2 Kasım 2024 Cumartesi

DEĞİŞMEYEN KADER

Miraç Kağan Güler

Yazılılar öğrencilerin başarılı olanları ile başarısız olanlarını ayırt etmek için yapılır. Kimi zaman zor olsa da yazılılar bazen kolayları da vardır. Aslında bize zor gelen bir yazılı, başkasına kolay gelebilir ya da bize kolay gelen bir yazılıda başkaları zorlanabilir. 
Yazılıları geçmenin yolu çalışmaktan geçer fakat bazıları çalışmak yerine kopya çekmeyi benimser. Yazılılar bazen tüm ülke çapında bazen ise sadece bizim bulunduğumuz okulda yapılır. Ülke çapındaki yazılılar “ortak sınav” adıyla bilinir. 
Yazılı sınav yapmanın farklı türleri vardır. Örneğin açık uçlu sorularla da yazılı yapılabilir, çoktan seçmeli sorularla da yazılı sınav yapılabilir. Öğrencilerin en sevdiği yazılı türü çoktan seçmeli yani “şıklı” olanıdır. 
Bir de yazılılardan ayrıca yapılan sınavlar vardır. Bunlara “deneme” denilir. Denemeler, şıklı sorulardan oluşur ve her derse ait sorular yer alır bu sınavda. Denemeler, bizim ortaokul son sınıfta gireceğimiz liseye geçiş sınavı için önemlidir. 
Çoğu öğrenci gibi ben de yazılıları pek sevmiyorum. Hatta başarılı olduğum, en yüksek notu aldığım yazılılar bile bir tedirginlik oluşturuyor bende. Yalnızca yazılılar değil, denemeler de ürkütücü. İnsanın tüm çabasının yalnızca bazı sorularla ölçülmesi ve sonuca göre öğrenciye bir değer verilmesi garip geliyor bana. 
Keşke yazılılar, testler hiç olmasa diye aklımdan geçiyor bazen fakat bu kez de çalışan öğrenci ile çalışmayanı ayırt etmek güç. Galiba yüzyıllardır öğrencilerin kaderi böyle. Yazılı ol, not al, sınıf geç, yeniden sınavlara gir. 

BÜYÜLÜ DÜNYA

 İsmet Çınar Altuntaş

Beden eğitimi dersi belki de çoğu futbolsever çocuğun en sevdiği derstir. Beden eğitimi dersi geldiğinde formalar giyilir, Fenerbahçe’sinden Galatasaray’ına, Real Madrid’inden Barcelona’sına… Ortalık bayram yeri gibi renklerle süslenir. Hele o teneffüs sahada futbol oynarken zil çaldığında nöbetçi öğretmen: “Hadi çocuklar, sınıfınıza” dediğinde “Öğretmenim, dersimiz beden eğitimi.” cümlesini kurmanın mutluluğu bir başkadır.  
Ders başladığında genelde öğretmen serbest bırakır ve bütün erkekler sahaya geçer. Takımlar “aldım-verdim” yöntemi ile kurulur. Bu yöntemi uygularken illaki iyi oynayan birilerini transfer etmek için sorun yaşanır çünkü her sınıfta çok iyi futbol oynayan bir öğrenci mutlaka vardır ve o öğrenci maçın kaderini belirler. Herkes iyi oyuncuların bulunduğu takımda olmak ister. 
Bu esnada bazıları ise köşede sessizce bekler. Takım kuran arkadaşın seni seçecek mi yoksa bir köşede bırakacak mı? Bu anın heyecanı sınavlarda bile yaşanmaz. Takımlar kurulduğunda ve maç başladığında mutlaka bir gol, diğerlerinden daha güzeldir, daha havalıdır. Herkes bu golün sahibi olmak için onlarca kez şut çeker ve yüzlerce adım atar çünkü maç bittiğinde kalan tek şey atılan o güzel goldür. Maç bitse de konuşulmaya devam eder bu gol. 
İstemesek de maçın sonunda beden eğitimi dersi bitmiş olur. Bu gerçekle yüzleşmek maçı kaybetmek kadar üzücüdür. Zil çalar ve orada kurulan büyülü dünyadan çıkarır bizleri. Yeniden sınıflara döneriz ve derslere devam ederiz. Bazen yapılan maçlara dair yorumlar teneffüslerde devam eder. Beden eğitimi dersi belki de çoğu futbolsever çocuğun en sevdiği derstir.

