Meryem Katırcı, Zehra Yıldırım
Hiçbir yerden haber, mail beklemiyordum fakat bir Salı sabahı ansızın gelen bir bildirimle irkildim. Okulun ilk günü, sabahın erken saatinde kimden geldiğini bilmiyordum bu e-postanın. Önceleri umursamadım çünkü okula hazırlık yapmam gerekiyordu fakat belki de hesaplarım ele geçirilmiştir endişesiyle göz ucuyla e-postayı açmaya karar verdim. Bu esnada evden çıkmıştım ve kapıda bekleyen servise binmiştim. Serviste e-postayı okumaya başladım:
Ben Beste.
On beş yaşımdayım fakat otuz yaşımda gibi hissediyorum kendimi. Bazen çocuk gibiyim bazen olgun biriyim. Beni tanıyanlar hep neşeli görse de zaman zaman duygusallaştığım da olur. Mesela bir perdeye bir sinek konunca, mesela kalemimin ucu ansızın kırılınca, mesela çantamda ıslak mendil kalmayınca.
On beş yaşımdayım ama hayallerim kaç yaşında bilmiyorum. Bir dağ köyünde öğretmen olmak hayaliyle yaşıyorum. Çalıkuşu Feride gibi olmak istiyorum. Kış boyu sobamın üzerinden çaydanlık hiç eksik olmasın, bahar mevsimi geldiğinde bahçeme soğan, maydanoz ekeyim istiyorum. Yaz tatilinde öğrencilerime örgüler öreyim ve okullar açıldığında onlara hediye edeyim istiyorum.
Ben Beste, on beş yaşımdayım ve sınavlarla boğuşuyorum. Asla işime yaramayacağını bildiğim problemleri çözmek için döküyorum saçlarımı. Netlerimi biraz artırmak için gece gündüz test çözüyorum. Tost yiyorum acıktığım zamanlarda kantinden. Sunta gibi sert tostları çayla, ayranla yumuşatarak yiyorum. Sabahın erken saatlerinde servise binmek için uyanıyorum. Akşam geç saatlerde dönüyorum eve. Servis şoförü bana Beste, diyor. Annem babam Beste, diyor. Herkes bana Beste, diyor. Kimin bestesi olduğunu bilmediğim bir şarkının içindeyim sürekli. Kim söylüyor beni, kim dinliyor bilmiyorum. Arkadaşlarım bir var, bir yok etrafımda. Bir masalın içinden geçiyor gibi yaşıyorum hayatı. Yapmadığım şeyleri yaptığımı söylüyorlar ama ben hatırlamıyorum. Yaptığım şeyleri, yapmadığımı söylüyorlar ama ben onları hatırlıyorum. Etrafımdaki yüzler bazen çok tanıdık bazen çok yabancı. Yabancı insanlar bana adımla hitap ettiğinde tedirgin oluyorum. Haftada üç gün okula gidiyorum ama beş gün gittiğimi söylüyor arkadaşlarım ve ailem. Haftanın dört gün olduğunu bilmiyorlar galiba. Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri okuldayım. Cumartesi günleri evimdeyim. Bazıları bir haftanın yedi gün olduğunu söylüyor oysa diğer günleri bilmiyorum.
Bu e-posta bana mı gönderilmişti yoksa bir yanlışlık mı vardı bilmiyordum ancak samimi bir üslubu vardı cümlelerin. Mektubun içinde adını hiç bilmediğim günler vardı ve haftanın dört gün olduğu yazılıydı. Oysa hafta üç günden ibaretti. Salı, Perşembe ve Pazar. Pazar gününe “tesi” ekini ekleyerek yeni bir gün uydurmuştu mektubu yazan kişi. Demek ki hayli kafası karışık ve farklı bir dünyada yaşayan biri diye düşündüm. Benim de ona bir cevap yazmam gerekiyordu. Okulda yazamazdım bu cevabı. Beste’nin okul hayatı aslında benim hayatıma benziyordu. Ben de haftanın bazı günlerini onun gibi yaşıyordum ama günlerin adı farklıydı. Belki de Beste başka bir ülkeden ya da gezegenden yazıyordu. Akşama kadar ona yazacağım mektup zihnimde dolaştı durdu ve akşam ona güzel bir cevap yazmak için bilgisayar başına oturdum.
