23 Kasım 2024 Cumartesi

ELBİSE

Üner Taha Aydemir

Uzaklarda kalmış gibisin
Duymasan da sesimi
Durup durup sesleniyorum sana
Biliyorum bu çok anlamsızca

Şu taşa bir daha basma
Kayıp düşebilirsin yokluğa
O yere bir daha gitme
Hapsolursun yalnızlığa
Demek istiyorum ama
Ulaşamıyorum sana

Aslında sana ait bir telmih var karşımda
Benzemese de sana
Götürüp bırakıyor beni
Acınası anıların ağına

Belki karşımdasın belki yanımda
Belki anımsadıkça derinleşen bir kuyuda
Ya da bıraktığım kuytuda
Uzaklarda değilsin
Mazinin gölgesine paslı çivilerle perçinlisin
Biliyorum bana biraz sitemlisin
Başkalarından ne farkım var diyorsun
Kifayetsiz hamuş kelimelerin

Sen hatalarınla beni var edensin 
Bu yaşa gelirken yağmura astığım elbisemsin

GARİP BİR ÇALIŞMA

NURGÜL ASYA KILCI
KAAN ERDOĞAN 
MEHMET ZAHİD ÖKTEN 
MİRAÇ KAĞAN GÜLER
TAHA METİN YILDIRIM  
SELİM KURT 
TUNAHAN CEYLAN 



İnsanlardan bir kötülük beklemesem de onlar zaman zaman kötü olabiliyordu. Oysa bütün insanların birbiri hakkında iyi şeyler düşündüğü, kötülükten uzak bir dünyada yaşamak istiyordum. Pazara gitsem, çürük ürünlerle dolu poşeti evde fark ediyordum. Çarşıya gitsem hesap öderken farklı bir fiyat vitrinde farklı bir fiyatla karşılaşıyordum. Yalnızca yolda yürüsem pat diye karşıdan gelip bana çarpan birileri oluyordu mutlaka. Hatta bazıları omuz atıp geçiyordu. 
Bazı insanlar yollara tükürüyor, çöplerini fırlatabiliyorlardı. İnsanların yanından geçerken konuşmalarına şahit oluyordum, çoğu argo kelimelerle birbirine şaka yaptığını düşünüyordu.
Böyle olmamalıydı ama böyleydi. Haber dinleyemez olmuştum, gazete okuyamaz olmuştum. İnsanlar çıldırmış gibiydi. Ne zaman bir film izleyecek olsam konuşma sahnelerinde mutlaka kesintiler oluyordu. Yalnızca bu kadar değil elbette… Bir filmi baştan sona izlemek mümkün olmuyordu. 
Maça gitsem, yarısında bırakıp ayrılıyordum stadyumdan. Oysa, oraya eğlenmek için geliyordu insanlar fakat sergiledikleri hareketlerin insanlıkla alakası yoktu. 
Günlerce düşündüm. İnsanları yeniden iyiliğe ve doğruluğa yöneltmek için bir çözüm bulmalıydım. Evimin alt katındaki çalışma odamda planlar yaptım, deneyler yaptım. İnsanlar, bedensel rahatsızlıkları için ilaçlar kullanıyordu, ameliyatlar oluyordu. Düşünce ve tavır yönünden de insanları iyileştirmek gerekiyordu ama insanlar hasta olduklarının farkında bile değildi. 
Kırk gün, kırk gece evimden dışarı çıkmadım. Amacım insanların davranışlarını düzeltecek ve onları iyi insan olmaya yöneltecek bir tedavi yöntemi bulmak, bir ilaç icat etmekti. 
Kırkıncı günün gecesinde ilacımın içeriğini tamamen netleştirmiştim. Birkaç deneyden sonra bu ilacı piyasaya sunabilirdim. İlacımı denemek için bir kobay lazımdı. Belki de kırk kobay lazımdı. Sonunda ilacımı evimizdeki kedi ve kuş üzerinde denemeye karar verdim. Kedi, onu sahiplendiğimiz günden beri evimizdeki kuşa göz dikmişti. Ne zaman onları yalnız bıraksam mutlaka kafesin dibinde buluyordum onu. Kuş ise hep korkmuş oluyordu bu zamanlarda. Kedimin mamasının içine özenle her gün aynı miktarda bu ilaçtan ilave ettim. Kırkıncı günün sonunda kedimin artık kafesteki kuşa sevgi ile baktığını görebiliyordum. Kafesin kapağını açarak kuşu dışarıya çıkardım. Kuş, kedinin ayaklarının arasında bile olsa kedi, ona kıyamıyordu. 