BİZ KİMİZ


Eymen Çam

On altı yıl uzunluğunda, 5632 hafta genişliğinde, “günaydın” ile yatıp “iyi dersler” ile kalkan, tost ile beslenen, çanta ile süslenen, ceket ile kravat arasına sıkıştırılmış “bir gün okul bitecek” diye kandırılmış, yedi ders altı teneffüs gücünde öğretmenin fırçası, sınavların stres saldırısı altında yaşayan okulun en çaresiz insanıdır öğrenci. 
Büyüklere sorsanız, hayatın yükü sırtlarına binmemiş, ekmek elden su gölden yaşayan, her ihtiyacı kendiliğinden hazırlanan, başarısızlık gibi bir lüksü olmayan, sırtı kalın, karnı tok olduktan sonra başka bir şeyi düşünmemesi gereken bir canlıdır öğrenci. 
Şimdilik öğrenciyim ve ilk öğrenci tanımı bana daha yakın. Kim bilir, bir gün büyüdüğümde belki ben de aşağıdaki ruhsuz tanımı kabullenirim. 

DENGE

 Yusuf Kerem Acar

Okul, hem iyi hem kötü bir zindan gibidir. Okul, fen öğretmenleri ile gıcık, sosyal öğretmenleri ile eğlenceli, Türkçe öğretmenleri ile şakalaşılan bir yerdir. Okul, müebbet hapis hayatı gibidir ama bu hapis hem iyidir hem de kötü. Okul, en başta haz veren tostlarla başlar. Sonradan tostun sertliğini fark eden öğrenciler okul dışında bir yerlerde başka tostlar aramaya başlarlar. Okullar bize sağlıksız gıdalar sunan kantinlerle doludur. Nöbetçi öğretmen stresi, beden eğitimi dersinde maç yapmanın keyfi ile eşitlenir. 
Okul, İngilizce öğretmenleri ile merhamet sahibi insanların bulunduğu cennet, çok fazla ödev verip hepsini birkaç günde bitirmemizi isteyen matematik öğretmenleri ile bir zindan gibidir. Okul müdürünün üzerimizdeki etkisi, yardımcılarının bize verdiği tedirginlik de ayrı bir konu. 
Okul, bir dengedir. Bir yanda idareciler ve öğretmenler, bir yanda farklı farklı dersler… Kimi sıkıcı kimi eğlenceli geçen vakitler. Hepsini topladığımızda stres ve neşe, huzur ve huzursuzluk, mutluluk ve mutsuzluk birbirini dengeler. 

UZAKLARA YELKEN AÇMAK

Gamze Sena Kuyucu

Herkes kitabın tanımını bilir. Okuma kitapları, boyama kitapları, ders kitapları… sürüyle kitap çeşidi vardır ama kitap benim için tüm düşünceleri unutup farklı dünyalara yelken açmaktır. Tüm kitapların tanımı benim için yolculukla eş değerdedir. Öğrenmek için vardır kitap, bilgili olmak, hayal dünyamızı geliştirmek için vardır. Bazıları sevmez kitabı. Onları hiç anlamıyorum. Kitap sevgisi nedir, bilmiyorlar. Oysa kitap sevgisi o kadar farklı ki… Bir ilaç gibi kitaplar. Kitap okuyunca düzelir moralim. Bilgisiz ve kitap okumayı sevmeyen insanlar, kitapları da sevmez. Onlar, kitabın değerini bilmezler. 
Büyülü bir kapıdır kitap. Başka dünyalara gitmek, bir kitabın kapağını aralamakla başlar. Ne kadar kitabın varsa o kadar bilgilisindir, tabii kitap okuyorsan. Diyorlar ya bazıları “kitabı ne yapacaksın” diye. “Okuyacağım” diyorum. “Sizin yapmadığınız işi yapacağım, bol bol kitap okuyup kendimi geliştireceğim, sizin gibi ön yargılı olmayacağım. Özellikle kitaplara karşı. “

