığımızda bela oluyor neden
Ne yaparsan yap, giden gidiyor elden

Planlarımızı zamana göre ayarlıyoruz
Kendimizi yirmi dört saate sıkıştırıyoruz
Herkesin bir işi var zamanla
Kısacık görüşmek için bile biriyle kavga ediyoruz onunla

Bazıları ise yarını planlarken bugünü kaybediyor
Şanslı değilsek bu planlar işe yaramıyor
Ancak zamanın yoldaşı hayat çıkagelene dek
Çukurlar açıyor hayat planlarımıza 

Kimisi ihtiyaçlarını bile zamanı varsa görüyor
Kimisi doğum günü şenliği bitti diye üzülüyor
Peki, biz ne yapıyoruz? 
Oyuncağı olduğumuz zamanın, peşinden koşuyoruz

28 Aralık 2024 Cumartesi

GRİ VE YALNIZLIĞIN RENGİ

 Elif Naz

Gri kimsenin aklına bile gelmeyen yalnızlığın rengi. O da adı gibi yalnız, kimsenin ilgisini çekmeyen siyah ve beyazın karışımını temsil eden, içinde biraz iyi biraz kötü barındıran, bende çok garip ve karamsar hisler uyandıran renk. O çok farklı ve çok yalnız. İçindeki siyahtan kurtulamayıp beyaza adım atamayan, artık pes etmiş, bıkmış, nötrleşmiş bir renk. İşte bu yüzden beni etkiliyor, tıpkı benim gibi.
Gri ve yalnızlığın rengi. 

21 Aralık 2024 Cumartesi

GERÇEĞE DAİR BAZI SORULAR


Elif Naz Özden


Hiç düşünmüş müydünüz şu an, gerçek mi? Yaşadıklarımız yalan mı? Arkamdan bir işler çevriliyor mu? Bilmem, belki de yaşayacağımız yüzlerce şey vardır. Belki şu an komadayım ya da yaşadığımı zannettiğim ev tamamen bir hayal ürünü. Annem, babam, ailem aslında bir sanrıdan ibaret. Önümde gördüğüm belki de bir halüsinasyon. Belki birazdan bombalar patlayacak bulunduğum yerde. 
Öyle ya da böyle bir hayatın içindeyiz. Hangisi gerçek, hangisi oyun? Bu oyunun sonu nasıl bitecek, bu bir rüya ise nerede uyanacağım, hepsi boşlukta. Eğer yaşadıklarımız bir oyun ya da rüya ise karşımıza ilerde neler çıkacak? 
Ah biz insanlar! Bunları düşünmeden, bilmeden bildiklerini sandıklarıyla övünen canlılar. Sahip olduğunu düşündüğü şeylerle gururlananlar ve kendilerini belki de bir yalana teslim edenler. 

14 Aralık 2024 Cumartesi

CEHALET


Elif Naz Özden

Kendi kendine düşünürken içinden geçirdi: "İnsanlar iki günü peş peşe kötü geçince yarın güzel geçecek." diyor. "Oysa dün de bunu dememişler miydi?"

7 Aralık 2024 Cumartesi

AKŞAM


Elif Naz Özden

Her akşam, kötü bir günün ardından yarınım güzel geçecek diyordu.  Dün akşam da böyle demişti, önceki gün akşam da ve daha önceki gün akşam da… Farkında değildi dünlerin, önceki günlerin, daha önceki günlerin…

TERS HAYAT

 ELİF NAZ ÖZDEN

O ters. Onun hayatı ters. O ve hayatındaki her şey ters. O her şeyi ters yapar. O, ters adam. Yatağına ters bir şekilde yatar. Tersinden uyanır. Yüzünü elinin tersiyle yıkar. Birisi onu sinirlendirdiğinde kahkaha atar ve elinin tersiyle vurur. Kantinden kendisine bir şey aldığında paketi tersten açar. Okulda sandalyesine ters oturur. Artık o kadar terstir ki ters yürümeye alışmıştır, arkasına bakmadan yürüme kabiliyeti kazanmıştı. Aynı zamanda kendisine bir dil uydurmuştu. Bütün kelimeleri tersten söylemeye alışmıştı. O, tersliğin hakkını veriyordu, gerçekten ters biriydi. O, tersliğin yürüyen, nefes alan, konuşan, uyuyan hâliydi. 

