Hayrettin Eymen Bulut, Mehmet Çınar Köksal
Son zamanlarda bilgisayar oyunlarından iyice usanmıştım. Benim için artık hiçbir anlamı yoktu boş boş bir ekranın önünde yorulmanın. Heyecanı kalmamıştı. Oysa eskiden böyle miydi? Zamanın nasıl geçtiğini bilmezdim bilgisayar başına oturduğumda. Hatta zaman zaman sabahladığım olurdu yaz tatilinde ama artık eski büyüsü yoktu oyunların.
Bir süre televizyon izlemeye merak saldım. Özellikle dizi filmler fena gitmiyordu. En azından her gün beklediğim bir bölüm oluyordu bir kanalda. Bir süre sonra onların da aynı şeyleri tekrar ettiğini fark ettim. Artık bir diziye başladığımda sonraki bölümü tahmin ediyordum ve sanki ben yazmışım gibi oynuyordu oyuncular. Öyle bir aşamaya gelmişti ki oyuncuların söyleyecekleri sözleri bile tahmin ediyordum ve onlardan önce ben söylüyordum. Bir süre de eğlencesine devam ettim dizi izlemeye fakat onun da tadı kalmadı.
Sonra radyo dinlemeye başladım. En azından taşıması kolaydı. Bu radyonun elli yıl öncesine ait olduğunu söylüyordu ailem fakat bana o kadar da eski gelmiyordu. En fazla sekiz on yıllık bir radyoydu bu. Üstelik gözlerim kapalıyken radyo dinlemek ayrı bir zevkti. Televizyon ya da bilgisayar gibi sürekli ona odaklı yaşamam gerekmiyordu. Galiba bulmuştum sonunda can yoldaşı olacak bir aygıt. Radyoyu icat eden adam çok değerli bir insan olmalıydı. Televizyon ya da bilgisayar gibi insanı hareketsiz bırakmıyor, esir almıyordu. Üstelik çok kaliteli ve bilgilendirici programlar vardı. Hele o müzikler yok mu? Sanat değeri olmayan müzik parçaları radyoda yer almıyordu. Tüm şarkılar, türküler en az elli sene öncesinin zevkini barındırıyordu. Dinledikçe ruhum dinleniyordu. Zamanda yolculuk yapıyor gibiydim. Dünyaya bakışım değişmişti sanki. Ben bu asrın, bu günlerin çocuğu değil gibiydim.
Belki de radyo beni böyle rehin almıştı ama memnundum hayatımdan. Bütün boş vakitlerim ve dolu vakitlerim radyoyla geçiyordu. Bu aygıtı icat eden adama saygım artıyordu. Elli yıl öncesinin zevkine ruhum boyanmış gibiydi.
Her sabah ilk işim radyoyu açmaktı. Bazen de radyoyla uyuyordum. Sabaha kadar başucumda radyo açık kalıyordu. Arada haberler veriliyor sonra yine müzikle devam ediyordu yayınlar.
O sabah radyonun sesinde bir gariplik hissettim. Sanki değişmişti yayın ya da hoparlör bozulmuş gibiydi. Belki de bu kadar fazla açık kalmamalıydı radyo. Sonunda bozulmuştu işte. Elli yıldır bozulmayan radyoyu dinleye dinleye bozmuştum belki de. Ya tamir gerekirse? Ya birkaç gün radyosuz yaşamam gerekirse? Başka bir radyo ile idare ederim, diye düşündüm.
Sesi de azalmıştı radyonun. Saat sabahın yedisini gösteriyordu. Sesini biraz daha yükselterek yataktan doğruldum. Haberler veriliyordu radyoda.
Önce şair Orhan Veli Kanık, Ankara'da yol yapım çukuruna düştükten iki gün sonra İstanbul'da bugün öldü, haberini duydu. Orhan Veli yaşıyor muydu ki diye düşündü. Ardından haberler devam etti:
Türk Tugayı, Kore'de Kunuri Muharebesi'ni kazandı.