SUSKUNLARIN DİLİ



Aden Mira Kartal

Susmak, bir konuda fikir sahibi olmak ama onu içine atmaktır. Niçin içine atar insan? Anlaşılmamak endişesiyle, korkuyla ya da çekingenlikten. Kimi zaman kaybettirse de suskunluk çoğu zaman kazandırır çünkü “Söz gümüşse sükut altındır.” Şeklinde bir söz var. Sükut, yani suskunluk altın değerindedir çoğu zaman. 
Susmak, bir dağın zirvesidir. Kimselerin ulaşamadığı bir dağın zirvesi. O dağda yalnızca siz varsınızdır. Kalabalıklar o dağa ulaşamaz. Zirvede suskunluğun zevkini çıkarırsınız kimselerin haberi olmadan. 
Susmak, içindeki güçtür insanın. Konuşan kaybeder, kendi ele verir, sınırlarını gösterir karşısındakine. Oysa suskunların gücünü kimse tahmin edemez. 
Aynı zamanda susmak, seni kötülüklerden koruyan bir kalkandır. Susan kişiyseniz size kötülüğün okları, mermileri isabet etmez. 
Konuşmanın bittiği yerde başlar bilgelik. Bilgeler geveze değildir. Geveze olan bilgisiz olandır. 
Başarıya ulaşanların çoğu suskun insanlardır. Hem konuşup hem iş yapan insan yeryüzünde yok denecek kadar azdır. Tarihte bile bu gerçek, bu şekildedir. Kahramanlar hep suskundur. 
Kendine güvenmek ve bunu belli etmemektir susmak. Susan insanlar cesaretsizliğinden değil yapılacak işleri hafife aldığından konuşmazlar. 
Susmak, kimileri için sesin çıkmamasıdır ama sadece dışarıya çıkmaz ses. Susan kişinin içinden neler konuştuğunu kimse anlayamaz. O bambaşka bir dildir ve harflerle yazılamaz, kelimelerle anlatılamaz. 