23 Kasım 2024 Cumartesi

RENK KÖRLÜĞÜ

 

Elif Naz Özden


Irkçılık nedir sizce? Bence renk körlüğünden başka bir şey değildir. İnsanın düşüncelerini yalnızca bir noktaya odaklaması ve başka bir şey görmemesi, zihnin başka bir şey düşünmemesi demektir. İnsanları sınıflandırmak ve kendisini üstün, diğerlerini zavallı görmekten başka bir şey değildir ırkçılık. Oysa insanlar yalnızca insandır ve kimsenin kimseden üstünlüğü, farkı yoktur. Her insan etten kemiktendir ve bir beyni, bir kalbi vardır tümünün. Tüm insanlar düşünebilir, acı çekebilir, sevinebilir, ağlayabilir. 
Üç yumurta düşünelim. Biri beyaz, biri açık kahverengi, üçüncüsü ise koyu kahverengi. Bunların kabuğunu kırdığımızı ve içini tavaya döktüğümüzü düşünelim. Ne görürüz? Normal bir yumurta. Sarısıyla, akıyla aynı yumurta. Farklılık sadece kabukta ve bu kabuğun rengini seçen yumurtanın kendisi değildir. İnsanlar için de bu örneği verebiliriz. İnsanın elinde değildir kendi ten rengini ve ırkını seçmek. Farklı renkte olmak suç değildir. Tek suç renkleri ayıran insanlardadır. Ne diyor Bukowski:
Hangi çiçek, diğerini “sarı açtı” diye ayıplar? 
Hangi kuş, “farklı ötünce” diğerine yasak koyar? 
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar. 
Ah insanlar! 
Her şeyi bulup kendini bulamayanlar…

2 Kasım 2024 Cumartesi

YALNIZLIK NEDİR Kİ

Elif Naz Özden

Yalnızlık nedir ki insanı korkutan? Tek başıma kalacağım diye olmayacak şeyler yaptıran. Ama niye korkuyoruz ki bu yalnızlıktan. Belki de gerçekten yalnız kalmamız gerekiyordur. Bir gün tek başımıza kalıp, tek başımıza yemek yiyip, tek başımıza dolaşmamız lazım belki de. Belki de hikayenin sonunda zaten yalnızlık var. 

Yalnızlığa yürüyoruz yaşadığımız her adımda belki. Yolların sonu oraya taşıyacak bizi. Yalnızlıktan korkmamalıyız çünkü yalnızlık, bize iyi gelecek şeylerden biri. Yalnızlığa alışmak gerek çünkü bir gün yalnız kaldığınızda tek başınıza yanınıza gelecek tek dost, arkadaş; yalnızlıktır. 

Eğer yalnızlık arkadaşınız olursa başka bir arkadaşa, dosta ihtiyacınız kalmaz. Yalnızlık da bir arkadaştır üstelik kimse yokken yanınızda duran tek kişi odur. Tek kalmaktan korkmayın, arkadaş bulmak için kendinizi paralamayın, değiştirmeyin. Zararlı bir kalabalıkla yaşamaktansa yalnızlığıyla dost olması insanın daha soylu bir tercihtir. Beş çürük elmayı arkadaş saymak zamanla sizin de altıncı çürük elma olmanızı sağlar. Yalnızlıktan bu kadar korkmak insanı kendi benliğinden koparır. Yolun sonu çöp kutusundan başka bir yer değildir. Yalnızlıktan korkmayın. 


