şeyma ateş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şeyma ateş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2025 Cumartesi

KESTİRME YOL

Şeyma Ateş


Bir gün yaşadığım köyde kuzenlerimle köyün yakınındaki dereye gitmiştik. Derenin kenarında biraz oturduk ve sohbet ettik. Biraz vakit geçmişti. Dönmeye karar verdik. Ben yolu kısaltmak için çoğu kişinin geçmeye korktuğu yoldan gitmeyi teklif ettim ama kuzenlerim bu yoldan korktuklarını, burayı kimsenin kullanmadığını söyleyerek bu yolu kullanmak istemediler. Onlar gelmese de ben bu yolu kullanmak istiyordum. Onlardan ayrıldım ve kestirme yola düştüm. Yol kestirmeydi güya, herkes böyle diyordu ama yürüye yürüye bitirememiştim. Sanki yürüme bandında yürüyordum. Etrafımdaki her şey aynıydı ve yol bitmek bilmiyordu. Nihayet uzun vakitten sonra eve dönmüştüm. Hava kararmıştı. Bu nasıl bir kestirme yoldu anlayamamıştım. En azından sağ salim eve ulaşmıştım. Kuzenlerim galiba benim farklı bir yoldan geldiğimi kimseye dememişti. Evdekiler yokluğumun farkına bile varmamış erkenden uyumuşlardı. Ben de çok yorgun olduğum için beklemeden yattım. 
Ne zaman uykuya daldım, ne kadar uyudum bilmiyordum. Kâbuslarla kan ter içinde gözlerimi açtım gecenin bir yarısı. Yatağımın yanındaki pencereye baktığımda bir siluet gördüm ve bana sesleniyordu:
-Geçmemen gereken bir yoldan yürüdün ve bizi uyandırdın.
Koşarak babamların odasına gittim. Onları uyandırmaya çalıştım ama hepsi ölüm uykusuna yatmış gibilerdi. Çaresizdim. Bildiğim duaları okumaya başladım. 
Uyuyakalmışım. 
Sabah kalktığımda ilk işim babama bu olayı anlatmaktı. Babam:
-O yoldan geçen herkes böyle olaylar yaşar, dedi. 
O günden sonra bu yolun kenarından bile geçmedim. 

28 Aralık 2024 Cumartesi

DUYGULAR

Şeyma Ateş

Her gülen mutlu mudur
İnsan üzgünlüğünü gizlemek için de
Gülmez mi

Her ağlayan üzgün müdür
İnsan mutluluktan da
Ağlayamaz mı

Duygular çok değişiktir
Birinin gülmekten gözünden yaş gelir
Biri o kadar üzgün ve yorgundur ki
Ağlamaya gücü yoktur
Bazıları ise hiçbir şeye
Hiçbir tepki vermeden
Bomboş yaşar

21 Aralık 2024 Cumartesi

SARIMSAK


BESTE KAYAŞEYMA ATEŞ

Bu sarımsaklar
Çok kötü kokarlar
Neden diye sorsalar
Öyle yaratıldılar

Yoğurda koyarlar
Yiyeni kokuturlar
Sarımsaklı yoğurt yiyen insanlar
Kimseyle konuşamazlar