UÇAK YOLCULUĞU

 Elif DAĞDEVİREN


Benim adım Eda. Bir gün Mercan, Ela, Ali, Arda ve Göktürk adında altı arkadaşımla bir parkur yarışmasını kazandığımız için yurt dışına çıkmaya hak kazandık. Bu haberi alan ilk kişi Arda oldu ve bizi her zaman oynadığımız parka çağırdı. 15 dakika sonra hepimiz bir aradaydık. Ela:
-Arda, bizi neden buraya çağırdın? dedi.
Arda:
-Arkadaşlar sizi buraya çağırmamın sebebi: geçen hafta kazandığımız parkur yarışının yan finalleri 2 hafta sonra başlıyor. Bu yüzden 1 hafta sonra Almanya'ya gideceğiz, dedi. Bunu duyunca hepimiz çok sevindik. 1 gün geçti, 2 gün geçti, 3 gün geçti... Hepimiz çok heyecanlıydık. Sanki zaman akmıyordu. Ve sonunda beklediğimiz an geldi. Eşyalarımızı hazırladık ve uyumaya gittik. Tabi hiçbirimiz heyecandan uyuyamadık. Gece 22.00'da Ela. Mercan'a mesaj atmış. Mesajda şöyle yazıyormuş "Mercan uyudun mu? Ben heyecandan uyuyamadım. Ama uyumam gerekiyor. Nasıl uyuyacağım?" Ela bu mesajı yazdıktan 2 dakika sonra Mercan da mesaj atmış. Mesajda şöyle yazıyormuş “Ben de uyuyamadım çok heyecanlıyım. Gözünü kapat belki uyursun. Ben de öyle yapıyorum." Ela ise “Teşekkürler. İyi geceler." Mercan da "iyi geceler.” demiş. Ben, Ali, Arda ve Göktürk ise 22.30 gibi uyumuştuk. Sabah hepimiz uykusuzduk. Ama heyecandan hepimiz uykusuz olduğumuzu unutmuştuk. 06.30'da hepimiz havalimanındaydık. Almanya'ya giden uçağı bulduk ve uçağın olduğu yöne doğru ilerlemeye başladık. Ancak yanımızda Arda'nın babası, Göktürk'ün babası ve Ela'nın babası da vardı. Uçak 15 dakika sonra kalkışa geçti. Ali haricinde hepimiz uçağa ilk defa biniyorduk. Bu yüzden hepimiz çok heyecanlıydık. Ali ise bir gezi için uçak aracılığıyla şehir dışına çıkmış, o yüzden Ali'nin 2. uçağa binişi ama yine de Ali de heyecanlanmıştı. Vaktimizi UNO vb. oyunlar oynayarak geçirdik. Sonunda Almanya'ya gelmiştik. Bir taksi ile kalacağımız otele gittik. Eşyalarımızı yerleştirdik, biraz atıştırdık, biraz kestirdik ve çevreyi keşfettik. Bunların hepsini bir buçuk saatte tamamlamıştık ve gezmeye gittik. Saat 14,00 civarında antrenmana gittik ve iki buçuk saatte orada vakit geçirdik. Almanya çok güzel bir ülkeydi. Çok sevmiştik. Sabah erken kalkmak için erkenden uyuduk. Ertesi gün saat 05.00'de hepimiz antrenman yapacağımız yere gittik. O gün orada 5 saat çalıştık. Çok yorulmuştuk. Akşam yine heyecanlıydım ama çok yorgun olduğum için hemencecik uyudum. Sabah kalktık, güzel bir kahvaltı yaptık ve antrenman yapacağımız yere gittik. O gün sabahtan akşama kadar çalıştık. Çünkü yarın yarışma vardı. Artık adım atacak halim kalmamıştı. Otele gidince üstümü değiştirdim ve uykuya daldım. Rüyamda 30 tane ambulans, 3 kız çocuğu ve 3 de erkek çocuğu vardı. 6 çocuğu sedye yardımıyla ambulanslara bindiriyorlardı. Çok sayıda yaralı ve ölü insan vardı. Bir uçak vardı ama parçalara ayrılmış bir uçak. Bir de tam olarak anlamadım ama kara gömülü bir kız vardı. O sırada uyandım. Çok korkmuştum. Hemen Mercan'ı uyandırdım ve rüyamı anlattım. Oda korkmuştu. Zaten saat de gelmişti. Hazırlandık ve yarışma alanına gittik. Orada tribünlere oturduk ve sıranın bize gelmesini bekledik. Ve sonunda sıra bize geldi. Çok heyecanlıydık. Yarışta Arda'nın babasının verdiği taktik ile 1. olduk. Hepimiz çok mutluyduk. Ödül töreninin ardından final turunun ne zaman ve nerede olduğunu öğrendik. 3 hafta sonra Amerika'da olacakmış. Buna göre bir plan kurduk. Plan şöyleydi, bu hafta da burda kalacak ve gezecektik. Haftaya Amerika'ya gidecektik. 