12 Ekim 2024 Cumartesi

BENİM HİKÂYEM

 

Elif Naz Özden

Yıl, bilinmez. Zaman, hiç belli değil çünkü böyle bir şey yok burada. Burası Plüton ve ben Elif Naz Uzce’de yani uzaylı dilinde adım Alziere. Yani ben uzaylıyım. Var olduğumda yanımda iki kişi vardı. Birisi benim için gönderilen bir abla diğeri de benim sonsuza dek arkadaşım olacak biri. Benim için gönderilen ablanın adı Uzrilan. Arkadaşımın adı ise Sumrate idi. Aslında herkes uzaylıların yeşil renkte ve gözlerinin ise koyu yeşil olduğunu düşünür ki bu düşünce tarzı çok yanlıştır. Rengimiz aslında mor tonlarında, gözlerimiz ise gridir. Burunlarımızın olmadığı düşünülür fakat aslında insanların burunlarından çok daha kusursuz burunlarımız vardır lakin burun bizde koku almaya yaramaz. Tam tersine biz burunlarımızla duyarız çünkü kulaklarımız yoktur. Kokuyu da ağzımızla alırız. Genelde boylarımız aynıdır ve büyümeyiz çünkü zamanın bizde olmadığını söylemiştim. Büyümek zamanla gerçekleşen bir şeydir. Sayılar bizim dünyamızda en fazla 7’ye kadardır. Burada yapacak çok fazla bir şey olmamasına rağmen sadece bize verilen görevli ve arkadaşımızla konuşabiliriz çünkü her birimiz için farklı bir konuşma tarzı vardır ancak dilimiz aynıdır. Biz yemekle beslenmeyiz. Beslenme ihtiyacımız yoktur. 
Benim yaşadığım yerde canlıların saçları yaşlarına uzar ve yukarıya doğru büyür. Saç tellerimiz örgü şişi kalınlığındadır. Kimse kimsenin saçını çekemez bu yüzden. Burada bulduğumuz her şeyi yiyebiliyoruz ve her şeyin tadı çok güzel. Yediklerimiz bizde kilo yapmaz. Yediklerimizin bizim büyümemize bir etkisi yoktur. Burada yemek ve içmek sadece bir eğlence, etkinliktir. Burada taşıma aracı bulunmaz çünkü ihtiyacımız yok. Zıplayarak ilerleriz. Ulaşmak istediğimiz yere göre ayaklarımızı ayarlar ve zıplarız. Kovalamaca bile oynayamayız çünkü bazıları çok çok uzaklara zıplar oynamaya kalkışınca. İşte böyle bir yer benim Plüton’um yani dünyam ve işte böyle biriyim ben. 
Yine bir gün arkadaşlarımla zıplamaç oynarken bir anda ablam geldi ve bana Plüton’un gezgenler listesinden çıkarıldığını söyledi ve bu gezegenden kaçmamız gerektiğini söyledi. Sonra yanımızda portallar açılacağını söyledi. Çok geçmeden yanımızda portallar açıldı ve ben ablamın yanına sığındım. Hangi portaldan geçeceğimi bilmiyordum. Portallar renkli renkliydi. Ben şaşkın şaşkın bakarken ablam kolumdan beni tutarak sarı renkteki portalın içine zıpladı. Sonra kendime geldiğimde dünyada gözlerimi açtım. Yepyeni bir dünyada formatlanmış bir bilinçle gözlerimi açmıştım. Uzun süre bir anlam veremedim fakat belleğimi kullandıkça geçmişi hatırlamaya başladım ve yukardaki olayları bir sıralama ile yeniden zihnimde yapılandırdım. Bu durum yaklaşık on senemi aldı bu dünyada. Şimdi biliyorum ki ben bu gezegenin yabancısıyım. Buraya ait değilim ama yine de rolümü iyi oynamaya çalışıyorum. Dünyayı seviyorum. Dünya sevilecek bir yer. Yeteneklerimin çoğunu kaybetmiş olsam da zamanla çalışarak bazılarını yeniden bulacağıma inanıyorum. Mesela zıplama yeteneğimi geliştirmek için her gün yüzlerce kez ip atlıyorum. Bir süre sonra yeniden zıplayarak yürüyebileceğimi düşünüyorum. İlkel ulaştırma araçlarına ihtiyacım kalmayacağına inanıyorum. 
Burası Plüton değil ve Alziere’yi kimse tanımıyor henüz. Herkes bana sadece Elif Naz diyor. Belki günün birinde tüm dünyalılara Uzce’yi yani uzaylı dilini öğretirim ve  adımın Alziere olduğunu bilirler o zaman. 