30 Kasım 2024 Cumartesi

ÜÇ ARKADAŞ

  
Şeyma Ateş

Ben Gökçe. Üç arkadaşım Mine, Ayaz ve Emre ile gece geç saatte dışarıya çıkmıştık. Ailelerimiz, yakın arkadaştı ve evlerimiz birbirine yakındı. Epey yürümüştük, bir parkın bankında oturduk. Bu saatlerde etrafta sarhoş insanlar vardı. Çok oyalanmadan evlerimize dönmeye karar verdik. Biraz yürüdükten sonra garip bir sokağa denk geldik. Sanki bu sokak bize tanıdık gelmiyordu. Etraf karanlık olduğu için böyle olduğunu düşündük. Çöp konteynırlarının yanından geçerken Emre orada bir silüet gördüğünü söyledi. Adımlarımızı hızlandırdık. Evlerimize ulaşmıştık. O gece pek uykumu alamamıştım. Emre’nin böyle şeylere inanmadığını biliyordum. Böyle bir şey söylemesi beni ürpertmişti. Sabah uyandığımda annem Mine’nin bizi, evimizin yakınındaki ormana yürüyüş için çağırdığını söyledi. Hazırlanıp ormana doğru yola çıktım. Ormanın girişinde Enes, Emre ve Mine beni bekliyordu. Hem yürüyor hem de sohbet ediyorduk ama Mine garipti. Sanki Mine gibi görünen başka biriydi. Bu ormanda büyülü olduğu söylenen terk edilmiş bir ev vardı. Mine, oraya gitmemiz ve bu evi yakından görmemiz, sırrını anlamamız gerektiğini söyledi. Emre ve Ayaz, tamam dediği için ben de tamam dedim. Eve varmıştık. Bahçeye adım attığımız andan itibaren kötü kokular gelmeye başlamıştı. Evin içine girmiştik ama Mine ortalıkta görünmüyordu. Burada ne yapacaktık ki? Dışarıya çıkmak istediğimde kapının kilitli olduğunu gördüm. Kötü koku, çaresizlik, terk edilmiş bir eve hapsolmak… Hepsi üst üste gelince sinirden ağlamaya başlamıştım. Emre ve Ayaz beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Biraz da olsa sakinleşmiştim. En azından tek başıma değildim. Ayaz, kapıyı açmaya çalışırken çürük bir tahtaya bastı ve ayağı oraya sıkıştı. Yanına giderek ona yardımcı olmaya, ayağını çıkarmaya çalıştık. Ayaz’ın ayağında büyük bir kesik oluşmuştu. Tişörtünü yırttı ve ayak bileğine bağladı. Yaklaşık bir saattir bu evdeydik. Hiç beklemediğim bir anda bütün kapılar açıldı ve evdeki karanlık dağıldı. Her yer aydınlanmıştı. Kapıdan annem, babam ve Mine içeriye girdi. Ellerinde bir pasta vardı. Bugün doğum günüm olduğunu unutmuştum. Hiç unutamayacağım bir doğum günü kutlaması içinmiş bu yaşadıklarım. Emre, Ayaz ve Mine ile yaptığımız akşam yürüyüşü, Emre’nin söylediği şeyler meğer beni bir gün önceden bu atmosfere hazırlamak içinmiş. Bu yaşıma geldim ama halen o kutlamayı unutamadım. 

26 Ekim 2024 Cumartesi

KARANLIK

Şeyma Ateş

Feride bir pazar günü evde tek başınaydı. İlk kez tek başına kalmıyordu. Anne ve babası işleri yüzünden bir hafta boyunca evde olmayacaklardı. Feride evde sıkılmıştı, bir paket cips alıp korku filmi izlemeye karar vermişti. Üstelik akşam vakti izleyecekti. Akşam olunca seçtiği filmi izlemeye başladı. Evde tek kaldığında korkmazdı ama içinde bir ürperti vardı. Saat on ikiye yaklaşıyordu. Uykusu gelmişti. On dakika sonra uyuyakaldı. Feride rüyasında gördüğü kabuslarla uyandı. Uyumadan önce ışıklar kapalı televizyon açıktı ama uyandığında ışıklar açık televizyon ise kapalıydı ve bazı eşyaların yeri değişmişti. Feride korktuğu için mutfağa gidip bir bardak su içti. Odasına doğru ilerlerken bodrum katından garip sesler duymaya başladı. Hemen telefonunu aldı. Annesi, babası… kimi arayabiliyorsa onları arıyordu ama hiçbiri açmıyordu. Odasına girdiğinde dehşete düşmüştü. Hiç bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu. Odasının her tarafı dağılmış, duvarlarda garip lekeler, yanıp sönen ışık ve en korkuncu da anne babasının yatağında oturmuş bir şekilde Feride’ye korkunç bir biçimde bakmasıydı. Feride ne olduğunu anlamıyordu. Ne olduğunu anlamadan gözü karardı ve yere yığıldı. 
Yaklaşık dört saat sonra Feride koltukta uyandı. 
Feride bunların neden yaşandığını anlamıyordu. Dışarıya çıkıp yürüyüş yapmaya karar verdi. Yürüdü, yürüdü… Issız bir sokaktan geçerken takip edildiğini fark etti. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. O an sırtında bir acıyla yere yığıldı. Aynı acıyı bir daha, bir daha hissetti. Gördüğü son şey önündeki kaldırım taşlarıydı, hissettiği son şey sırtındaki acı, duyduğu son şey ise insanların çığlık sesi ve ambulans sesiydi. Sonra her yer karardı. 