2.
Hiçbir yerden haber, e-posta beklemiyordum fakat bir pazartesi sabahı ansızın gelen bir bildirimle irkildim. Okulun ilk günü, sabahın erken saatinde kimden geldiğini bilmiyordum bu e-postanın. Önceleri umursamadım çünkü okula hazırlık yapmam gerekiyordu fakat belki de hesaplarım ele geçirilmiştir endişesiyle göz ucuyla e-postayı açmaya karar verdim. Bu esnada evden çıkmıştım ve kapıda bekleyen servise binmiştim. Serviste e-postayı okumaya başladım.
Ben Gül.
Otuz yaşımdayım fakat kendimi on beş yaşımda gibi hissediyorum. Bazen yaşımın çok altında hareketler yaptığımı söylüyorlar bana. Beni tanıyanlar hep üzgün görse de zaman zaman neşeli, mutlu da olabiliyorum. Mesela bir kedi çıktığında karşıma ve bana uzattığında başını, mesela günlerdir görmediğim bir arkadaşıma bir markette rastlayınca, mesela kendime yeni bir çanta alınca.
Otuz yaşımdayım ama hayallerim kaç yaşında bilmiyorum. Mesela aya yolculuk yapmak istiyorum ya da bütün dünyayı dolaşmak. Dünyanın bütün denizlerine ayağımı sallamak istiyorum. Bütün ırmaklarında yüzmek. Göçmen kuşlarla her sonbaharda sıcak ülkelere gitmek istiyorum. Her bahar onlarla yeniden dönmek. Benim hayallerim on beş yaşında biri için garip mi bilmiyorum. Bulutlara dokunmak istediğim oluyor kimi zaman kimi zaman bulutları bir pamuk şekeri gibi ısırmak.
Ben Gül, otuz yaşımdayım ve hiçbir meşgalem yok. Elimde kitaplarla bir yerlere gidip geliyorum ama nereye gittiğimi ve nereden geldiğimi tam olarak ben de bilmiyorum. Bir kopukluk var gibi hayatımda. Bir şeyler eksik gibi. Sabahın erken saatlerinde servise binmek için uyanıyorum. Akşam geç saatlerde dönüyorum eve. Servis şoförü bana Gül, diyor. Annem babam Gül, diyor. Herkes bana Gül, diyor. Ben hiç gülmüyorum. Ben genelde hüzünleniyorum hatta ağlıyorum. Arkadaşlarım bir var, bir yok etrafımda. Bir hikâyenin içinden geçiyor gibi yaşıyorum hayatı. Yapmadığım şeyleri yaptığımı söylüyorlar ama ben hatırlamıyorum. Yaptığım şeyleri, yapmadığımı söylüyorlar ama ben onları hatırlıyorum. Etrafımdaki yüzler bazen çok tanıdık bazen çok yabancı. Yabancı insanlar bana adımla hitap ettiğinde tedirgin oluyorum. Haftada iki gün okula gidiyorum ama beş gün gittiğimi söylüyor arkadaşlarım ve ailem. Otuz yaşında bir insan okula niye gider anlamıyorum. Haftanın üç gün olduğunu bilmiyorlar galiba. Salı ve perşembe günleri okuldayım. Pazar günleri evimdeyim. Bazıları bir haftanın yedi gün olduğunu söylüyor oysa diğer günleri bilmiyorum.
Mektubu okuduğumda kafam hayli karışmıştı. Hiçbir şey anlamamıştım mektuptan. Yerimde öylece kalakalmıştım. Servis şoförünün sesiyle irkildim:
Bestegül, bütün arkadaşların indi. Senin okula gitmeye niyetin yok galiba.
Her gün bana Beste, diye seslenen şoför, neden Bestegül, demişti?