21 Eylül 2024 Cumartesi

TEK VALİZ

 

Doğa Uzunpınar
Ekin Akçay
Elif Serra Yıldırım
Nehir Güver
Elif Naz Özden
Elif Dağdeviren
Şeyma Ateş
Beste Kaya

Şimdilerde doğduğum topraklarda sonbahar ne güzeldir, diye düşündü. Oysa bu ülkede ve bu şehirde sonbahara dair yaşanabilecek güzellikler ne kadar azdı. Mesela ayaklarının altında hışırdayan yapraklar yoktu. Mesela göç eden leylekler yoktu. Turşu yapan, elma kurutan, salça yapan kimseler de yoktu. Okul alışverişleri ile dolup taşan caddeler, sokaklar yoktu. Ama burada olan şeyler de doğduğu şehirde yoktu. Burada kargaşa ve gürültüden başka bir şey yoktu aslında fakat kargaşanın ve gürültünün her türü vardı. Binalar gökyüzüne kadar uzanıyor bazıları bulutları sıyırıyordu. Yollarda iğne atsanız yere düşmezdi. İnsanlar yürümekten çok koşuyor gibiydi ve taşıtlar gün boyu, gece boyu vızır vızır ilerliyordu. Yalnızca yerde değil gökyüzünde de benzer bir trafik vardı. Alışılacak gibi görünmüyordu bu hayata. Bu ülkeye, bu şehre geleli henüz birkaç gün olmuştu ve buradaki yaşam tarzını henüz kavrayamamıştı. Kaç gündür doyasıya yemek yememişti. Makarna ve salata dışında hiçbir şeye yaklaşamıyordu. Çünkü kendi ülkesindeki mutfak kültürünün en küçük kırıntısı bile yoktu buralarda. Zaten insanlar tıpkı sokakta yürüdükleri gibi yemek yiyordu. Olabildiğince hızlı yiyorlardı. 
Zihninden hep düşünceler geçiyordu ve bir an bile düşünmeyi bırakamıyordu. Zihni hep meşgul olduğundan birkaç kez yanlış sokağa girmiş ve kaybolmaktan son anda kurtulmuştu. Zaten sokaklar hep birbirine benziyordu. İnsanlar da hep birbirine benziyordu. Bu kadar benzerlik içinde tek aykırı görünen kendisiymiş gibi hissediyordu. Çirkin Ördek Yavrusu masalını yaşıyor gibiydi bu ülkede. Sadece gündüzler değil geceleri de hayli yorucuydu onun için çünkü gece boyu da gürültüler bitmiyordu. Güç bela uykuya dalıyor sonra karmaşık rüyalardan kan ter içinde uyanıyordu. Bu düşünceler zihninde dolaşırken kaldığı yurdun kapısının önüne geldiğini fark etti. Yurda karşı bir aidiyet hissi yoktu. Ülkesindeki en ucuz otel bile onun için buradan daha cazipti. Buraya ait olmadığını her adımda hissediyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu, buraya eğitim için gelmişti. Onca sınavdan geçmiş, onca başarı elde etmiş ve bu üniversiteye davet edilmişti. Pek çok arkadaşının hayaliydi bu. Kendisinin de hayali buydu fakat gerçekler hayallerindeki gibi değildi. Yurt dışını deneyimleyen bütün arkadaşları onu teşvik etmişti fakat kimse bu zorluklardan bahsetmemişti. Birdenbire acıktığını hissetti. Keşke üzerine tereyağı dökülmüş bir mercimek çorbası olsa ve yanında küçük bir salata bulunsaydı. 