Artık tüm insanlığı kurtarmanın zamanı gelmişti. Bulduğum ilaçla ilgili makaleler yazdım. Bu ilacın etkilerini ve insanlığı taşıyacağı yeri anlattım. Makalem, yayımlanır yayımlanmaz büyük bir yankı oluşturdu. Sürekli ilaç firmaları beni arıyor ve ürünün içeriğini soruyordu fakat kimseye bu formülü veremezdim. 
Benden ilacın formülünü alamayan firmalar daha piyasaya inmemiş bu ilaç hakkında olumsuz reklamlar yapmaya başladılar. Kimilerine göre bu ilaç insanlara zarar veren ve onları doğal yapısından uzaklaştıran bir zehirdi. Kimileri ise bu ilacın insanları robotlaştıracağını söylüyordu. Hatta bazıları güya bu ilaçla yapılmış deneylerden zarar gören hayvanların görüntülerini yayıyorlardı. 
Benim amacım zaten ilaç satışı değildi. Sadece insanlığı kurtarmak istiyordum. 
Bir sabah uyandığımda bilgisayarımdaki tüm verilerin silindiğini fark ettim. Sanırım bilgisayarıma ulaşılmıştı. Neyse ki tüm çalışmalarımı önce kâğıt üzerinde yapmıştım. Bu ilk saldırıyı böylece zarar görmeden geçiştirmiştim. 
Bir süre bu yeni buluşumla ilgili yayın yapmadım. İnsanların bu süreci unutmasını umuyordum. 
Kedime son dozu verdikten sonra kırk gün geçmişti aradan. Bu esnada kedimin yeniden eski davranışlarına kavuştuğunu fark ettim. Demek ki bu karışım kalıcı bir etki sağlamıyordu. Sürekli kullanılmak zorundaydı. Bu durum beni yeni arayışlara yönlendirmişti ister istemez fakat daha fazla ilerleyemiyordum. Hem bazı insanlar zaten özellikle iyi biri olmaktan kaçınıyordu. İçinde yaşadığımız dünyada kim iyi ve dürüst biri olmayı isterdi ki? Dürüstlük, iyilik, erdem, hoşgörü, ahlak gibi kavramlar yalnızca hikayelerde, destanlarda kalmıştı. İnsanlar kendilerini iyi bir insana çevirecek formüle neden ihtiyaç duyacaklardı ki?
Kırk gün, kırk gece düşündüm. İnsanların zaten özünde, yaratılışında iyilik yok muydu? İnsanlar bilerek, isteyerek insanlıktan uzaklaşmıyor muydu? Yapay yollardan bir topluma yön vermek ne kadar mantıklıydı? Kafamdaki sorular bitmek bilmiyordu. 
İnsanları gözlemlemeyeli aylar geçmişti. Yeniden dışarı çıkmalıydım ve insanları gözlemlemeliydim. Hazırlığımı yapmış, dışarıya çıkacaktım ki kedim ayaklarımın arasında dolaşmaya, boynunu çoraplarıma sürmeye başladı. Bana bir şeyler söylemek ister gibiydi. Belki de kendisini kobay olarak kullandığımın farkındaydı. Kısa süreliğine de olsa onu kullanmıştım insanlık adına. Bu beni iyi bir insan olmaktan uzaklaştırmış mıydı? Belki de ben de iyi bir insan olmaktan uzaklaşıyordum. 
Dışarıya çıktım ve düşünerek yürüdüm. Galiba başka insanları düzeltmekten, onları iyileştirmekten önce dikkat etmem gereken şey kendimi korumaktı. Kötülerden, kötü düşüncelerden uzak kalmak bile büyük bir başarıydı. 
Bir süre dolaştım ve yeniden evime girdim. Odamdaki takvimde 23 Kasım, 2075 yazıyordu. 