1 hafta Almanya'da çok eğlendik. Artık Amerika'ya gitme vakti gelmişti. Amerika'ya giden uçağı bulduk ve bindik. Uçakta yine aynı şeyleri yaptık. Amerika'ya gittiğimizde ilk önce otele yerleştik, sonra biraz atıştırdık ve etrafı keşfettik. Amerika da güzel bir yerdi. Ama ülkemizi ve ülkemizdeki yemekleri de özlemiştim. Ertesi gün yine erkenden çalışmaya gittik. Ancak bu sefer 2, 3 saat çalıştık. Çok yoğun çalışmamıştık ama yine de yorulmuştuk. Bugün ise rüyamda arkadaşlarımı, arkadaşlarımın babalarını, kendimi ve bir de geçen gün rüyamda gördüğüm kara gömülmüş kız vardı. Ne yaptığımızı hatırlamıyorum ama kimi gördüğümü çok net bir şekilde hatırlıyorum. Sabah olunca rüyamı yine herkese anlattım. Mercan ile Ela dışında hiç kimse umursamadı. Ama Mercan ile Ela bir şeyler olduğuna emindi. Bende bir şeylerin olacağından korkuyordum. O kızı görmek istemiyordum. Çünkü eğer görürsem... İşte o zaman korkmalıydım. Ya ben gelecekte olacakları görebiliyorsam... Daha kötüsü bu olaydan dolayı verimli çalışamıyordum, yanlış yapıyordum. Bir an önce sakinleşmem gerektiğini biliyordum ama yapamıyordum. Antrenmanda derin bir nefes aldım ve ailemi düşündüm, kazanıp yanlarına gittiğimde nasıl gururlanacaklarını düşündüm. Biraz daha İyiydim. Bu gece rüyamda yine o kızı gördüm, korktum, uyanmaya çalıştım ama olmadı. Kız bana İngilizce bir şeyler söylüyordu. Türkçeye çevirince ortaya "Merhaba. Benim Adım Jane. 12 yaşındayım ve tek başıma yaşıyorum. Ben doğarken annem ölmüş, babam ise bir uçak kazasında öldü. Tek çocuğum, kardeşim yok. Çok hızlı ve atletik bir kızım ama asla içimdeki gerçek gücü ortaya çıkaramadım. Sizin dışınızda hiç arkadaşım olmadı." böyle bir şey çıkıyordu. Ondan sonrada uyandım. Mercan'ı uyandırdım ve ona bu sefer gördüğüm rüyayı anlattım. Kahvaltıda da herkese anlattım. Artık hepimiz korkuyorduk. Türkiye'ye gideceğimiz zamanı değiştirmeye karar verdik ama ya o zaman uçak parçalanırsa iyi düşünmeye çalıştık ama olmuyordu. Yarışmaya 2 gün kalmıştı. İşte o sırada aklıma bir şey geldi "Neden bu rüyaları ben görüyorum?" işte o zaman daha çok endişelenmeye başladım. Neyse ki Ali'nin babası bize dondurma ısmarladı. Yoksa bu olayı unutamazdım. Gece otele gidince uyumak istemedim, uyuyamadım da zaten. Yaklaşık saat 00.00 gibi uykuya daldım. Bu sefer rüyamda annemi ve babamı gördüm. Ama telaşlıydılar ve hastanedeydik. Acı hissediyordum. Sabah yine herkese anlattım. Hepimiz daha da korkmaya başladık. Arabayla veya gemiyle gitmek istedik ama okulumuz vardı. Erkenden gitmemiz gerekiyordu. Yarışmaya odaklanmaya çalıştık. O gün rüyamda çığlıklar duydum. Herkes "Yardım edin!" diye bağırıyordu. Bir anda uyandım. Saate baktığımda saat daha 03.00'tü. Gözümü kapattım ve uykuya daldım. Rüyamda kupalar ve madalyalarla uçağa biniyorduk. Mutluyduk. Saat 07.30 gibi Mercan beni uyandırdı ve hazırlanıp gittik. Yarışma vardı. Hepimizi ilk güldüren kişi Arda oldu. Arda: -Arkadaşlar az gülün yaa. Yarışmamız var ve biz bu yarışmayı kazanmaya gidiyoruz. Bir rüya gerçek mi olacak ki? Moralinizi bozmayın. Kötüyü aklınıza getirmeyin. İyi, güzel şeyler düşünün, dedi. Hepimiz güldük. Nedense içim biraz da olsa rahatlamıştı. Yarışma alanına gittik, karnımızı doyurduk ve sıramız gelene kadar diğer yarışmacıları izledik. Biz 10. sıradaydık. 1 yarıştı, 2. yarıştı, 3. yarıştı... Bir takım sonra biz yarışacaktık. Bu Türkiye İçin çok gururlandırıcı bir olay. Hakemler bizi yarışma alanına çağırdı. Derin bir nefes aldım ve ve bunu yapacağımıza inandım. Son gücümüzle yarıştık. O sırada gördüğüm rüyalar hiç aklıma gelmedi Yarışma alanından çıktık. Mutluyduk, çünkü kazanma olasılığımız vardı. Sonunda bütün takımlar yarışmasını bitirdi ve sonuçları açıkladılar. 