21 Eylül 2024 Cumartesi

TEK VALİZ

 

Doğa Uzunpınar
Ekin Akçay
Elif Serra Yıldırım
Nehir Güver
Elif Naz Özden
Elif Dağdeviren
Şeyma Ateş
Beste Kaya

Şimdilerde doğduğum topraklarda sonbahar ne güzeldir, diye düşündü. Oysa bu ülkede ve bu şehirde sonbahara dair yaşanabilecek güzellikler ne kadar azdı. Mesela ayaklarının altında hışırdayan yapraklar yoktu. Mesela göç eden leylekler yoktu. Turşu yapan, elma kurutan, salça yapan kimseler de yoktu. Okul alışverişleri ile dolup taşan caddeler, sokaklar yoktu. Ama burada olan şeyler de doğduğu şehirde yoktu. Burada kargaşa ve gürültüden başka bir şey yoktu aslında fakat kargaşanın ve gürültünün her türü vardı. Binalar gökyüzüne kadar uzanıyor bazıları bulutları sıyırıyordu. Yollarda iğne atsanız yere düşmezdi. İnsanlar yürümekten çok koşuyor gibiydi ve taşıtlar gün boyu, gece boyu vızır vızır ilerliyordu. Yalnızca yerde değil gökyüzünde de benzer bir trafik vardı. Alışılacak gibi görünmüyordu bu hayata. Bu ülkeye, bu şehre geleli henüz birkaç gün olmuştu ve buradaki yaşam tarzını henüz kavrayamamıştı. Kaç gündür doyasıya yemek yememişti. Makarna ve salata dışında hiçbir şeye yaklaşamıyordu. Çünkü kendi ülkesindeki mutfak kültürünün en küçük kırıntısı bile yoktu buralarda. Zaten insanlar tıpkı sokakta yürüdükleri gibi yemek yiyordu. Olabildiğince hızlı yiyorlardı. 
Zihninden hep düşünceler geçiyordu ve bir an bile düşünmeyi bırakamıyordu. Zihni hep meşgul olduğundan birkaç kez yanlış sokağa girmiş ve kaybolmaktan son anda kurtulmuştu. Zaten sokaklar hep birbirine benziyordu. İnsanlar da hep birbirine benziyordu. Bu kadar benzerlik içinde tek aykırı görünen kendisiymiş gibi hissediyordu. Çirkin Ördek Yavrusu masalını yaşıyor gibiydi bu ülkede. Sadece gündüzler değil geceleri de hayli yorucuydu onun için çünkü gece boyu da gürültüler bitmiyordu. Güç bela uykuya dalıyor sonra karmaşık rüyalardan kan ter içinde uyanıyordu. Bu düşünceler zihninde dolaşırken kaldığı yurdun kapısının önüne geldiğini fark etti. Yurda karşı bir aidiyet hissi yoktu. Ülkesindeki en ucuz otel bile onun için buradan daha cazipti. Buraya ait olmadığını her adımda hissediyordu. Fakat yapacak bir şey yoktu, buraya eğitim için gelmişti. Onca sınavdan geçmiş, onca başarı elde etmiş ve bu üniversiteye davet edilmişti. Pek çok arkadaşının hayaliydi bu. Kendisinin de hayali buydu fakat gerçekler hayallerindeki gibi değildi. Yurt dışını deneyimleyen bütün arkadaşları onu teşvik etmişti fakat kimse bu zorluklardan bahsetmemişti. Birdenbire acıktığını hissetti. Keşke üzerine tereyağı dökülmüş bir mercimek çorbası olsa ve yanında küçük bir salata bulunsaydı. 