Annesi ne güzel yemek yapardı. Memleketinin ekmeklerini, ekmek kokusunu bile özlemişti. Fırınların önünden geçerken burnuna gelen ekmek kokularını hatırladı. Daha ilk günlerde bu kadar memleket özlemi fazlaydı. Fazla duygusallaşmıştı. Oysa neşeyle binmişti uçağa ülkesinden ayrılırken. Kendisini toparlamalı ve bu hayata ayak uydurmalı, hayallerini gerçekleştirmek için çalışmaya başlamalıydı. Kaldığı yurdun merdivenlerinden bu düşünce ile odasına doğru ilerledi. Odasında kendisinden başka biri daha kalacaktı fakat şimdilik yalnızdı. Odasının kapısını açtığında odada yeni birini gördü. Kendisiyle aynı yaşta görünen bu genç kızı görür görmez düşünceleri dağıldı. Bir oda arkadaşına sahip olacağı için sevindi ve heyecanla:
-Merhaba, dedi. 
Bu kelimeyi duyan genç kız gülümsedi ve ayağa kalktı:
-Türk müsün? 
İkisi de heyecanlanmıştı. 
-Elbette Türk’üm. Adım, Gülce. Ankaralıyım. 
-Benim adım da Rengin. Bugün geldim buraya ve kendimi çok yalnız hissediyordum az önceye kadar. Şimdi öyle mutlu oldum ki. Sanki Aksaray’da gibi hissettim kendimi. Aksaray’dan ilk kez çıktım şehir dışına ve buraya geldim. 
Gülce:
-Tanıştığımıza sevindim, dedi. Şu birkaç gün ne kadar zor geçmişti benim için bir bilsen. Artık sen varsın ve yalnız değilim.  
Sonraki günler Gülce ve Rengin için çok fazla sıkıcı değildi. Arkadaşlarıyla da usul usul tanışıyorlar, dil öğreniyorlar ve anlaşmaya çalışıyorlardı. Hatta zaman zaman kendi aralarında bile Türkçe konuşmadıkları oluyordu. Artık Gülce ve Rengin bu şehrin yemeklerine, sokaklarına, hayatına alışmaya başlamışlardı. Günler hızla geçiyordu. Rengin, Gülce’yi ülkelerine döndüklerinde Aksaray’da misafir edecekti. Gülce de Rengin’i Ankara’ya davet etmişti. Heyecanla ülkelerine dönecekleri günü bekliyorlardı. Bir yandan da dersler sona ereceği için üzülüyorlardı. 
Nihayet okulun son günü gelmişti. Hazırlıklar yapılmıştı memlekete dönmek için. Gülce de Rengin de başarılı geçen bir seneden dolayı mutluydu. Artık bu şehrin, ülkenin yabancısı saymıyorlardı kendilerini ve çok iyi İngilizce konuşabiliyorlardı. Rengin, valizini tam olarak toplamadığı için sınıftan erken ayrılmıştı. Son ders bitmiş, herkes vedalaşmaya başlamıştı. Bu esnada dersin öğretmeni, Gülce’ye yaklaştı:
-Tebrik ederim Gülce.  Bir sene boyunca odanda tek yaşadın. Çok uzaklardan farklı bir coğrafyaya gelmene rağmen bu başarıyı elde ettin. 
Bu sözler Gülce’yi korkutmuştu. Hemen sınıftan ayrıldı. Koşarak odasına çıktı. Odasında sadece bir dolap, bir yatak ve kendisinin hazırladığı valiz vardı.