NEYİM VAR

Aden Mira Kartal

Neyin var
Diye soruyorlar bazen
Uykum var diyorum
Sadece uykum var

Belki de hiçbir şeyim yok
Ve yalnızca uykum var
Bana ait olan
Benim olan
Kimsenin bilmediği, bilemeyeceği
Rüyalara açılan

Uykum var
Ve onun varlığını seviyorum

HAYAL ETTİĞİM DÜNYA

Gamze Sena Kuyucu

Hayal ediyorum
Acaba ağaçlar ve çalılar
Şekerlerle, kalemlerle dolsa
Daha mı severdi insanlar 
Ağaçları ve çalıları

Düşünüyorum
Acaba ırmaklar
Sütlü çikolata şeklinde aksa
Daha mı değer verirdi insanlar
Suya, suyun varlığına

Değer vermiyorlar, düşünmüyorlar
İnsanlar
Susuzluk ne demek
Oksijen alamamak ne demek
Bilmiyorlar

Sevmiyorlar ağaçları, çalıları
Sevselerdi ağaç dikerlerdi
Onları katletmezlerdi 
Yakmazlardı güzelim çalıları

Değer vermiyorlar suya
Değer verselerdi
Boşuna akmazdı, zehirlenmezdi sular
İsraf olmazdı

Başka bir dünya düşünüyorum
Hayal ediyorum
İnsanların ağaçları ve çalıları sevdiği ve diktiği
Suyun değerini bildiği
Bir dünya düşünüyorum
Bir dünya düşlüyorum




RENGÂRENK DÜNYA

Gamze Sena Kuyucu

Siyah beyaz fotoğrafları herkes sever
Ama ben sevmiyorum
Bazıları siyah beyaz filmleri izlemekten zevk alır
Ama ben almıyorum
Renksiz bir dünya düşünemiyorum

Mesela mavi yoksa insanın hayatında
Ya da yeşil yoksa etrafa baktığınızda
Ne kadar sıkıcı olur hayat
Rastlamıyorsanız günün herhangi bir saatinde
Yol üzerinde bir kırmızıya

Aslında yağmur değildir insanı mutlu eden
Yağmur sonrası gökkuşağını görme umududur
Hatta bulutlar bile seviliyorsa
Belki de bu yüzden

Güneş doğarken ya da batarken
İnsanlar bambaşka hislere bürünüyor
Kimse hayallere dalmıyor gün tepedeyken
Çünkü batarken ve doğarken 
Renkten renge giriyor güneş

Eğer gökkuşağı olmasaydı
Sıkılırdı insanlar yağmurdan
Eğer güneş renkten renge girmeseydi
Boğulurdu insanlar hep aynı şeyi görmekten
Eğer mavi olmasaydı gökyüzü
Kimse kaldırıp başını bakmazdı göğe
Çiçekler renksiz olsaydı
Kim koyardı onları pencere önüne

KÜÇÜK ADAM


Doğa Uzunpınar Ekin Akçay

Aslında boyu uzun olan
Ruhu çocukluğu yaşayan
Kalbi kocaman olan
Bir kişiydi Küçük Adam

Araba kullanan
Kemerini takmayan
Kurallara uymayan
Haylaz bir çocuktu Küçük Adam

Abur cubura dayanamayan
Cipse doyamayan
Kolayı su gibi yutan
Şeker bir çocuktu Küçük Adam

Zekâsını kullanan
Haklarını arayan
Adaleti savunan
Eşitlikçi bir çocuktu Küçük Adam

Miskete bayılan
Bulutlarla oynayan
Topaçlarla yarışan
Hayalperest bir çocuktu Küçük Adam

Kedilere havlayan
Köpeklere viyaklayan
Kuşlara miyavlayan 
Hayvansever bir çocuktu Küçük Adam


ÇATI

Elif Serra Yıldırım

Bayraklar, yalnızca bir kumaş parçasından çok öte bir şeydir. Her yerde büyük manalarıyla tüm vatandaşlar için bir değerdir bayrak. Uğruna canlar verilen, hayatlar hediye edilen bayrak. Her yerde çıkar karşımıza: sınıfta, okulda, parkta, bahçede. Peki nedir bayrağa duyulan bu sevgi? Niçin bu saygı?
Bu sorunun cevabı için çok değil sekiz sene öncesine gitmemiz gerekir. 15 Temmuz gecesi bir milleti taarruza geçirendir bu saygı. O halde bayrak, hürriyet demektir, istiklal demektir. Vatan sevgisiyle dolup taşmaktır bayrak. Kurtuluş Savaşı’nda bebeğinin battaniyesini top mermisinin üstüne örtebilmektir. 
Yalnız bizim için değil en küçüğünden en büyüğüne tüm ülkeler için paha biçilmez bir değerdir bayrak. Kırmızı, sarı, beyaz, siyah, mavi, yeşil ve çok daha fazlası. Hepsi için renklerin bir manası var bayrakta. Belki özgürlüğü, belki mutluluğu, belki sonsuzluğu anlatıyor bayraklar fakat değişmeyen bir şey var ki her milletin bir bayrağa ihtiyacı vardır. Sadece milletler değil en küçük bir dernekten tutun da büyük futbol takımlarına kadar her topluluğun kendi varlığını sembolize eden bir bayrağı vardır. 
Bayrak, bir topluluğun varoluşunun kanıtıdır özetle. Bayrak yoksa yarım kalır toplumların bir yanı. Bayrak, bir tamamlayıcı unsurdur, bir “olmazsa olmaz”dır. Bir temel ihtiyaçtır birlikte olabilmek için bayrak. Altında toplanılacak bir çatıdır bazen. Bazense bir savaşta tarafımızı belirten bir simge. 
Görünce göğsümüzü kabartan bir gururdur bayrak.  