3. olmuştuk. Hepimiz çok mutluyduk. Artık eve geri dönme vakti gelmişti. O an çok korkuyordum ve korktuğum da başıma geldi. O kızı gördüm. O da uçağı bekliyordu ve İngiliz’di. Uçağımız gelmişti ve binmek zorundaydık. Gemiyle veya otobüsle gidemezdik. Çünkü nerdeyse tüm paramızı uçak biletine harcamıştık. Uçağa bindik ve eşyalarımızı yerleştirdik. Ben kızın yanına gittim ve: -Merhaba. Benim adım Eda. Arkadaş olalım mı? Kiminle geldin? Kaç yaşındasın? Hangi ülkeden geldin? Hangi dilleri biliyorsun? diye saymaya başardım. Tatbikî de hepsinin cevabını biliyordum ama o benim bildiğimi bilmiyordu. Jane de Türkçe konuşabiliyormuş Birlikte çok iyi arkadaş olduk. Ben Jane'in uçak kazasında öleceğini biliyordum ama ona söylemiyordum. Bir saat filan geçmişti ki bir anons duydum "Sayın yolcular gidiş rotamızda bir değişiklik olmuştur. Lütfen yanlış yöne gittiğimizi düşünmeyin. İyi yolculuklar." işte bu söz benim son duymak isteyeceğim ses olabilir. Saatler geçiyordu ama bir şey olmuyordu.
Yaklaşık bir buçuk saat geçti ve sonunda beklenen şey oldu; uçak acil inişe geçiyordu ama aşağısı karlıydı. Çok tedirgin olmuştum, çok korkmuştum ve en önemlisi arkadaşımı kaybedeceğim için çok üzgündüm. Oysaki Jane çok iyi bir arkadaştı. Düşerken bir yere çarpıp ortadan ikiye ayrıldı. Biz arka tarafta olduğumuz için bize çok bir şey olmamıştı ama ön taraf yani pilot, yardımcı pilot ve ön tarafta oturan kişiler uçurumdan aşağı düştü. Arka taraf ise yaralılarla doluydu ama sapa sağlam çıkanlar da vardı. Eşyalar arkada olduğu için rahatlık ama yiyecek sıkıntımız vardı. Bazıları uçağın içine soğuk hava girmesini engellerken bazıları ise üstlerine kalın bir şeyler giyinip yardım göndermeye çalıştılar. Ben, Jane, Göktürk ve Göktürk'ün babası da yaralılara yardım ettik. Çok fazla kişi vardı. Bu yüzden bir kaç kişi daha yardıma geldi. Günlerimiz böyle zor geçerken beni tek mutlu eden şey Jane'in ölmemesiydi. O gün bunu düşündükten bir saat sonra biri soğuktan donarak öldü. Hepimizin sonu böyle gözüküyordu. Ertesi gün on kişi daha öldü. Sayımız giderek azalıyordu. 3,4 gün böyle geçmişti. Gitgide ölenler artıyor, bizim sayımız da azalıyordu. Neredeyse bir hafta olmuştu ve 47 kişiydik. İşte o gün sayımızı 46 kişiye düşüren kişi Jane oldu. Çok üzülmüştük Gece donarak ölmüştü. Rüyam teker teker gerçekleşiyordu. Jane'i kara gömdük ve mezarını süsledik. Jane'i asla unutmayacaktım. Jane benim en iyi dostlarımdan biri oldu. Kazadan 8 gün sonra bizim hayatta olduğumuzu ve nerde olduğumuzu öğrendiler. Bize 2 gün sonra 30 tane ambulans göndereceklerini haber verdiler. Keşke Jane de bizimle birlikte eve dönebilseydi diye düşündüm. 2 gün sonra geldiler ve bizi kurtardılar. 860 kişi arasından sadece 30 kişi sağ çıkabilmişti. O sırada bayılmışım. Gözümü açtığımda yanımda annem ve babam vardı. Çok sevindim ve hemen annem ile babama sarıldım. Onları çok özlemiştim. Bütün yaşadıklarımızı ve gördüğüm rüyaları annem ile babama teker teker anlattım. Çok büyük bir macera atlatmıştık. Benim anlamadığım tek bir şey vardı, nasıl olmuştu da gelecekte göreceğim şeyleri rüyamda görmüştüm. Çok gizemli ve çok büyük bir macera yaşamıştım. Bir hafta sonra hepimiz kendimizi toparladık ve tekrar eski hayatımıza devam ettik. Okulda herkes bize ne olduğunu soruyordu ve herkes bizi konuşuyordu. Başarılı olmak çok güzel bir duyguydu.