Annesi ne güzel yemek yapardı. Memleketinin ekmeklerini, ekmek kokusunu bile özlemişti. Fırınların önünden geçerken burnuna gelen ekmek kokularını hatırladı. Daha ilk günlerde bu kadar memleket özlemi fazlaydı. Fazla duygusallaşmıştı. Oysa neşeyle binmişti uçağa ülkesinden ayrılırken. Kendisini toparlamalı ve bu hayata ayak uydurmalı, hayallerini gerçekleştirmek için çalışmaya başlamalıydı. Kaldığı yurdun merdivenlerinden bu düşünce ile odasına doğru ilerledi. Odasında kendisinden başka biri daha kalacaktı fakat şimdilik yalnızdı. Odasının kapısını açtığında odada yeni birini gördü. Kendisiyle aynı yaşta görünen bu genç kızı görür görmez düşünceleri dağıldı. Bir oda arkadaşına sahip olacağı için sevindi ve heyecanla:
-Merhaba, dedi. 
Bu kelimeyi duyan genç kız gülümsedi ve ayağa kalktı:
-Türk müsün? 
İkisi de heyecanlanmıştı. 
-Elbette Türk’üm. Adım, Gülce. Ankaralıyım. 
-Benim adım da Rengin. Bugün geldim buraya ve kendimi çok yalnız hissediyordum az önceye kadar. Şimdi öyle mutlu oldum ki. Sanki Aksaray’da gibi hissettim kendimi. Aksaray’dan ilk kez çıktım şehir dışına ve buraya geldim. 
Gülce:
-Tanıştığımıza sevindim, dedi. Şu birkaç gün ne kadar zor geçmişti benim için bir bilsen. Artık sen varsın ve yalnız değilim.  
Sonraki günler Gülce ve Rengin için çok fazla sıkıcı değildi. Arkadaşlarıyla da usul usul tanışıyorlar, dil öğreniyorlar ve anlaşmaya çalışıyorlardı. Hatta zaman zaman kendi aralarında bile Türkçe konuşmadıkları oluyordu. Artık Gülce ve Rengin bu şehrin yemeklerine, sokaklarına, hayatına alışmaya başlamışlardı. Günler hızla geçiyordu. Rengin, Gülce’yi ülkelerine döndüklerinde Aksaray’da misafir edecekti. Gülce de Rengin’i Ankara’ya davet etmişti. Heyecanla ülkelerine dönecekleri günü bekliyorlardı. Bir yandan da dersler sona ereceği için üzülüyorlardı. 
Nihayet okulun son günü gelmişti. Hazırlıklar yapılmıştı memlekete dönmek için. Gülce de Rengin de başarılı geçen bir seneden dolayı mutluydu. Artık bu şehrin, ülkenin yabancısı saymıyorlardı kendilerini ve çok iyi İngilizce konuşabiliyorlardı. Rengin, valizini tam olarak toplamadığı için sınıftan erken ayrılmıştı. Son ders bitmiş, herkes vedalaşmaya başlamıştı. Bu esnada dersin öğretmeni, Gülce’ye yaklaştı:
-Tebrik ederim Gülce.  Bir sene boyunca odanda tek yaşadın. Çok uzaklardan farklı bir coğrafyaya gelmene rağmen bu başarıyı elde ettin. 
Bu sözler Gülce’yi korkutmuştu. Hemen sınıftan ayrıldı. Koşarak odasına çıktı. Odasında sadece bir dolap, bir yatak ve kendisinin hazırladığı valiz vardı.