BULUTLAR

Ekin Akçay

Onlar mı bizim istediğimiz şekillere giriyorlar yoksa biz mi onları istediğimiz şekilde görüyoruz? Belki de anlatmak istedikleri şekle giriyorlar, bir kimsenin onlara bakıp kendilerini anlamalarını umuyorlar, umutsuzca. Onlar, çocukların kendileriyle oynadıkları benzetme yarışmalarının asıl kahramanı ya da çocukların anlattıkları öykülerdeki lezzetli bir pamuk şekerine benzetildiklerinde içlerindeki mutluluğu küçük bir çocukmuşçasına açığa çıkaran saf meleklerdir belki de. Bilemeyiz, belki birisi onları tarla niyetine sürüyor sonra da insanların en çok alerjisinin olduğu köygöçerten bitkisini dikiyordur. İşte belki bu yüzden ağlıyorlar bulutlar. 

BESTESİZ GÜFTE

Nehir Güver

Yazıyorum yazıyorum olmuyor
Deniyorum deniyorum olmuyor
Ne yapacağımı bilmiyorum
Çaresizim bilmiyorum
Sence ne yapabiliriiim
(Söyle)

Söyle
Bana bana bana bana 
Kendi fikrini bana bana söyle
İstersen başka başka birine 
Ama yeter ki söyleee

Söyledin, tamam anladım
Duydum, tamam anladım
Biliyorum yeterince söyledin zaten

(Sakin bir şekilde)
Tamam, ilhamı kaptın
Hepsi senin sayende
Teşekkürler sana

Söyledin, söyledin benim için
Anlattın anlattın benim için
Dinledim dinledim senin için
Anladım anladım senin için

Sadece sen ve ben için

Not: Bu şiiri okuyan kişi istediği gibi besteleyebilir. 


RENK KÖRLÜĞÜ

 

Elif Naz Özden


Irkçılık nedir sizce? Bence renk körlüğünden başka bir şey değildir. İnsanın düşüncelerini yalnızca bir noktaya odaklaması ve başka bir şey görmemesi, zihnin başka bir şey düşünmemesi demektir. İnsanları sınıflandırmak ve kendisini üstün, diğerlerini zavallı görmekten başka bir şey değildir ırkçılık. Oysa insanlar yalnızca insandır ve kimsenin kimseden üstünlüğü, farkı yoktur. Her insan etten kemiktendir ve bir beyni, bir kalbi vardır tümünün. Tüm insanlar düşünebilir, acı çekebilir, sevinebilir, ağlayabilir. 
Üç yumurta düşünelim. Biri beyaz, biri açık kahverengi, üçüncüsü ise koyu kahverengi. Bunların kabuğunu kırdığımızı ve içini tavaya döktüğümüzü düşünelim. Ne görürüz? Normal bir yumurta. Sarısıyla, akıyla aynı yumurta. Farklılık sadece kabukta ve bu kabuğun rengini seçen yumurtanın kendisi değildir. İnsanlar için de bu örneği verebiliriz. İnsanın elinde değildir kendi ten rengini ve ırkını seçmek. Farklı renkte olmak suç değildir. Tek suç renkleri ayıran insanlardadır. Ne diyor Bukowski:
Hangi çiçek, diğerini “sarı açtı” diye ayıplar? 
Hangi kuş, “farklı ötünce” diğerine yasak koyar? 
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar. 
Ah insanlar! 
Her şeyi bulup kendini bulamayanlar…