YALNIZLIK NEDİR Kİ

Elif Naz Özden

Yalnızlık nedir ki insanı korkutan? Tek başıma kalacağım diye olmayacak şeyler yaptıran. Ama niye korkuyoruz ki bu yalnızlıktan. Belki de gerçekten yalnız kalmamız gerekiyordur. Bir gün tek başımıza kalıp, tek başımıza yemek yiyip, tek başımıza dolaşmamız lazım belki de. Belki de hikayenin sonunda zaten yalnızlık var. 

Yalnızlığa yürüyoruz yaşadığımız her adımda belki. Yolların sonu oraya taşıyacak bizi. Yalnızlıktan korkmamalıyız çünkü yalnızlık, bize iyi gelecek şeylerden biri. Yalnızlığa alışmak gerek çünkü bir gün yalnız kaldığınızda tek başınıza yanınıza gelecek tek dost, arkadaş; yalnızlıktır. 

Eğer yalnızlık arkadaşınız olursa başka bir arkadaşa, dosta ihtiyacınız kalmaz. Yalnızlık da bir arkadaştır üstelik kimse yokken yanınızda duran tek kişi odur. Tek kalmaktan korkmayın, arkadaş bulmak için kendinizi paralamayın, değiştirmeyin. Zararlı bir kalabalıkla yaşamaktansa yalnızlığıyla dost olması insanın daha soylu bir tercihtir. Beş çürük elmayı arkadaş saymak zamanla sizin de altıncı çürük elma olmanızı sağlar. Yalnızlıktan bu kadar korkmak insanı kendi benliğinden koparır. Yolun sonu çöp kutusundan başka bir yer değildir. Yalnızlıktan korkmayın. 


MERDİVEN

Ekin Akçay


Ah bu
Merdivenler
Hep var hayatımızda
İnişli, çıkışlı, kavisli, dik.
Hayat bir merdivendir aslında
Sınıflar basamağı okul merdivenin
Çıkıyoruz durmadan birer birer yukarı
Büyümek de bir merdiven, aldığımız her yaş 
Bir basamak, biz farkında olsak da olmasak da.
Yaşamak, bitmeyen merdivenlerde yürümekmiş aslında
Kimseler bunu söylemese de bize, anlıyorum attığım adımlarda. 

PAZARTESİ

Elif Serra Yıldırım 


Maalesef / pazartesi / bugün     / yine
Pazartesi / bugün     / maalesef / yine
Bugün    / maalesef / pazartesi / yine
Yine       / yine        / yine        / yine